• Sonuç bulunamadı

İsmet Çetin

ÖZET

Toplumların üst kurumu olan devlet, devlet yönetiminin merkezinde olan iktidar ve elindeki iktidar gücü ile yönetilen kesim birbirleriyle iç içe bütünlük arz ederler. Devlet yönetimindeki başarı veya zaaf yönetimin sarsılmasında ne kadar etkin ise toplum üzerinde de en az o kadar etkilidir. Zira bunalımlar toplumun, özellikle toplum ileri gelenlerinde psikolojik yıkıma yol açar. Osmanlı Devleti’nin 19. Yüzyılda yaşadıkları, savaşlar, toprak kayıpları, merkezî otoritenin zayıflama- sı, toplumsal dinamiklerin de zayıflamasına sebep olur. Merkezî otoritece alınan tedbirlerin toplum hayatında ani değişikliklere yol açması, farklı kesimlerde farklı tepkilerle karşılık bulur.

II. Abdulhamid dönemi politikaları, uygulamalar, farklı kesimlerde farklı tep- kilere yol açmıştır. İstanbul merkezde bulunan ve genellikle Batı ile fikrî münasebeti olan kesim, bu dönemi Batı tarzı bir idarî sistem arzusuyla değerlendirirken İstan- bul dışında bulunan kesim yapılan yenilikler itibariyle bir değerlendirme yaparlar. Dolayısıyla iki farklı Abdulhamid değerlendirmesi ve portresi çıkar.

Anahtar kelimeler: II. Abdulhamid, Abdurrahim Fahimi, Fazlullah Moral, Tev-

fik Fikret

Türkiye’nin Avrupa ve Avrupaî olana eğilimi, Batı medeniyeti daire- sine girme isteği 17. yüzyıldan itibaren hem otorite hem aydın kesimde kabul görmüştür. Özellikle 19. yüzyılda Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla Batı’ya yaklaşan Osmanlı Devleti’nin merkezî idaresinin çabalarını yeterli görmeyen ve yeni politikalara ihtiyaç olduğunu savunan Jön Türkler ha- reketi adâlet, özgürlük ve millet düşünceleri çevresinde Osmanlı Devle- ti’ni bir Avrupa devleti olmasını arzu ediyordu. Muhbir ve İbret gazetele- rinde yönetimi tenkit eden yazılar, Ali Suavi, Namık Kemal, Ebuziya Tev- fik’in politik yazıları âdeta I. Meşrutiyet’in ilanını sağlar. Yarı monarşi sa-

yılabilecek bir idarî tarza geçilir ve Meclis-i Mebusan teşkil olunur, Ka- nun-i Esasî kabul edilir. Ancak ne Meclis-i Mebusân üyeleri, ne de Kanunî Esasî’yi isteyenler de Kanun-ı Esasî’yi bilmemektedirler. II. Abdülha- mid’in; ‚Mithat Paşa, öteden beri meşrutiyet taraftarı idi. Lâkin ismini ve bazı kitaplarda medhini işitmekle hâsıl olmuş bir taraftardı. Hiçbir devle- tin Kanun-ı Esâsisi’ni tedkik etmiş ve bu bâbda esaslı bir fikir edinmiş de- ğildi. Rehberi nâfıa müsteşarı Odyan Efendi idi. Odyan Efendi ise o za- man bile bizde en mümtaz hukukşinas değildi. Hele memleketi hiç bil- mezdi. Zannederim bu vukufsuzluk Mithat Paşa ile Taif’e kadar beraber gitti‛ (Öztuna, 2008: 26).

93 Harbi (1877-1878) ve arkasından Balkanlar’dan gelen yoğun göç hareketleri, Kıbrıs’ın İngiltere idaresine verilmesi, Yunanistan’la yapılan savaş, galibiyete rağmen Yunanistan’a toprak bırakılması ile devlet idare- sindeki zafiyet, başarısızlıklar tartışılmaya başladı.

