• Sonuç bulunamadı

K N C BÖLÜM

A. Dönemin Düşünsel ve Sosyo-ekonomik Yapısı

1. Ahlak ve Zihniyet Telakkilerindeki Dönii ürn

Etik (ethics), moral, erdem (virtue), fazilet ve benzeri hangi kavram ba lamında ortaya konulmu olursa olsun, ilk ça lardan beri “iyi”, “iyi”nin ne oldu u,

“kötii" olanla farkı, bu aynmı yapmamn yollan ve biitiin bunlann inan? ile ili kisini 9a n tıran “ahlak”a çall mamızda bu 9a n lmlar e li inde yer verilmi tir. Bir ba ka deyi le, gerek ahsT gerekse toplumsal ve siyasi planda bu derece önemi haiz bir konu, insanhk tarihT boyunca kendisiyle ilgili olarak ortaya konulan teori ve sistematik dii iincelerin klasikle en tasnif ve izahlanyla mota mot de il, konumuzu ilgilendirdi i 6l9ek ve tarzda ele alınmı tır. Dolayısıyla 1- nan? tarzlannın ne 9e it toplumsal ahlak sistemlerini ve onlann da hangi zihniyet bi^mlerini giidiiledi i, 2- Mevcut tarihsel sistem kategorisinin, farkh bir tarihsel sistem kategorisine dönii mesiyle meydana gelen toplumsal de i menin, inan? ve ahlak bi^mlerinin arasim nasıl ayn tırdı 1, 3- Bu ayn mamn ne tiir sosyo-ekonomik davram kahplan ve modellerine yol a9tı 1; ahlak, iktisat ve bunlarla ilgili ortaya konulan teorilere de bakı a9ımızı tayin eder.

Gerek u ana kadar yaptı lmız tespitlere gerekse ara tırmamn “kavramsal 9er9evesi”nde i lenen “ahlak”, “ethics” aynmının gerek9elerine dayanarak, Smith’in

“Ahlak! Duygular Kurami"nda ortaya koydu u ahlak görii lerinin, modernist dönii urn 9er?evesinde XVIII. yy. Batı toplumsal hayatına damgasim vuran sekiiler ahlakın bir izdii iimii oldu u söylenebilir. Bu ahlak tarzimn ya da kuramlannın dim ahlaktan en temel ve ayincı farklanm u etapta ortaya koymak; Smith’in ahlak anlayı ina apriori bir 1 lk tutmak yamnda Sokrates’ten beri -bazı istisnalar dı inda- men ei ne olursa olsun lâdinT olarak temellendirilen “ahlak felsefeleri”ne de referans te kil etmesi a9isından önemlidir. Ger?ekten de birbirleriyle 9atı an fayda ve mahzurlanna ra men Eski

Bierstedt, Robert, “18. Yüzyılda Sosyolojik Düşünce”, çev. Uygur Kocabaşoğlu, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihî (içinde), ed. R. Nisbet, T. Bottomore, çev. Mete Tunçay, A. Uğur, Ayraç Yay., Ankara, 1997, s. 18.

107

Yunan’dan bu yana Batı düşüncesinde, Epikür’de “zevk”i, Bentham, Stuart Mill ve Spencer’de “fayda”yı, Smith’de “cazibe”yi (sympathie), Rousseau ve Jacobi’de

