• Sonuç bulunamadı

1 6 2 GENÇLİK KÜLTÜRÜ VE KARŞI KÜLTÜR

2. BÖLÜM: MÜZİK VE KÜLTÜR

Müzik tek başına kültürün ve sanatın özel bir alanı olarak var olmaz bunun daha da üstünde her toplumun kendi kültürünü ifade etmede kullandığı en önemli araçlardan biri olmuştur. Toplumsal değişimle birlikte müziğin algılanışında da önemli değişimlerin gerçekleşmiş olduğunu hiçbir zaman yadsıyamayız. Bu anlamda da bu bölümde başta müziğin tanımından yola çıkarak, toplumdaki işlevlerine, toplumsal değişim içinde nerede yer aldığına kadar olan bütün konular tartışmaya açılacaktır.

Finkelstein müziği teknik anlamda ses yüksekliği (diklik-perde) (incelik-kalınlık) ve tartım (ritim) bağlantıları içinde düzenlenmiş seslerin sanatı (Finkelstein 1996:9) biçiminde tanımlar. Bütün sanatlar içinde bakıldığında en soyut ve sınıflar üstü olanının müzik olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü “müzik kodlananı hiçbir zaman tam olarak vermez” (Kaygısız 1999:33). Buna ek olarak müzik her zaman zihinsel faaliyetlerin dikkatini gerektiren bir sanat olmuştur, çünkü zamanın art arda gelişiyle kendisini ortaya koyar. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz ki müzik; “sürüp giden zamana bağlı bir sanattır.” Bunun için de zamansal düzenlemeyi gerektirir (Stravinski 2000:34). Müzik yapma ya da dinleme faaliyetleri kişisel duyguların dışavurumu olarak karşımıza çıkar ancak müziğin burada bizi ilgilendiren yönü toplumla girdiği ilişkide kendisini ortaya koymasındadır. Genel olarak müzikten söz edildiğinde anlatılmak istenen, müziğin tanımından yola çıkarak müziğin ne olduğundan bahsetmek demek değildir; daha çok müziğin kültürel konumundan yola çıkarak anlam yaratma ve bu anlamları ortaya koyma işlevinden bahsetmektir (Cook 1999:9). Bu bağlamda James Lull’a göre kültürün özel bir alanı olarak müzik, kasetler, plaklar, cd’ler, konserler vb. gibi ürünler yoluyla kendi başına varolabilen; radyo, klip, film gibi bir başka araç adına işlevde bulunan; kilise ayinleri, düğünler, cenaze törenleri gibi etkinlik unsurları adına katkıda bulunan, sembolik bir anlatım biçimidir (Lull 2000:34). Müziğin bu şekilde ele alınışı onun sosyal boyutlarının ne derecede önemli olduğunu gösterir bu anlamda da müzik bireyler arasında sağlanan bir tür iletişim biçimidir.

Müziği farklı bir değerlendirmeyle ele alan Jacques Attali’ye göre müzik, topluma ayna tutan sanatlardan ilki ve şiddetin ilk katalizörlerinden biridir. Attali’ye göre müziğin kaynağı kurban ayinleridir; “önce eşlikçi, sonra taklitçi ve göstermelik olarak”. “Müzik asgari fedakarlık ve uzlaşma biçimi, bir düzen mizanseni olarak, Tanrıların hükmünde insanların bir arada yaşayabileceğine dair bir kanıttır.” Müziğin geçmiş toplumlardan beri hem dinsel, hem de yıkıma götürücü bir güç olduğu düşünülmüştür, çünkü müzik geçmişten beri insan bedenleri üzerinde dans yoluyla hükümde bulunmuş, ergenlik ayinleri için işlevsellik görevine

sahip olmuş ve bilgelik düşüncesiyle ilişkili olmuştur (Attali 2005:24). Müzik yalnızca kültürün ve sanatın özel bir alanı olarak karşımıza çıkmaz; yani sadece besteci ve besteleme kavramıyla ilişkili değildir. Bunun dışında üretim ilişkilerinin düzenlenmesini ve zamanın toplumsal örgütlenmesini de içerdiğinden dolayı toplumsal ve simgesel ilişkileri de içinde barındırır (Ergur 2002:40). Üretim ilişkileriyle ilişkilendirerek müziği değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda onun kapitalizmle girdiği ilişkide endüstriyel üretime sokulmuş bir ürün olarak almak gerekir ki ileride bu konu daha ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır.