Bütün bu olumsuzluklar, sarayda mevcut sistemin (meşrutiyetin) bu problemleri çözemeyeceği kanaatini oluşturdu ve II. Abdülhamit, Meclis-i Mebûsan’ı kapatarak krizden çıkılabilecek bir politikanın uygulanmasını başlattı.

23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilen I. Meşrutiyet, 14 Şubat 1878'de Meclis-i Mebusân’ın kapatılmasıyla sona erdi.

Sıkıntılı bir dönem yaşayan devletin krizden çıkabilmesi, bazı sıkı tedbirlerin alınmasıyla mümkün olacaktır. II. Abdülhamit ile tarafları bu düşüncededirler ve düşüncelerini hayata geçirmek için başta Meclis-i Me- busan’ın faaliyetlerini sonlandırılması olmak üzere matbuatla ilgili tedbir- lerin alınması olmak üzere dönemin aydınlarının rahatsız olacağı başkaca tedbirler alınmış, yasaklar, sansür ve sivil alanda sıkı bir takibata başlan- mıştır. Dönemin aydınları ve daha sonra o dönemi inceleyenler tarafından farklı algılanan ve istibdat dönemi olarak adlandırılan dönem başladı.

İstanbul’da bunlar olurken İstanbul dışında, merkezde bulunan ay- dınlar ve İstanbul matbuatından haberdar olmayan veya II. Abdülha- mid’in idarî tarzını destekleyen geniş bir halk kitlesi de bulunmaktadır.

II. Abdülhamid’in I. Meşrutiyet’in getirdiği düzenleme ve uygulama- ların ortadan kaldırıldığı süreçte uygulanan idare tarzına muhalefet eden- lerle taraf olanların düşünceleri, düşüncelerini dile getirdikleri yazılı ve şiirleri iki ayrı İstanbul, iki ayrı padişah ve dolayısıyla iki ayrı Abdülha- mid görüyor, tasavvur ediyorlardı.

Devlet ve toplum yapılanmasını Avrupaî tarzda idealize eden ve öyle olmasını isteyen kesim, fikir hürriyetinin olmadığı bir iklimden rahatsızlık-

Her Yönüyle Sivas Uluslararası Sempozyumu 115

larını dile getiriyor, kendilerini hürriyet âşığı olarak ifade ediyorlardı. İstib- dat dönemi olarak adlandırılan dönemde merkezî idarece yapılanlardan çok rejimin hürriyetleri kısıtladığı ana düşüncesi ön plana çıkıyordu.

İstanbul’daki bu ikilik şüphesiz taşraya da yansıyacaktır. Taşra, eği- timsiz, hatta okuryazarlığın yok denecek kadar az olduğu bir alandır. Taşralı nüfus, tarım ve hayvancılıkla geçimlerini temin ediyor, dolayısıyla bu alanda hayatını idame ettirebileceği araçların ne olduğunu biliyordu. Hayatı kolaylaştıracak unsurların gerekliliğinin bilinciyle yapılan yenilik- leri memnuniyetle karşılıyordu.

Bunlardan ilki eğitim alanında yapılan yenilikler ve bunların halka yansımasıydı.

Osmanlı İmparatorluğu'nda en yaygın eğitim kurumu, ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı sıbyan mektepleridir. İlk önce, zamanın gerisinde ka- lıp işlevini yitiren bu eğitim kurumlarını ıslah edilir (Kodaman 1991:58) ve 1876 Kanun-u Esasî’sine konulan "Osmanlı efradının kâffesince tahsil-i maârifin birinci mertebesi mecburî olacak ve bunun derecâtı ve teferruâtı nizâm-ı mahsus ile tayin kılınacaktır" maddesi ile ilköğretim mecburiyeti getirilmiştir. Avrupa ülkelerinde de aynı tarihlerde ilköğretim mecburiye- tinin anayasa metinlerine girdiğini görüyoruz (Kodaman, 1991:13). Yine aynı dönemde; eğitimin yaygınlaştırılması ve eğitimde devlet otoritesinin sağlanması için vilayetlere maarif müdürlükleri ihdas edilip, buralara müdür tayin olunur. 1882 (25 Recep 1299) tarihli resmî ilânda "...her taraf- ta maârifin yayılması, ilerlemesi ve çocukların talim-terbiyesı maksadına uygun olarak bu kere devletçe vilâyat-ı şahaneye birer maârif müdürü ta- yin olunmuş ve peyderpey tayin olunacaktır." (Kodaman, 1991:40) sözleri hükümetin maârif müdürlüklerinin kuruluşunu, özel bir dikkatle yürüt- tüğünü göstermektedir.

