• Sonuç bulunamadı

Aydınlanmanın Diyalektiği

1.3. Teknoloji Felsefesine Eleştiri: Frankfurt Okulu ve Eleştirel Teori

1.3.1. Aydınlanmanın Diyalektiği

Eleştirel Teori’nin Aydınlanma eleştirisi öncelikle akıl kavramındaki farklılaşma ve dolayısıyla rasyonalizmin ortaya çıkışı ile ele alınabilir. Kant’a göre; aydınlanma;

insanın kendi kendisini düşürmüş olduğu vesayet altında olma/ ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu vesayet altında olma durumu ise; insanın kendi aklını bir başkasının aklına başvurmadan kullanamayışıdır.66

Eleştirel Okul düşünürleri, Kant’ın Aydınlanma ile ele aldığı akıl kavramını eleştirmektedirler. İnsan Aydınlanma ile birlikte aklını kullanmayı öğrenmiştir, ancak bu akıl yeni bir akıldır. Yeni akıl, modern öncesi dönemin mitlerden, teolojik düşüncelerinden insanı kopartarak, modern insanı özgürleştirdiği iddiasındadır. Ancak din ve mit dogmalarına karşı ortaya konulan akıl ve özne kavramları, insanı özgürleştirmekten ziyade savaş ve yıkım getirerek insanı adeta demir bir kafesin içine hapsetmektedir. Çünkü yeni akıl doğa üzerinde kurulmak istenen egemenliği çok daha belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. İnsan ne kadar doğayı egemenlik altına almaya çalışır ise, kendisi de doğanın bir parçası olduğu için kendisini de o kadar egemenlik altında hapsetmektedir. İnsan doğa üzerinde egemenlik kurarak, aslında kendi fiziksel varlığını, kendi içindeki doğayı egemenlik altına alarak egemenliği içselleştirmektedir.”67

Horkeimer yeni aklı, aklın araçsallaşmasını öznel akıl, nesnel akıl üzerinden ele almaktadır. Öznel akıl; amaçların akla uygun olup olmadığı sorgulanmadan, baştan

66 Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir?”, Liberal Düşünce, Cilt:10, No:38-39, Bahar-Yaz, 2005, s. 225.

67 Max Horkheimer, Akıl Tutulması (Sekizinci Basım), Çev. Orhan Koçak, Metis Yayınları, İstanbul, 2010, s. 120.

kabul edilmiş amaçlara ulaşmak için sınıflandırma, çıkarsama, tümdengelme yeteğiyle, belirlenen araçların yeterli olup olmadığı üzerinde durmaktadır.68 Nesnel akıl ise;

sadece insan değil insanı da kapsayacak ve öznel aklı da içerecek şekilde bütünsel bir sistem oluşturmayı amaçlayarak, bu evrensel rasyonelliği insan varlığı ile uzlaştırmayı amaçlayan bir düşünme biçimini anlatmaktadır. Bu bağlamda nesnel akıl yalnızca araçlarla değil amaçlarla da ilgilidir ve Platon’un, Aristotales’in felsefeleri, Alman idealizmi gibi önemli felsefi akımlar bu düşünce üzerinde temellenmişlerdir.69 Nesnel akıl, “gerçekliğin doğasını algılama ve hayatımıza yön verecek ilkeleri belirleme aracı olarak akıl”a işaret etmektedir.70 Nesnel akıl amaçlarla ilgiliyken, öznel akıl belirlenmiş ve sorgulamadan kabul edilmiş amaçlara araçlar bulma ve bu araçlar üzerine düşünmedir.

