• Sonuç bulunamadı

Toplumların boşanmaya ilişkin deneyimleri ve boşanma oranları değişebildiği gibi evliliklerin boşanma ile sonuçlanmasında cinsiyet, yaş, ırk, din gibi demografik ve sosyo- kültürel özellikler de etkili olmaktadır.

Hem ailenin hem de aile bireyleri arasındaki ilişkiler ağının oluşumunda sosyal yapının farklılık göstermesi değişik sonuçlar doğurmaktadır. Geleneksel değerlerin hakim olduğu coğrafi bölgelerde, yüzyıllardan beri gelen birtakım gelenekler, aileyi kontrol ederek, bir bakıma aileye rehberlik ederken; bu durum evliliklerin de geleneksel değerlere göre şekillenmesinde etkili olmaktadır. Sucu’nun da (2007, s.29) belirttiği üzere aynı sosyal ve kültürel ortamlarda yetişen bireylerin benzer değerlere, sosyal normlara sahip olmaları onların evlilik yaşantısına da yansıyarak, evliliklerinin daha uzun süreli ve daha az problemli olmasında etkili olur. Buna karşın çeşitli gruptan insanların bölgesel, etnik kökenine bakılmaksızın bir arada bulunduğu kentsel alanlarda geleneksel değerlerin çok baskın yaşanmaması farklı sosyal-kültürel çevreden gelen bireylerin evlenmelerinin önünü açarak bir anlamda evlilik yaşantısını, evlilik kalitesi ve süresi bağlamında riskli kılmaktadır.

Eşlerin ırk, din, kültür, eğitim, sosyal yapı ve yaş gibi çeşitli sosyal özelliklerinin benzer nitelikte olmasının evlilikler üzerinde etkili olduğu birçok araştırmada ortaya konmaktadır. 1.4.1.Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet

Eşlerin birbirlerinden farklı bakış açılarına sahip olmaları, karşılıklı ilişkilerinde takındıkları farklı tutum ve düşünce yapıları onların biyolojik olarak farklı cinsiyetten olmalarından kaynaklanabildiği gibi sosyal olarak inşa edilen toplumsal cinsiyet temelli de olabilmektedir. Boşanma olgusuna gösterilen direncin azaldığı günümüz toplumlarında, kadının ekonomik özgürlüğüne kavuşması, erkeğin gelir düzeyindeki azalma, çiftlerin evlilikten beklentilerinin artışı gibi olaylar karşısında boşanma yolunun seçilme olasılığı yüksektir (Amato, 2000, s.1269). Coates’e (2008, s.41-42) göre nedeni ister evliliğin gerektirdiği sorumluluklardan ya da evliliğin sebep olduğu mutsuzluk halinden kaçma isteği olsun isterse de ayrı yaşayabilmek için maddi imkanlara ulaşılmış olunması olsun, bugünün toplumlarında boşanma oranlarının yoğun bir artış göstererek evlilik kurumunun geleceğini tehlikeye attığı söylenebilir. Bugün aile birliğini sona erdiren çiftler kadar, boşanmayı bir seçenek olarak değerlendirenlerin de sayısında çok büyük bir artış gözlenir hatta bu oran evli

her üç kişiden birini ifade eder. Boşanmayı gündeme getirenler ise çoğunlukla aile içindeki duygusal ilişkilerin düzenlenmesini sağlayan kadınlardır.

Cinsiyet açısından yapılan değerlendirmelerde evliliklerde duygusal uyumu sağlayan tarafın kadınlar olduğu görülmektedir. Evli kadın hem ev içi hem de ev dışı sosyal aktivitelere ilişkin olarak duygusal doyumun sağlanmasından sorumludur. Evliliklerin sıkıntılı konularının tartışılıp bir karara bağlanması kadının bu türden sorumluluklarındandır (Coates, 2008, s.37). Kadınların evliliklerinin duygusal denetimini ellerinde tutmaları, problemleri eşlerine göre daha erken fark etmelerine olanak sağlamaktadır. Bu durum, kadınların aile içi problemleri tartışmaya açan taraf olma olasılıklarını artırmaktadır (Amato and Previti, 2003, s.604). Uçan’ın (2007, s.39) Thompson ve Walker’dan (1991) aktardığı ve birçok araştırmacının da hemfikir olduğu üzere kadınların erkeklere göre ilişkilerini yakından incelemeye daha yatkın olmaları, ilişkilerindeki sorunları daha erken fark etmelerine ve bu sorunları çözmeye yönelik eşleriyle tartışma eğilimi göstermelerine yol açmaktadır. Erkekler aile içinde gerçekleşebilecek açık bir tartışmadan kaçınmaları nedeniyle genellikle aile içindeki sorunları görmezden gelme eğilimi gösterirlerken; kadınlar üstü örtülen sorunları gündeme getirmelerinin yanı sıra soruna yönelik tatmin edici bir çözüm bulmadan da o tartışmanın bitmesine izin vermemektedirler. Bunun yanı sıra kadınlar evlilik içi sorunların çözüme ulaşabilmesi için, evlilik uzmanlarına danışma konusunda da erkeklere oranla on kat daha isteklidirler. Dolayısıyla evliliğin duygusal tatminini sağlayan kadının üstlendiği bu sorumluluklarından vazgeçmesi, birçok evliliğin sarsılmasına neden olmaktadır (Coates, 2008, s.37-40).

