• Sonuç bulunamadı

B. 1) Hegel'in Yöntem Anlayışı

olgunlaşmadığı historik bilgi olmadan bilinemeyeceği için, felsefi tarih Hegel tarafından teorinin zorunlu bir önkoşulu olarak değerlendirilmiştir. Hegel bu görüşlerinden dolayı “daima sonda olmak”la suçlanmıştır, çünkü Us'u tam olarak açıklayabilmek için tarihin son aşamaya gelmiş olduğunu varsaymaktadır. Hegel'in mantığı eğer tarih ilerlemeye devam ediyorsa Us'u nesne ile öznenin mutlak özdeşliği olarak kavramamızın mümkün olmadığını söyler. Ancak Hegel'e göre Us'un yasaları bilinebilmektedir ve bu yüzden tarih son aşamaya gelmiş olmak zorundadır.

Hegel'in, dünyanın ussal bir düzen olarak kavranabilmesini tarihin son aşamaya ulaşmış olması şartına bağlaması, yukarıda da belirtildiği gibi düşüncelerinin daima sonda olduğu için eleştirilmesine neden olmuştur. Oysa Hegel için sonda olmanın ya da kendi ifadesini kullanacak olursak geç kalmanın eleştirilecek bir yanı yoktur.

Aslında felsefenin daima geç kalıyor olması onun temel özelliklerinden birisidir, çünkü felsefe, “gerçeklik22 oluşum sürecini işleyip bitirdikten sonra” ortaya çıkmalıdır. Felsefe, gerçeklik oluşum sürecini tamamladıktan sonra onun karşısına çıkmalı, bu gerçekliğin oluşum süreci boyunca onda değişmeden kalanı kavramalı ve bu süreci onda değişmeden kalan şeye (töz, Substance) referansla en baştan başlayarak düşünsel olarak inşa etmelidir (Hegel, 1970: 28)23. Hegel, gerçekliğin ancak tam anlamıyla ortaya çıktığı zaman mutlak biçimde bilinebilir olduğunu düşünmektedir. Onu tam anlamıyla ortaya çıkmadan bilmeye çalışmak Kant'ın eleştirdiği türden bir metafiziğin içine düşmek anlamına geleceği için daima geç kalmak mutlak Bilmenin olmazsa olmazı olarak değerlendirilmiştir.

Hegel kendisine gerçekliğin oluşumunu düşüncede yeniden inşa etme fırsatını verdiği için daima geç kalmaktan yanadır. Felsefenin, tarihsel süreci de düşüncede

22 Gerçeklik (Realität) hakikat ile aynı anlama gelen bir sözcüktür. Bu iki kavram metinde birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Hegel “Gerçek olan ussaldır, ussal olan gerçektir” diyerek varlık ile bilme arasında özdeşlik bağı kurmaya çalışmıştır. Bu konuyu daha sonra ele alacağız. Hegel'e göre varolan (Dasein) her şey gerçektir. Bir şeyin var olup olmadığını ancak zihnimize yansıdığı zaman bilebiliriz. Bu yüzden gerçeklik kavramsal varoluşa sahiptir. Buradan yola çıkarak Hegel'in

“gerçekliğin oluşum sürecini işleyip bitirmesi” terimiyle, varolan her şeyin zihnimizce kavranmış olmasını kastetmiş olduğunu söyleyebiliriz. Hegel'in “Gerçek bütündür.” şeklindeki ifadesini de bu çerçeve içinde yorumlamak gerekir. Hegel'e göre gerçek, bütündür yani kendi gelişimi aracılığıyla kendisini tümleyen Öz'dür ve ancak oluşum sürecini işleyip bitirdikten sonra bilinebilir (Hegel, 2004b: 33).

23 Hegel buradaki görüşünü “Minerva'nın Baykuşu, ancak gün batarken uçmaya başlar” cümlesi ile dile getirmiştir. Minerva'nın Baykuşu Roma mitolojisinden alınmış bir tabirdir ve bilgeliği simgeler. Hegel burada bilgeliğin, gerçekliğin oluşumunun ardından elde edilebileceğini belirtmek istemiştir.

