• Sonuç bulunamadı

DİN, VİCDAN VE İNANCA DAYALI AYRIMCILIĞA UĞRAMAMA HAKKINA DAİR ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI BELGELERİ

2 – AVRUPA KONSEYİ

2.1- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve Parlamenterler Meclisinin Tavsiyeleri (Özet) Zorunlu Askerlik Hizmetine Vicdani Ret Hakkına İlişkin Avrupa Konseyine Üye Devlet-lerin Bakanlar Komitesi Tavsiyesi No. R (87) 8 (Bakanlık TemsilciDevlet-lerinin 406. toplantısında 9 Nisan 1987 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilmiştir.)

Bakanlar komitesinin Tavsiyesine göre, üye devletlerin hükümetleri karardaki ilkeler ve tavsi-yeler doğrultusunda, şu ana kadar gerçekleştirmemiş olsalar dahi, zorunlu askerlik hizmetinden yü-kümlü tutulan herhangi bir kişi, silah kullanmak dahil olmak üzere bu hizmeti yapmayı reddederse bu yükümlülüğünü yerine getirme zorunluluğunda muaf tutulacaktır. Bu kişiler alternatif hizmetlerden mesul tutulabilir, bu doğrultuda devletler uygun prosedürleri ve alternatif hizmetleri yaratmalıdır.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin yeni dini akımlar ve tarikatlara dair Tavsi-yesi 1178 (1992)

Avrupa Konseyi Parlamenterler meclisinin 1178 (1992) nolu tavsiyesi 5 Şubat 1992’deki 22.

oturumda yapılan tartışmalar sırasında görüşülmüştür. Tartışmaların ana ekseni yeni dini akımlar ve tarikatlar hakkında raportör Sir John Hunt tarafından Avrupa Konseyinin Yasal Sorunlar ve İnsan Haklarına dair Komitesine sunulan 6535 nolu rapor ve raportör Lluis Maria de Puig tarafından Avrupa Konseyi Eğitim ve Kültür Komitesine sunulan görüş oluşturmuştur. Bu görüşler yeni dini akımlar ve tarikatlar tarafından bebeklerle cinsel ilişki dahil olmak üzere, çocuklara cinsel taciz, çocuklara sopay-la dayak cezası, özellikle de gençlerin yeni dini akımsopay-lar ve tarikatsopay-ların görüşleri doğrultusunda şiddet olaylarına karışmasına dair yapılan şikayetleri değerlendirmektedir. Tartışmalardaki merkezi rolü Av-rupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü koruyan 9. maddesine ters düşmeksizin söz konusu yeni dini akımlar ve tarikatlara karşı alınacak önlemler oluşturmaktadır. Tav-siye 5 Şubat 1992’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Buna göre Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi,

Söz konusu yeni dini akımlar ve tarikatlarla ilişkili olan sorunlardan ciddi şekilde endişelendi-ğini belirterek, eğitim ve öğretim kurumlarında üye devletlerin gereken önlemleri almalarını ve gerekli yasal düzenlemeleri yapmalarını tavsiye etmektedir.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin demokratik bir toplumda dini hoşgörüye dair Tavsiyesi 1202 (1993)

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 1202 (1993) nolu tavsiyesi 2 Şubat 1993’deki 23.

oturumda yapılan tartışmalar sırasında görüşülmüştür. Tartışmaların ana ekseni yeni dini akımlar ve tarikatlar hakkında raportör Leni Fischer tarafından Avrupa Konseyi Eğitim ve Kültür Komitesine sunulan “Demokratik Toplumda Dini Hoşgörüye Dair” 6732 nolu rapor oluşturmuştur. Tavsiye Avru-pa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 2 Şubat 1993’de kabul edilmiştir. AvruAvru-pa Konseyi Par-lamenterler Meclisinin tavsiyesine göre;