Horkeimer aklı nesnel ve öznel olarak ayırmakla birlikte bu iki akıl kavramını bir karşıtlık üzerinden ele almamaktadır. Horkeimer’a göre akıl başından beri nesnel ve öznel niteliğe sahiptir. Ancak uzun bir sürecin sonunda nesnel aklın öznel akla egemen olması söz konusu olmuştur.71 Yeni çağda her ne kadar en üstün gücün akıl olduğu kabul edilmeye başlansa da bu aklın nesnel içeriği boşaltılarak ve aklın ‘uzlaşmacı bir tutum’ yan anlamını kazanmasıyla birlikte akıl araçsallaşmaya başlamıştır. Aklın dinden ayrılması ve Aydınlanma felsefesi bu sürece katkıda bulunmuştur.72 Aklın araçsallaşarak nesnel özelliğinin ortadan kaybolmasının en büyük nedeni ise pozitivizm ve pragmatizmdir.73

Aklın nesnel yönünün zayıflaması, aklın dinden ayrılması ile birlikte gerçekleşen bu süreçte, artık hiçbir inanç ve ideoloji, uğruna ölünecek kadar değerli

68 M. Horkeimer,2010, s. 55.

69 ibid, s.56.

70 ibid, s. 65.

71 ibid, s.57.

72 ibid. s.62-63.

73 ibid, s. 67.

görülmez hale gelmiştir.74 Dolayısıyla doğa üzerinde egemenlik kurma isteği bağlamında ortaya çıkan yeni akıl sınaî süreçlere tabi olup üretimin bir parçası haline gelince özerkliğini yitirmiş ve akıl toplumsal süreçlere teslim olarak araçsallaşmış, içi kendi dışında belirlenen içeriklerle doldurulan bir kavram halini almıştır.75

Aydınlanma ile ortaya çıkan geçmişteki “hurafelerden” kurtulan öznenin, aklını kullanarak özgürleşeceği iddiası, temel söylem olarak ortaya konmuştur. Kant aklı kullanma özgürlüğünü aklı kitle önünde açıkça kullanma özgürlüğü şekilde ele almıştır ve Aydınlanma için gerekli olan bu özgürlüğün özgürlüklerin en zararsız olanı şeklinde yorumlamıştır.76Ancak Horkheimer ve Adorno Aydınlanmayı, Kant’ın aksine bir diyalektik süreç olarak görmüşler ve Aydınlanma ile ortaya konulan bu özgürleştirme iddiası ile özne ön plana çıkartılırken yeni aklın özneyi köleleştirmekte olduğunu, özgürleşme yerine yıkımlara ve savaşlara yol açtığı görüşünü ileri sürmüşlerdir.

Horkheimer’a göre; “özneyi yücelten öznelleşme, onu aynı zamanda yok oluşa da mahkûm etmektedir.”77

Dolayısıyla aklın, araçsallaşması ile birlikte sözcükler, düşünceler, kavramlar dolayısıyla dil de araçsallaşmaya başlamaktadır. Sözcükler, kavramlar, düşünceler teknolojik öz tanımlamasına paralel bir şekilde, üretim ve tüketim için işlevsel ise anlamlı kabul edilmekte, aksi takdirde yok sayılmaktadırlar. “Anlamın yerini, eşyanın ve olayların dünyasındaki işlev ya da etki almıştır.”78 Aydınlanma ile başlayan aklın araçsallaşması insanlığın, doğanın her kademesine sinmektedir. Dolayısıyla artık akıl düşünülmeden kabul edilmekte ve Heideggerci anlamda sorgulama unutulmaktadır.

Horkheimer “Akıl Tutulması” adlı eserinde, aklın biçimselleşmesinin sonuçlarının ne olduğuna şu şekilde cevap vermektedir: “Adalet, eşitlik, mutluluk, hoşgörü, geçmiş yüzyıllarda aklın doğasında var olduğu ya da gücünü akıldan aldığı

74 M. Horkeimer,2010, s. 62-63.

75 ibid, s. 67-68.

76 I. Kant, 2005, s. 226.

77 M. Horkheimer, 2010, s. 120.

78 ibid, s.68.

