• Sonuç bulunamadı

Her çocuk gelişebilmek için doğduğu andan itibaren, beslenmeye, uykuya, hareket edebilmeye, konuşmaya gereksinim duyar. Bunların yanı sıra çocuğun da diğer bireyler gibi sevme, sevilme, sahip çıkılma ve güven içinde olma, kendini başarılı ve yeterli hissetme, özgürlük kazanma gibi temel ruhsal gereksinmeleri vardır. Tüm bu gereksinmelere çocuk aile içinde doyum sağlar (Aktaran: Sivri, 1993: 42).

Birey hayatının başladığı yer olan aile, sosyal yapının en küçük ünitesidir. Toplum bilimciler tarafından günümüze değin çeşitli yönleriyle ele alınan ailenin temel

70

karakteristiklerinden biri evrensel olmasıdır. Sosyologlara göre aile teşkilatına rastlanmayan bir insan grubu ve kabilesi yoktur. Ayrı zamanlarda ve değişik toplumlarda aileye atfedilen görevler farklılıklar gösterse bile, bu birincil grup insanlık tarihi boyunca olagelmiştir. Aile içi roller ve beklentiler, toplumsal değişmelerle değiştiği için ailenin işlevlerinin kesin bir listesini yapabilmek zordur. Elliot ve Merill ailenin görevlerini 8 ayrı grupta toplamaya çalışmışlardır. Bunlar:

1- Biyolojik görev 2- Ekonomik görev 3- Koruyuculuk görevi 4- Psikolojik görev 5- Eğitim görevi 6- Dini görev

7- Boş zamanları değerlendirme görevi

8- Prestij sağlama görevidir (Konuk, 1994: 20).

Aile, içinde bulunduğu toplumun bir birimi olarak, onun özelliklerini taşır. Toplumun değer yargılarını, gelenek ve göreneklerini, beğenilerini, inançlarını, önyargılarını kısacası kültürünü yansıtır. Bunun yanı sıra, özel bir içyapısı ve kendine özgü bir işleyişi vardır. Bu bakımdan toplumla sürekli etkileşim içindedir. Aile, insan yaşamının üzerinde doğumdan önce başlayan ve ilk gelişim yıllarından ömrünün sonuna dek etkisini sürdüren bir kurumdur (Aktaran: Sivri, 1993: 49).

Aile, insanlık tarihi boyunca var olan ve değişmeler karşısında sürekliliğini her zaman koruyan bir kurumdur. Bugüne kadar kurulmuş olan bütün medeniyetlerde, bütün hukuk sistemlerinde ve dinlerde toplumsal hayatı, birlik ve bütünlüğü sağlamaya yönelik düzenlemelerin esas objesi aile olmuştur. Her toplumda bireylerin duygusal, fiziki ve maddi ihtiyaçlarını öncelikle karşılayan bir temel kurum niteliğindeki aile, yukarıda belirtilen özellikleri sebebiyle hem tarihi gelişim süreci içinde hem de bugünkü yapıları itibariyle sosyolojik olarak da incelenmelidir (Karmış, 1990: 1).

Aile, insanoğlunun en derin eğitim etkilerini aldığı, pek çok şeyler öğrendiği ve hayata hazırlandığı bir okuldur. Diğer yönden aile, dünyaya masum ve nötr bir

71

özellikte gelen çocuğa, hem ferdi hem de sosyal ve kültürel yönden kimlik kazandıran bir yerdir. Çocuğun bir şahsiyeti bir nevi aile eğitimi vasıtasıyla oluşmaktadır. Verdikleri eğitimle çocukların şahsiyetini çizen aileler, dolayısıyla mensubu bulundukları milletin de şahsiyet kederini çizmektedir (Karmış, 1990: 1).

Üyeler arasındaki muhtelif rollerin organizasyonu aile sistemini meydana getirir. Bu nedenle aile, üyeleri arasındaki ilişkilerden ve ilişkilerin yapılaşmasından doğan kurumlar olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanımda, aile cinsler arası ilişkileri insan soyunun çoğalmasını kurallara bağlayan, istikrara kavuşturan ve standartlaştıran davranışlar sistemidir. Bir toplumda en güçlü kurumlardan biride ailedir. Çünkü nesiller arası kültürel mirasın taşınmasında ve sosyalleşme sürecinde aile temel kurumdur. Ailenin yapı ve fonksiyonları toplumsal değişmeye paralel olarak değişmektedir. Tarihi varlık alanında gözlendiği zaman diğer sosyal kurumlar gibi aile de yapı itibariyle değişmeye uğramıştır. Ancak aile kurumunun değişmesi oldukça yavaş olmuştur. Bütün değişikliklere rağmen çekirdek aile cihanşümul özelliğini korumaktadır (Gümüş, 2006: 43).

