1. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, YÖNTEM VE SINIRLARI
1.4. Araştırmanın Sınırları
2.1.2. Bikâi’nin İsrâîliyyâtı Ele Alış Biçimi
Dirâyet ağırlıklı bir yöntemle tefsîrini yazan Bikâî’nin, kendi birikimlerine dayalı olarak Kur’ân âyetleri hakkında fikir yürüttüğünü görüyoruz. Böylece tefsîr kaynaklarının esasını oluşturan Kur’ân, sünnet ve sahâbe görüşleri yanında şahsi yorumları ve Kitâb-ı Mukaddes nakillerini de kullandığını görmüş oluyoruz. Temelde Bikâî’nin tefsîr anlayışını geleneksel müfessirlerden ayrı tutmanın doğru olmadığı, Bikâî’nin isrâîliyyât anlayışını geleneksel tefsîrcilerle aynı minvalde değerlendirmenin de yanlış olacağı kanaatindeyiz. Aslında Bikâî Kitâb-ı Mukaddes’ten nakil yapan ilk müfessir değildir. Yaşadığı dönemde bu tarz naklin olmaması, kendisinin bu alanı canlandıran bir şahsiyet olması, bu konudaki işini zorlaştırdığı gibi onu bu alana farklı bakan bir anlayışa da sevk etmiştir. Çünkü Bikâî, kendinden önceki müfessirlerin uyguladığı gibi peygamberler, geçmiş ümmetlerin hayatları, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc Tâlût, Karun, Hârut ve Mârut, Dabbetu’l- Arz ve yaratılış gibi konularda İslâm ahlâk ve inancına ters düşecek haber ve rivâyetlerle dolu kıssalarda toptan kabul ve nakil girişiminde bulunmamıştır.
Bikâî’yi isrâîliyyâta yönelik farklı bir bakış açısına sevk eden amiller arasında; isrâîliyyât alanında zayıf rivâyetlerin yaygınlık kazanması, bu rivâyetlerde ekolleşmeye gidilmemesi, Ehl-i Kitâb’a mensup şahısların İslâm’a girdikten sonra örf adet ve inançlarından tamamıyla sıyrılmamalarıdır. Bu tarz bir bakış açısı tefsîr ve hadîs ilmine zayıf rivâyetleri sokuşturmuştur. Ne yazık ki bu zayıf rivâyetler hiçbir tenkît ve tahlîl süzgecinden geçirilmeden İslâm’ın bir parçası olarak sunulmuştur.
Bikâî, isrâîliyyât türü konularda nakil yaparken, başta Kur’ân ve Hz. Peygamber sözünü esas alarak, Kitâb-ı Mukaddes’ten yararlanmayı caiz görür. Hz. Peygamber, Sahâbe, tâbîûn ve etba-i tâbîûnden gelen haberleri Kitâb-ı Mukaddes
48
bilgileri ile nakletmede bir beis görmez.187 Bikâî “gerek Tevrât’ın çeşitli nüshalarına
ulaşıp bunlar arasındaki bâzı farklılıklara işâret etmesi gerekse Kur’ân ile Tevrât arasında ilişki olan yerlerde Tevrât’tan pasajlar nakletmesi ve az da olsa iki kitap arasında karşılaştırmalar yapması yönüyle tefsîr tarihinde farklı/yeni bir yaklaşım benimsemiştir.”188
Bikâî, Kitâb-ı Mukaddes’ten yapmış olduğu nakillerden dolayı kendisini eleştirenlere ise cevaben şöyle der: “ Bâzılarının, Hz. Peygamber’in sünneti ve doğru
yol olduğuna inandığım Kitâb-ı Mukaddes’ten nakilde bulunmamı küçümseyici, alaycı ve inkârcı bir gözle baktıklarına şahit oluyorum. Çünkü bu yöntemi benden önce açık ve tafsilatlı bir şekilde kullanan olmamıştır. Ancak şu unutulmamalıdır ki ben bu yöntemi onların eserlerinden aldım. Buna rağmen Kitâb-ı Mukaddes’ten nakilde bulunmamı hoş karşılamayarak veya eleştirerek benimle alay yolunu tercih ediyorlar. Kitâb-ı Mukaddes’ten nakilde bulunduğum yöntemin başlangıcını ve sonunu beklemeden, Kitap, Sünnet ve İmamların sözlerine muhalif olup olmadığını bilmeden inkâr ve eleştiri yolunu tercih ediyorlar. Hâlbuki Kitâb-ı Mukaddes’ten nakilde bulunmayı inkâr etmek din ve din ehlini kandırmaktır.” Bu sözüyle Kitab-ı Mukaddes’ten nakilde bulunmanın doğru olduğu görüşünü savunarak kendisinin haksız bir şekilde eleştirildiğini dile getirir.189 Bu yöntem nassa dayalı kaynakların
anlaşılması için bir metod ortaya koymanın yanı sıra, bir model olarak ilmi geleneğe hizmet etmiştir.190 Bu anlayış, Kitâb-ı Mukaddes’in bir tefsîr malzemesi olarak
kullanılması ve Kitâb-ı Mukaddes’ten doğrudan naklin modernleşme sürecinde batı ile girilmiş diyalektik süreç ve tarihsel kritisizm gibi saiklerle gelişme göstererek modern bir olgu haline dönüşmüştür.191
Modern dönemde Muhammed Abduh, Reşîd Rızâ gibi ilk dönem modernistleri tarafından Kur’ân’ın temel hedeflerini örttüğü gerekçesiyle klasik