yeniden inşa etmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu görevi yerine getirebilecek bir felsefenin gerçekliği kurgusal (spekulative) yöntemle yeniden inşa etme zorunluluğunun bulunduğunu iddia etmiştir. Hegel'in gerçekliğin oluşumunu kurgusal bir biçimde açıklamak için başvurduğu kavram mutlak İde'dir24. Gerçekliğin oluşumu, Hegel tarafından mutlak İde'nin yani logosun evrene hakim oluşu biçiminde kurgulanır. Burada logos gerçekliği kuşatan mutlak ussallık anlamında kullanılmaktadır. Hegel'in kurgusal yöntemi ile felsefi idealizminin içiçe geçişini görebilme açısından bu tespit önemlidir, ancak burada Hegel'in gerçekliğin oluşumu ile mutlak İde arasında nasıl bir bağ kurduğunu açıklamaya girişmeden önce başka bir sorun üzerinde durmak istiyorum. Bu sorun Hegel'in kurgusal yöntemine niçin oldukça karmaşık bir dilin hakim olduğu sorusu şeklinde özetlenebilir.

Hegel gerçeklik ile ussallık arasında bir özdeşlik kurmakla aynı zamanda gerçekliğin dile getirilişi ve logosu dile getirmek arasında da özdeşlik bağı kurmuştur. Bunun Hegel'in yazılarında kullandığı dile yansıması ise şu şekilde olmuştur: Gerçeklik biçimsel mantık tarafından birbirinden bağımsız parçaların toplamından ibaretmiş gibi görünürken, onu logosun hakimiyeti altında ele alan kurgusal yöntem bu parçaları kapsayan ancak bunların toplamından daha fazlası olan

24 Hegel daha önce de değinmiş olduğumuz gibi, evrene düzen veren mutlak varlığı, Us olarak adlandırmıştır. Us, varlığın ve bilmenin özdeşliğinden oluşur yani Us hem var olan hem de varlığının bilincine diğer bir deyişle kendininbilincine ulaşan varlıktır. Us'un varlığının bilincine varması öznel mantığın konusudur, çünkü Us'un öznelliği varlığının bilincine varmak için giriştiği eylemlerden oluşmaktadır. Hegel öznel mantığı Kavram Öğretisi üzerine kurmuştur. Kavram Öğretisi'nin konusunu Us'un varlığının bilincine varması yani varlığı kavramlar aracılığıyla bilmesi oluşturmaktadır. Us'un öznelliği varlığını en üst seviyede bilmesi ile son bulur. Bu aşamada Us'un öznelliği en üstün kavram biçiminde gerçekleşir. Bu kavram mutlak İde'dir. Mutlak İde, Us'un varlığının tüm aşamalarına denk düşen kavramları içinde barındırmaktadır. Bu yüzden mutlak İde'nin kendisi gerçekliğin oluşumunu diğer bir deyişle Us'un varlığını kurgusal bir biçimde yeniden üretme yöntemini kapsamaktadır. Hegel mutlak İde'yi gerçekliğin gelişiminin tüm aşamalarını bilmemizi sağlayan mutlak yöntem olarak anlamlandırdığı için, onu Antik Yunan filozoflarının evrensel usu adlandırmak için kullandıkları logos kavramının anlamdaşı ilan etmiştir.

71

bir varoluşu dile getirir. Bu yüzden, eğer Hegel'in diline göndermede bulunacak olursak, logosun, kendisini oluşturan parçaları birbirine bağlayan bir ruhun bölünemezliğine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu özelliğinden dolayı logosu dile getirmek, ki bu felsefenin asli görevidir, hem onu oluşturan parçaları tanımlamayı hem de bu parçaların birbirleri ile ve bütünle olan ilişkilerini kurmayı gerektirmektedir. Bu da Hegel'i oldukça soyut ve bir o kadar da karmaşık bir dil kurmaya yöneltmiştir. Yapmaya çalıştığı iş, logosu, teolojik açıdan ifade edecek olursak tanrının kelamını yazıya dökmektir. O yüzden sadece analitik değil aynı zamanda organik bir anlatıma başvurmuş ve anlattıklarının içeriğinin yoğunluğuna paralel biçimde karışık cümlelerden oluşan metinler kaleme almıştır. Alman dilinin kendisine tanıdığı bir fırsatı kullanarak, kurduğu cümlelerin gövdesine yan cümleler ekleyerek gerçekliğin o an için betimlemeye çalıştığı anını organik bir bütün olarak kurmayı amaçlamıştır.

Hegel'in metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için ona dahil ettiği ek cümleler filozofun düşüncelerinin geneline aşina olunmadığı durumlarda metinlerinin anlaşılmazlığının asıl sebebi olarak görülebilirler, ancak asıl sebep burada açıklamaya çalıştığımız gibi Hegel'in felsefeye yüklediği sorumlulukta aranmalıdır.

