• Sonuç bulunamadı

3. ALİ EL-KÂRÎ’NİN KİTÂBU’L-HUDÛD BÖLÜMÜNDEKİ ŞERH METODU . 32

3.3. Şerî Delillerle İstidlâli

Fıkıh ıstılahı olarak istidlâl; şer‘î delilden hareketle bir hükme ulaşmak, varılan bir sonucu delillendirmek, delile bağımlı akıl yürütme gibi anlamlara gelmektedir.198

Ali el-Kârî Fethu bâbi’l-inâye’nin mukaddimesinde, eserinin; Kitab, sünnet, icmâ ve mezheplerin farklı görüşleri ile dolu olduğunu söyleyerek eserinin metodu hakkında bilgi vermiştir.199 Bunun dışında

193 Bk. a.g.e., c. 1, s. 34.

194 a.g.e., c. 3, s. 201.

195 a.yer.

196 Sözlükte vatanından uzak olan kimse anlamına gelen kelime ıstılahta az kullanıldığı için sözlüğe bakılmadan bilinemeyecek kelimeler anlamına gelmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Hüseyin Elmalı, Şükrü Arslan, “Garîb”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1996, c. XIII, ss. 374-75.

197 Ali el-Karî, Fethu bâbi’l-inâye, c. 3, s. 206.

198 Ferhat Koca, “İstidlâl”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2001, c. XXIII, s. 323.

199 a.g.e., c. 1, s. 34.

37

Fethu bâbi’l-inâye’de Kur’ân-ı Kerîm’den sıkça istidlâl edildiği görülmektedir.

Geride geçtiği üzere konu başlarında bir kelimenin sözlük ve ıstılah anlamlarının açıklanması için Kur’ân-ı Kerîm’den istidlâl edildiği görülmektedir. Örneğin hırsızlıkla ilgili bölümde hırsızlığın sözlük anlamının, başkasından gizlice almak olduğuna şu ayetle istidlâl edilmiştir:

قرتسا نم لاإ عمسلا

نيبم باهش هعبتأف

" "

“Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.”200 Bu ayette gökten gizlice haber almaya çalışan şeytanların kovulduğu ifade edilerek hırsızlığın başkasından gizlice almak anlamına geldiği teyit edilmiştir.

Aynı şekilde Ali el-Kârî mezhebin görüşünün teyit edilmesinde de ayetle istidlâl etmiştir. Örnek vermek gerekirse Ali el-Kârî kazf başlığı altında zina iftirasının sarih sözcüklerle ifade edilmesi gerektiğini; dolayısıyla “Ben zinâkâr değilim” gibi ta‘rîz ifade eden sözcüklerle had cezası sabit olmayacağı aktarmıştır.201 Daha sonra Ali el-Kârî Hanefîlerin bu görüşüne muhalif olanların delillerini zikrettikten sonra Hanefîlerin delillerini sunduğu esnada, Kur’ân-ı Kerîm’de kadınlara iddet sürecinde ta‘rîz yoluyla evlenme teklifi yapılmasının mübah olmasına karşılık sarih sözlerle evlenme teklifi yapılmasının haram kılındığını belirtmiştir.202 Ali el-Kârî daha sonra Kur’ân-ı Kerîm’de geride zikredilen mesele özelinde bu iki ifade tarzının doğurduğu hüküm ayrıldığı gibi kazf suçunun sabit olması da ayrılması gerektiğini söylemiştir.203

Ayrıca Ali el-Kârî’nin, dilbilimsel açıklama yapmak için de eserinde Kur’ân-ı Kerîm’e başvurduğu görülmektedir. Örneğin muhsan olan kimsenin zina suçu işlemesinden ötürü celde ve recm cezasının birleştirilemeyeceğine dair Hanefîlerin görüşüne aykırı olduğu görülen bir hadiste, iki dulun birbiriyle zina etmesi halinde celde ve recm cezası gerekeceği bildirilmiştir. Ali el-Kârî, hadiste geçen ifadenin; zina eden iki dul muhsan iseler recm, değilseler sadece celde uygulanması gerektiği şeklinde anlaşılması gerektiğini ifade ettikten204 sonra hadiste geçen “vâv” harfinin

200 el-Hicr, 15/18.

201 Ali el-Karî, Fethu bâbi’l-inâye, c. 3, s. 219.

202 el-Bakara, 2/235.

