• Sonuç bulunamadı

Aile Sosyolojisinde Yeni Bakış Açıları (U.Beck ve E.Beck-Gernsheim’ın

1.6. Aile ve Boşanmaya İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar

1.6.7. Aile Sosyolojisinde Yeni Bakış Açıları (U.Beck ve E.Beck-Gernsheim’ın

özellikleri hem de değerleri, örgütsel yapıları, üye sayıları, üretim tarzları gibi özellikleri bakımından pek çok değişim yaşar. Aile toplum dinamiği içerisinde biçimlenmesi dolayısıyla bu değişimleri toplumsal değişimlerle ilintili olarak yaşar. Diğer bir söylemle ailenin

değişiminin kökeninde toplum dinamiklerindeki farklılaşma yatar denilebilir. Tarihsel süreçte pek çok toplumsal değişmeye tanıklık edilmekle birlikte en genel hatlarıyla iki ana toplumsal aşamadan söz edilebilir. Ailenin geçirdiği köklü değişimler de bu toplumsal aşamalarla bağlantılıdır. Toplumsal değişim süreci içerisinde öncelikle geleneksel biçiminden modern biçime bürünen ailenin, son 20-30 yıl içerisinde modernleşmenin küresel düzeyde yaşanmasıyla büründüğü değişik modellerine tanıklık edilmektedir (Canatan ve Yıldırım, 2009, s.149-150).

Geleneksel toplumdan modern topluma geçişle birlikte Giddens (2005) zaman ve mekan kavramlarındaki değişimi vurgular. Giddens’a göre modernliğin getirdiği dönüşümler yaygınlık düzleminde bakıldığında küresel düzeyde toplumsal bağlantı biçimleri kurulmasında etkili olurken; yoğunluk açısından bakıldığında, günlük yaşantının en özel ve en kişisel özelliklerini değiştirme aşamasındadırlar.

Modern topluma geçişle birlikte geleneksel dünya görüşü yerini pozitif dünya görüşüne, geleneksel otorite yerini demokratik otoriteye, tarımsal üretim yerini sanayi üretimine ve kapalı toplum yapısı yerini toplumsal ve kültürel yönden açık topluma bırakır. Bununla birlikte işbölümü ve uzmanlaşmanın arttığı, kadının çalışma hayatına katıldığı, yazılı ve görsel iletişim araçlarının toplumun hemen tüm bireylerinin yaşantısına nüfuz ettiği, bilgi ve bilgi teknolojisine sahip olma fırsatının her bireyin hakkı olduğu, eğitim ve iş olanaklarının arttığı, kentsel nüfusun hızla yaygınlaştığı küresel bir toplum yapısına geçilir (Canatan ve Yıldırım, 2009, s.150). Bu bağlamda modernleşmenin geniş bir toplumsal değişmeyi anlattığı söylenebilir. Toplumun bir durumdan başka bir duruma geçtiği modernleşme ve modernleşmenin küresel bir düzeyde yaşanmasıyla, aileler de yapısal olduğu kadar, aile içi ilişkileri, güç ve iktidarın kullanımı açısından değişimler yaşar.

Toplumların ekonomik refaha erdikleri zamanlarda bireylerin gelir düzeylerinin artması, kişilerin kimseye muhtaç olmadan tek başlarına yaşam mücadelesi verebilmelerine olanak tanır. Ekonomik durumun düzelmesi, özellikle kadınları kendi hayatlarını finanse edebilecekleri bir konuma ulaştırır. Hayatını idame ettirebilmek için eşine muhtaç olmayan kadınlar ekonomik koşullardaki iyileşmeye bağlı olarak daha dolgun ücretler alabilir. Bunun yanı sıra kadının iş hayatında yer alması da onun taleplerini artırır. Ekonomik olarak güvence elde eden kadın, toplum içindeki konumunu büyük oranda değiştirecek olan kadın hareketlerinin de etkisiyle bir bilince ulaşır. Kendi kimliğiyle bir farkındalığa ulaşan kadının kendine güveni artar. Böylece hem iş yerinde hem de evde daha bağımsız hale gelir. Kadının kendisini güç ve eşitlik talep eden bir varlık olarak konumlandırması ise, hem ev içindeki hem işteki statüsünü artırır. Kadın var olmak için artık kocasının statüsünden yararlanmak ya da

geçimini onun parasıyla sağlamak durumunda değildir. Dolayısıyla mutsuz olduğu bir evliliği sürdürmek konusunda daha az isteklidir. Üstelik 1960 ve 1980 yılları arasında etkili olan kadın hareketlerin yanı sıra toplumun genelinde meydana gelen değişimler, kişisel beklentilerde de bir değişim yaratır (Clarke-Stewart ve Brentano, 2006, s.9-10).

