• Sonuç bulunamadı

1-Mehr Hakkı

Boşanma sonrası oluşan hakların başında gelen mehr, sözlükte “esnayı münâkehede

zevc tarafından zevceye ta‘yîn olunan akçe”

320

olarak ifade edilmiş bazı kayıtlarda ise sadâk

olarak geçmiştir.

321

Mehr, terim olarak evlilik sırasında erkeğin kadına verdiği yahut taahhüt

ettiği para veya mal anlamına gelir.

322

Verilen mal, taşınır veya taşınmaz mal, herhangi bir

hayvan ya da eşyada olabilirdi. Bu usul Orta Asya Türkleri arasında “kalın veya “sep” olarak

ifade edilmiştir.

323

Mehr uygulamasının iki şekilde yapıldığı bilinmektedir. Eğer mehr evlilik sırasında

peşin olarak verilir ise buna “mehr-i muaccel”, mehr ödemesi daha sonraya bırakılmış ise

buna da “mehr-i müeccel” adı verilmiştir.

324

Bu iki mehrden birincisi, daha çok nikâh

sırasında ya da nikâh öncesinde kadına verilirken, ikincisi ise karı ya da kocanın ölümü ve ya

boşanma sırasında ödenmiştir. Belgelerde mehrin genellikle ölüm ya da boşanma sırasında

ödendiğini görmekteyiz. Bu durumun sebeblerinden biri hanefi mezhebinin, mehrin hemen

verilebileceği gibi ölüm ya da boşanmaya kadar ertelenebilmesine

325

cevaz vermesidir.

Mehr, gerek aile çözülmeden evvel, gerekse çözüldükten sonra aileyi ve onun

üyelerini koruyucu bir işlev görmektedir. Talâk yetkisini kötüye kullanan kocaya karşı kadına

verilmiş bir silah

326

olarak görülen mehr, boşanma veya kocanın ölümü gibi sebeplerle

evlenmenin sona ermesi halinde kadının iktisadi gelecegini temin etmeyi sağlamıştır. Ayrıca

319 KŞS 13 / 148-2.

320 Şemseddin Samî, Kâmus-ı Türkî, Çağrı Yay., İstanbul 1996, s.1436. 321 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi C.II, s.83.

322 İpçioğlu, Osmanlı Ailesi, s. 30.

323 Mehmet Beşirli, “ XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Samsun’da Evlilik Kurumu Üzerine Bazı Bilgiler ve Uygulamalar”, Pax Ottomana, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2001, s. 105.

324 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi C.II, s.84. 325 Aköz, Nikâh Defteri, s. 5.

57

keyfi olarak eşini boşayan koca mehri ödemek zorunda olduğundan, ailenin dağılmasını

engelleyici bir unsur olmuştur.

Evlenme sırasında kadına verilen mehr miktarlarını inceledğimiz sicilde nikâh akdi

olmadığı için öğrenememekteyiz. Ancak evlilik sırasında erkeklerin eşlerine verdikleri mehir

miktarlarını boşanma da‘vâlarından ya da tereke kayıtlarından öğrene biliyoruz. Örneğin:

Hâcıeymîr Mahallesi sâkinelerinden Fâtıma’nın zevci olan Mûsâ ile boşandığı da‘vâda,

Mûsâ’nın nikahda Fâtıma’ya yirmi bin akça mehr-i mü’eccel

327

vermeyi taahhüt etiğini

anlamkatayız. Başka bir örnek belgede de: Kürekçi Mahallesi sâkinelerinden Şerîfe’ye, zevci

olan Hasan’nın yirmi iki bin akça mehr-i mü’eccel

328

taahhüt etiğini anlamaktayız. Bir tereke

da‘vâsında da; Vefât iden Mehter Muslî Ağa’nın zevce-i menkûhası ‘Âyşe’ye, seksenbin akça

mehr-i mü’eccel

329

taahhüt etiğini anlamaktayız

Bütünüyle kadının malı olan mehr, kadının, ailesine değil kendisine verilir ve kadın,

dilediği gibi mehri tasarruf edebilirdi. Dilerse mehrinin bir kısmınıya da tamamını kocasına

hibe edebilirdi. Meselâ Büyükçiğil nâm karye sâkinlerinden iken fevt olan ‘Alî’nin zevcesi

Hüsnâ, yirmibin akça mehr-i mü’eccelden onbin akçasını mezbûr ‘Alî’ye hâl-i hayâtında

hibe

330

etmiştir.