203 Bk. Ali el-Karî, Fethu bâbi’l-inâye, c. 3, ss. 219-20.

204 a.g.e., c. 3, s. 211.

38

hadise kattığı anlamın Fâtır sûresinde bulunan şu ayetteki “vâv” harfinin ayete kattığı anlama benzediğini ifade etmiştir:

لله دمحلا ضرلأاو تاوامسلا رطاف

ةكئلاملا لعاج لاسر

عابرو ثلاثو ىنثم ةحنجأ يلوأ

" "

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur.”205 Anlaşıldığı üzere burada “vâv” harfi iki, üç ya da dört kanadın bir melekte olduğu anlamınını vermediği gibi206 hadiste geçen recm ve celdenin bir kişide birleşleştirilmesi gerekmemekte; dolayısıyla dul olan kimsenin muhsan olup olmamasına göre hüküm değişebilmektedir.

Ali Kârî’nin istidlâl ettiği şerî delillerden bir tanesi de sünnettir. Ali el-Kârî’nin Şerhu muhtasari’l-Menâr isimli eserinde sünnet kavramı Hz. Peygamber’den rivayet edilen söz, fiil ve takrir olduğu ifade edilmiştir.207 Araştırmamıza konu olan Fethu bâbi’l-inâye’nin mukaddimesinde Ali el-Kârî; Tahâvî (ö. 321/933), Ebû Bekir er-Râzî (ö. 370/981) ve Kudûrî (ö. 428/1037) gibi mütekaddîm Hanefîlerin kitaplarında sünnetten delillerini sunmalarına ve hadislerin sıhhat durumunu açıklamalarına karşılık müteahhirînden olan Hanefîlerin öncekilere itimad ederek kitaplarında dayandıkları hadisleri zikretmeyi ihmal ettiklerinden sünneti ve şeriatı terk etmekle suçlandıklarını belirtmiştir. Ali el-Kârî, Hanefîlere yöneltilen bu ithamların mezhepte verilen hükümlerin dayandığı delilleri zikretmeyi ve açıklamayı gerekli kıldığını söylemektedir.208

Fethu bâbi’l-inâye’nin hadler bölümünde en fazla sünnet delilinden istidlâl edildiğini söylemek mümkündür. Sünnettin bahsi geçen eserde istidlâl edildiği yerlerden bir tanesi konu başlarında geçen bazı kavramların şerî manasının hadisle teyit edilmesidir. Örnek vermek gerekirse Fethu bâbi’l-inâye’de zina iftirası ile ilgili bölümünde “kazf” kelimesinin şeriattaki anlamının, başkasını ta’n etme anlamında zina iftirasında bulunmak olduğu zikredildikten sonra bu anlam, helak edici yedi

205 el-Fâtır, 35/1.

206 Örnek olarak bk. Ebü’l-Fidâ İmâdüddin İsmail b. Ömer İbn Kesîr, Muhtasaru tefsîri İbn Kesîr, thk.

Muhammed Ali es-Sâbûnî, Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 2006, c. 3, s. 111.

207 Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b Sultan Muhammed Ali el-Kârî, Şerhu muhtasari’l-Menâr, thk. İlyas Kaplan, 1. bs., Beyrut: Dâru Sâdır, 2006, s. 304.

208 Ebü’l-Hasan Nureddin Ali b Sultan Muhammed Ali el-Kârî, Fethu bâbi’l-inâye bi-şerhi’n-Nukâye, nşr. Muhammed Nizar Temim, Heysem Nizar Temim, 1. Beyrut: Dârü’l-Erkam b. Ebi’l-Erkam, 1997, c. 1, s. 34.

39

büyük günahtan birinin, atılan iftiradan haberi olmayan iffetli kadınlara zina iftirasında bulunma olduğu beyan edilerek teyit edilmiştir.209

Ali el-Kârî ele aldığı konunun İslam Hukukunun hangi deliline istinaden meşru olduğuna işaret etmek için de sünnetten istidlâl etmiştir. Örnek olarak Ali el-Kârî, ta‘zîrin meşruiyet delillerini sıralarken ta‘zîrin Kur’ân-ı Kerîm’den sonra sünnetle meşrû olduğunu zikretmiştir. Ta‘zîrin meşruluğuna dair sünnetten getirilen delillerden bir tanesi had gerektirmeyen bir suçtan ötürü had miktarında bir ceza uygulayanın haddini aştığına dair hadistir.210 Bu hususta istidlâl edilen diğer hadis ise namazı terk eden çocukların on yaşına ulaşması halinde dövülebilecekleri hakkındadır.211