varsayılan bütün bu kavramlar, düşünsel köklerinden kopmuşlardır. Hala birer amaçlardır, ama onları değerlendirecek ve nesnel bir gerçekliğe bağlayacak rasyonel bir etmen yoktur artık… Zamanımızın ortalama aydınının felsefesine göre tek bir otorite vardır: Bilim, yani olguların sınıflandırılması ve olasılıkların hesaplanması.”79 Dolayısıyla modern dönem ile birlikte bir şeyin iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesi ya da en basit şekilde, sadece değerlendirilebilmesi için o şeyin bilimsel olarak kanıtlanabilir ve aynı zamanda bu bilimsel kanıtlamada da üretim için bir yarar olması gerekmektedir. Bu bağlamda; eşitsizlik karşısında eşitliğin bilimsel olarak yararı ispatlanamaz ise araçsal akıl eşitliğin içini dolduramamakta ve sadece biçimsel bir eşitlik algısı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla tutumlar, inançlar, değer yargıları bilimsel olarak ispatlanamadığı için doğru ya da yanlış olarak adlandırılamazlar, bu nedenle de bilimsel olarak onları değerlendirmek anlamsızlaşmaktadır.80

Heidegger’in felsefesinin temelinde yatan, Varlığın sorgulanmadan sadece bilimsel yöntemlerle ispat edilebilen var olanın hakikat olarak kabul edilmesi düşüncesinin izleri Frankfurt Okulu’nda da görülmektedir. “Frankfurt Okulu teorisyenlerinin pozitivizme yönelik eleştirilerinin en temel sebeplerinden birisi, pozitivizmin sadece var olanı ele alması ve onu kutsallaştırmasıdır. Bu durum toplum içerisinde dönüşümü engeller, durağanlığa yol açar ve bunun devamını sağlar. Bu durağanlık siyasal yapıda da kendini gösterir. Bu noktada pozitivizm toplumsal yaşamın doğru bir şekilde anlaşılmasında başarılı olamamıştır.”81

Frankfurt Okulunun bu bağlamda yaptığı Pozitivim Eleştirisi, Heidegger’in Batı metafiziğine ve modern bilimlere yaptığı eleştiriler ile paraleldir. Çalışmanın önceki bölümlerinde de değinildiği üzere; Aydınlanma ile birlikte temelleri atılan ve deneye, gözleme dayanmayan hiçbir şeyin bilimsel olarak kabul edilmediği pozitivist anlayışta

79 M. Horkheimer, 2010, s. 69.

80 Raymond Geuss, Eleştirel Teori: Habermas ve Frankfurt Okulu, Çev: Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2002, s. 54.

81 S. A. Demir, 2009, s. 65.

bilginin gözlenebilir, ölçülebilir olması gerektiği bunun dışındakilerin bilimsel olarak değil safsata olarak değerlendirildiğine yönelik düşünce Eleştirel Okul kuramcıları tarafından da eleştirilmiştir. Fakat onlar kuramlarını Heidegger’den farklı olarak Marksizm ve psikanaliz bağlamında temellendirmeye çalışmışlardır. Frankfurt Okulu düşünürlerine göre; pozitivist bilginin bu anlamda toplum ve doğa üzerinde bir kontrol aracı olarak kullanılması, insanın köleleştirmesine neden olmaktadır.

Horkheimer, yeni pozitivizmin dogmatik yapısı nedeniyle yalnızca bir araç olarak görülebilecek olan bilim ve teknolojinin, bir amaç haline gelerek adeta modern öncesi dönemlerde mitlerin yaptığı görevi üstlendiklerini ve bu nedenle bilim ve teknolojinin en az köktenci bir inanç kadar tehlikeli olabileceğini söyler. Çünkü artık bilim ve teknoloji sorgulanmadan doğru kabul edilmekte, hakikatin tek göstergesi olarak sunulmaktadır. Böylece toplum düşünsel direnme araçlarından yoksun kalarak totaliter bir yönetime zemin hazırlamaktadır.82 “Mitolojiden matematiksel mantığa giden yolda düşünme, kendisi üzerinde düşünüm öğesini yitirmiştir ve bugün makineler insanları beslese de güdük bırakmaktadır.”83