“hissiyat”ı, Faurrier’de “ihtiras”ı, Kant’ta “kanun” veya “salt görev duygusu”nu, Duffendorf’da “Allah korkusu”nu, spritüalist Hıristiyan felsefesinde “düzen”i esas alan pek çok ahlak sistemi oluşmuştur. Tıpkı Batı toplum düşüncesinin tarihî arka planını besleyen kaynaklarda olduğu gibi ahlak düşüncesinin de genel kriterleri bu klasik sistemlerin etkisinden bağımsız sayılamaz. Üstelik aralarındaki bütün çelişki ve karşıtlıklara rağmen rasyonel Batı ahlakının ve laisizmin; Rönesanstan sonra, Kilise’nin akıl ve vicdanlar üzerinde egemen olma isteğine karşı bir tepki olarak geliştiği çıkarımında bulunulabilir.232 Katolik Kilisesi “siyasi erk” ve “toplumsal düzen” adına ortaya koyduğu bütün kural ve dogmalarıyla kendisini din ile özdeşleştirdiği içindir ki, görünürde, dinin toplumsal ve siyasi alandaki kurumsallaşma süreci ve dinamiklerinden elini çekmesini isteyen ahlakî ve iktisadî bütün kuramlar aslında Kilise’nin kendi nüfuz ve tahakkümünü sergileyen tutumuna karşı gelişmiştir. Bundan dolayı Smith’in görüşleri de dahil olmak üzere eleştirel olarak geliştirilen çeşitli teorilerde tek Tanrılı dinlerin “insan”, “toplum”, ve “ahlak” telakkilerine uygun pek çok fikre rastlamak mümkün olmaktadır. Aynı konuda; insanda –burada filozof veya düşünür- fıtraten varolan temyiz kuvvesi (ki böyle bir kuvvenin varlığı zaten Shaftesbury -Hutcheson-Smith ekolünün ahlak görüşünün temel dayanaklarındandır) ve kültürler/medeniyetler arası etkileşimin katkısıyla ilgili diğer iki ihtimali göz ardı etmeksizin dinî ahlak ile seküler ahlak anlayışı arasındaki temel farklara dönebiliriz.

Dinî ahlak ya da teknik açılımı ile din ile temellenen ahlak teorilerinin asli karakteri, Tanrı’nın varlığı ile vahiy gerçeğinden hareket etmeleridir. Bu cümleden olarak özellikle de Katolik ahlak teolojisinin, tüm bağlayıcı eylem normlarını Tanrı’nın iradesinden türeten ilahî (Tanrısal) bir etiği savunduğu söylenebilir:

“Dinde temellendirilmiş bir etikteki ‘yapmalısın’ ya da ‘yapmamalısın’

biçimindeki ahlakî gereklilik buyruğunda, sonuçta Tanrı, insana hitap etmektedir. Ahlakî sorumluluk Tanrı’ya yanıt vermek demektir. Tanrı hem

Özbilgen, Erol, “ thai Malı Kavramlar ve De i en De er Yargılan", Dergâh, C. II., Sayı: 18, A ustos, 1991, s. 15.

Protest etki Kalvin ve Luther’in fikirleri çerçevesinde reformist mezheplerin görii lerinde incelendi i için burada daha çok protest tutumun kendisine kar l ortaya kondu u Katolikli i ele almaktayız.

kutsal hem de iyi olan demektir. Ahlakî iyi, kutsal olanda köklenir, ahlakîlik ise dinde.”233

XVII. yy’ın ikinci yarısına gelindiğinde ise Kuzey ve Batı Avrupa’nın hem Katolik hem de Protestan ülkelerinde ahlakî ve iktisadî düşünce ileri ölçüde bir