İslâm, çocuğun hayatını eğitim açısından belli dönemlere ayırır. Çocuk kız olsun, erkek olsun belli bir yaşa kadar onların terbiye ve eğitiminde birinci derecede rol oynaması gereken kimse annedir, yani kadındır. Çocuk, temyiz ve buluğ (ergenlik) çağına kadar, iyiyi kötüden ayırt edemez. Devamlı olarak anne ve babanın veya bunların yerini alacak bir aile büyüğünün gözetim ve terbiyesine muhtaçtır. İşte çocuğun süt devresinden sonra, belli bir yaşa kadar yetiştirilip eğitilmesine "hıdane" adı verilir. Hıdane'de annenin yokluğu halinde, belli bir derecelenmeye göre kadın yakınlardır. O halde İslâm hukukçularına göre temyiz (yedi) yaşına kadar, kız olsun erkek olsun bütün çocukların terbiye ve eğitimleri fıtraten, şefkat ve merhamet yönleriyle erkeklere daha üstün olan kadınlara emanet edilmelidir (Koşum, 2004: 22).

Yüce Allah’ın çocuklara bakmakla yükümlü olan kişilere -kefaleti altında olduğu müddetçe- çocukla ilgili olarak emretmiş olduğu bir takım hükümleri vardır. Bu emirlere muhatap olan çocuk değil, ona bakmakla yükümlü olan şahıstır (İbni Kayyım, 1997: 13).

Çocuğun zorunlu olarak katıldığı ilk çevre aile, özellikle anne, sosyalleşme bağlamında dini değerlerin objektif olarak kazandırılmasında önem taşımaktadır.

72

Çocuğun büyükleriyle arasındaki duyuş, yaşayış, algı, görgü birliğinin ne zaman başladığını kesin sınırlarla çevreleyemeyiz ama her ne olursa olsun duygusal beraberliğin psikolojik fonksiyonlar için taşıdığı değer büyüktür (Konuk, 1994: 100).

Cinsiyete dayalı bazı suçlar bizzat aile müessesesine yönelik yıkıcı tehlikeyi oluşturduğundan üzerine daha fazla dikkat çekmiştir. İslâm’da aile müessesesinin kurulması kadar korunması da himaye edildiğinden Kuran’da konuya belli ölçüde değinilmiş, daha sonra fukahâ tarafından da derinlemesine ele alınmıştır. Ailenin önemi nedeniyledir ki Kuran’daki ahkâmla ilgili ayetlerin büyük bir kısmı sadece bununla ilgili çeşitli konulara hasredilmiştir.

Toplumun çekirdeğini oluşturduğundan, aileyi tehlikeye sokmaya yönelik eylemler topluma zarar vermektedir. İslam ceza hukukunda toplum nizamını bozacak suçlar had cezalarıyla cezalandırılmaktadırlar. Aile müessesesini tehlikeye sokan zina ve namusa iftira suçları amme menfaatine zarar verdiğinden dolayı cezaları had cezası olarak takdir edilmiştir. Fakihler zina konusuna titiz bir şekilde eğilmişlerdir. Buna yol açacak etkenlerin ortadan kaldırılmasına çalışmanın yanı sıra bir taraftan da bu cürümü isleyenlerin cezasını belirlemiştir. Suçu, toplum düzenini bozmaya yönelik olarak değerlendirdiklerinden, fakihler bu konuda iddiayı ileri sürmenin sadece mağdur tarafın değil, o toplumda yasayan ve bu vasıtayla mağdur olacak her kişinin hakkı olarak görmüşlerdir (Hasanov, 2007: 115).

Babanın tam gün çalışıp, annenin evde oturduğu ailelerde roller açıkça çocuğun gözü önüne serilir. Her ikisinin de çalıştığı durumlarda ise roller birbirine yaklaşır. Anne, baba gibi çalışmakta, baba da çocuk bakımı, ev işleri gibi işler yapabilmektedir. Bu nedenle çocuk anne-babasının cinsiyet rolleri hakkında daha az farklılıklar gözlemektedir. Çalışan ve çalışmayan anneler üzerinde yapılan bazı araştırmalarda, çalışan kadınların çalışmayan kadınlara göre kendilerini daha bağımsız, güvenli, egemen ve erkeğe özgü cinsiyet rolü ile ilgili kalıp yargıları benimsemiş olarak algıladıkları saptanmıştır. Ayrıca ailede işbölümü açısından da katı tutumlardan ayrılarak, eşler arasında daha çok eşitlikçi bir yaklaşımla işlerin paylaşılması gözlenmiştir (Baran, 1995: 25).

Cinsellik duygusu Allah’ın yattığı bir fıtrattır (Özbek, 1996: 51). Çocukların cinsellikle ilgili duygularının gelişmesinde, aile içindeki bireylerin konuşmaları,

73

davranışları ve hareketleri önemli yer tutar. Çocuklara, küçük yaşlardan itibaren kapıları çalmadan, "gir" sesini duymadan kapalı kapıları açmamaları gerektiği öğretilmelidir. Bu davranışa gerekçe olarak da; bazen insanların yalnız kalmak is- teyebilecekleri, çıplak veya çamaşırlarını değiştiriyor olabilecekleri, bu esnada birinin görmesinden rahatsız olunacağı gibi açıklamalar yapılmalıdır. Çocuklara kapı çalma alışkanlığı, onların odasına girerken de kapılarının çalınması ile pekiştirilebilir.