Aklın araçsallaşması sonucu endüstri için kullanılabilir olan her şey bir meta haline gelmeye başlamaktadır. Frankfurt Okulu, modern dönemde önü alınamaz bir şekilde gelişen metalaşmanın; düşünceye, sanata, kelimelere, kavramlara kısacası hayatın her alanına yayıldığı görüşündedir. Horkheimer’a göre; “şeyleşme, başlangıcı örgütlenmiş toplumun ilk kuruluşuna ve aletlerin ilk kullanılmasına kadar götürülebilecek bir süreçtir. Ama insan faaliyetinin bütün ürünlerinin metaya dönüşmesi ancak sanayi toplumunun doğuşu ile gerçekleşmiştir.”84 “Bilim dünyadaki mitolojinin örtüsünü kaldırır; ama tam da bilimin kendisi yerine başka bir şey konulup iptal edilmesi gereken bir mittir. Bilimsel bilgi dünyanın büyüsünün bozulmasını da

82 M. Horkheimer, 2010, s.103-105.

83 Theodor W. Adorno, Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2010 s. 61.

84 M. Horkheimer, 2010, s. 81.

beraberinde getirmektedir… Teknik ya da araçsal ussallığın yükselişinin açık bir sonucu büyü bozumunu aralıksız üreten şeyleştirme [reification] sürecidir.” 85

Modern toplumda metalaşmanın, şeyleşmenin her şeyi kapsayacak şekilde yayılmasına neden olan düşünsel temel; her şeyi deneysel olarak çözümlemeye çalışan, hayatı bir laboratuvar ortamında tasarlamaya çalışan pragmatizmdir. “… pragmatizm, fabrikayı insan varoluşunun prototipi olarak gören ve bütün kültür dallarını montaj hattı üzerindeki üretim ya da rasyonelleştirilmiş büro modeline uydurmaya çalışan modern endüstriyalizmin düşünce alanındaki karşılığıdır. 86

“Aydınlanmanın Diyalektiği” adlı eserde Horkheimer ve Adorno; yirminci yüzyılda yaşanan diktatörlük rejimlerinin Aydınlanma düşüncesi ile ortaya çıkan değişimlerden kaynaklı olduğunu öne sürmektedirler. “Aydınlanmanın nesnelere karşı tutumu, diktatörün insanlara karşı tutumuyla aynıdır. Diktatör insanları güdümleyebildiği ölçüde tanır. Bilim adamı da nesneleri, onları yapabildiği ölçüde tanır.

Böylece nesneler kendileri için var olmaktan çıkar bilim adamı için var olurlar.”87 Dolayısıyla nesneler nasıl ki keşfediliyor ve bilim için kullanılabilir metalar haline dönüşüyor ise, bu denetim mantığı otoriter yönetim içinde insan için uygulanabilir kılınmakta ve insanda sistemin devamını sağlayan bir metaya dönüştürülebilmektedir.

İnsan ne kadar farklılıktan uzak olursa ve düşünceleri standardize edilirse, sistemin devamı o kadar güvence altına alınmış olacaktır. Bu bağlamda modern toplumun işlerliğinin sağlanması için insanın yeni yaratılan akıl kavramı ve teknoloji sayesinde, Marcuse’nin adlandırdığı şekliyle, Tek Boyutlu hale getirilmesi ve farklılıklara kapıyı kapatması gerekmektedir. Marcuse’nin özellikle teknoloji konusundaki ifadeleri teknolojinin yansız olmadığını teknolojinin de modern devletin ortaya çıkardığı sömürü sisteminin devamını sağlayan etkili bir araç olduğunu

85 Madan Sarup, Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm- Eleştirel Bir Giriş, Çev. Abdülbaki Güçlü, Kırk Gece Yayınları, İstanbul, 2010, s. 107.

86 M. Horkheimer, 2010, s. 89.

87 T.W. Adorno ve M. Horkheimer, 2010, s. 26.

düşünürlerin kültür endüstrisi üzerine ortaya koydukları düşüncelerin daha anlamlı hale geldiği görülmektedir.

Kültür kuramı çerçevesinde ortaya konulan kavramlar kitle kültürü, kültür endüstrisi kavramlarıdır. Kültür endüstrisi kavramı sosyal bilimler literatürüne Frankfurt Okulu üyelerinin, modernlik paradigmasının kültürü standartlaştırıcı etkisine yönelik olarak yaptıkları bir katkıdır. Kültür kuramının düşünsel temellerinin Avrupa’da atılmasının ardından Amerika’da daha kapsamlı ve sistemli hale getirilmesinin nedeni;

Amerika’nın Avrupa’ya göre daha farklı bir yapı arz etmesindendir. Amerika’da fordist üretim tarzı sayesinde kitlesel üretim çok geniş alanlara yayılmış, bu üretim tüketim toplumunu tetiklemiş, bu bağlamda kitle iletişim araçları Avrupa’ya göre çok daha yaygın şekilde kullanılmıştır.