Popüler kültür açısından bakıldığında müzik kültürel iktidarın nasıl işlediğini açıkça anlayabilmemiz adına bir çok örneğin bulunduğu bir alandır (Lull 2001:112). Toplumsal gelişmeyi baz alarak iktidarın müziğin üstündeki kullanımından yola çıkan Attali’ye göre müzik, özellikle teolojik toplumlarda ve imparatorluklarda “şiddet tehdidini unutturmak amacıyla” üretiliyor ve kullanılıyordu. Müzik satılmak için üretilen bir meta olmaya başladığında ise daha çok dünyanın düzeninin devamlılığı anlatan ve ticari olanın yasallığına inandırmak amacıyla sunulmuştur. Daha ileriki safhalarında, endüstrileşmeyle beraber seri üretim halinde üretilen müzik insanları susturma görevini yerine getirerek, sansür görevini üstlenmiştir. “En eski toplumlarda, iktidar, tehdidi unutturmak istediğinde müzik, günah keçisinin kurban edilme eğretilemesi oluyordu.” İnsanlara bir şeyleri inandırmak maksadıyla kullanıldığında ise, değiş-tokuş düzeninin gösterisini simgelemeye başladı. Müziğin çoğaltılması ve kurallara bağlanması ve tekrar etmesi ise susturmak için kullanıldığını göstergesidir. Müziğin bu üç işlevi de yani; unutturmak, inandırmak ve susturmak, iktidarın işleyişinin bir biçimini gösterir: “Korkuyu ve şiddeti unutturmak söz konusu olduğunda kutsal; düzene ve ahenge inandırmak söz konusu olduğunda gösterici; itiraz edenleri susturmak gerektiğinde ise tekrarcı” (Attali 2005:29-30).

Müziğin üretimi toplumsal düzen içinde ona uygun modellerin/kalıpların kullanımı yoluyla yapılır ve öğrenilmiş davranışların dışavurumu olarak kabul edilebilir. Müziğin uzun zamandır, doğal olmaktan çok yapay bir üretim olması, onun akustik özellikler açısından uyuşum ve kakışım bağlamında tartışılmasını gerektirir. Uyuşum ve kakışım zaten toplumsal bir grubun öğrenilmiş davranışları nasıl yansıttığı ve uyarladığına gönderme yapan kavramları anlatır. Burada müziğin yapılışına bakarak, doğadan etkilenerek müziğin nasıl üretildiği değil, kültürel bir biçim olarak müziğin toplumsal yaratım bağlamında doğadan neyi aldığını tasvir eder (Erol 2002:76). Merriam’a göre müzik bireyler arasındaki toplumsal ilişkiler yoluyla üretilir, yani bazı insanlar tarafından diğerleri adına üretimi yapılan bir etkinliktir. Bu anlamda müzik kendi adına kendinde oluşan bir şey değildir, hem onu üretecek insanların

varlığını gerektirir, hem de müziğe anlam verecek insanlara ihtiyaç duyar. Senfoni orkestralarının kurumsallaşması bile kendi için bir müzik olayı olmaktan çok, sosyolojik bir görüntü olarak değerlendirilmelidir (Erol 2002:77). Finkelstein müzik ürünlerinin bireyler için duygusal imgeler uyandırmasının aslında onun beşeri bir faaliyet olduğunun en güzel kanıtı olduğunu savunur. Müziğin tarihini “beşeri imgelerin ses halinde gelişmesinin tarihi” olarak ele alabileceğimiz gibi aynı zamanda insanın sesinin ve çalgılarla ilgili teknik ve çalma becerilerinin gelişiminin de tarihi olarak değerlendirebiliriz. Sayılan bu gelişmelerin tümü geçmişten günümüze bütün insan topluluklarının birikiminden ve onların buluşlarından kaynaklandığı ve yine onlar adına taşıdıkları anlam açısından düşünüldüğünde tamamen toplumsaldır (Finkelstein 1996:10).

Deleuze ve Guattari’ye göre “müzik bir siyasettir.” Müziği ruhtan ve aşkınlıktan tamamen arınmış bir biçimde düşündüğümüzde onu insan eyleminin en akılcı eylemi olarak da düşünebiliriz, çünkü bu şekilde müzik maddi bir biçimde üretilmiştir. Müzik hem kendi adına eylemde bulunur hem de bireylerin eylemde bulunmasına yardım eder: “Bize aklın temsil etmek işlevi değil ama gücü güncelleştirme işlevi olduğunu hatırlatır, yani sesli bir maddede insani ilişkileri kurmak.” Müziğin eylemci yanı, içeriğinin doğanın ve toplumun her yanına yayılmasında kendisini gösterir. Müziğin maddi anlamı ya da işlevi bireylerin bedenlerini harekete geçirmesinde yatar, onun dışında müzik çok büyük görevleri yerine getirmez (Deleuze, Guattari 1990:20-21). Müzik olgusu ve işlevlerine verilen önem düşünürler arasında farklılıklar doğurur. Çoğu düşünür müziğin toplumsal açıdan birçok işlevlere sahip olduğunu söylerken, bunun dışında kalanlar için müzik sadece bireysel duyguların bir tür dışavurumu olarak (müziğe eşlik etme, dans etme vs...) değerlendirirler. Ancak burada daha fazla önem kazandığı için müziğin tarihsel dönüşüm içinde geçmiş toplumlarda ve günümüzde hangi konumlarda yer aldığı müziğin toplumsal işlevlerinin anlaşılması açısından önem kazanmaktadır.

2. 1. MÜZİĞİN TARİHSEL DÖNÜŞÜMÜ

Outline

Benzer Belgeler