Benzer bir belgede de: Mevlûd’ün, zevcesi Elîf, altıbin akça mehr-i

mü’ecceliden ikibin akçasını meccânen ve daha sonrada geri kalan dörtbin akça mehr-i

mü’eccelinden ikibin akçasınıda bi-şarti’l-‘ivaz hibe etmiştir. Geriye kalan ikibin akça mehr-i

mü’ecceli karşılığında Mevlûd, Elîf’e ba‘det-tahliye hibe-i sahîha-i şer‘iye ile ev hibe ederek

taahhüt etiğini mehr-i mü’ecceli

331

ödemiştir. Bu belgelerde de görüleceği üzere dışardan bir

ferdin yönlendirme ve baskısı olmadan kadınlar mehrini dilediği gibi kullanmıştır.

Kadının, kocasının vefâtı halinde tereke içerisinden öncelikli alacaklarından olan mehri,

diğer mirasçıların kabul etmeme veya engel olma gibi haklarının bulunmadığını görmekteyiz.

Örneğin: Büyükçiğil nâm karye sâkinlerinden iken vefât iden Arzmân’nın zevce-i menkûhası

olan Cemîle, merkûm Arzmân zimmetinde onikibin akça mehr-i mü’ecceli ve terekesinden

rub‘ hisse-i irsiye-i şer‘iyesi olduğunu bildirip talep ettiğinde, Arzmân’nın ‘ammi ve vârisi

olan Mustafâ’nın onikibin akça mehr-i mü’ecceli inkâr

332

etmiş, durum şahitler tarafından

kanıtlanınca Mustafâ terekeden mehr-i mü’ecceli ödemek zorunda kalmışdır.

327 KŞS 13 / 190-1. 328 KŞS 13 / 225-3. 329 KŞS 13 / 53-2. 330 KŞS 13 / 74-1. 331 KŞS 13 / 89-2. 332 KŞS 13 / 72-3.

58

İncelediğimiz sicilde taahhüt edilen mehr-i mü’eccel yerine kadınların bir miktar para

veya eşya alarak mehirlerinden vazgeçtikleriyle de karşılaşmaktayız. Bu durumla ilgili bir

belgede şu bilgiler bulunmaktadır. Ahmed’in zevcesi Râzıye, muhallefât-ı merkûmeden mehr-

i mü’ecceli ve rub‘ hissesi mukâbelesinde dört bin akça ve bir kırmızı mukaddemâ kûşak ve

bir mâ’î velence ve bir kazgan ve bir dülbend örtüsü dört sahan alıp kabûl ve kabz edip

taahhüt edilen mehr-i mü’eccelden vazgeçmiştir.

333

2-Nafaka Hakkı

Boşanma sonrası oluşan haklardan birdiğire olan nafaka, sözlükte; “çıkmak, gitmek,

sarf etmek” manalarını ifade eder. Terim olarak nafakanın, dar ve geniş olmak üzere iki

anlamı vardır. Dar anlamda nafaka, hak sahibinin yiyeceklerini temin etmek; geniş anlamda

ise giyecek, mesken ve hizmetçi ihtiyaçlarınıda temin

334

etme anlamına gelir.

Nikâh akdinin talâk, muhâla‘a ve ölüm gibi durumlarda sona ermesi halinde kadının,

yeni bir evlenme akdedebilmesi için belli bir süre beklemek zorunluğu vardır. İşte bu bekleme

süresine iddet adı verilir. Kocanın bu bekleme sürecinde, ihtiyaçlarını karşılamak için kadına

verdigi nafakaya ise iddet nafakası

335

denir. Örneğin:

Şükrân Mahallesi sâkinelerinden

Râziye, zevci Sefer’den boşandığında, nafaka-i ‘iddeti süresi için yirmi beş akça

336

almıştır.