“sekülerleşme”ye –veya Fransızcada onun eşdeğeri gibi gözüken “laikleşme”ye– maruz kalmıştı. Bu süreç on sekizinci yüzyılda daha da ileri gidecektir. Bu terimler ahlak ve iktisat düşüncesinde ağırlığın nasslardan, vahiyden ve uhrevilikten akla, duyguya ve dünyevî refah mülahazalarına kaymasını temsil ediyordu.234 Bir kez daha vurgulamak gerekirse laikleşmekten maksat dünyevîleşmek, dinî metin ve otoriteleri referans kaynağı olmaktan çıkarmak, bütün dikkati insanın bu dünyadaki faydasına yöneltmek, maddi verimliliği (üretkenliği) her şeyin ölçüsü kabul etmektir.235 Yine Vinner’e göre ahlak ve iktisat düşüncesinin “sekülerleşme” veya “laikleşme”sinin bazı ülkelerde kilise dışındaki insanlardan çok din adamları arasında görülmesi Batı düşüncesindeki, dinin Katolik Kilisesi (hatta bu durum Protestan ülkelere de teşmil edilebilir) nezdindeki temsiline içten bir tepki olarak yorumlanabilir. Din adamları çoğu zaman Katolik Kilisesinde doğal ilahiyat, ahlakî ilahiyat ve hukuk adına, Protestan ülkelerde ise doğal ilahiyat, ahlakî ilahiyat ve ahlak felsefesi adına “laikleştirilmiş” bir ahlakın önde gelen müfessirleriydiler.236 Artık Aristo’nun hiyerarşik Kâinatı, yerini, Newton’un “dünya makinesi”ne bırakmıştır. Kökten zihniyet farklılaşmasına sebebiyet veren bu değişim, insanın tabiat ile uyum içinde yaşamasına son verip, onu tabiata hâkim olmaya yönlendiriyordu. On sekizinci yüzyılda akıl ve tabiat, ilahî bir aklın tezahürleri olarak anlaşıldıkları sürece vazıh olarak sahip oldukları ahlakî değer dolayısıyla Tanrının varlığını ispat için yeterli idilerse de nasıl yaşanacağını göstermediklerinden dolayı doğal bilimden bir ahlak çıkarılamazdı. Diğer taraftan filozoflar tabiat biliminde de erdem veya bir hayat kodu aramak zorundaydılar. Bu arayış, sonuçta, değerini ve meşruiyetini bizzat kendinden ve toplumu dönüştürme amacından alan kendi dışında ise herhangi bir dinî referans kaynağına ihtiyaç duymayan doğal inanç/ahlak felsefesine yol

Krautwig, N., Sittlichkeit, Handbuch Theologischer Grundbegriffe, H. Fries, C.4, Miinih, 1970, s.

108.’den nakleden Annemarie Pieper, Etiğe Giri§, çev. Veysel Atayman, Göniil Sezer, stanbul:

Aynntı Yay., 1999, s. 111.

Vinner, Jacob, The Role of Providence in The Social Order, Princeton: Princeton University Press, 1972, s. 55.

Özel, Mustafa, “ ktisadî Dii iincenin Laikle mesi”, İktisat Risaleleri (i?inde), der. Mustafa Özel, stanbul: z Yay., 1997, s. 9.

Geni bilgi igin Bkz. Vinner, a.g.e., s. 55.

109

açacaktır. XVIII. yy’ın bilim anlayı mi da yansıtan bu yeni görii e göre bütün u ra llann en erdemlisi, akıl vasıtasıyla önyargı ve hurafeleri yıkacak ve nesnel bilimsel ilkeler üzerine seküler bir toplum kuracak olan bir insan bilimi yaratmaktır. Hem do al dinin hem de do al ahlak felsefesinin genel hatlannı özetlemeye çall tı lmız bu cümlelerdeki fikirler, Smith’in eserlerinde kısmen teyit edilse de özellikle dim görii lerini sergiledi i Ahlakî Duygular Kuramf nda, “deistik” yamnda teistik anlayı la da örtii en görii lerle kar lla abilmekteyiz.

Aydınlanma ile; bilim ve bilimsel ara tırmamn ve aklT olmayan her eyin -özellikle de dinin aleyhine- yükseli e geçmesiyle ve e -zamanh olarak “ticaret toplumunun zuhuruyla birlikte, klasik ça in, do al dünyada bir amachhk, plan, düzen ve de er bulundu unu öne siiren dim otorite destekli geleneksel teleolojik anlayı i"237

sarsılmı tır. Söz konusu sarsıntimn, Fransız, ngiliz ve Alman aydınlanmalannda birbirinden farkh özellikler arz etmesi de konumuz acisından önemi haiz bir bulgudur.

Mesela Fransız Aydınlanması söz konusu oldu unda Aydınlanma felsefesinin din kar lth indan söz etmek daha kolayken, Alman ve ngiliz aydınlanmalan için acik bir din kar lth 1 vurgusu yapmak zorla maktadır.238 Aym konuda zikredilmesi gereken bir di er nokta da Aydınlanma filozoflarının dine kar 1 tutumlannın, milliyetlerine ilaveten farkh zaman dilimlerinde, farkh özellikler göstermesidir. XVIII. yy’ın birinci yansında Aydınlanma felsefecilerinin 90 unlu u “deist Tann inanci"m payla mı lar ve do a bilimlerinin kavramlannı kullanmı lardır.*

Cevizci, Ahmet, Etiğe Giri§, stanbul: Paradigma Yay., 2002, s. 95.