Osmanlı coğrafyasının hemen her tarafında uygulanmaya çalışılan mecburi eğitim, özellikle sıbyan mekteplerinin ıslahı ve iptidai mekteple- rin açılması vasıtasıyla eğitimin yaygınlaştırılması devletin geleceği açı- sından düşünülmüş ve uygulanmaya çalışılmış bir politikadır. İlköğretim hizmetlerini vilayetlere götürerek Müslüman halkı cehaletten kurtarmaya yönelikti. Okula gidemeyen yoksul çocuklarının ilköğretim seviyesinde eğitim almalarını sağlamak, ahaliyi okur yazar kılmak ve dört işlemi öğ- retmek, orta ve yüksek derecede eğitim veren okullara öğrenci yetiştir- mek, Müslüman çocukların ecnebi okullara gitmelerini önlemek, Türk di- lini ortak dil hâline getirmek, iptidaî okullarına devam edecek bütün te- baa çocukları, mecburi olan resmî dil sayesinde, "vatan-ı müşterek hizme-

tinde ve Osmanlılık fikrinde büyüyecekleri‛ için; siyasî birliğin sağlanma- sı, İslam dinini ve ahlak kurallarını öğretmek, gayri müslim tebaanın Müslümanlara üstünlüğünü kırmak maksadıyla yapılan eğitim reformu, toplum tarafından takdirle karşılanmıştı.

İstanbul’dan taşraya akan bir başka gelişme ulaşım problemlerinin giderilmeye çalışılmasıdır. İngiltere’den başlayıp Batı dünyasını birbirine bağlayan demiryolu, Osmanlı Devleti’nde ancak 1856 yılında yapılmaya başlanmış, daha çok ekonomik olarak tasavvur edilmiştir. Almanların as- kerî stratejik, İngilizlerin ekonomik –yeni sömürgelere/ petrol ve pamuk kaynaklarına ulaşma stratejisi ile baktıkları demiryollarına, Osmanlı dev- let yönetimi tarafından yalnız ülke refahını artırmak bakımından değil, ülkenin emniyetini tehdit eden tehlikeleri karşılamak ve önlemek bakı- mından da faydalı olacağı düşüncesiyle bakılmıştır. Nitekim II. Abdül- hamid, demiryollarının artması ile devletin askeri yönden güçleneceği, is- yan ve eşkıyalığın anında önlenebileceği, bunun yanında tarım ürünleri- nin de pazara sevk edilip, zenginliğin artacağı fikrindeydi (Yıldırım 2002). Demiryollarının yanında Anadolu’da ihtiyaç duyulan karayollarının yapım ve ıslahı da toplum tarafından takdir edilen faaliyetlerdendir. ‚Abdülhamid'in hükümdarlığı döneminde yol yapımı için yapılan toplam harcamalar 1891'de 14.39 milyon kuruştan 1907-1908'de 31.5 milyon kuru- şa çıkmıştır. Ayrıntılı rakamların elde edilebildiği 1881-1897 yılları ara- sında yılda ortalama 823 yeni yol yapılmış ve 450 kilometre yol da ona- rılmıştır. Toplam karayolu miktarı 1858'de 6.500 kilometre iken 1895'te 14.395'e ve 1904'te 23.675 kilometreye ulaşmıştır‛ Deniz yollarını kullanı- mı, yeni rıhtım ve limanların yapımı da dönemin ulaşım, ulaşım (Kaya 2009) vasıtasıyla ticarî ve devletin güvenlik problemlerinin çözümüne yö- nelik faaliyetle olarak kabul edilmektedir.

Tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik yapıya sahip olan Os- manlı toplumunda tarım ve hayvancılık politikaları ve politikaların haya- ta geçirilmesi önemli yer tutmaktadır.

Tarım ve hayvancılık alanında 19. yüzyılın son çeyreğinde teorik ve uygulama alanı olarak kurulan ziraat mektepleri, ziraat meclisleri, ziraat, ticaret cemiyetleri, örnek tarlaları ve bunların finans kaynağı olarak kuru- lan Ziraat Bankası önemli yer tutmaktadır. Önemli bir örnek olmak üzere, Ekim 1888 tarihli bir iradeyle Adana, Sivas ve Konya vilayetlerinde, İzmit Sancağında ve ayrıca Suriye, Halep ve Manastır vilayetlerinde tarlaların acilen kurulması onaylanır ve uygulamaya geçilir (Kaya 2009). ‚Sözü ge- çen tarlalar sayesinde Sultan II. Abdülhamid devrinde köylülere en iyi ta-

Her Yönüyle Sivas Uluslararası Sempozyumu 117

rım yöntemlerinin öğretilmesi, ithal bitkilerinin ekiminin genişlemesi, hayvan soylarının ıslahı, sulama, ağaçların dikilmesi ile Anadolu'nun bir ucundan diğer ucuna tarımsal modernleşme ihtiyacı konusunda giderek büyüyen bir farkındalık ve modernleşmenin akademik eğitim, uygulama- lı öğretim ve tarım uzmanlarından faydalanma yoluyla başarılabileceği kanaati toplumda oluşmuştur (Quataert, 2008: 119’dan akt. Kaya 2009).

Burada verilen kısa bilgi ve örneklerden, iki kutuplu bir Osmanlı toplumu, modernleşmeyle gelenekselin çatışmasının yaşandığı, aydın ke- simle halkın birbirlerini tanımadığı bir toplum yapısının varlığı söz konu- sudur. Bir yanda devletin merkezî otoritesi ve onu temsilen Padişah II. Abdülhamid, Abdülhamid’in çevresinde bulunan ve uyguladığı politika- ları benimseyip destekleyen bir grup ile İstanbul dışında, taşrada bulunan taşralı bir toplum yapısı. Bir yanda Batı’yı tanıyan, Batı modornitesini Türkiye’ye taşımaya çalışan, Batı’nın gelişmişliğinin ve Batıda yapılanla- rın örnek alınması gereğine inanan, bu düşüncelerinin resmî ve sivil ke- simde, hayatın her alanında uygulanması gereğine inanan; hürriyetçi bir toplum yapısı arzu eden İstanbul’da yaşayan Osmanlı aydını ve Osmanlı bürokrasisi bulunmakta. İki kutuplu bir Osmanlı ve idarenin başında bu- lunan II. Abdülhamid ile ilgili iki farklı düşünce, dolayısıyla iki farklı Ab- dulhamid’in varlığı söz konusudur.

Her kesim kendi bulunduğu ekonomik ve kültürel katmandan, top- lumda sahip olduğu statü penceresinden ve sahip olduğu bilgi birikimi ile tecrübesinden hareketle bir Abdulhamid tasavvuru yaratmışlardır.

II. Abdulhamid, hem yaşadığı dönemde, hem ölümünden sonra hak- kında en çok yazılan padişahlardandır. 19. Yüzyılın son çeyreğinde mat- buat imkânları, yakın zaman olması münasebetiyle bilgilerin kolay ulaşı- lır olması, O’nun hakkında yazılan yazıların, şiirlerin günümüze gelmesi- ni sağmıştır. II. Abdulhamid’in doğumundan tahta çıkmasına, tahtan in- dirilmesinden ölümüne kadar hayatının her dönemiyle ilgili zengin bir şiir dünyası bulunmaktadır.