Hegel, felsefeden mutlak gerçekliği/hakikati25 açıklamasını beklemektedir. Mutlak hakikatin açıklanması sadece bir betimleme ile mümkün olabilir, yani bu hakikat nasıl ortaya çıkıyorsa onu ortaya çıktığı şekilde dile getirerek açıklamak gerekmektedir26. Bu yüzden Hegel'in metinlerini oluşturan cümlelerin hemen hemen

25 Mutlak gerçeklik ya da mutlak hakikat kavramları ile oluşumunun son aşamasına gelmiş gerçekliği/hakikati kastediyorum.

26 Hegel mutlak hakikatin oluşumunu bir süreç olarak kavradığı için, olguların bu süreç içinde farklı hatta bazen çelişik konumlarda yer alabileceğini varsaymıştır. Bu yüzden kimi olgulara yönelik

tamamı mutlak hakikatin belirli bir aşamada almış olduğu hali betimlemeyi amaçlayan hacimli cümlelerdir. Bu cümleler betimleyicidirler çünkü betimleyici olmadıkları durumda gerçekliğin oluşumunu ya eksik anlatıyor ya da bu sürece keyfi eklemeler yapıyorlar demektir. Diğer bir deyişle logosun bölünemez bir bütün olduğu gerçeğini atlamış oluyorlar demektir. Ayrıca çoğunlukla bu cümlelerden herhangi birini anlayabilmek, Hegel'in felsefe dizgesi hakkında ve Hegel'in sıkça kullandığı kavramları nasıl anlamlandırdığı konusunda belirli bir birikime sahip olmayı gerektirmektedir. Hegel'in yazılarına hakim olan dilin yarattığı diğer bir sorun, kendisi hakkında ikincil kaynaklardan edinilen fikirlerin karşılıklarının orijinal metinlerde bulunmasını güçleştirmesidir. Hegel'in dilinin çetinliği bu tür çalışmalarda orijinal metinden yapılan alıntıların, kimi zaman o çalışmaların anlaşılırlığını olumsuz yönde etkilemelerine de neden olmaktadır.

Bu noktadan itibaren asıl konumuza yani Hegel'in yöntemine dönerek Hegel'in dilini etkileyen düşüncelerin onun yöntem27 anlayışını nasıl etkilediğini göstermeye çalışacağım. Bunu yaparken, Hegel'in yöntemini açıklarken kullandığı anlaşılması zor anlatımı aşabilmek için öncelikle kendisinin yöntemini açıklarken izlediği sıralamayı takip edeceğim. Yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi Hegel'in dili, onun ele aldığı bir konu hakkındaki görüşlerinin bir başkası tarafından kendi anlatımıyla açıklamasını zorlaştırmaktadır. Böyle bir anlatımı gerçekleştirebilmek için birçok kavramın anlamının bilindiğini varsaymak gerekmektedir. Bu yüzden Hegel'in

birden çok tanım vermiştir. Kaleme aldığı metinleri karışıklaştıran önemli bir konu da belirli bir kavrama ilişkin birden çok tanımın verilmesidir.

27 Hegel'in yöntemine ilişkin değerlendirmeleri onun Öznel Mantık'ının son bölümünü yani “mutlak İde” bölümünü temel alarak yapmaya çalışacağım. Zaten kendisi de genel anlamıyla dizgesinin tümüne hakim olan yöntemini bu bölümde ele almıştır. Bu bölümdeki açıklamaları Hegel, Bütün Yapıtları 1 adlı kitaptan ve projekt-gutenberg.de adresinden yararlanarak gerçekleştirdim.

73

yöntemini açıklarken öne çıkan kavramların anlam yönünden birbirleri ile olan ilişkilerini açarak ilerlemeye çalışacağım.