Avrupa Toplumları din özgürlüğünü, vicdan özgürlüğünü ve ibadet özgürlüğünü garanti altına almalıdır, ayrıca, giyim kuşam, yiyecek ve dini tatilleri de içerecek şekilde farklı dinsel faaliyetlerin düzenlemesi konusunda esnek olmalıdır. Avrupa Toplumları eğitim ve öğretim programlarında farklı din dersinin okutulmasını temin etmelidir. Tek Tanrılı üç dinin her birinin dinler arası hoşgörü ve kar-şılıklı saygı temelinde farklı dinlere ve inanmayanlara karşı hoşgörü üzerine kurulu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Müfredat ve ders kitapları farklı dinlerin öğretilmesini sağlamalı ve tarih dersleri de dahil olmak üzere ön yargıyı engelleyecek ve dinler arası hoşgörüyü temin edecek şekilde düzen-lenmelidir. Öğretmenler bu konuda özel bir çaba sarf etmelidir. Temel dinlerin dini metinleri çevrile-rek kamu kütüphanelerinde bulundurulmalıdır. Kültürel tanıtım programları çerçevesinde dini konu-larda kültürel projeler üretilmelidir. Dini hoşgörüye ilişkin analizler, araştırmalar ve ilgili literatür bir araya getirilmelidir. Dini hoşgörü konusunda araştırmalar ve konferanslar düzenlenmelidir. Bu

konu-HAKAN ATAMAN - HASAN SAİM VURAL 184

daki kamusal bilgilendirmelerde yetkin kişiler görev yapmalıdır. Dinsek hoşgörü akademik çalışmala-rın bir konusu haline getirilmelidir.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin Din ve Demokrasiye dair Tavsiyesi 1396 (1999)

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 1396 (1999) nolu tavsiyesi 27 Şubat 1999’deki 5.

oturumda yapılan tartışmalar sırasında görüşülmüştür. Tartışmaların ana ekseni “Din ve Demokrasi”

hakkında raportör Lluis Maria de Puig tarafından Avrupa Konseyi Eğitim ve Kültür Komitesine sunu-lan 8270 nolu rapor oluşturmuştur. Tavsiye Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 27 Şubat 1999’da kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin tavsiyesine göre;

Politikacılar dini konularda karar veremezler. Benzer şekilde, politikacılar dinle demokrasinin yerini değiştirmeye ya da demokratik iktidarı din adına ele geçirme çalışmamalıdır. Politikacılar Av-rupa İnsan Hakları Sözleşmesinde içerilen insan hakları tanımına ve hukukun üstünlüğüne saygı gös-termelidir. Demokrasi ve din birbiriyle uyuşma içinde olmak ihtiyacında değildir. Hatta ters bile olabi-lir. Demokrasinin din özgürlüğünü, vicdan özgürlüğünü ve ibadet özgürlüğünü garanti altına altığı göz önünde bulundurulmalıdır. Dini aşırılığın cesaretlendirdiği hoşgörüsüzlüğün, önyargıların ve/ya da şiddetin önlenmesi için gereken önlemler acilen alınmalıdır. Dini liderler dinsel ön yargıların azaltıl-ması için çaba harcamalıdır. Hükümetler tüm yurttaşlar için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki oluşturulduğu şekliyle din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına almalıdır. Din ve vicdan özgürlüğü demokratik yurttaşlık için eğitim projesinin, tarih eğitiminin ve müfredat programlarının parçası haline getirilmelidir.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin Tarikatların Yasadışı faaliyetlerine dair Tavsiyesi 1412 (1999)

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 1412 (1999) nolu tavsiyesi 22 Haziran 1999’deki 18. oturumda yapılan tartışmalar sırasında görüşülmüştür. Tartışmaların ana ekseni “Tarikatların ya-sadışı faaliyetleri” hakkında raportör Adrian Nastase tarafından Avrupa Konseyinin Yasal Sorunlar ve İnsan Haklarına dair Komitesine sunulan 8373 nolu rapor ile raportör Gyula Hegyi tarafından Sosyal, Sağlık ve Aile Sorunları Komitesine sunulan 8379 nolu ve raportör Lluis Maria de Puig tarafından Avrupa Konseyi Eğitim ve Kültür Komitesine sunulan 8383 nolu görüşler oluşturmuştur. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 1412 (1999) nolu tavsiyesi 22 Haziran 1999’da kabul edilmiştir.