Boşnma sonucu çocuğun velâyeti kadında kalmışsa; iddet nafakası sürecinde kadınlar,

hem kendi ihtiyaçlarını hem de çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için kocalarından nafaka

ve kisve taleb etmişlerdir. Cüllâhistân Mahallesi sâkinelerinden Emîne, boşandığı eşi

Mehmed’den sekizyüz akça mehr-i mü’eccelinin tamamını alıp, oğlu Süleymân içinde târîh-i

kitâbdan yedi sene temâmına dek nafaka ve kisvesi mukâbelesinde, kendi hücr ve hızânesinde

olmak üzere birbuçuk esedî guruş, üç sahan, bir tencere, bir tabe, bir kilim ve esâs-ı beyt

ta‘bîr olunur sâir hırdavât hâne olan eşyâ-ı ma‘lûme alıp kabul etmiştir.

337

Farklı bir belgede

de; Süleymân’dan boşanan ‘Âyşe’nin mezbûrun firâşından tevellüd iden sagîre kızı Fâtıma

için târîh-i kitâb gününden yedi sene temâmına dek nafaka ve kisvesi ve nafaka-i ‘iddet-i

mukâbelesinde sekiz esedî guruş

338

aldığını müşahede etmekteyiz.

333 KŞS 13 / 125-2.

334 Cin-Akgündüz, Hukuk Tarihi C.II, s. 107-108. 335 Aydın, “Osmanlı Hukuku”, s.419.

336 KŞS 13 / 234-2. 337 KŞS 13 / 58-1. 338 KŞS 13 / 52-3.

59

Belgelerde nafaka talebi genellikle; “nafaka ve kisveye eşeddi ihtiyacı olup”, “sağir

mühimmat malzemesi için”

339

gibi ifadelerle belirtilirdi. Nafaka bedelini ise ihtiyaca ve çocuk

sayısına göre mahkemeler belirlemekteydi. Meselâ Ahmed Çelebi nâm sagîrin vâlidesi Çınar,

kendine vekil olarak sadrî oğlu Mahmûd ta‘yîn ederek, mahkemeden sagîr oğlu Ahmed’in

babası Abdâl Receb’den nafaka ve kisve bahâ takdîr olunmasını istemiştir. Mahkeme, bu

isteği haklı bulurak sagîr Ahmed için babası yedinden yevmi beşer akça nafaka, kisve bahâ

farz ve takdîr

340

etmiştir.

Benzer bir da‘vâ belgesinde de: Mahkemeye başvuran Asiye, mahkemeden hızâne ve

hücrümde olan sadriye sagîre kızı Fâtıma için babası Resûl’den nafaka ve kisve takdîr

edilmesini istemiştir. Bunun üzerine mahkeme, nafaka ve kisve ve sâ’ir mesârif-i mühimmesi

içün Resûl üzerine yevmî sekizer akça farz ve takdîr

341

etmiştir.

İncelenen belgeler kocaların, kadınların hakkı olan nafaka ve kisveyi vermemesi veya

karşılayamaması durumunda kadınların, mahkemeye başvurarak haklarını aradıklarını ortaya

çıkarmıştır. Örneğin: Şeyh‘âlimân Mahallesi sâkinelerinden Rahîme, mahkemeye gelerek

boşandığı eşi İbrahîm’in nafaka ve kisvesini vermediğini söyleyip cânib-i şer‘den nafaka

takdîr olunmasını taleb ettiğinde mahkeme, İbrahîm üzerine yevmi onar akça nafaka takdir

342

etmiş ve ödemesi konusunda İbrahîm’i tembihlemiştir.

3-Velâyet Hakkı

Boşanma sonrası oluşan haklardan bir diğeri olan velâyet, çocuğun korunması ve temsil

edilmesi için öngörülmüş bir haktır. Çocuğun doğru ve sağlıklı gelişimi için, ihtiyaçlarının

karşılanması ve hoş görülü ortamda yetiştirilmesi gerekir. Yetişkin olmayan çocukların

velâyeti anne babaya aittir. Yasal bir neden olmadıkça da velâyet anne babadan alınmaz.