Hegel, yöntemin (Methode) ilk bakışta bilginin tarzı ve üslubu (Art und Weise) şeklinde göründüğünü söylemiştir. Böylece kendi yönteminin, genel olarak yöntem kavramına ilişkin yapılan tanımları aşan bir yöntem olduğunu belirtmeyi amaçlamıştır. Yöntem gerçekten de bilginin ne olduğu, neyin bilinip neyin bilinemeyeceği ve bilginin nasıl elde edileceği gibi sorular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu yüzden bilinç sahibi özne ile nesne (Gegenstand) arasındaki bilgi edinme ilişkisinin biçimi olarak da tanımlanabilir. Ancak bu noktada bir hatırlatma yapmamız gerekiyor. O da Hegel'in varlık ile bilme ( nesne ile bilinç ya da nesne ile özne) arasında bir özdeşlik bağı kurduğudur. Varlık ile bilme arasında kurduğu bağ kendi yöntemini diğer yöntemlerden ayıran ve onu bilginin tarzı ve üslubundan daha fazla bir şey haline getiren temel özelliktir. Hegel burada sıraladığımız ikiliklerin karşıt taraflarında yer alan terimlerin, aslında birbirleri ile özdeş olduğunu ve bu karşıtlıkları kapsayan bir tümelin farklı biçimlerini ifade ettiğini söylemiştir. Buradan yola çıkarak Hegel'in yöntem anlayışına dönecek olursak şunu söyleyebiliriz. Hegel'e göre her varlık bilinç için varlıktır (Stace, 1976:

126), yani bilinç dışında bir varlık ya da varlığın dışında bir bilinç varolamaz, çünkü varlık ile bilme özdeştir. Bu ikisi Us'un iki farklı varoluş biçimidir; ilki nesnel ikincisi ise öznel varoluşudur. Us vardır,28 varolan her şey ussaldır ve Us, belirli bir süreç sonucunda bu gerçekliğin bilincine ulaşır, bilgisine ulaştığı varlığın aslında kendisi olduğunu kavrar ve böylece kendininbilincine ulaşır.

28 Us'un varlığı Hegel'in mantığı açısından bakıldığında nesnel mantığın konusunu oluşturmaktadır ve bu yüzden şu aşamada incelememizin konusunu oluşturmamaktadır. Hegel'in yöntemini açıklamak için Us'un kendi varlığının bilgisine nasıl ulaştığı konusu üzerinde duracağım.

Us'un öznelliği varlığın bilgisine ulaşmaktır. Bu aynı zamanda Us'un kendisini tanıması anlamına gelmektedir, burada üzerinde duracağımız husus Us'un öznelliğinin aynı zamanda yöntem sorununu dile getiriyor oluşudur. Yukarıda da değinmiş olduğumuz gibi, yöntem, bilgi sorusunu ele alan düşünce pratiğidir. Hegel de buna dayanarak, yöntemi Us'un öznel varoluşunun, diğer bir deyişle öznel mantığın ve Us'un kendisini tanımasının biçimi olarak ele almıştır. Hegel'in bu yaklaşımını açıklayabilmek için onun öznel mantığında yer alan bazı hususları kısaca açıklamamız gerekiyor. Us, gerçekliği kavramlar (Begriff) aracılığıyla dile getirmektedir. Diğer bir deyişle kendisini kavram olarak tanımaktadır. Hegel, kavramı, nesnenin dışında yer alan bir şey olarak değerlendirmez. Ona göre nesne yani varlık, bilinç için varlık olduğu sürece varlıktır. Eğer bilinç için bir anlam ifade etmiyorsa, bilinç tarafından kavranmamışsa varlık değildir. Bu yüzden varlığın gerçekliği kavramsal bir varoluşa sahiptir. Kavram, bu niteliğinden dolayı, Us'un nesnellikten öznelliğe geçişini sağlamaktadır. Varlık ile bilme arasındaki özdeşlik bağını kuran şeydir kavram, çünkü varlığın gerçekliğini temsil etmekten öte bizzat bu gerçekliğin kendisini meydana getirmektedir.

Geldiğimiz noktada, kavramların, varlığın gerçekliğini oluşturmalarından hareketle yöntem konusunu daha yakından incelemeye geçebiliriz. Hegel kavramların varlığın gerçekliğini oluşturabilmelerini, gerçekliğin ikili bir yapıya sahip olmasına bağlar. Gerçekliğin ikili yapısını oluşturan ögeler, içerik ve biçimdir.

Bunlar sırasıyla bilmenin nesnesini oluşturan varlığa ve bilmenin biçimini meydana getiren yönteme ilişkin terimlerdir. Varlık gerçekliğin içeriğini oluştururken yöntem ise gerçekliği biçimlendirir. Hegel gerçekliği, biçimle içeriğin birliği şeklinde

75

kurgulayarak, yöntemin gerçekliğe ve onu oluşturan kavramlara içkin olduğunu vurgulamak istemiştir. Kendi yöntemi, diğer yaklaşımlarda - özellikle biçimsel (formel) mantıkta - olduğu gibi gerçeklikten bağımsız bir yöntem olarak kurgulanmamıştır. Hegel için yöntem, Us'un kendisini yani varlığı bilmede kullandığı kuvvettir. Bu kuvvet kavrama hem içsel hem de dışsaldır (Hegel, 1976:

229).