Küreselleşmenin yoğun olarak yaşandığı ve toplumsal hayatın her alanına nüfuz ettiği günümüz toplumlarında kişisel ilişkilerin kurulmasında, geleneksel kural ve yönlendirmelerin, dini inanışların etkisi azalır. İlişkiler toplumsal normlar yerine, bireysel seçimlerle yapılır. Üstelik bireyler ilişki kurmak, ilişkilerini düzenlemek ya da sürdürüp sürdürmemek konusunda birden fazla seçeneğe sahiptir (Beck ve Beck Gernsheim, 2012, s.10-11). Aile kalıplarında pek çok değişime neden olan toplumsal değişim, evliliğe atfedilen anlamda da bazı değişikliklere neden olur. Artan bireycilik eğilimiyle aile, evlilik içindeki bireylerin kişisel bağımsızlık ve haklarına daha fazla önem veren bir kurum halini alır ve karşılıklı işbirliğine dayalı iletişim giderek artan ölçüde bu yeni aile modellerinde görünür olur (Kveioti, 1984, s.19). Duygusal etkileşimin anne baba ve çocuk arasında merkez konumda olduğu bu ailesel dönüşümde (Giddens, 2005, s.172-173) evlilik giderek cinselliğin yönlendirdiği, karşılıklı sevgiye dayalı tercihlerin ön plana çıktığı bir birliktelik olarak yaşanmaya başlar. Geleneksel aile modellerindeki ekonomik kaygı nedeniyle ya da zorla, seçim hakkı olmadan kurulan evliliklerin yerini, kişilerin karşılıklı isteğiyle yapılan evlilikler alır. Ancak bireylerin seçim özgürlüklerinin yüceltildiği günümüz toplumlarında, bu özgürlüklerin evlilik ilişkisi içerisindeki bireyler için yeni birer gerilim kaynağı olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Bu gerilim özellikle iş yaşamıyla ilgili konularda daha şiddetli hissedilir. Günümüz toplumlarında erkeklerin yanı sıra kadınların da artan oranda çalışma hayatında yer alması, kadınlara gelenekselleşmiş ailenin kendilerine dayattığı çocuk bakımı ve ev işi görevlerinin dışında kalan yeni bir hayatın kapısını açar. Çocuk bakmak, ev içi işleri yapmak gibi nedenlerle meslek hayatından geride kalan kadın için, günümüzde mesleki olduğu kadar kişisel gelişim de önem kazanır. Fakat bir kariyer hedefi olan ve meslek yaşamında ilerleme kaygısı güden kadının konumu, günümüz aileleri için yeni tartışma alanları yaratır. Sevgi, cinsellik, çocuklar ve ev içi ilişkilerin tartışma konusu olduğu ailelerin kadının iş yaşamına girmesiyle tartışma alanları da artar. Çiftler artık iş yaşamı, ekonomi, siyaset, eşitsizlikler ve meslek hayatı gibi konular üzerinde de tartışırlar (Beck ve Beck Gernsheim, 2012, s.10-12). Tüm bunlara dayanarak, günümüz toplumlarında bireyler için ev yaşamı, mesleki kariyer elde etme, bireysel hedefler ve özgürlükler arasında bir çatışmanın varlığına dikkat çeken Beck’e (2012) göre tüm bu çıkar çatışması içinde bireyleri bir arada tutan şey, sevgidir. Bireyler bir yandan özgür seçimler yapabilmek, iş ya da evle ilgili konularda tatmin olabilmek isterken; bir yandan da bir çift oluşturarak birlikte yaşama eğilimi

gösterirler. Dolayısıyla Beck’e göre, çağımız toplumlarında biçimi ne olursa olsun aileleri oluşturan, sevgi ve sevilme ihtiyacından doğan birlikte yaşama isteğidir (Giddens, 2005, s.178). Yine günümüz toplumlarında toplumun üyelerinin anlam ve kişisel tatmin arayışına girmesi ise evlilik ve aile kurumlarının sorgulanmasına yol açtığı gibi, evlilik ve boşanmaya yaklaşımı değiştirir. Bu değişimin bir sonucu olarak, içinde bulunduğumuz yıllar mutsuz giden evlilikleri karşısında bireylerin daha az tolerans göstermeye başladıkları yıllardır (Clarke-Stewart ve Brentano, 2006, s.9-10). Toplumsal değişmeyle bağlantılı olarak aile ve evlilik kurumundaki dönüşüme ve kişisel ilişkilerin kurulmasında, geleneksel kural ve yönlendirmelerin yerine, bireysel seçimlere vurgu yapan Beck ve Beck-Gernsheim’in evlilik ve boşanmaya ilişkin görüşleri, boşanmış akademisyen kadınlar olgusuna odaklanan çalışmamız için en uygun teorik yaklaşım olarak değerlendirilmiş ve sahadan elde edilen veriler bu bağlamda yorumlanmıştır.