Kültür endüstrisi kavramı bir önceki bölümde ele alınan araçsal akıl, rasyonalite eleştirisi, modernlik eleştirisinin sonucu toplumda oluşan “demir kafes” içindeki toplumu analiz etmek bakımından ön plana çıkmıştır. Kültür endüstrisi ile yaratılan toplum, sistemin tamamlayıcı bir unsuru olarak, bireyleri sisteme dâhil etmekte; bu bağlamda bireyleri, duyguları, sanatı standartize etmeye çalışmaktadır. Böylece kültür endüstrisi standartlaştırılan fakat manipülasyon yoluyla bunun farkına varamayan, varsa bile dışlanma tehdidi ile karşı karşıya kalan bireyler üzerinde kurulan tahakküm işlerliğini garanti altına almaktadır.

Frankfurt Okulu’nun kültür endüstrisi eleştirisinin altında yatan temel toplumsal etmen; faşizm ve faşizme benzer bir biçimde tekelci kapitalizmin tahakkümcü yapısıdır.

Dolayısıyla kültür endüstrisi eleştirisi, yalnızca faşizme değil aynı zamanda tekelci kapitalizme karşı da yapılan bir eleştiridir.91 Çünküfaşizm gibi tekelci kapitalizmde de kitle kültürü, toplumsal baskının bir aracı haline gelmiştir. Kültür endüstrisi, sözde bireysellik adına yapılan manipülasyonda bireylerin özgürce seçim yaptığı yanılsaması

91 P. Slater, 1998, s. 232.

yaratılarak, bireyin bu yolla standartlaştırılmasının gizlenmesine katkı sağlamaktadır.

Aslında bireyin yaptığı hiçbir tercih özgür değildir.

Belirlenmiş ve kısıtlanmış seçenekler içinden seçim yapan birey popüler kültürün perdesi altında kendisini özgürleştirdiğini düşünerek, sözde bireyselleşmektedir. Ancak kültür endüstrisi ve modern teknoloji araçları sayesinde tahakküm kuranlar, tahakküm mekanizmalarını güç tehdidinden ziyade kültür, sanat gibi manipülasyon araçlarına bırakmışlardır. Kitleleri ikna etmek için artık televizyonda ya da radyoda dönen bir reklam, izlenen bir film, bir tiyatro çok daha etkili olmaktadır.

Marcuse’ye göre; “Geniş bir mallar ve hizmetler çeşitliliği içerisinde özgür seçim özgürlüğü imlemez, eğer bu mallar ve hizmetler bir zahmet ve korku yaşamı üzerindeki toplumsal denetimleri destekliyorlarsa—eş deyişle, eğer yabancılaşmayı destekliyorlarsa.”92 Çünkü birey çevresine çizilen sınırlar içerisinde özgürce seçim yaptığını varsaymaktadır ancak bireyin seçenekleri bile önceden belirlenmiş haldedir.

Marcuse’nin “Modern Teknolojinin Bazı Sosyal Göstergeleri” adlı makalesinde; en basitinden otomobille otobanı kullanarak uzak mesafeye giden bir adamın bile belirli seçenekler tarafından sınırlandırıldığı için tercihlerini bu yönde yapmak zorunda olduğunu söyler. Otobandan gittiğinde kasabalar, göller, dağlar göz ardı edilecek engeller olarak görülür. Kırsal bölgeler otoban tarafından düzenlenip, şekillendirilir.