1.4.2. Yaş

Boşanma oranlarında cinsiyet kadar yaş da önemli bir etkendir. Erken yaşta evlenen bireylerin evliliklerini boşanma ile sonuçlandırmaları çok daha yüksek olasılıklıdır. Nock’a göre (1987, s.49) özellikle 20’li yaşlarından önce evlenenlerin 20’li yaşlarının ortalarında evlenenlere göre boşanma olasılıkları iki kat fazladır. Boşanmanın demografik özellikleri incelendiğinde kadınların sıklıkla 20 ve 24 yaşları arasında boşandıkları gözlenmektedir (Parrilo, Stimson and Stimson, 1995, s.293). Bumpass ve arkadaşlarından (1991) Uçan’ın (2007, s.40) aktardığı üzere erken yaşta evlenenlerin boşanma olasılıklarının daha ileri yaşlarda evlenen kadınlara oranla daha yüksek olduğunu belirtilmektedir. 6483’ü Avrupa kökenli Amerikalı, 2446’sı Afrika kökenli Amerikalı ve 1553’ü Latin olan 11.000 kadınla yapılan bir araştırma (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.34) ve başka birçok araştırmanın sonuçlarına dayanılarak erken yaşlarda yapılan evliliklerin boşanmalarda öncelikli bir etken olduğu ortaya konmuştur. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, 18 yaşından erken evlenen

kadınların boşanma olasılıkları 25 yaş ve üstü kadınlara oranla iki misli daha fazladır (Clarke- Stewart and Brentano, 2006, s.36).

Genç yaşta evlenen bireylerin boşanma nedenleri çoğunlukla evliliklerinin temelini yanlış nedenlere dayandırmış olmalarıdır. Mutsuz bir evde yaşamaktan kaçma, duygusal problemlerinden saklanma, evliliği fiziksel bir birlikteliğin romantik hali gibi tanımlama gibi nedenlerle erken yaşta evlenen bireyler, evliliğin uzun soluklu bir ilişki olduğunu ve duygusal olduğu kadar sosyal sorumluluk ve bağlılığı da gerektirdiğini anlamakta güçlük çekmektedirler. Genç yaşları, evlilik içindeki problemleri çözmek konusunda yeterli tecrübeden yoksun olmalarında etkili olmaktadır (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.37- 38). Yapılan ilk evliliklerin büyük çoğunluğunun oldukça genç yaşlarda yapılması yüksek boşanma oranları ve erken evlilikler arasındaki ilişkiye bir açıklık getirirken, bu evlilikler gençler için evlilik öncesi hamilelik, düşük gelir ve görece toyluk gibi birçok sorunu da beraberinde getirmektedir (Nock, 1987, s.149). Özellikle kadınların genç yaşlarda pek çok sorumluluk altına girmeleri, eğitimlerini tamamlama olasılıklarını da düşürmektedir. Üstelik erken yaşta yaptıkları evlilikleri dolayısıyla eğitimlerinden geri kalmaları onların daha fazla çocuk sahibi olmalarında da etkin rol oynamaktadır. Bu durum ise özellikle kadınların iş fırsatlarından yararlanma olasılıklarını sınırlayarak onların daha düşük gelir elde etmelerine, düşük bir mesleki statülerinin olmasına ve yoksul olma olasılıklarının artmasına sebep olmaktadır (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.36).