Raporlar ve görüşler özellikle de “tarikat” kelimenin tanımında zorluklar olduğunu, üzerinde anlaşıl-mış genel bir tanımın bulunmadığını belirtmektedir. Bununla birlikte raporlar ve görüşler söz konusu tarikatların ve yeni akımlar tarafından kötü muamele, cinsel taciz ve tecavüz ve diğer şiddet olaylarının devam ettiğini belirtmektedir. Raporlar ve görüşler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin din ve vicdan özgürlüğünü garanti altına aldığını ancak dini, ruhani ya da gizli inançları olan grupların demokratik bir toplumun prensipleriyle uyumlu hareket etmeleri gerektiğini belirtmektedir. Buna paralel olarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi,

Tarikatların ve yeni dini akımların yasadışı faaliyetlerine karşı sadece eğitim ve öğretim ku-rumlarında alınacak önlemlerin yetmediğini bu yüzden gerekli görülen durumlarda ceza hukukunda ve medeni hukukta etkin önlemlerin alınması gerektiğini tavsiye eder. Ayrıca hükümetlere bu konuyla ilgili olarak yetkin kişilerin görev yapacağı bilgi merkezlerinin kurulmasını ve gerekli görülen hallerde mağdurlara yardım için sivil toplum örgütlerinden de yardım istenmesini tavsiye etmektedir.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin Eğitim ve Dine dair Tavsiyesi 1720 (2005) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 1720 (2005) nolu tavsiyesi 4 Ekim 2005’deki 27.

oturumda yapılan tartışmalar sırasında görüşülmüştür. Tartışmaların ana ekseni “Eğitim ve Din” hak-kında raportör André Schneider tarafından Avrupa Konseyi Eğitim ve Kültür Komitesine sunulan 10673 nolu rapor oluşturmuştur. Tavsiye Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 4 Ekim 2005’de kabul edilmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin tavsiyesine göre;

AYRIMCILIĞA KARŞI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI MEVZUATI 185

Eğitim temel olarak dinsel yanlış anlamalar, kalıplaşmış düşünceler ve cehaletle mücadele et-melidir. Hükümetler din eğitimi güçlendirmeye, dinler arası diyalogu cesaretlendirmeye dinin sosyal ve kültürel ifadesini yaygınlaştırmaya yönelik din özgürlüğünü, vicdan özgürlüğünü daha fazla garanti altına almalıdır. Dini liderler inananları üzerindeki etkileri ve vaazları yoluyla önyargıyla mücadele etmek için çaba sarf etmelidir. Tüm yurttaşlara kendi dinlerini, geleneklerini ve törenlerini gerçekleşti-rebilmeleri için eşit özgürlükle ve haklar tanınmalıdır. Okullarda kökenlerine, bazı hususlardaki ben-zerliklerine ve gelenekleri, görenekleri ve değerlerindeki ayrılıklara vurgu yapılarak farklı din tarihle-rinin karşılaştırmalı olarak öğretilmesi yaygınlaştırılmalıdır. Dinler Diğer bilgi dallarındaki temsilciler-le birlikte ilahiyatçılar, felsefecitemsilciler-ler, tarihçitemsilciler-ler arasında düzenli diyaloglar yapılması teşvik edilmelidir.

İnsan hakları, felsefe, tarih ve bilimle ilgili bakış açılarına müfredatlarında yer vermeleri ve güçlen-dirmeleri için dinsel eğitim kurumlarıyla işbirliği yapılmalıdır.