187 Remzi Na’nâa, el-İsrâîliyyât ve Eseruhâ fi Kütübi’t-Tefsîr, s.103-14.
188 Mesut Kaya, “De ki: Tevrât’ı Getirin de Okuyun.” Tefsirde Kitâb-ı Mukaddes’ten Nakilde
Bulunmanın Meşrûiyeti Bağlamında Sehâvî-Bikâî Polemiği”, Marife Dinî Araştırmalar Dergisi, c.13, sy, 2, 2013, s.87.
189 Bikâî, el-Akvâlü’l-Kavîme, s.93.
190 Ranald L.Nettler, çev. Mesut Kaya, “İlk Dönem İslâm’ı Çağdaş İslâm ve Yahudilik; Çağdaş İslâm
Düşüncesinde İsrâîliyyât”, Marife, c.11sy. 3, 2013, s.191.
191 Mesut Kaya, “Çağdaş Tefsirlerde İsrâîliyyâta Yaklaşım ve Kitâb-ı Mukaddes Bilgilerinin
49
çağlarda isrâîliyyât malzemesinin kullanılması eleştirilse de, Kitâb-ı Mukaddes
tenkîti çalışmalarının sağladığı birikim ile bugün önümüzü daha iyi görebilme ve bu malzemeyi (Kitâb-ı Mukaddes nakilleri) daha metodik bir şekilde kullanabilme imkânı ortaya çıkarmıştır. Tarihsel ve filolojik metotlarla yönlendirilen bu çalışmalar zenginleşerek ‘yeni isrâîliyyât’ adıyla192 Kur’ân vahyini anlamaya katkı
sağlamaktadır. Öte taraftan Hz. İsâ’nın Ehl-i Kitâb’ın iddia ettikleri gibi ilahlık iddiasında bulunmadığı, kendisine ibadet edilmesi gibi bir talepte bulunmadığı, peygamberleri küçültücü ve sözlerini tahrîf edip bu tarz bir iddiada bulunan kişileri bu konuda uyardığı bilgisine de bu nakillerle ulaşmak mümkündür.193 Bikâî’nin
isrâîliyyât anlayışında köklü bir metot değişikliğine gitmiş olması, onu önceki müfessirlerden farklı kılmıştır.
2.2.2. Bikâî’ye Göre İsrâîliyyâtın Önemi
Rivâyet ve dirâyet yönlü müfessirlerin tefsîrdeki yöntemlerini incelediğimizde, bu tefsîrler içerisinde isrâîliyyât konusunun önemli bir yer tuttuğunu ve Kur’ân’ı anlamadaki işlevi itibariyle birçok faydasının olduğu görülmektedir. İsrâîliyyât söz konusu tefsîrlerin müstağni kalamadıkları konulardan biridir. Vahyin üçte birinin geçmiş ümmetlerin kıssalarından oluşması ve bu kıssaların peygamberler tarihi dışında, insanlık tarihi sürecinde meydana gelen inanç ve din konularında her zaman insanlık için ders ve ibret olacak bâzı tarihi olay ve şahsiyetleri de anlatması,194 isrâîliyyâtı içeren tefsîrlerin yazımını hızlandırmıştır. Bu
tefsîrler arasında Bikâî’nin “Nazmü’d-Dürer’i” de önemli bir yer işgal etmektedir. Bikâî, isrâîliyyâtı temellendirirken, isrâîliyyâtın gaye alanlarından olan kıssa ve geçmiş ümmetlerin yaşantıları ile ilgili hakikate ulaşmada Kitâb-ı Mukaddes nakillerini ön plana çıkarmaktadır. Söz konusu mevzu ile alakalı Zehebî’nin Bikâî’den aktardığına göre Bikâî şöyle demektedir: “Kitabımızın ne tasdîk ettiği ne
de yalanladığı konularda da olsa, rivâyetin sıhhati sabit olmasa bile, İsrailoğularından nakilde bulunmak caizdir. Diğer bâtıl dinlerden nakledilen şeyler
192 Mehmet Paçacı, “De ki: Allah Bir’dir”, -İhlas Sûresinin Sami Geleneği Perspektifinden Tefsiri”,
İslâmiyât, c.I, sy.3, 1998, s.50.