Midhat Efendi (Mithat Paşa), Akif Paşa, Raşid Efendi, İsmail Hakkı, Şehrizâde Ahmed Raşid, Süleyman Sırrı, Şeref Hanım, Tâlib, Ahmed Lütfi Efendi, Ali Nazif Bey, Hüseyin Dâniş, Mehmet Tevfık, Sezai Bey, Muallim Feyzi beylerin yazdığı Abdulhamid’in lehinde, O’nu öven şiirler yanında Abdullah Cevdet, Namık Kemal, Şair Eşref, Süleyman Nazif, Tevfik Fik- ret, Ali Ekrem, Ziya Gökalp, Abdülhak Hamid Tarhan, İsmail Safa Münif Paşa, Mehmet Âkif Ersoy gibi şâirler de O’nu yeren, aleyhinde şiirler yazmışlardır.

II. Abdulhamid döneminde yapılan imar faaliyetlerinden eğitim faa- liyetlerine, tarım ve hayvancılık politikasından ulaşım faaliyetlerine kadar her alanda Padişah’ı ve yaptıklarını takdir eden, onaylayan bir kesim var- dır.

19. yüzyılda tarım alanında girişilen faaliyetler II. Abdulhamid dö- neminde meyvelerini vermeye başlamış, gözle görülür elle tutulur hâle gelmiştir.

Galatasaray Sultanisi muallimlerinden Muallim Feyzi Efendi (1842- 1910), Necef’te bir su kanalı inşa edilmesi münasebetiyle II. Abdülhamid’i öven bir şiir kaleme alır:

Hazret-i Abdülhamid Han sâye-i perverdigâr Padişah-i bî- nâzir ve şehriyâr-ı bî adîl

Tacdâr-ı pâk güher kim hümâyun-ı tıynetin Dest-i şefkatle muammer eyleme rabb-i celîl

Sû-be-sû meşhud olan asâr-ı mebrûranesi ‘İtilâ-yı meşreb vâlâ-sına rûşen delil

Cür’a cür’a cû-be-cû derya-be- derya eylemiş Fî sebilillah zülâl-i cûdin âfaka sebil

Âb u şirin hasretiyle her zaman ehl-i Necef Telh-kâm hüzün olup kalmıştı atşan u sefil

Açtı o sâki feyz ü hakk dil-cûyı ırmağı Halafa ta’ teskun men kees mezâcı zencîl

Kıldı hürrem ruhunu saki havz ü kevserin Eylemekle belde sen seyr-âb bir veçhe cemîl

Cûysâr kehkeşân oldukça zîb-i asumân Bu şahın habl-ı metin ömrü olsun müstakil

İzdiyâd-ı şevket ü şahana saçın halk ile Hem zebân olmuş dua- hândır cenâb-ı Cebrâil

Hâme-i Feyzi’den aktı bir güzel târih-i tâm Açtı şah pür- himem mecrâ-yı nehr-i selsebil

Her Yönüyle Sivas Uluslararası Sempozyumu 119

Dönemin Hariciye Nezareti Şifre Kalemi Müdür Muavini Safa Bey'in Gümülcine’de Telgraf ve Postahane Merkezi inşa edilmesi üzerine Sultan II. Abdülhamid’e övgü tarzında bir şiiri bulunmaktadır:

‚Abdülhamid Han ki ferîd-il mülktur Şan verdi sa’d ü nişâne ömrüyle her yere

Ez cümle sâyesinde yapıldı bu hoş bina Bahş edildi Gümülcine’ye başka manzara

Evreng-i saltanatta o âdil halifeye Ya Rab muvaffak et daha pek çok eserlere

Söyler safa hitâmesi târih-i tâm ile Muhkem bina eyledi bu dârül mehabere

Sivas, Türk tarihi içinde önemli merkezlerden biridir. Ancak 19. Yüz- yılda sanayileşmeden yeterince nasibini alamamış, tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik yapı ile yoksulluğa mahkum edilmiştir. Sadece yoksul- luk değil, hayvancı ve tarım toplumunun okuma-yazmaya ihtiyaç duyma- ması da bu yoksulluğun kaynağı olarak algılanmış olmalı ki, II. Abdulha- mid döneminde eğitim alanında yapılan reformlar çerçevesinde Sivas önce- likli bölge olmuş. ‚1869 Nizâmnâmesi gereğince bir an önce maârif müdür- lüklerinin kurulması yoluna gidilmiştir. Nitekim 1881 (14 Safer 1299) tari- hinde Maârif Nazın Kâmil Paşa, sadr-ı âzama yazdığı tezkirede maârif mec- lisi teşkil edilen Sivas, Diyarbakır, Erzurum, Mamuretülaziz ve Van vilâyet- lerine 1200 kuruş maaşla birer maârif müdürü tayin edileceğini bildirmiş- tir‛ (Kodaman 1991:39). Sivas maarif müdürlüğü İstanbul’ca önemsenmiş olmalı ki tayin edilen maarif müdürlükleri içinde en yüksek ödenek veril- miştir. 1880 yılında Sivas'ta bir kız, bir erkek olmak üzere iki iptidâi okulu- nun yapılmasına başlanmıştır. 11 Muharrem 1314 (1898)'da Sivas maârif müdürü Nezarete yolladığı bir raporda, çocukların devamını sağlamak için, velilere 1869 Nizâmnâmesinin 11, 12, 13. maddelerinin uygulanmasını is- temiştir. Buna göre; her köyde ihtiyaca göre bir okulun açılması ve burada düzenli bir eğitimin sağlanması gerekliliği, köy okullanrının devamlı teftişi için seyyar (gezici) müfettişlerin görevlendirilmesi, kaza merkezlerinde muntazam ve usûl-ü cedîde üzere birer iptidaî okulun ihdası, dârülmual- limîn-i iptidaîye mezunlarının köylere gitmelerini sağlayacak tedbirlerin alınması ile köy okullarının açılmasının mümkün olmadığı yörlerde bölge ilkokullarının açılmasının sağlanması istenmiştir. II. Abdülhamid'in bizzat

alâkadar olduğu konu, nahiye merkezlerinde yaptırılması düşünülen bölge ilkokullarıdır‛ (Kodaman 1991:80, 84-85). Nitekim bir örneği Alacahan‘a yapılmış, 1907 yılında öğrenime başlayan ve adı Nevâhi-i Hamidîyye Mekâtib-i İptidaîyesi olan bölge okuluna maaşlı mualim olarak 1900’ün başlarında (1903) İstanbul’da eğitim gören Abdurrahim Fahimî tayin olun- muştur (Yücel 2007:68; Çetin 2008:6). Abdurrahim Fahimî, İstanbul’da eği- tim görüp doğduğu beldeye Abdulhamid döneminde açılan okula muallim olarak tayin olunmasını, II. Abdulhamid ve Abdulhamid döneminde gön- derilen Sivas Valisi Reşid Akif Paşa’nın1 yaptığı hizmetle duyduğu minnet-

tarlığı şiir diliyle ifade etmiştir:

Dîl firâk-ı hicr-i yâre yakılup hayretdedir İstemez cem’iyyet-i kübrâları uzletdedir

Kudret-i Yezdân'ı her eşyâda gözler lâ-yu’ad Kendüsi mest-i ebed seyrân ider ibretdedir

Mekteb-i aşkdan virildi dersimiz hâce-i ezel Şimdi zâhir mekâtibinde turmamız sûretdendir

Kör olup a’dâsı artsun ömri sürsin saltanat Şâhımız Sultân Hamîd’in rûhuna hızmetdedir

Sâye-i şahânesinde oldı âlem pür-hüner Yapdırup mektepleri etfâl-i halk da’vetdedir