Fethu bâbi’l-inâye’nin hadler bölümünde istidlâl ettiği hadislerin tahrîcini212 yaptığı görülmektedir. Ali el-Kârî, istidlâl ettiği hadislerin tahrîcini yaparken hadisin kaynağını ve râvîsini belirtirken bazen de sadece istidlâl ettiği hadisin kaynağını belirtmekle yetindiği görülmektedir. Örnek vermek gerekirse; Sahihu Müslim’de Câbir b. Semüre’den rivayet edildiği üzere Hz. Peygamber’e zina suçu işlemiş, adaleli, kısa boylu bir adam; üstü başı dağınık, üzerinde sadece izâr olduğu halde getirilince Hz.

Peygamber bu adamı iki kere geri çevirdikten sonra recmedilmesini emretti.213 Hadisin râvîsinin adı zikredilmeden hadis kaynağına atıf yapılmasına Tirmîzî’nin Sünen’inde hadlerin şüpheyle düşmesine dair şu rivayeti örnek verebiliriz:

إ متعطتسا ام نيملسملا نع دودحلا اؤرد

" "

“Hadleri elinizden yapabildiğiniz ölçüde Müslümanlardan defedin.”214

Aynı zamanda Ali el-Kârî’nin, Fethu bâbi’l-inâye’de bazı râvîlerin cerh ve ta‘dîl açısından durumları hakkında bilgi verdiğini görmekteyiz. Örneğin, Ali el-Kârî had uygulanırken başa sopayla vurulabileceğine dair İbn Ebî Şeybe’nin Musannef adlı

209 a.g.e., c. 3, s. 219; Hadis için bk. Müslim, Sahîhu Müslim, “Îmân”, 145.

210 Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, el-Asl., thk. Mehmet Boynukalın, 1. bs., Beyrut: Daru İbn Hazm, 2012, c. 10, s. 527.

211 Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Alî Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, thk. Muhammed Abdülkadir Atâ, 3. bs., Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003, 2/323-324.

212 Bir hadisin temel hadis kitaplarındaki yerini göstermekle beraber hadisin sened ve sıhhat durumuna da işaret etmek anlamında kullanılan hadis ıstılahıdır. Bu terimin diğer anlamları ve muhtevası ile ilgili geniş bilgi için bk. Mehmet Görmez, “Tahrîc”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, c. XXXIX, ss. 419-20.

213 Ali el-Karî, Fethu bâbi’l-inâye, c. 3, s. 199.

214 a.g.e., c. 3, s. 203.

40

eserinde geçen rivayetin senedinde yer alan Mesûdî adındaki râvînin zayıf olduğu belirtmiştir.215

Ali el-Kârî’nin eserinde hadislerle istidlâl etmesi ile ilgili başka bir husus da Nukâye metninin kök eseri olan Merginânî’nin el-Hidâye adlı eserinde geçen rivayetlerle ilgili tenkitlerde bulunmasıdır. Buna örnek verecek olursak, Merginânî’nin dârulharpte hadlerin uygulanmayacağına dair hadisi merfû olarak eserinde rivayet etmesine karşılık Ali el-Kârî, bu rivayetin merfû olarak rivayet edilmesinin maruf olmadığını ifade etmiştir.216

Ali el-Kârî’nin istidlâl ettiği şer’î delillerden bir tanesi de icmâ delilidir. İcmâ Ali el-Kârî’nin Şerhu muhtasari’l-Menâr isimli eserinde “Bir asırda yaşayan müçtehit imamların şer’î bir hüküm üzerinde söz, fiil, takrir ve sükût yoluyla ittifâk etmeleridir.”217 şeklinde tanımlanmıştır. Örneğin, Ali el-Kârî, icmâ ile istidlâl ettiğine ta‘zîrin meşru olduğu hususunda sahabenin icmâsı olduğunu belirtmiştir.218