Adam bu nedenle sadece otobanda gittiği doğrultuda, çevresindeki tabelalar ile kararını verir. Otobanda giden birisi gibi iş, teknik, insan ihtiyaçları tek bir rasyonalite içerisinde bir araya gelmektedir.93

Modern teknolojinin çerçeveleme anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkan ve bu denli yaygınlaşan popüler kültür, kitlesel üretim mantığı ile işlerlik kazanmakta ve film, müzik, eğlence her gün her saat üretilen binlerce metadan biri haline gelmekte ve kitleleri manipüle etmek için kullanılan araçlar haline dönüşmektedir. “İnsanlar

92 H. Marcuse, 2010, s.7.

93 Herbert Marcuse, “Some Social Implications of Modern Technology”, Political Sociology and Critique of Politics, 1941, s. 143.

kendilerini satın aldıkları metalarda tanımaktadırlar; ruhlarını otomobillerinde, müzik setlerinde, içten-katlı evlerinde, mutfak donatımında bulmaktadırlar. Bireyi toplumuna bağlayan düzeneğin kendisi değişmiş ve toplumsal denetim üretmiş olduğu yeni gereksinimlerde demirlenmiştir.”94

Kültür endüstrisi kavramından yola çıkarak, günümüzde sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla birlikte, popüler kültürün etkisini yoğunlaştıran ve yarattığı etkiyle sosyal medya kullanıcılarından yeni özneler yaratıldığı söylenebilir. Sosyal medya aracılığıyla özneler kendi istekleriyle; mahremiyetlerini, bedenlerini, çoğunlukla yine sosyal medya tarafından şekillenen düşüncelerini, zevklerini tercihlerini ortaya dökmekte, özgür seçim yanılgısı altında sistemin ihtiyacı olan tüm bilgileri kendi rızalarıyla sisteme teslim etmektedirler. 95 Bu bağlamda modernliğin, kültür endüstrisi yoluyla kitleleri özneleştirme amacının sosyal medya sayesinde en üst noktasına ulaştığı söylenebilir.

Sonuç olarak; kültür endüstrisi bireyi ve emeği modern teknolojinin işler kıldığı kitlesel üretim düşüncesi bağlamında ve sisteme uygun bir şekilde yeniden üretmektedir. Kültür endüstrisinin standartlaştırıcı etkisine karşı çıkan veya uyum sağlayamayanlar ekonomik toplumdan da dışlanma tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Çünkü kültür endüstrisi kapitalist sistemle iç içe geçmiştir. Filmler, müzikler, istekler, arzular, korkular da artık bir meta haline gelmiştir. Modern dünya ortaçağdaki dogmaları yıkma iddiasından yola çıkarak tekniğin egemen olduğu bir teknoloji algısının üzerine kitle kültürü yaratarak yeni dogmalar yaratmaktadır. Bu dogmalar artık ortaçağda olduğu üzere yasak olduğu için değil -sosyal medya örneğinde olduğu gibi- insanlar tarafından içselleştirildiği için sorgulanmamaktadır. Bu bağlamda, Heidegger’in metafiziğin modern dünya ile birlikte yeniden ortaya çıkarıldığı düşüncesi bir kez de kültür endüstrisi kavramı ile doğrulanmaktadır.

94 H. Marcuse, 2010, s. 8.

95 Ebru Karadoğan İsmayilov ve Gözde Sunal, “Gözetlenen ve Gözetleyen Bir Toplumda, Beden ve Mahremiyet İlişkisi: Facebook Örneği”, Akdeniz İletişim Dergisi, s. 24.

İKİNCİ BÖLÜM

TEKNOLOJİ, İKTİDAR VE YÖNETİM

Modern dönemde teknik ilerleme ile bilimin felsefeden koparılarak, bilimin yalnızca teknik boyuta indirgenmesinin bir sonucu olarak öne çıkan ve hesaplanabilir olanın tek doğru olarak kabul edilmesi anlayışı içinde, insan bir yandan doğa karşısında özgürleşirken, diğer yandan bizzatihi kendisi tarafından kurulan sistemde tahakküm altına girmekte ve bu durum diyalektik bir işleyişi ortaya çıkarmaktadır. 96 Tekniğin etkin olduğu modern bilimin teknolojik düşünce biçiminin ortaya koyduğu rasyonellikte, doğada üretime koşullanabilecek her şey değerlendirilerek sisteme entegre edilmektedir. Böylece insan bir anlamda doğal hayatın işleyişine daha az mahkûm olmakta ve bu bağlamda özgürleşmekte, fakat diğer yandan doğanın bir parçası olan insan kendi yarattığı sistemin kuralları içerisinde, üretim ve dolayısıyla tüketim süreçleri içine sokularak siyasal iktidarın ağsal yapısına hapsolmaktadır. Bu durum teknolojik özün ortaya koyduğu çerçeveleme ve dolayısıyla varlığın sorgulanmasının unutulması sayesinde gerçekleşmektedir.