Yöntem, yöneldiği nesnenin yani varlığın gerçekliğin içeriği haline gelmesiyle oluşan hareketin, diğer bir deyişle kavramın hareketinin itici gücüdür, kuvvetidir.

Her varlık ussallığın bir biçimini temsil eder. Yöntem bu biçimi açığa çıkaran güçtür.

Bu yüzden yöntem varlığın kavram haline gelmesini sağlayan asıl dönüştürücü kuvvettir. Kavram aslında varlığın yöntem ile dolaylanmış hali olması yöntemin kavrama içkinliğini oluşturmaktadır. Ancak bu içkin olma durumu yöntemin bir yönünü açıklamaktadır. Yöntem diğer yönü ile kavrama dışsaldır, çünkü Us başlangıçta varlığı tüm belirlenimleri ile beraber bilememektedir. Varlığın mutlak bilgisine varması belirli bir süreç içinde gerçekleşir. Yöntem bu sürecin motorunu oluşturmaktadır, çünkü yöntem Us'u, kendisini Us'tan bağımsız olarak sunan varlığın yani dışsal varlığın bilgisine götüren düşünsel kuvvettir. Yöntem, kendisini Us'tan bağımsız olarak sunan, henüz bilmenin konusu olmayan varlığa yönelir. Ve bu dışsal varlığın gerçekliğini ortaya koyarak yani onu içselleştirerek yeni kavramlar türetir.

Üretilen her bir kavram gerçekliğin daha somut bir anını (Moment) ifade eder.

Yöntem bu dışsallık sayesinde kavramın gelişimini sağlamış olur. Bu yüzden Hegel, yöntemi aynı zamanda kavramın hareketi olarak da tanımlamıştır. Yöntem kavramın hareketi boyunca o kavramın içeriğini oluşturan tikel olgulara özgü biçimlere

bürünerek varlığını sürdürür. Böylece kavramın hareketinin içiçe geçmiş halkalardan oluşan bir zincire benzeyen bir bütünlük oluşturmasını sağlar. Yöntem bu bütünlük içinde, farklı biçimlere bürünmüş olsa da aslında değişmeden kalan ve bizlerin gerçekliği ussal bir bütün olarak tanımamızı sağlayan şeydir. Hegel yöntemi bu özelliğinden dolayı bilmenin ruhu ve tözü (cevher) olarak tanımlar.

Kavramın hareketi, varlığın tamamen Us'un bilgisine dahil edilmiş olduğu aşamada sona erer. Varlık tüm içeriğiyle Us'un bilgisine dahil edildiği için yöntem bu noktada artık içsellik ve dışsallık ayrımına tabi değildir. Kendi gelişimi de kavramın gelişimi gibi en üst düzeye erişmiştir. Bu aşamada yöntemin mutlak biçimine ulaşmış olması bize Hegel'in yönteminin nasıl işlediği sorusunu yanıtlama imkanı verir. Bir şeyin ne olduğunu en azından anahatlarıyla açıklamadan onun nasıl işlediğini anlatmaya girişmek anlatımı güçlendiren bir yaklaşım değildir. Bu yüzden öncelikle Hegel'in, yöntemi, Us'un kendisini varlığın ve bilmenin özdeşliği olarak tanımasını sağlayan kuvvet olarak ele aldığını açıklamaya çalıştım. Şimdi yöntemin Us'un kendisini varlığın ve bilmenin özdeşliği olarak tanımasını sağlayan kuvvet olma görevini nasıl yerine getirdiğini anlatmaya geçeceğim.

Yöntem, Hegel tarafından kendisine yüklenen görevi, gerçekliğin içeriğini oluşturan nesneyi dönüştürüp onu kavramsal boyutta yeniden inşa ederek yerine getirir. Yöntem yöneldiği her nesneyi o nesnenin kendine özgü bir biçimde taşıdığı ussallığı açığa çıkararak dönüştürür. Burada dönüştürmeden kasıt nesnenin kavramsal varoluşa taşınması ya da Us'un bilgisine dahil edilmesidir. Her nesnenin kavramın gelişimi içinde kendine özgü bir yer edinmesini sağlar ve böylece nesne, yöntemin etkinliği aracılığıyla kavramın belirlenimi halini almış olur. Yöntem

77

bununla da yetinmez, teker teker ortaya çıkardığı belirlenimler arasında ilişkiler kurar. Bu belirlenimler arasında başlangıçtan sona doğru ilerleyen bir bağ oluşturur.