Altun, Fahrettin, Modernle§me Kuramı: Ele§tirel Bir Giri§, stanbul: Yöneli Yay., 2002, s. 92. Bu konuyla ilgili daha aynntıli bir tarti ma için bkz., Cassirer, E., The Philosopy of the Enlightenment, Beacon, Boston: Pr., 1955, ss. 134-136.

Eserlerini ikinci yansında vermi olmasına ra men entelektiiel kimli inin muhtevası ve dönem itibariyle Smith’i yiizyihn birinci yansına ait olan dii iiniirler arasında zikredebiliriz. Reform hareketlerinden bu tarihe kadar geçen siire içinde Hıristiyanli in yanli yorumlandi lyla ilgili kanaatler peki erek ve yaygınla arak su yiiziine cikmi ; kilisenin tasvir etti i “ilahî diizenlilik” görii ii simrsız kaos olarak göriinmeye ba lami tır. “ lahî diizenlili in de i mezli i” itikadı, bu kez Tann'mn yiice mevkiini belirtmek, bilgiyi sorgusuz sualsiz “ezeli"ye ba lamak yerine, “zaman”dan -ve

“ezeli"den- ayırmak suretiyle i e yarami ; bilim yanlızca diizenlili i arar ve hedefler olmu tur.

Bunun teolojik plandaki kar ill 1, Hıristiyanî “teoloji kurma” gelene inden inhiraf eden, diinyadan el çektirilmi bir Tann idrakiyle ba lantih yeni bir teolojik-ideolojik tutumdur. Newton’un fizikte, fizyokratlann iktisattaki hipotezlerine temel te kil eden ilahî diizenlilik görii ii, teologlardan sâdır olmamasına ra men, Kilise hilâfına göziikmemesi ilk baki ta ilginçtir. Fakat bu durumun, yukandaki aciklamalar 1 1 inda u ekilde telif edilebilir: Batı epistemolojik, teolojik/ahlakî hatta iktisadî zihniyetinin olu umunda, Descartes’ın, Newton’un ve Fizyokratlann görmii oldu u genel kabuliin arka plamnda, Kilise’nin kurumsal planda, dii iincenin temyiz makamı olma kudretini yitirmesi yatmaktadır. Geni bilgi için bkz. Berat Demirci, “Mekanistik ktisadî Zihniyetin Ele tirisi”, Kutadgubilig, Sayı: 6, 2004, ss. 176-183.

Yüzyılm ikinci yansına gelindi inde filozoflann önde gelenleri, ateist bir yaklaimı benimsemi ve “faydacihk"in esaslan uyannca hareket etmeye ba lamı lardır.239 Bütün bunlardan Adam Smith’in dim ve ahlak! görii leri adına pek 90k cikanmda bulunulabilirse de, u anda i lemekte oldu umuz, devrin du iince yapısimn ve ngiliz aydınlanmasimn genel karakteristikleri do rultusunda ana hatlanyla unlan söyleyebiliriz: XVIII. yy’da ve sonlannda halen bireysel mutluluk ile toplumun iyili ini uzla tırma çabası içinde olan “ahlak duygusu 6 retisi”nin ngiliz savunuculan, insanda, ahlakT de erleri ve ahlakT ayınmlan -hem Tann’nın iradesinden hem de devletin yasasından- ba lmsız olarak algılama imkam veren bir “ahlak duygusu”

oldu unu öne sürmu lerdir.240 Bu durum her eyden önce, gee XVIII. yy’da, dim versiyonu yerine bireysel planda da olsa ikame edilmek istenen -otonom- bir ahlak anlayı mm varh inı gösterir. Bu istek, aym zamanda “ahlak”ın; “toplumsal yapi"mn sosyolojik coziimlemelerine denk du ecek biçimde etiit edilmekte oldu unun ve toplumun dikkati ile toplumsal istikrann hizmetine sunulmaya de er bulundu unun göstergesidir.