HAKAN ATAMAN - HASAN SAİM VURAL 186

2.2 – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Karar Özetleri Darby v. İsveç (11581/85) [1990] 23 Ekim 1990

Başvurucu, 1977 ve 1986 yılları arasında İsveç'te çalışmış bulunan Britanya asıllı bir Finlandi-ya vatandaşıdır. 1979 ve 1981 yılları arasında, belediye vergisinin bir parçası olarak İsveç makamları-na bir kilise vergisi ödemek zorunda kalmıştır. Başvurucu gibi İsveç Kilisesine mensup olmayan kim-seler için vergi muafiyeti tanınmıştır. Ancak başvurucu, İsveç'te yaşamakta olduğu yönünde resmi bir kaydı olmadığı için, o dönemde yürürlükte bulunan mevzuat gereği, söz konusu vergi muafiyetinden yararlanamamıştır. Kilise vergisi ödeme zorunluluğu ile ilgili başvuruları sonuçsuz kalmıştır. Başvuru-cu, Sözleşmenin din özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesi ve ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir.

Başvurucunun şikayetinin esas olarak İsveç vergi mevzuatının ayrımcı etkileri ile ilgili oldu-ğunu göz önünde bulunduran Mahkeme, davayı 1 Nolu Protokolun mülkiyet hakkına ilişkin 1. madde-si ile bağlantılı olarak 14. madde yönünden incelemenin olayın doğasına daha uygun düştüğünü sap-tamıştır. 1 Nolu Protokolun 1. maddesinin uygulama alanı vergi mükellefiyetlerini de kapsamaktadır ve dolayısıyla başvurucunun kilise vergisi ödeme borcu, 14. maddede getirilen ayrımcılığa karşı ko-ruma güvencesinin uygulama alanındadır. Bu vergiden muafiyet hakkı hususunda başvurucu, İsveç Kilisesine mensup olmayan diğer kimselerle benzer durumdadır. Mahkeme, bu haktan yararlanmada mukim olarak resmen kayıtlı kimselerle kayıtlı olmayanlar arasında fark gözetilmesinin, Sözleşmenin tanıdığı bir meşru amaca dayanmakta olmadığını saptamıştır. Bu sebeple, 1 Nolu Protokolun 1. mad-desi ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Davanın koşullarını ve 1 Nolu Protokolun 1. maddesi ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edildiği yönünde ulaştığı sonucu dikkate alan Mahkeme, başvurucunun 9. madde ile güven-ceye alınan din özgürlüğü hakkının ihlal edildiği ve bu hakkı kullanımıyla bağlantılı olarak 14.

madde ile konulan ayrımcılık yasağının çiğnendiği yönündeki şikayetini ayrıca incelemeye gerek olmadığına hükmetmiştir. Mahkeme, haksız olarak tahsil edilen vergi miktarına ve faizine karşı-lık gelecek bir miktarın başvurucuya tazminat olarak ödenmesine karar vermiştir. Ek olarak, Sözleşmenin 50. maddesi uyarınca, başvurucuya ileri sürdüğü dava masraflarının bir bölümü-nün de ödenmesinin uygun olacağına hükmetmiştir.

Kokkinakis v. Yunanistan, (14307/88) [1993] AİHM 20 (25 Mayıs 1993)

Yehova Şahitleri dinine mensup bir Yunan vatandaşı olan başvurucu dini propaganda suçundan yargılanmış ve para cezasına çevrilen hapis cezasına çarptırılmıştır. Başvurucu, mahkumiyetinin Söz-leşmenin 7., 9., ve 10. maddelerini ve 9. madde ile bağlantılı olarak 14. maddesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