Olalar cümle şen’at mesleğinde hâdimin Bir tarîkde yol giden dâreynde bil rif’atdadır

Çoklaşır şimdi mekâtibde tarîk-i muhtelif Çalmak için dinimiz her bir taraf savletdedir

1 Reşid Akif Paşa , 1863 yılında Yanya'da doğmuş, öğrenimini Mekteb-i Sultani'de tamamla-

dıktan sonra devlet hizmetine girdi. 1902 yılında Sivas valiliğine tayin edildi. Döneminde Sivas Sanayi açılır, Soğuk Çermik kaplıcası yapılır. Kendisi de şair olan Reşid Akif Paşa ay- rıca Sivas'ta konağını şairlere açmasıyla hatırlanmaktadır. 1908 yılına kadar bu görevde kaldı. Varlıklı bir aileden gelip İstanbul’da devlet üst yönetiminde yer alan Reşit Akif Paşa 1920 yılında yokluk içinde öldü. Şâir ve nüktedan bir kişiliğe sahip olan Reşid Akif Paşa ile ilgili anlatılanlardan bir anektod şöyledir: Reşid Akif Paşa’nın huzuruna elinde dilekçesiyle bir kişi girer. Odada defterdar da bulunmaktadır. Adam oldukça hırpani bir kıyafetledir ve pis kokmaktadır. Aynı zamanda sağır ve dilsizdir. Sorulan sorulara cevap verilmeyince Re- şid Paşa adamın sağır ve dilsiz olduğunu bilmeden; bu adam çoktan ölmüş, kokuşmuş ve konuşmuyor.

Her Yönüyle Sivas Uluslararası Sempozyumu 121

Hamdü-lillâh enbiyâ hünkârına ümmet olan Ol rızâ’ullâha mazhâr olmağa gayretdedir

Bu Fahîm âciz dahî ister ki olsun behremend Salı bin üç yüz on sekiz eylûlîde mektebdedir2

Huzûr-ı Fahâmet Hazret-i Sadâret-i ulyâ Penahlarına Ma’al-ihtirâm

Borcumuz ol da’vet-i hayriyye-i şâhenşâh Pişvây-ı ümmet-i Ahmed ma’ârif iktinâh Tûlu’llâh ömre sâhib-adâlet pâdişâh

Sâye-i asrında millet hür yaşar bulup güvâh Kahr idüp düşmânını Hak eylesin ömrin kütâh

Hey’etin ilgâ ide Hak kalb-i a’dâdan yana Cündine kuvvet salâbet nâsırı olsun Hudâ Hûr ola mülkinde efsâd eyleyen rûz-ı cezâ Kaht-ı emrâhı mülk-i küffâra tola tâ’ûn-ı vebâ Hak sana imdâd kıla şevket-me’âb âl-i penâh

Mesned-i pâk-i hilâfet hâdimi beytü'l-harem Zât-ı zıllu’llahü fi’l-âlem dahi sâhib-kerem Oldurur şâh-ı cihân sultân-ı Hâmid muhteşem Gönderip Sîvâs’a me'mûr kıldı bir zâtü’l-himem Hazret-ı Abdu’r-reşîd*dir+ ol vezîr-i hayr-hâh

İsmine halkı muvâfık halka eyler ihtirâm Hâkimü'l-‘adl-i şecâ'at sâhib-i mülke nizâm Eşkiyâlar kâmetin dâl itdi kıldı in'idâm Dîn-i ömr-i devleti artsun bulup dâreynde kâm Bahşedip Sultan Hamid’e vire Mevlâ âl-i câh

Hak masûn kılsun belâlardan virip tûl-ı hayât Mesnedin olsun mübârek ey vezîr-i âlî-zât Gün-be-gün kılsun terakki ola hussâdın memât Hâme-i tebrikime lâyıksısızın kıl iltifât

Görmeyip yokluk ola dâreynde her mâlın refâh