193 Bikâî, Nazmüd-Dürer, c. IV, s.410.
50
de böyledir. Çünkü onları nakletmenin gayesi onlara inanmak değil bilakis öğrenmek ve tanımaktır.”195
Gerçekten de Bikâî, isrâîliyyât konulu âyetleri tefsîr ederken âyetlerin Kitâb-ı Mukaddes’te geçen yönü ile irtibatlandırmaya âzamî gayret göstermiş ve bu âyetler üzerine birden çok nakilde bulunmuştur.196 O bu alanda bu yönüyle özgün yorum ve
tespitlere sahiptir. Çünkü bilebildiğimiz kadarıyla ondan önce Kur’ân’ı baştan sona Kitâb-ı Mukaddes nakilleriyle tefsîr eden eserler mevcut değildir. Yaptığı işin önemini vurgulayan Bikâî, konu ile ilgili olarak Hz. Peygamber’in onların Midras’ına gittiğini, onlara zânî konusunu sorduğunu, altındaki yastığı alıp Tevrât’ı üzerine koyduğunu ve daha sonra Tevrât için, “Sana ve seni indirene îmân ettim.” dediğini ifade eder. Hz. Peygamber’in bütün bunları söylerken Tevrât’ın tahrîf olduğunu bildiğini, nitekim bunu yüce Allah’ın kendisine Kur’ân’da bildirdiğini belirtir.197
Bildiğimiz klasik tefsîr metotlarından farklı bir yol izleyen Bikâî’nin eserini incelediğimizde, özellikle Bakara sûresini tefsîr ederken Kitâb-ı Mukaddes’ten aşırı şekilde nakilde bulunması, yazdığı tefsîrin adeta bir Kitâb-ı Mukaddes izlenimi vermesine sebep olmaktadır.198 Ancak müellif sadece Kitâb-ı Mukaddes nakillerinde
bulunmamış, âyetleri yorumlarken kendi görüşlerini desteklemek için başta diğer âyetleri şahid getirmekle beraber, Hz. Peygamber’in uygulamalarını örnek vermiştir. Kendisini bu konuda eleştirenlere ise; “Hz. Peygamber’in herkesin inandığı birçok
mucizesi varken Yahudileri bu işe şahit yapma, kitaplarından delil getirme gibi bir ihtiyacı yoktu. Nitekim bu mucizeler îmânı gerektirecek ve kimsenin şüphe etmeyeceği nitelikteydi. Kitâb-ı Mukaddes’ten delil getirme meşrû olmasaydı bile bu mucizeler yeterliydi. Hz. Peygamber’in bu yöntemi kullanması, muarızların aleyhinde kullanılabilecek önemli bir delildir.”199 der. Bikâî, bu yöntemi kullanarak
Hz. Peygamber’in bu üsluba önem verdiğini, dolayısıyla sünneti uygulamada önemli bir sorumluluk üstlendiğini ifade eder.
195 Zehebî, Tefsîr ve Hadîste İsrâîliyyât, s.81.
196 Bkz. Bikâî, Nazmüd-Dürer, c.II, s.6; c.III, s.190-192;c.IV, s.180-183-184. 197 Bikâî, el-Akvâlü’l-Kavîme, s.89.
198 Bkz. Bikâî, Nazmü’d-Dürer, c.I/422; s.425,s.434,s.440,s.449,s.484. 199 Bikâî, el-Akvâlü’l-Kavîme, s.99.
51