Fakat, on sekizinci yüzyılda ahlak ile ilgili birey odakh du tinsel çabalara ra men, babası kısmen Protestanhk, kısmen kapitalizm olan “bireycilik” sonucunda geleneksel toplumsal hayat formlarının par9alamp da llması, toplumsal hayatın ger9ekli ini, “geleneksel vokabuler”de i9erilen normlardan o denli koparttı ki, “ödev”

ile “mutluluk” arasındaki turn ba lar giderek çöziiliip atıldı. Bunun sonucu, “moral terimler”in yeniden tammlanmasıydı. “Mutluluk” artık, toplumsal bir hayat formunu yöneten kriterler 1 1 inda anla llan ve ula llan doyumlar 9er9evesinde de il, “birey psikolojisi” 9er?evesinde tammlanacaktır. Böyle bir psikoloji ise, henüz mevcut olmadı 1 i?in icât edilmek durumundadır. On sekizinci yüzyılm her moral filozofunda bulunan i tihalar, tutkular, e ilimler, ilkeler aygıtimn bütünü i te buradan cikar.241

Tarn bu noktada Smith; do umuna sebep oldu u iktisat disiplininde sahip oldu u bütün övgii yüklü de erlendirmeler ve öhretinin öncesinde, XVIII. yy’ın,

“sosyal du unür"un ahlak ve siyaset bilimcisi ile örtii tu u, din adamlannın filozoflarla, dim normlann ise otonom ahlak prensipleriyle yer de i tirmesinin gündemde ve revaçta

Altun, Fahrettin, a.g.e., 19 numaralı dipnot.

Cevizci, Ahmet, Etiğe Giri§, s. 127.

Maclantyre, Alasdair, Ethik'in Kısa Tarihî, stanbul: Paradigma Yay., 2001, ss. 189- 190.

I l l

oldu u ahlakî/epistemolojik dönii umiin ger?ek bir prototipi olarak kar lmıza 9ikar.

“Ahlald Duygular Teorisf nde “ahlak”, -Fransa’mn, toplumu; din, siyasT otorite ve birey kar lsına 9ikaran versiyonunun tersine- Aydınlanma’mn, ngiltere’ye yansıdı 1 individualist perspektif do rultusunda psi ik mekanizmalar ve sensualist çöziimlemeler e li inde birey ve ili kileri nezdinde incelenerek yüceltilmektedir. Böylece “ahlak”a XVIII. yy’ın ikinci yansında sosyal ili kiler ba lamında ve metafizik bir itinayla ba unsız bir eser kapsamında belki de son defa verilen imtiyaz, bir yandan da paradoksal biçimde* onu hayatın di er alanlanndan, özellikle vahiy ile ba lantısındaki dinden ayn tırmı t ı r " Smith’in bu yakla uni, pek 90k öncülünün ve 9a da mm entelektüel gayretleriyle birlikte Hıristiyanh in kabulünden beri Batı toplumsal hayatını düzenleyen din-ahlak ili kisinin ve bu ili kinin yön verdi i toplumsal zihniyetin

Bu paradoks tıpkı burjuvazinin ve kapitalizmin Kilise’ye ve onun temel dayana 1 olan dine kar it olarak ortaya çıkmasına ra men dinin, -özellikle Protestanli in- kapitalizm ile onun hem “içeride”

me ruiyet kazanmasimn etkileyici manevî giicti olması, hem de di indaki diinyanın sömtirgele tirilmesini kolayla tırması arasındaki paradoksal ili kiye benzer. Kapitalizmin dayandinldi 1 ahlakî zihniyeti sahiplenmek amacıyla giinümüzde Katolik çevrelerin Protestanlarla girdikleri yan a bakıldi inda, kapitalizme sa lanmak istenen dinî me ruiyet daha net anla llabilir.