Mahkeme, din özgürlüğünün yalnızca inananların kimliğini ve hayat görüşünü oluşturan en hayati unsurlardan biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda, ateistler, agnostikler, kuşkucular ve din ko-nusunda kayıtsız kimseler için de oldukça değerli bir güvence olduğunu belirtmiştir. Bilhassa, din öz-gürlüğünde mündemiç olan dinini açıklama özgürlüğü, yalnızca özel alanda ve tek başına değil, aynı zamanda, başkalarıyla birlikte toplu halde, alenen ya da aynı inancı paylaşanların oluşturduğu çevrede gerçekleştirilen açıklama eylemlerini de güvenceye almaktadır; ve örneğin öğretme yoluyla komşusu-nu iknaya çalışma eylemi de bu kapsamdadır. 9. maddenin güvenceye aldığı hakların bu temel önemi, maddenin sınırlamalara ilişkin 2. fıkrasının lafzında da yansıtılmış; ilk fıkralarında tanımlanan özgür-lük alanının tamamı için sınırlamaya olanak tanınan 8., 10. ve 11. maddelerin aksine, 9. maddede yal-nızca dinini açıklama özgürlüğü üzerinde sınırlama olanağı kabul edilmiştir. Ceza mahkemesinde baş-vurucu aleyhine tesis edilen hüküm, kendisinin dinini açıklama özgürlüğüne bir müdahale niteliğinde-dir.

Mahkeme ayrıca pek çok yasanın lafzının mutlak kesinlik taşımadığını not etmiştir. Bir çok yasanın lafzı, aşırı katılıktan kaçınmayı ve değişebilen güncel koşullara uygulanabilmeyi temin ama-cıyla, az ya da çok esnek terimlerle kurulmuştur; ve yorumlanması ve uygulanması pratiğe bağlıdır.

AYRIMCILIĞA KARŞI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI MEVZUATI 187

Davalı Devletin başvurduğu tedbir, Sözleşmeye göre meşru bir amaç sayılan başkalarının hak ve öz-gürlüklerini koruma amacına matuftur. Ancak Mahkemeye göre burada Hristiyan dinine tanıklığa ça-ğırmakla uygunsuz dini propaganda arasında bir ayırım yapmak gereklidir. Bunlardan ilki Hristiyan dininin öğretisini yaymak iken; diğeri başkalarının din özgürlüğüne saygı ile bağdaşmayan bir yozlaş-tırma ve çarpıtmaya karşılık gelmektedir. Mahkeme, Yunan mevzuatının getirdiği ölçütleri, yalnızca uygunsuz dini propagandayı cezalandırmak bakımından kabul edilebilir saymış; ancak uygunsuz dini propaganda teriminin (“improper proselytism”) genel ve soyut bir tanımını vermeye gerek görmemiş-tir. Mahkeme, Yunan mahkemelerinin başvurucunun cezai sorumluluğuna hükmeden kararlarının ge-rekçelerinde yalnızca ilgili yasaların lafzını tekrarlamakla yetindiklerini ve sanığın komşusunu ikna için hangi uygunsuz vasıta ve yollara başvurduğunu yeterince ortaya koymadıklarını not etmiştir. Dava dosyasındaki olgular da bu yönde bir bulguyu açıkça ortaya koyar nitelikte değildir. Dolayısıyla, baş-vurucunun mahkumiyeti bir acil sosyal ihtiyaç ile gerekçelendirilmiş olmadığından, Mahkeme, AİHS 9. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Mahkeme davada 7. madde yönünden ihlal bulmamış; 9. madde yönünden vardığı ihlal sonu-cunu dikkate alarak 10. madde ve 9. madde ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlali yönünden ayrıca incelemeye gerek olmadığı sonucuna varmış; başvurucuya AİHS 50. maddesi uyarınca tazminat ödenmesine hükmetmiştir.

Hoffmann v. Avusturya, (12875/87) [1993] AİHM( 23 Haziran 1993)

Avusturya vatandaşı başvurucunun velayet hakkı konusunda dine dayalı ayrımcılığa maruz kaldığı şikayeti ile açtığı davada Mahkeme, AİHS 8. madde ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlali sonucuna ulaşmış; 9. madde ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlali iddiasını ayrıca incelemeye gerek görmemiştir.