Anne ya da babadan biri vefât ederse velâyet hayatta kalana aittir. Anne babanın

boşanması durumunda ise hâkimin kararı ile velâyet belirlenir. İncelediğimiz sicilde; çocuğun

velâyetinin, hak ve salâhiyeti haiz olan kimsenin belirli müddet zarfında çocuğunu besleyip

büyütmek ve terbiye etmek üzere yanında bulundurması manasına gelen “hücr ve hızâne”

kelimesi ile ifade edildiğini ve genellikle anneye verildiği görülmektedir. Velâyet hakkı

kadına verilen bir belgede; Sâliha isimli bir kadın, boşandığı zevci Mehmed’den, sagîre kızı

Fâtıma için târîh-i kitâbdan yedi sene tamamına dek hücr ve hızânesinde terbiye etmek için

339 Pakalın, Terimler, C.II, s. 642. 340 KŞS 13 / 163-3.

341 KŞS 13 / 88-3. 342 KŞS 13 / 227-3.

60

sekiz esedî guruş

343

istemiştir. Yine velâyet hakkı kadına verilen başka bir belgede de; Zâhide

isimli bir kadının, hakkı hizânesi hasebiyle hücr ve terbiyesinde olan kızı Mü‘mine nâm

sagîre için babası Muslî nâm kimesneden nafaka ve kisve telep

344

etmiştir.

İncelediğimiz belgelerin bazısında çocuğun velâyeti hakkında eşler arasında

anlaşmazlıkların yaşandığınıda ortaya çıkarmıştır. Bir örnek verecek olursak: Sadırlar

Mahallesi sâkinlerinden Hüseyin, eşi Fâtıma’dan boşanarak on iki yaşındaki kızı ‘Âlime’yi

yanımda ve hücrümde terbiye murâd etmek istediğinde mezbûre Fâtıma, mâni‘ olmuştur.

Mahkemede, mezbûre Fâtıma, eşinden hukûk-ı mezkûrundan ferâgat, eşyâ-i merkûmesi

teslîm eyleyerek ve mezkûre ‘Âlime’nin kendi hücrü ve terbiyesinde olmasını şart koşarak

boşandığını söylemiş ve boşanma bu minvâl üzere gerçekleşmiştir. Mahkeme, bu şartları göz

önüne alarak ‘Âlime’yi vâlidesi Fâtıma’nın hücr ve terbiyesine vermiş, Hasan’ıda marazdan

men‘

345

etmiştir.

Bu durumla ilgili ilginç bir örnek: Ümmü hatun isimli kadının, çocukları Fâtıma ve

‘Âyşe’nin târîh-i kitâb gününe gelinceye değin kendi hücr ve hızânesinde olmasına rağmen

eşi Koca’nın çocukların velâyetini istemesi üzerine da‘vâ açıp, çocukların nafaka ve kisvesine

ve sâ’ir mesârif-i mühimmesine sarf eylediği mâlından Koca’dan bir şey istemeyeceğini

belirtince, Koca’nın kendi mâlıyla infâk ve iltizâm idüp benden taleb itmedikçe çocukları hücr

ve hızânesinde terbiye eylesün

346

diyerek velâyet isteğinden vazgeçtiği da‘vâda yaşanmıştır.

Belgeler arasında annenin ve babanın herhangi bir sebepten ötürü velâyeti kabul

etmemesi durumunda mahkeme, velâyeti en yakın akrabaya verip, çocuğun nafaka ve kisvesi

için babayı sorumlu tutmuştur. Meselâ Uluırmak Mahallesi sâkinelerinden iken vefât iden

Fâtıma’nın sagîre kızı Emine’nin velâyeti babası Mustafâ Beşe’nin sahip çıkmaması üzerine

Fâtıma’nın vâlidesi Kerime hatuna geçmiştir. Kerime hatunun hızâne ve hücründe terbiye

ettiği Emine için para harcamış, harcadığı parayı ve Emine’nin nafaka ve kisvesini babasından

talep etmek için mahkemeye başvurmuştur. Mahkemede, nafaka ve kisve vermeye iktidarım

yoktur diyerek nafaka ve kisve talebini redd eden Emine’nin babasının durumunun mahalle

ahalisinden sorulmuş, nafaka ve kisve ödemeye iktidarı olduğu anlaşılınca nafaka ve kisve

vermesine hükm

347

edilmiştir.

343 KŞS 13 / 230-2. 344 KŞS 13 / 190-3. 345 KŞS 13 / 165-1. 346 KŞS 13 / 101-1. 347 KŞS 13 / 121-2.

61

II-Genel Asayiş Konuları