Felsefenin bilim alanında etkinliğini yitirmeye başlaması sonucu teknolojinin özü olarak adlandırılan, şeyleri hammadde temelinde biçimlendirerek, zamanı geldiğinde kullanılmak üzere depolamaya yarayan teknolojik düşünce biçimi; varlığın sorgulanmaması, metafizik düşünce içerisinde sıkışıp kalma neticesinde, zamanla hayatın her alanına yerleşmiştir. Teknolojik tahakküm yani sadece matematiksel olarak kanıtlanabilir olanın üstün kabul edildiği teknolojik düşünme biçiminde, diğer tüm var olanlara kapı kapatılarak bir çerçeveleme yaratılmaktadır. Dolayısıyla; “Descartesçı özne-nesne ayrımına dayalı yeni hakikat anlayışının getirmiş olduğu modern dünya tasarımının ürünü olan teknolojik tahakküm, var olanların tümünün bilen özne için

96 A.Özalp, 2011, s. 51.

hesap edilebilir, ölçülebilir bir şeye dönüştürülmesi olgusunda açığa çıkmaktadır.”97 Bu çerçeve dışında kalan ise, bu doğrultuda teknolojik olarak değersizleşmektedir.

Aydınlanma Dönemi’nde her ne kadar özne mutlaklaştırılsa da, aklın üstünlüğü kabul edilse de, aklın araçsallaşması, pragmatizm, pozitizim sayesinde insan da metalaşarak, doğayı yedeğe alma sürecinin nesnesi olarak yerini almaktadır.

Teknolojik çerçevelemede insan da bir nevi hammaddeye dönüşmekte ve böylece kendi zekâsı ile oluşturduğu makinelerin basit bir dişlisi haline gelmekte ve sürekli kontrol altında tutulabilmektedir. Modern iktidar da teknoloji sayesinde bu sürece eklemlenerek kendi varlığını güçlendirmektedir. Hammadde olarak şeylerin çerçevesi ne kadar keskin sınırlar ile çizilirse, tahakküm de o derece işlevsel olmaktadır.

Modern teknolojinin sağladığı gelişmiş gözetim ve denetim teknikleri ile ise sistemin devamını garanti altına alan metalaştırma ve standardizasyon süreci tüm gücü ile modern sahnede yerini almaktadır.

Modern dönemde teknoloji, iktidar ve yönetim olguları birbirinden ayrı olarak düşünülemez. Teknoloji, şeyleri meta ve hammadde olarak ifşa ederken, iktidar yönetim aracılığıyla ve özellikle modern gözetim ve denetim teknikleriyle bu ifşayı mümkün kılmakta, mevcut sistemi ve tahakkümünü güçlendirmek için modern teknoloji ile el ele vermektedir. Dolayısıyla modern dönemde iktidar, yönetim ve modern teknoloji karşılıklı olarak birbirlerini beslemektedirler. İktidar; teknoloji sayesinde

Modern dönemde teknoloji, iktidar ve yönetim olguları birbirinden ayrı olarak düşünülemez. Teknoloji, şeyleri meta ve hammadde olarak ifşa ederken, iktidar yönetim aracılığıyla ve özellikle modern gözetim ve denetim teknikleriyle bu ifşayı mümkün kılmakta, mevcut sistemi ve tahakkümünü güçlendirmek için modern teknoloji ile el ele vermektedir. Dolayısıyla modern dönemde iktidar, yönetim ve modern teknoloji karşılıklı olarak birbirlerini beslemektedirler. İktidar; teknoloji sayesinde