Oysa kapitalizmin temelini, özellikle XVIII. yy’dan itibaren “kapitalist sürecin” i leyi ine ve sonuçlanna dayanarak, Weber’in tezine ra men Protestan ahlakı ile ili kilendirmeyi reddedenlerin ciki noktalan, böyle bir sistemin ancak lâdini bir ahlakî temelle ivme kazanabilece i görii linden ya da bir yandan sistemin olumsuzluklanm Protestanli in sa layaca 1 me ruiyetle bertaraf etme di er yandan ayincı vasıflan “rasyonalite” ve “geli mi lik” olan kapitalizmin sadece Protestan iilkelerde ortaya çıkabilece ini dayatma iste inden kaynaklanmaktadır: “Weber’in Protestan ahlakına yamamak istedi i rasyonalite, irrasyonalitenin ta kendisi de il mi? nsam e yala tıran, insan haysiyetini sıfıra indiren bu ahlak, kapitalizmin cinayetleri ve adilikleri iizerine örtiilen bir al.” (Bkz. Meriç, Cemil, Bu (like, stanbul: leti im Yay., 24.b., 2004, ss. 185-186.) Yine Calvin’in “Akıldan ne kadar uzakla lhrsa insan 0 kadar insan 0 kadar mutlu olur.” söylemini örnek veren Meric'e göre, bu ahlakın akh ve ilmi ön plana aldi 1 da do ru de ildir. (Bkz. Meriç, Cemil, Sosyoloji Notlan ve Konferanslar,

stanbul: leti im Yay., 2.b., 1993, s. 346.) laveten Kalvin’ci ilahiyat insanın kaderini de i tiremeyece ini inanmasıyla da dogmatik ve irrasyoneldir. (Meriç, Cemil, Umrandan Uygarliga,

stanbul: Ötüken Yay., 1977, s. 21.) Nitekim bu hususun; XVIII. yy’da özerk iktisat biliminin ve kapitalist teorinin önciisii olarak Smith’in; bu disiplini, yine özerk olarak ihdas etti i ahlak anlayi ina dayandırdi 1 yolundaki görii lerle destek buldu u söylenebilir.

Bir kez daha vurgulamak gerekirse özellikle XVIII. yy’ın ikinci yansında bundan böyle toplumsal hayatın bütiin alanlarına damgasim vuracak olan bu kopu ; kökii çok gerilere giden bir dizi toplumsal de i im dinami inin Bati'daki do al siirecinin bir sonucudur. Bu siireçte, can vahiy-insan ili kisine kar 1 temel itiraz; ontolojik, psikolojik ve teolojik açılardan de il, Kilise’nin temsil etti i dinî anlayi in epistemolojik ve toplumsal uygulamalanndan kaynaklanmi tır. Gerek ahlakî bilimlerin gerekse ahlakî öznenin vahiyden kopu siirecinin epistemolojik acidan tahlili konusunda u ciimlelere ba vurabiliriz: “Aydınlanma dii uniirlerinin skolastizmi reddedi lerindeki protest tavırlanmn temelinde, dinî ve metafiziki dogmalann baskısıyla, e yamn gerçekli inin karanlıkta bırakıldi 1 iddiası yatmakta idi. Gerçekli i ke fetmek ideali, XVIII. yy bitti inde akidele erek ‘insan hakikati sadece ke fetmez, bizzat yaratır’a dönii tir. Bizzat yaratmak, ahlakî bilimlerin ‘do a ve tarih-di 1' bir zemine kaydinlmasına imkân verir. ‘Hakikatin bizzat yaratılmasi' eylemi, ara tırma nesnesinin de zihnî bir çerçevede ‘yeniden yaratılmasi' demektir. ‘Olgu’ ve ‘anlam’ ile insan arasındaki ba in, bizzat -yeniden- yaratmak suretiyle kopanlması, gerçek varlıklar diinyasında müdahale edilemez, denetlenemez, yalanlanamaz ve do rulanamaz kapah ve sistematik bir bilgi tiiriinün hakimiyet kurması demektir.” Bkz. Berat Demirci, a.g.m., s. 180.

kınlmasına sebep olmu tur. Kinlmanın; iktisadın teori ve pratikte öne çıkmasıyla kopu noktasına geldi i safhada kar lmıza bu defa tek ba ina çıkan isim “Uluslann Zenginligf ile Adam Smith’dir.* Smith’in “epistemolojik niyetinin; ‘do aüstu'nün

‘do al’la, dinin bilimle, Tannsal buyru un do a yasasıyla yer de i tirdi i”242 zamanimn anlayı ina kısmen ve gönülsüz de olsa uymaktan ba ka bir amacı olmadı 1 söylenebilir:

Eserinde ortaya koydu u ekonomik prensip, kuram ve tekliflerin; serbest bir rekabet piyasasında ahlak ve inane dahil her eyin serbestle ece i “kapitalist bir dünya sistemi”ne yol açaca mi belki kendisi de öngörmemi tir.