Böylece kavramın hareketini meydana getirmiş olur. Hareketin her anında ussallığın farklı bir biçimini ortaya çıkarır ancak kendisi değişmez, çünkü o mutlak biçimdir.

Yöntem kavramın hareketini aşamalı bir biçimde meydana getirir. İlk aşama başlangıç aşamasıdır. Hegel'e göre yöntem, kurgusal bir yapıya sahip olabilmek için, bilginin üretimine tümel bir kavramı ele alarak başlamalıdır. Diğer bir deyişle başlangıcı oluşturan kavramın içeriği ve biçimi tümel (Allgemein) olmalıdır29. Hegel'in başlangıç için zorunlu olduğunu ileri sürdüğü bir diğer özellik soyutluktur.

Bu iki özelliği birlikte ele aldığımızda başlangıcın soyut bir tümel olarak belirlendiğini söyleyebiliriz. Hegel soyut tümellik içindeki başlangıcı “Dolaysız”

olarak adlandırır. Daha sonra başlangıcın soyutluğunun mutlak bir soyutluk olmadığını savunur. Başlangıç soyut olmakla birlikte tümel olduğu için somutluğu kendiliğinde (diğer bir deyişle kendinde – an sich) taşımaktadır, onu soyut kılan şey bu kendinde somutluğun henüz gerçeklik kazanmamış olmasıdır. Hegel'in terimini kullanacak olursak henüz kendi için (für sich) somutluk halini almamıştır30. Hegel'in başlangıcı tümelin dolaysızlığı olarak ele almasının temelinde yatan neden bu henüz gerçekleşmemiş olma durumudur.

29 Evrensel anlamına gelen tümel sözcüğünün Almanca karşılığı Allgemein'dır. Sözcüğün Latince'deki karşılığı olan universalis de Batı dillerine tümel kelimesini karşılayacak şekilde girmiştir. Hegel sıfat olarak tümeli varlığın tümünü kapsayan - evrensel anlamında kullanmıştır.

Bu kavramı isim olarak kullandığında onunla varlığın tümlüğünü - evrenselliğini adlandırmıştır.

Tüm varlıklara içkin olan özü belirtmek için tümel kavramını kullanmıştır.

30 Hegel'in sıkça kullandığı terimlerden ikisi kendinde (an sich) ve kendi içindir (für sich). Bu terimler, kendi başlarına taşıdıkları anlamdan çok başka kavramları niteleme özelliklerinden dolayı sıkça kullanılmışlardır. Niteledikleri kavramların sırasıyla varlık (nesne) ya da bilme (özne) açısından ele alınmalarını sağlamaktadırlar. Bir şeyin kendindeliği onun salt nesnelliğini yani biçimden soyutlanmış haliyle ortaya koyduğu içeriği ifade eder. Kendi içinliği ise o şeyin salt öznelliğini yani içerikten soyutlanmış haliyle sahip olduğu bilinci ifade eder. Hegel “kendinde ve kendi için” terimiyle de varlık ile bilmenin birliği olarak ortaya çıkan mutlaklığı ifade eder.

Kavramın hareketinin ilk referans noktası soyut tümellik – dolaysızlıktır. Bu aynı zamanda kavramın ilk belirlenimidir. Kavramın bu noktadan başlayarak gösterdiği ilerleme Hegel tarafından başlangıcın gelişmesi olarak değerlendirilir, çünkü ilerleme soyut tümelin kendinde sahip olduğu somutluğun kendi için somutluğa dönüşmesi anlamına gelmektedir. Kavramın hareketini/gelişimini özce birbirinden farklı gerçekliklerin dile getirilişi olarak anlamlandıramayız, çünkü bu ilerleme aslında başlangıcı oluşturan soyut tümelin kendinde yer alan içeriğinin gerçekleşme sürecinden başka bir şey değildir. Bu gerçekleşme süreci yani kavramın ilerlemesi zorunludur, çünkü başlangıcı oluşturan kavram tümel olduğu için kendinde somuttur ancak soyut bir biçim ve içerik olarak konmuştur, diğer bir deyişleme belirlenmemiştir - dolaysızdır. O yüzden henüz mutlak biçimde bilinemez.