Evlendiği sırada kocası gibi Katolik dininde olan ve doğan iki çocuğunu Katolik inancına göre vaftiz eden başvurucu, daha sonra Yehova Şahitleri dinine girmiştir. Başvurucu, geçimsizlik nedeniyle çocuklarını da alarak kocasının evinden ayrılmış ve boşanma işlemleri esnasında çocukların velayeti için de başvurmuştur. Baba, velayetin anneye verilmesine karşı çıkışını tamamen onun Yehova şahidi dinine girmiş olmasına ve bu dine ait uygulamaların çocuklar için kötü sonuçlar doğuracağı iddiasına dayandırmıştır. İlk derece mahkemesi velayeti anneye vermiş; babanın ikinci derece mahkemesine başvurusu reddedilmiş; ancak üçüncü derece yargı yolu olan Avusturya Yüce Mahkemesi, çocukların Yehova şahitlerinin ilkelerine göre yetişmelerinin Dini Eğitim Yasası hükümlerine aykırı olacağı gere-kçesiyle, velayetin babaya verilmesine hükmetmiştir.

Mahkeme, babaevinden ayrılmaları ile Avusturya Yüce Mahkemesinin kararı arasındaki iki yılda çocukların anneleriyle birlikte yaşadığı gerçeğinden hareketle, bu kararın bir özel hayata müda-hale oluşturduğunu ve dolayısıyla davanın 8. madde kapsamına girdiğini saptamış ve 8. madde ile bağlantılı olarak 14. madde yönünden incelemeyi uygun görmüştür. Mahkemeye göre, annenin dini yaşantısının çocukların hayatına pratik etkileri ebeveynden hangisinin çocukların velayeti için daha uygun olduğunu belirlerken dikkate alınacak hususlardan olabilir; ancak Avusturya Yüce Mahkeme-sinin kararında Dini Eğitim Yasası hükümlerinin belirleyici olduğu görülmüştür. Bu bakımdan, kararın lafzına bakıldığında, dine göre farklı muamele yapıldığı açıkça görülmüştür.

Avusturya Yüce Mahkemesinin kararı, Sözleşmenin meşru saydığı bir amaç olan başkalarının -olayda çocukların- haklarının korunmasına yöneliktir. Ancak Avusturya Yüce Mahkemesi kararında ağırlıklı olarak Dini Eğitim Yasası hükümlerine dayanmış; ve illa, çocukların hak ve menfaatleri konu-sunda alt derece mahkemelerinin uzman görüşlerine dayandırılmış değerlendirmelerinin aksini benim-semiştir. Mahkeme, yalnızca din farklılığına dayalı bir ayrımı kabul edilebilir saymamış; bu bağlamda gözetilen amaçla kullanılan araçlar arasında bir orantılılık görememiş ve bu nedenle 8. madde ile bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu sonucu dikkate alarak, Mahkeme, tek başına 8. maddenin ve tek başına ve 14. madde ile bağlantılı olarak 9. maddenin ihlali yönündeki iddiaları ayrıca incelemeye gerek görmemiş; AİHS 50. maddesi uyarınca tazminata hükmetmiştir.

HAKAN ATAMAN - HASAN SAİM VURAL 188

Agga v. Yunanistan (No. 3) (32186/02) [2006] AİHM 13 Temmuz 2006 ve Agga v. Yunani-stan (No. 4) (33331/02) [2006] AİHM 13 Temmuz 2006

Yunanistan'da Xanthi'de mukim bir Yunan vatandaşı olan başvurucu, 17 Ağustos 1990 tarihin-de görev bölgesintarihin-deki camilertarihin-de ibatarihin-dete katılan Müslümanlar tarafından Xanthi müftüsü olarak seçil-miştir. Yunan Devleti ise bölgede görev yapmak üzere bir başka müftü atamıştır. Buna rağmen, başvu-rucu görevden geri çekilmemiştir.