Gerçekten de geli imini XVIII. yy sonlannda tamamlayarak dünyada yeni bir dönem açacak olan Batı modernist tecriibesi ngiltere’de; ekonomik, siyasT, felsefî ve teknolojik di er ko ullara Smith’in görii lerinin de katkı ve tesiriyle, o zamana dek hukuki/siyasi kodlamalann ve toplumsal hayat pratiklerinin güdülendi i dini/ahlakT altyapimn; yerini, bireysel “yarar”ın temini, haz ve cikarlann tatmini adına, maddi refah ve rekabeti biricik gaye edinen hüviyetiyle özerk bir disiplin ve faaliyetler bütünü olarak

“ekonomi”ye terk etmesine yol açmı tır.** Bundan böyle, Aydınlanma’mn ahlak

Hattâ Smith’in, ekonomik sistemini me rula tırmada insan tabiatıyla ilgili tespit ve tekliflerini -masum olarak de erlendirebilece imiz bir çerçevede- ortaya koyu tarzı, ardından gelen yiizyıllar boyunca hakim ekonomik sistemlerin elinde kendi özel amaç ve hedeflerini me rula tırmak yolunda kullanılmi tır. Daha yetmi li yıllarda çok saygın bir piyasa ara tırmasimn tiiketici halk arasındaki genel bir rahatsızh 1 izahı; hem bu görii iimiizii hem de kapitalizmin global slamî coziimlerle reforme edilebilirli i ile ilgili genel kanaatimizi destekler mahiyettedir: “Birçok yılı kapsayan bir dönem boyunca psikolojik ve tutumsal incelemeler yapmak suretiyle, insanlann kendi eylemleri ve daha da önemlisi iilkeleri tarafından kendi adlanna yapılanlar için ahlakî (moral) hakhla tırmalar bulma ihtiyaçlan ile siirekli etkilenegeldik. Ve son birkaç yihn hadiseleri... kurumlanmızın almakta oldu u ahlakî yönler hakkında miithi bir rahatsızhk yaratti". Bkz. Daniel Yankelovich, “Business in The 70’s: The Decade of Crisis”, Michigan Business Review, XXIV, November, 1972, s. 27 vd. Hattâ özellikle "iiciincii diinya”ya yönelik olan ekonomik geli me modellerinin de belli bir “insan modeline” dayandi 1 söylenebilir. Ciinkii “teknoloji transferleri atihmlan ve salt ekonomik geli me modelleri bile gerçekle ebilirlik beklentilerini bazı temel insan faktörlerine dayandırmak durumundadır. Bu faktörler de insanın nasıl i gördii tine; güdiilenmelerinin, ili kilerinin nasıl oldu una dair varsayımlara, yani varsayılan genel bir ‘insan modeli’ne dayamr. Böyle bir modelin orijini ise, Batı ya antılanndan kaynaklanan psikolojik kuramlardır. nsamn davram sal kalıplannda Batı modeline do ru tek yönlii de i iklik beklentileri de uygulamalann dayandinldi 1 insan modelini peki tirir. oyle ki, ya herkesin Batı için geçerli insan modeline uydu u varsayılmakta, ya da farkh olanlann, eko nomik geli me ile Bati'dakine benzeyece i beklenmektedir. Bkz. Çi dem Ka itçıba 1, insan Aile Külttir, 3.b., stanbul: Rernzi Kitapevi, 1996.

Bottomore, Nisbet, Sosyolojik Qozümlemenin Tarihî, ed. R. Nisbet, T. Bottomore, çev. Mete Tunçay, A. U ur, Ankara: Ayraç Yay., 1997, s. 19.