Mutlak bilme, kavramın gelişiminin sonucunda ortaya çıkabileceği için kavramın gelişmesi zorunluluk halini almaktadır. Bu zorunluluğun aşılmasını sağlayan şey, kendinde somut olması yani kavramın gelişiminin içeriğini kendinde taşıması nedeniyle başlangıcı oluşturan tümelin kendisidir. Kavramın ilerlemesi bu içeriğin belirlenmesi olarak anlaşılmalıdır. Eğer tümel başlangıçta bu içeriği kendinde kapsıyor olmasaydı belirlenecek bir içerik söz konusu olamazdı ve kavramın ilerlemesi mümkün hale gelemezdi.

Tümelin başlangıçta soyut bir biçimde taşıdığı içeriğinin somutlanması yöntemin ikinci aşamasını oluşturur. Bu yüzden ikinci aşamayı başlangıcın soyut tümellikten farklılaştığı ve bu tümelin, kendi içeriğinin belirlenmesi sonucunda somut bütünlük olarak ortaya çıktığı aşama olarak tanımlanabilir. Bu belirlenme aşaması yöntemin diyalektik aşamasıdır. Hegel diyalektiğin kuşkuyla karşılanan bir

79

yöntem olduğunu ancak bu kuşku ve eleştirilerin yersiz olduğunu belirtmiştir.

Diyalektiğe ilişkin genel kanı, onun sadece eleştirel bir yaklaşıma sahip olduğu ve ele aldığı içeriği sıfırlayan yani mutlak biçimde olumsuzlayan bir yöntem şeklindedir. Oysa ki Hegel diyalektiğin hem çözümsel (analitisch) hem de bireşimsel (syntetisch) bir yöntem olduğunu belirtmiştir.

Şimdi Hegel'in diyalektiği çözümsel ve bireşimsel bir yöntem olarak değerlendirmesinin ne anlama geldiği üzerinde duracağım. Hegel, yöntemin başlangıcını oluşturan kavramı soyut tümel olarak belirlemişti. Bu kavramın dolaysız olduğunu yani içeriğinin belirlenmemiş olduğunu söylemişti. İkinci aşamaya gelindiğinde başlangıcın farklılaşmış olduğunu eklemişti. Hegel'e göre başlangıcın farklılaşması ile çeşitlilik ortaya çıkar, çünkü farklılaşmış olan yani başka (Andere), başlangıcın başkasıdır ve başlangıç dolaysız olduğu için başkası çeşitlilik şeklinde ortaya çıkmaktadır. Soyut tümelin kendinde taşıdığı somutluk henüz dolaysızdır, çünkü bilmenin nesnesi haline gelmemiştir. Yöntem tarafından gerçekliğin ortaya çıkarılması için işlenen bir içeriğe dönüşmemiştir. Başlangıcın farklılaşması sonucunda bu durum değişir. Soyut tümelin kendinde taşıdığı somutluk, içeriğin çeşitliliğine dönüşmüştür. İçeriğin çeşitliliği kavramın belirlenimlerini oluştururlar.

Biçimsel mantık içeriğin çeşitliliğini birbirleri ile dışsal bağlantılı bağımsız entiteler biçiminde kavrar. Ayrıca bu çeşitlilik içinde ortaya çıkan ikilikleri çelişki olarak görür. Bu ikilikleri oluşturan terimleri yani karşıtları birbirinden yalıtık şekilde kavramaya ve onları bu yalıtıkları içinde sabitlemeye çalışır, çünkü temel ilkesi özdeşliktir. O A=A'nın ötesini göremez. Oysa diyalektik yöntem bunun tersine içeriğin çeşitliliğinin meydana getirdiği belirlenimleri birbirleri ile dışsal bağlantılı

biçimde kavramaz. Diyalektik bu belirlenimleri gerçek nesne ve içerik olarak alır.