İKİNCİ BÖLÜM

DEĞİŞEN TOPLUMDA KADININ DÖNÜŞEN KONUMU VE BOŞANMA SÜRECİ

2.1.Kadınlarda Boşanmanın Dinamikleri ve Boşanma Süreci

Sanayi öncesi toplumlarda kadının ev içindeki konumu önemlidir. Bunun sebebi üretim etkinliğinin ev içinde ya da evin yakınlarında yapılıyor olmasıdır. Söz konusu toplumlarda ailenin tüm bireyleri üretim sürecinde önemli görevlere sahiptir. Dolayısıyla üretimin sağlanmasında etkin olarak yer alan kadının ev içindeki konumu önemlidir çünkü kimi ihtiyaçları bizzat kendi yapmakta kimi ihtiyaçları da bizzat üretmektedir. Ne zaman ki üretim etkinliğiyle, üretim işlerinin yapıldığı yerler ayrılır, kadının da aile içindeki etkin konumu sarsılmaya başlar. Ev ile üretimin ayrılmasında yani üretim faaliyetlerinin iş yerlerinde yapılmaya başlanmasındaki ana etken ise, sanayileşmedir. Sanayileşmeyle birlikte üretim fabrikalarda yapılmaya başlar. Sanayileşmenin getirdiği makineleşme ve istihdam anlayışı, kas gücüne dayanan ve bunun için de fazla sayıda bireyin çalışmasına ihtiyaç duyulan üretim modelini değişime uğratır. Sanayileşmede temel olan, belli bir iş için yeterli donanımı olan kişiyi istihdam etmektir. Sanayileşmenin giderek artmasıyla iş yeri ile ev arasındaki fark derinlik kazanırken, kamusal alan ve özel alan diye farklı alanlar düşüncesi de yaygınlaşır (Giddens, 2005, s.385). Hiçbir yabancının giremediği, ailenin dış dünyadan izole edilmiş mekanı özel alanı oluştururken, kamusal alan özel alanda olmayan aktivitelerin yerine getirildiği alanı temsil eder (Eten, 2004, s.28). Ev dışındaki kamusal alan erkeklerin uygun işlerde istihdam edilmeleriyle erkeklere ayrılır ve yerel olaylar, politika, piyasayla ilgili işler erkek işi kabul edilir. Buna karşılık kadın özel alan ile özdeşleştirilir ve evin düzeni, ev işleri, çocuğun bakımı ve sosyalizasyonu kadının görevleri sayılır. Kadının erkeklere ayrılmış olan kamusal alanda yavaş yavaş görünmeye başlaması ise Birinci Dünya Savaşı sıralarına denk gelir. Savaş yıllarında erkeklerin savaşa katılımı işgücü kıtlığı yaratır. Hemen ardından patlak veren İkinci Dünya Savaşı’yla işgücüne olan ihtiyaç daha da artar. Bunun doğal bir sonucu olarak erkek işlerine kadınlar istihdam edilir. Ardı ardına gelen iki dünya savaşından sonra erkekler bu işlere yeniden istihdam edilseler de emek piyasasındaki erkek-kadın ayrımının azalmaya başladığı görülür. Nitekim 1945’te %29 olan kadının işgücüne katılma oranı 1971’de %50’lere ulaşır. 1970’lerden sonra da ücret karşılığı çalışan kadınların oranı erkeklerle eşit olmamakla birlikte, iş hayatında toplumsal cinsiyetler arasındaki ayrım giderek azalır. Günümüz toplumlarında da kadınların iş hayatında yer alışı artarak devam eder. Bu artışın nedenleri temel olarak şu şekilde açıklanabilir; öncelikle küreselleşen dünyada kadının

eve ait olduğu yönündeki geleneksel inanış değişime uğrar. Bunun yanı sıra doğum oranının düşmesi, ortalama çocuk doğurma yaşının yükselmesi de kadının ev ile sınırlı olan çalışma hayatını değiştirerek, ev dışında iş hayatına katılımına olanak sağlar. Üstelik yasalardaki yeni düzenlemelerle doğum yapan kadınların, doğum sonrasında iş hayatına dönmeleri kolaylaşır. Teknolojideki gelişmeler de kadının ev işlerine harcadığı vakti azaltır. Bunlarla birlikte aile yapısındaki değişimler, kadının iş hayatına katılımını gerekli kılabilir. Ekmeği kazananın erkek olduğu çekirdek aile modeli günümüz toplumlarında eski hakimiyetini kaybeder. Günümüz toplumlarında çekirdek ailelerin yanı sıra, yalnız anneler ve bekar kadınlar da artan oranda yer alır. Arzulanan bir hayatı yaşayabilmek için aile bireyleri üzerinde ekonomik bir baskı oluşturan bu durum, kadının ücretli bir iş aramasına yol açar (Giddens, 2005, s.385- 388). Sanayi öncesinde ailenin denetiminde olan üretimin aile tekelinden çıkarak, daha büyük ve kar amacı güden şirketler tarafından yapılmaya başlanmasıyla ailenin yapısında, fonksiyonlarında, aile içindeki rollerde değişim başlar. Ailenin kurulma şeklini temelden etkileyen bu durum kadının aile içindeki konumunda da değişikliklere yol açar.