Ebeveynlerin birbirine sevecen davranışları, el ele tutuşmaları, muhabbetleri, çocuğun sevgi davranışlarını görerek öğrenmesine yardımcıdır. Ebeveynler çocuklarına, bu tip davranışları, ancak karı kocanın birbirine yapabileceklerini anlatmalıdırlar. Böylece çocuk ailenin sevgi ortamı olduğunu, bir eşe sahip olmanın güzel bir şey olduğunu hissedecektir. Ancak ebeveynlerin bu tip davranışları çocukların yanında, aşırı, uzun süreli ve çocuğu ihmal edici tarzda olmamalıdır. Bu durumda çocuk kıskançlık duyabilir ve rahatsızlık hissedebilir (Taşçı, 2003: 88-90).

Ebeveynler, çocukların yanında giyinip-soyunurken ölçülü olmak zorundadırlar. Herkesin kendine ait vücutlarının özel kısımları olduğu, buraların, çocukları da olsa başkalarının yanında açılmayacağı bilinci oluşturulmalıdır. Özellikle ergenlik çağındaki erkek çocuklarının yanında, şeffaf geceliği ile kahvaltı hazırlayan anne, çocuğunu rahatsız ettiğini bilmelidir. Çocuklar ebeveynlerinin cinsel yönünü görmek istemezler. Ergenlik çağındaki kızların da anneleri gibi, babalarının ve abileri- nin yanında kıyafetlerinde ölçülü olmaları gerekir.

Küçük çocukların birlikte yatmasında sakınca yoktur. Ancak yine de çocukların kendilerine ait yataklarının olması uygun olur. Büyük çocukların ise aynı yatakta yatmaması gerekir. Özellikle ergenlik çağındaki çocuklar, küçük kardeşleri ile birlikte yatırılmamalıdır. Çocuklar ebeveynlerinin yatağında yatmayı çok severler. Hem onların sevgisi hem de anne-babanın beraber yatmasına duyulan kıskançlık, ebeveynin yataklarını cazipleştirir. Çocuk korktuğu durumlarda, sıkıntılı hallerinde, sabah uyanınca geçici olarak yatağa alınsa da, bunu alışkanlık edinmemelidir (Taşçı, 2003: 88-90).

Babalar çocuğun bakımına az katılmasına rağmen oyunlarına anneden daha fazla katılırlar. Babaların oyun şekilleri, annelerinkine oranla oldukça farklıdır. Çocuğun bakımının her iki ebeveyn tarafından paylaşıldığı zaman, çocukların

74

kafasında daha dengeli ve gerçekçi anne baba imajları oluşur (Bilgin vd., 2005: 137). Eğiten, dominant ve çocuk bakımına aktif katılan babalar, büyük olasılıkla erkeksi oğullar ve kadınsı kızlar yetiştirirler. Baba yokluğunda, erkek çocukların daha düşük erkeklik puanlarına sahip oldukları ve babasız evlerde büyüyen erkeklerin yetişkin yaşamlarında daha az başarılı seksüel uyum gösterdikleri saptanmıştır. Genel olarak, erken dönemde baba yoksunluğunun, erkeklerin psikoseksüel gelişimi üzerine derin etkileri olmaktadır (Bilgin vd., 2005: 137).

Çocukluk dönemi en uzun süren canlı yine insandır. Kendi türüne ait davranışları gösterecek yaşa gelinceye kadar (0-12 yaş) büyük bir ihtimama muhtaçtır. Bu dönem tamamen eğitimle geçer. İnsan için eğitim hayat boyu sürer. Yani beşikten mezara kadar. (0-12) yaş döneminin ise insan hayatında başlı başına ayrı bir özelliği vardır. Diyebiliriz ki, insan ancak eğitimle insan olur. İşte bu eğitimin birinci derecede verildiği yer ailedir (Özbek, 1996: 49).

Genel olarak aile şu hizmetleri yerine getirir:

a) Çocukların fizyolojik (yeme, içme, barınma ve giyinme) ihtiyaçlarını karşılar.

b) Manevi (sevgi, güven) ihtiyaçları karşılar. c) Şahsiyetlerin oluşmasına hizmet eder.

d) Ailedeki yetişkin kimselerin psikolojik ihtiyaçlarını karşılar.

e) Vatan, millet, kardeşlik, dayanışma, karşılıklı saygı, fedakârlık ve sevgi duygularının en mükemmel şekliyle işlendiği yer aile ocağıdır. Bu sebepten sık sık ev değiştiren ailelerin çocuklarının kararsız ve sebatsız oldukları müşahede edilmiştir.

Ailenin önemini kavramak için, bu ortamdan yoksun olan çocukların karşılaştıkları problemleri göz önüne getirmek yeterlidir.

Bunları şu başlıklar altında sıralayabiliriz: a) Üvey anne ya da baba problemi

b) Çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları c) Yetim çocuk

75

d) Evden kaçan çocuklar e) Çocuk suçluluğu

f) Kötü alışkanlık ve çocuk (Özbek, 1996: 50).