Ali el-Kârî’nin Fethu bâbi’l-inâye’nin hadler bölümünde kıyas delilinden istidlâlde bulunduğu görülmektedir. Yalnız belirtmek gerekir ki Fethu bâbi’l-inâye’nin hadler bölümünde kıyas; “Kitâb, sünnet, icmâ delillerinde hakkında bir hüküm olmayan meseleye illet birliği yoluyla bu kaynaklardan birinde hükmü geçen meselenin hükmünü verme”219 anlamında kullanılmayıp “Tümevarım yoluyla elde edilmiş genel kural”220 anlamında kullanılmıştır. Burada söz konusu genel kuralın verilen hükmün şeriatın genel kuralına uygun olması anlamında kullanıldığı gibi mezhebin genel kuralına şeriatın genel kuralına uygun olması anlamında da kullanıldığını hatırlatmak gerekir.221 Örnek verecek olursak Fethu bâbi’l-inâye’nin hırsızlıkla ilgili bölümünde geçtiği üzere hırsızlığın yardımlaşma yoluyla yapılması halinde; yani bazılarının evden alınan malı aldıktan sonra bir adama yüklemeleri halinde çalınan eşya herkese dağıtıldığında nisâb miktarı mal düşüyorsa hırsızlığa katılan herkese el kesme uygulanır. Ali el-Kârî, kıyasa uygun olanın malı yüklenip

215 a.g.e., c. 3, s. 207.

216 a.g.e., c. 3, s. 196.

217 el-Kârî, Şerhu muhtasari’l-Menâr, s. 389.

218 Ali el-Karî, Fethu bâbi’l-inâye, c. 3, s. 232.

219 Abdullah Kahraman, “Şer’î Deliller”, İslâm Hukuku El Kitabı, ed. Talip Türcan, Ankara: Grafiker Yayınları, 2018, s. 165.

220 H. Yunus Apaydın, “Kıyas”, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2002, s. 529.

221 a.yer.

41

evden çıkartan kimseye had uygulanması olduğunu belirtmiştir. Bununla beraber, hırsızlık haddinin sadece malı çıkartan kişiye uygulanması halinde hırsızlıkla ilgili verilen hükümlerin geçerliliği kalmayacaktır. Zira Ali el-Kârî’nin ifade ettiği üzere, hırsızların âdeti eşyayı toplu halde yardımlaşmak suretiyle çalmaktır.222

Ali el-Kârî’nin hadler bölümünde kullandığı başka bir delil de İstihsan delilidir.

Ali el-Kârî Şerhu muhtasari’l-Menâr’da istihsanı; akla ilk gelen kıyasın karşısında bulunmakla beraber nass, icmâ ve gizli kıyas yoluyla ittifak edilen delil olarak tanımlamıştır.223 Ali el-Kârî hadler bölümünde ismini vermemekle beraber istihsan ile istidlâlde bulunmuştur. Yukarıda geçtiği üzere, toplu halde işlenen hırsızlıkta bazılarının çalınan malı taşıyıp bir adama yüklemeleri ve yüklenen adamın malı çıkarması hususunda kıyas, sadece malı çıkaran kimseye ceza uygulanmasıyken mezhebin görüşü suça iştirak eden herkesin elinin kesilmesidir. Zira hırsızlar genellikle, toplu suç işlediklerinden kıyasa göre hüküm verilmesi hırsızlık cezasını tamamen işlevsiz bırakacaktır.224 Anlaşıldığı üzere burada bahsi geçen istihsanın zaruret sebebiyle istihsan olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar burada Ali el-Kârî, istihsan kelimesini kullanmasa da söz konusu istidlâl kıyas mukabilinde olduğu için aksini düşünmeye meydan vermemektedir.

Ali el-Kârî hadler bölümünde sahabe kavli ile de istidlâlde bulunmuştur. Şerhu muhtasari’l-Menâr’da bu kavram “taklîdu’s-sahâbî” şeklinde geçmektedir. Buna göre;

taklîdu’s-sahâbî, sahabenin sözüne ve fiiline hak olduğuna inanarak delil üzerinde teemmülde bulunmadan uymaktır. 225 Örnek vermek gerekirse Ali el-Kârî, muhsan olmayan zânîye yüz sopa ve bir yıl sürgün verilmesi hakkında Hz. Ali’nin sürgünün fitne bu kimseler için fitne olacağını ifade eden sözünü nakletmiş ve Hanefîlerin Hz.

Ali’nin kavlini esas aldıklarını belirtmiştir.226