Başvurucu Xanthi müftüsü sıfatıyla resmi bildiriler imzaladığı ve bunları yayınladığı ge-rekçesiyle 11 Şubat 1996 ve 17 Şubat 1996 tarihlerinde kendisi hakkında “tanınan bir din”in resmi görevlisinin yetkilerini gasp etmekten Ceza Kanunu’nun 175. maddesi uyarınca dördüncü kez ceza davası açılmıştır. Başvurucu, hapis cezasına çarptırılmış, sonra para cezasına çevrilmiştir.

Temyiz Mahkemesi 8 Mart 2002 tarihinde, başvurucunun her dört dava ile ilgili temyiz tale-plerini reddetmiştir. Temyiz Mahkemesi, Ceza Kanununun 175. maddesinde yer alan suçun, “tanınan bir dinin resmi görevlisi olarak ortaya çıkıldığı ve din görevline ait idari yetkiler dahil, bazı yetkilerin kullanıldığı anda” işlendiğini belirtmiştir. Temyiz Mahkemesi, başvurucunun Xanthi müftüsü gibi davranması ve gözükmesi nedeniyle bu suçu işlediğini belirtir.

Mahkeme buna ilaveten, başvurucunun mahkumiyetinin Sözleşme’nin 9. ve 10. maddelerine aykırı olmadığını; zira başvurucunun dini inancından veya birtakım görüşlerini ifade etmesinden do-layı değil, bir müftünün yetkilerini gasp etmesi nedeniyle cezalandırıldığını belirtmiştir.

Başvurucu, Sözleşme’nin 9. maddesi (düşünce, din ve vicdan özgürlüğü) ve 10. maddesine (ifade özgürlüğü) dayanmıştır.

9. Madde

Mahkeme, başvurucunun, devletin veya Belediye yetkilisinin yetkilerini isteyerek (kasıtlı ola-rak) gasp etme eyleminden dolayı, bu eylemi suç olarak düzenleyen Ceza Kanununun 175. maddesi uyarınca mahkum edildiğini gözlemlemektedir. Bununla beraber Mahkeme, 2 numaralı Agga-Yunanistan kararında da belirtmiş olduğu gibi, başvurucuyu mahkum eden ulusal mahkeme kararında başvurucunun hukuksal etkiler doğuracak herhangi bir özel eylemine değinilmediğini kaydetmektedir.

Aksine ulusal mahkeme, başvurucuyu dini içerikli mesajlar yayınlaması ve bunları Xanthi müftüsü olarak imzalamasına dayanarak mahkum etmiştir.

Yukarıda belirtilen olaylar ışığında Mahkeme, ulusal mahkemenin yukarıda belirtilen kararın-da herhangi bir gerekçe bulamamıştır. Mahkeme, özellikle, başvurucunun 175. maddeden mahkum edilmesini davadaki olayın şartlarına göre haklı kılacak “toplumsal ihtiyaç baskısı” bulunduğunun gösterilmediğini düşünmektedir. Sonuç olarak, Sözleşme’nin 9 (2). maddesi uyarınca kamu düzenini korumak amacıyla başvurucunun ibadetle ve öğreterek, diğerleriyle topluluk içinde ve aleni şekilde dinini ortaya koyma hakkına yapılan müdahale, demokratik bir toplumda gerekli değildir.

Bu nedenle, bu davada Sözleşme’nin 9. maddesi ihlal edilmiştir.

10. Madde

Mahkeme, 10. maddesinin uygulanmasını gerektirecek ayrı bir olayın var olmaması nedeniyle ayrıca Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirmeyi gerekli görmemiştir.

AYRIMCILIĞA KARŞI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI MEVZUATI 189

3- AVRUPA BİRLİĞİ

3- AVRUPA BİRLİĞİ