Gençler arasında erken evlenme oranı yüksek olduğu gibi erken boşanma oranı da yüksektir. 20’li ve 30’lu yaşlarında olan gençler 40’lı ya da 50’li yaşlarında olan bireylere göre daha fazla boşanma eğilimi göstermektedirler (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.38). Genç yaşlarda gerçekleşen boşanmalar, boşanma ile sonuçlanan evliliklerin sürekliliğini de yansıtır. Erken yaşlarda görülen boşanmaların hemen yarısı evliliğin ilk yedi yılı içinde gerçekleşir (Nock, 1987, s.150). Boşanmak isteyen kadınlar arasında gençlerin sayısı yaşlılara oranla daha fazladır. Genç kadınlar hem yaşamlarının daha çok başında olmaları hem de evliliklerinin daha yeni kurulmuş olması dolayısıyla boşanma konusunda daha isteklidirler. Evlilik sonrası hayatlarının çok daha güzel olacağına, hayatın kendilerine daha fazla olanak sunacağına inanan genç kadınların aksine yaşlı kadınlar boşanmanın hayatlarını daha da zorlaştıracağını düşünme eğilimindedir (Coates, 2008, s.42).

Sonuç olarak evlenme yaşı ve evlilikte geçen süre aile ve evlilik birliğin sürdürülmesi veya boşanma ile yakından ilişkili gözükmektedir.

1.4.3.Eğitim ve Gelir Düzeyi

Evlilik birliğinin devamını ve boşanmayı etkileyen etmenlerden bir diğeri de eşlerin eğitim seviyeleridir. Kocanın eğitim seviyesinin yüksek olması, ailenin maddi olanakları ve bununla ilgili yaşam standartlarıyla yakından alakalıdır. Kocanın yüksek eğitim düzeyi ve bunun sağladığı maddi ve manevi olanaklar boşanmaya neden olan faktörlerin etkisini azaltmaktadır. Buna karşın kadının eğitim seviyesinin yükselmesi, evlilik ilişkisinin sorgulanmasına sebep olduğu gibi boşanmaları da kolaylaştırabilmektedir (Arıkan, 1996, s.14). Eğitimin ve iş yaşantısının kadınların evlilikleri üzerindeki etkisini araştıran birçok araştırmacı, kendi parasını kazanan kadınlardan eğitim düzeyleri yüksek olanların kötü giden evliliklerini bir düzene sokma konusunda daha başarılı olduklarını ortaya çıkarmaktadır (Coates, 2008, s.61). Çünkü eğitim, çiftlerin cinsiyet kaynaklı farklılıklarının bilincinde olarak bunlarla birlikte yaşamayı öğrenebilmesine imkan tanımakta ve dolayısıyla evlilikler üzerinde olumlu bir etkiye sahip olmaktadır. Eve giren gelir düzeyinin düşük olması ailenin kırılganlık düzeyini çoğaltabildiği gibi eğitim düzeyinin yükselmesiyle eşlerin birbirlerine desteği de artabilmektedir. Bu durum Amato and Previti’ye göre, (2003, s.605-606) yüksek eğitimli ailenin boşanmaya karşı direncini güçlendirmektedir. Ancak yüksek eğitimli kadınlar, evlilikleri bir çıkmaza girdiğinde onu sonlandırmak konusunda da daha başarılı olabilmektedirler. Burada belirleyici olan etken, gelir düzeyidir. Kadınların kazandıkları para arttıkça, bu durum boşanma isteklerine de yansımaktadır. Dolayısıyla kadınlardaki boşanma oranları gelir düzeyiyle orantılı bir artış gösterir (Coates, 2008, s.61). Genel anlamda aile gelirinin yüksek olması ailenin refahını da yükselterek ekonomik sorunların beraberinde getirdiği birçok sorundan uzak kalmasını sağlar.

Arıkan’ın (1996, s.14) da belirttiği gibi eğitim geleneksel rol beklentilerinin değişmesinde ve boşanmaya ilişkin tutumlarda da etkin bir role sahiptir. Yüksek eğitim düzeyine sahip bireyler, boşanmaları günah ya da utanılacak bir durum olarak değerlendirmedikleri için boşanmış bireylere ilişkin daha olumlu bakış açısına sahiptirler. Onlar için boşanma evliliğin tüm çabalara rağmen bir çıkmaza girdiği anlarda başvurulabilecek sağlıklı bir son çaredir. Buna karşın düşük eğitim düzeyine sahip bireylerin boşanmış bireylere yaklaşımında acıma, öfke hatta tiksinti gibi duygular daha ağır basmaktadır. Dolayısıyla eğitim, boşanma oranlarında olduğu kadar, boşanmaya ilişkin olumsuz tutumların oluşumunda da etkilidir