Bu radikal-sekiiler dönii iimii fizyokratlar ve klasik iktisatgilar nezdinde oyle ortaya koyabiliriz:

Fizyokratlar ile ku ak ve zaman itibariyle igige gegen klasik iktisatcilar, do al diizenin varli lm kabulde onlarla hemfikir iken bu diizenin men ei konusunda yani diizeni Tann'ya de il “kar arzusu”,

“biriktirme giidiisii", “rekabet e ilimi”, i böliimii iggiidiisii" gibi ruhi e ilimlere dayandırmakla onlardan aynhrlar.

113

6 retisi, Fransız Aydınlanması’nda, 9ıkardan mahrum kahndı 1 zaman, gu9ten du en dinin yerine ikame edilmek üzere topluma yeni bir katlanma gücü sa lamak ve buna entelektüel bir temel bulmak için harcanan umutsuz ?abalara kanıt olu turmak;243 ngiliz aydınlanmasında ise, ahlakT öznede bireysel ilgiler ile toplumsal ilginin, bencillik ile di ergamh in fıtri uyumundan; toplumun iyili ine yönelik eyleme ve bireysel tatmine yükselmenin yollanm göstermekle244 makes bulacaktır.

Kapitalizm, endüstriyalizm, kentlilik, demokrasi, ussalhk, bürokrasi, uzmanla ma, farkhla ma, bilimsel bilgi, teknoloji, ulus devlet v.b. unsurlar modernli in temel parametreleri olarak kabul edildi inde bunlar do rultusunda modernli in temel zihniyeti konunun bütün uzmanlanna göre; “Avrupah olmak”, “bireyin do u u”,

“Tann’mn ölümu", “normatif olan her eye ba kaldin” ve sonutfa dim dünya tasanmlannın yerini dünyevT bir kültüriin almasıdır. Bu uzmanlardan biri olan Habermas’a göre; bilim, ahlak ve sanat alanlannın XVIII.yy’da birbirinden aynlmasını;

devlet ile toplumun, akılcı do al hukuk ile siyasal ekonominin ve en genel ifadesi ile

“bilme” ile “inanma”mn birbirinden aynlması izlemi tir. Bu durum, entelektüel alana (bilimsel ara tırmalar, teoriler, edebT eserler), toplumsal kurumlara ve gündelik hayat nezdinde sosyal realiteye, gelene in normalle tirici fonksiyonlanna ba kaldin ve normatif olan her eye isyan eklinde yansımı tır. Bu ba kaldin, geleneksel ahlakîlik ve yararhhk standartlanm etkisiz hale getirmenin bir yoludur. 245

Geleneksel Hıristiyanhk ça 1 ile diyalektik felsefe arasında, geli meye günümüzde de devam eden, büyük bireyci gelenekler ortaya 9ikmı tır. Bu gelenekler bütün birey-üstü Tann, cemaat, bütünlük ve varhk kavramlanndan vazge9erler. Onlar bunu yaparken, bireysel bilincin iki eklini, “olgu bilgisi”yle “de er yargısi"m birbirinden tümüyle ayırdılar. Bilim XVII. yy’da “ahlaken yansız” hale gelmi ti ve Aydınlanmamn problemi de er-yargılan i?in ba ka bir nesnel temel bulmaktı. Bireyci perspektif sadece, 119 mümkün cevaba izin vermekteydi:*

Horkheimer, M.; Adorno, T, Aydınlanmamn Diyalektiği, çev. O. Öziigiil, C.l, stanbul, 1995, s. 103.

Cevizci, a.g.e., s. 127.

Geni bilgi için bkz. Habermas, Jiirgen, “Modernlik: Tamamlanmami Bir Proje”, çev. G. Nali , Postmodernizm (içinde), ed. N. Zeka, stanbul: Kıyı Yay., 1990.

Teolojik agidan Fransız aydınlanmasıyla ngiliz aydınlanması arasındaki etik temellendirme farkını da ortaya koyan bu paragraf, toplumsal gelenek ve sosyal mirasın, toplumlararası farklılıklara sebebiyet verdi i ile ilgili önceki paragraftaki kanaatimizi teyit eder mahiyettedir.