Onların temelinde tümelin kendinde taşıdığı somutluğun olduğunu bilir. Bu somutluğun ortaya koyduğu nesneleri kavramın belirlenimleri içinde ait olduğu yerlere yerleştirir. Bu onun çözümselliğidir. Ayrıca kavramın belirlenimleri arasında ortaya çıkan karşıtlıkları birbirinden yalıtarak sabitlemez. Biçimsel mantığın çelişki gördüğü yerde o kavramın devingenliğinin kaynağını bulur. Çelişkileri meydana getiren karşıtlıkları bireştirerek kavramın yeni bir belirlenimine ulaşır ve ortaya yeni bir terim koyar. Böylece gerçekliğin düşüncede kurgusal biçimde yeniden inşası açısından çok temel bir görevi yerine getirmiş olur.

Hegel diyalektiğin ortaya koyduğu yeni terimi ilk terimin yani tümelin başkası (Andere) olarak nitelendirir. Bu ikinci terim ilkinin yani dolaysızın dolaylanmışıdır.

Diğer bir deyişle ifade etmek gerekirse ikinci terim ilkinin olumsuzudur. Hegel'in ikinci terimi ilkinin olumsuzu olarak ele alarak vurgulamak istediği şey ikinci terimin mutlak bir olumsuzluk – hiçlik olmadığı, bunun, ilk terimin yadsınması sonucu ortaya çıkan gerçeklik - ilk terimin gerçekliği - olduğudur. Başlangıcın diyalektik tarafından yadsınması sonucu ortaya çıkan dolaysız dolaylanmış olarak ortaya çıkar.

İkinci terim yani dolaylanmış, kendi içinde ilk terimin belirlenimini kapsar, çünkü onun yadsınması sonucu ortaya çıkmıştır, diğer bir ifadeyle onun başkasıdır. Şimdi ortada tek bir terim vardır. Bu terim dolaysızın başkası olan dolaylanmıştır ve bu yüzden dolaysızı kendi içinde saklamakta ve korumaktadır. Hegel diyalektiğin bizi ilk terimin özne ikinci terimin yüklem olduğu bir önermeye ulaştırdığını söyler. Bu önerme “Bir çoktur” ya da “Varlık Hiçlik'tir” şeklinde ortaya çıkar ve biçimsel mantığın aşıldığı anın ifade eder.

81

Hegel yöntemin ulaştığı bu yeni aşamayı biçimsel mantığı sahiplenenler gibi bir hata ya da olumsallık anı olarak görmez. Diyalektiğin ortaya koyduğu bu çelişik önermeyi zorunluluk olarak görür. Diyalektik an bir zorunluluk anıdır ancak kurgusalın dile getirildiği, gerçekliğin mutlak anlamda bilinebildiği an değildir.

Bunun nedeni diyalektiğin karşıtlıklar arasında ortaya koyduğu özdeşliği, örneğin

“Varlık Hiçlik'tir”, bir bütünü oluşturacak şekilde ifade etmiyor olmasıdır. Uzunca bir süredir Hegel'in felsefe dizgesinin temelinde varlık ile bilme arasındaki özdeşlik olan Us'un yer aldığını yineliyoruz. Diyalektik varlık ile bilme örneğinde olduğu gibi kavramın birbirinin karşıtı olan belirlenimleri arasındaki özdeşliğin meydana gelmesine yardımcı olur ancak mutlak gerçekliğin kavranması için bir adım öteye gitmek gerekmektedir. Mutlak gerçekliği ifade edecek bir kavramın dile getirilmesi diğer bir deyişle üçüncü terimin ortaya çıkarılması ile bu eksiklik giderilmiş olur.

Üçüncü terimin ortaya çıkışının kökeni yine yöntemin diyalektik anında (moment) – uğrağında bulunmaktadır. Diyalektik anı üçüncü terimin yani kavramın üçüncü belirleniminin ortaya çıkışı açısından değerlendirdiğimizde, bu anın olumsuz an olduğunu görmekteyiz. Hegel için ikinci an başlangıcın yadsınması ile başlayan dolayımlanma (Vermittelung) ilişkisini ifade eder. Bu ilişki ilk terim ile üçüncü terim arasındaki bağıntıyı oluşturmaktadır (Verhältnis). Bunu açmak gerekirse, diyalektik anın ortaya çıkardığı belirlenim yani ikinci terim, bir olumlunun (başlangıcın) olumsuzu olduğunu hatırlayarak başlayabiliriz. Bu yüzden Hegel ikinci terimi

“kendinde başka” olarak adlandırır. Bununla ikinci terimin ilk terimi yani başkasını kendinde içerdiğini ve bu yüzden çelişik bir yapıya sahip olduğunu vurgulamak istemiştir. Hegel için ikinci terimin çelişik olması bir hata olarak görünmez. Hatta