1.4.4.Etnik Köken

Evlilik ve boşanma oranları ırk ve etnik kökene göre de çeşitlilik göstermektedir. Örneğin Afrika kökenli Amerikanlar diğer etnik gruplara oranla daha düşük evlenme ve

boşanma sonrası yeniden evlenme eğilimi gösterirler (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.39). Diğer etnik gruplara oranla Afrika kökenli Amerikalıların evlilikte aradıkları duygusal tatmini yaşama olasılıkları çok daha düşük ve boşanma eğilimleri daha yüksektir. (Newman, 2009, s.390). Boşanmaların neredeyse yarısı evliliklerin ilk on yılı içinde gerçekleşmektedir. Yapılan yakın tarihli bir çalışmaya göre 20’li yaşlardaki Afrika kökenli Amerikalı kadınların %58’inin hiç evlenmemiş olduğu, buna karşılık Avrupa kökenli Amerikalı ya da Latin kadınlarda ise evlenmeme oranının %31 olduğu gözlenmiştir (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.39). Araştırmalar göre boşanma oranları siyahlarda beyazlara oranla çok daha yüksektir. Siyah ırkın yüksek boşanma oranlarını açıklamak için pek çok girişimde bulunan sosyologlardan E. Franklin Frazier’e göre bunun nedeni siyah ırkın sahip olduğu köle geçmişinin siyah ailelerde hala etkisini sürdürüyor olmasıdır. Siyah ırkın normal bir evlilikten mahrum kalkış olması ve aile bireylerinin satılmalıyla ortaya çıkan karışıklıklar, siyah ırktan ailelerin evlilik dışı bir şekilde anne ve çocuklar olarak merkezlenmeleri ile sonuçlanmaktadır. Cherlin ise beyazlar ve siyahlar arasındaki bu farklılığın tarihsel bir farklılıktan kaynaklanmadığını, aksine çağdaş farklılıkların boşanma oranlarında etkili olduğunu belirtmektedir. Cherlin’e göre siyahların sahip oldukları düşük eğitim düzeyi siyah ve beyazlar arasındaki en temel farktır. Bu nedenle yoksulluk sınırında olan siyahlar evlilik bağlarına odaklanmak yerine hayatın getirdiği sorunlarla baş etmede kendilerine destek olabilecek arkadaşlık, komşuluk ilişkileri kurma konusunda daha eğilimlidirler. Onlara göre işi olmayan bir eşin desteğindense böyle bir yakına sahip olmak çok daha önemlidir (Nock, 1987, s.151). Bu durum boşanma oranlarını artırırken; bu ırktan olan bireylerin evlenme oranlarını düşürmektedir. Ancak son dönem çalışmalar ırkın, sosyoekonomik statü ile karşılaştırıldığında boşanma oranları üzerinde daha az etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Beyaz ve Afrika kökenli Amerikalılar, eğitim seviyesi, gelir düzeyi, mesleki statü gibi sosyo- ekonomik statüleri açısından eşit durumda oldukları zaman, boşanma oranları benzer seyretmektedir. Ancak sosyoekonomik durumun değişmesi halinde dengeler bozulmaktadır. Afrika kökenli Amerikalıların sosyoekonomik statülerinin genellikle düşük oluşu da boşanma yüzdelerinin fazla olmasına sebep olmaktadır. Ancak Afrika kökenli Amerikalılarla benzer bir ekonomik dezavantaja sahip olan Latin kökenli Amerikalılar en düşük boşanma oranlarına sahiptir. Bunun sebebi, bu grubun aile değerlerine verdiği önem ve Katolik kilisesinin yaşamlarında oynadığı rolle açıklanır. Benzer şekilde bireyselliğe vurgu yapan Asya kökenli Amerikalı ailelerde boşanmanın hala bir damgalama konusu olması, bu grubun en düşük boşanma oranına sahip olmasında etkilidir. Hem Latin hem de Asya kökenli Amerikalılar için, geleneksel dini inanışlar ve etik değerlere verilen değerin azalması nedeniyle boşanma oranları da gençlerde daha yüksektir (Newman, 2009, s.390).

Bunun yanı sıra farklı ırk ve etnik gruplar arasında yapılan evliliklerde de boşanma oranları çiftlerin aynı etnik kökene sahip oldukları evliliklere oranla daha yüksektir. Öyle ki farklı etnik kökenden olan bireylerin evliliklerinin ilk on yıl içinde sona ermesi, aynı etnik gruptan yapılan evliliklere oranla on kat daha olasıdır (Clarke-Stewart and Brentano, 2006, s.40). Bu durum farklı etnik kökenden gelen bireylerin aile ve evlilik kurumuna ilişkin sahip oldukları değer ve normların farklılıklarıyla açıklanabilir.