• Sonuç bulunamadı

Ülkemiz Giyim Endüstrisinin İstihtam Yapısı

Tüm dünyada tekstil ve konfeksiyon sektörü emek yoğun olarak faaliyet gösteren bir sektördür. Son yıllarda yaşanan teknolojik yenilikler tekstil sektörünün sermaye yoğun bir kimlik kazanması neticesini doğurmuşsa da, konfeksiyon sektörü halen emek yoğun niteliğini muhafaza etmektedir. Ayriyeten konfeksiyon sektörünün bu niteliğinin uzun süre daha muhafaza edileceği de şüphe götürmez bir gerçektir (Yaşar, 1993:30). Üretim süreçlerinde meydana gelen gelişmeler ve esneklik kavramına dayalı yeni üretim şekillerinin gündeme gelmesi, üretim süreci içerisinde emeğin değişen rolü hususunu son dönemde dünyadaki en önemli tartışma alanlarından biri olarak belirlemiştir. Yeni üretim modellerinin zorladığı küreselleşme eğilimi sermayenin akışkanlığını artırırken, emek çok farklı şekillerde söz konusu bu sürece katkıda bulunmaktadır. Bu sürece avantajlı olarak katılmakta olan emek katmanlarının yanı sıra, bilhassa ucuz olması sebebiyle küreselleşen üretim sistemine katılmakta olan emek grupları bulunmaktadır. Bu yeni şartlarda oluşan emek piyasasında kadınlar, geçmiştekinden çok daha fazla gündemdedir. Bilhassa esnekliğin fason ilişkilerle tanımlanmakta olduğu yeni üretim modelinde, farklı konumlarda da olsa, kadın emeği ağırlıklı olarak kullanılmaktadır (Eraydın ve Ark., 1999:34).

Fabrika ve küçük işletmelerde ücretli olmak, aile işletmelerinde çalışmak, evde iş yapmak ya da girişimci olmak suretiyle kadınlar bilhassa bu nevi emek yoğun işletmelerde çalışmaktadırlar. Tüm dünyada izlenmekte olan söz konusu bu eğilim Türkiye’de de gözlenmekte ve ülkenin dünya pazarlarına ulaştığı en önemli sektör olan dokuma ve bilhassa konfeksiyon sektörlerinde ağırlıklı olarak kadınlar çalışmaktadır (Eraydın ve Ark.,

1999:34). Ayrıca, tekstil sektörü Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde kadının dışarıda ücretli olarak çalışmaya başlamasında birincil derecede rol oynamaktadır. Bilhassa büyük şehirlerdeki alt gelir gruplarında tekstil sektörü kadının çalışmaya başlamasında ilk tercih edilen ekonomik faaliyet alanı olarak karşımıza çıkmaktadır (Suğur, 2005:47). Bunun nedeni tekstil ve giyim sektörünün kadın yapısına daha uygun bir sektör olduğunun düşünülmesi ve kadının zaten evde yapabildiği dikiş vb. işlemleri tekstil ve giyim işletmelerinde de gerçekleştirebileceğine inanmasıdır. Bu inancın bir ürünü olarak “Türk tekstil hazır giyim sanayinde çalışanların üçte ikisi kadındır ve bu hem istikrar adına hem de AB yolunda gerçekten çok önemli bir olaydır” (Bektaş, 2006:92). Geriye kalan kısım ise erkeklerden meydana gelmekte olup, her ikisinin de yerine getirdiği iş ve işlemler farklı niteliktedir.

Genelde girişimcilerce paylaşılan kanılardan biri, kadının kabiliyetlerinin sabır, titizlik, ince işe yatkınlık olduğu ve monoton, kendini tekrarlayan, sabit ve hareketlilik istemeyen işlerde kadınların daha başarılı olduğu biçimindedir. Buna karşın erkeğin kabiliyetleri, yüksek hareketlilik düzeyi, teknik beceri, fiziksel güç olarak tanımlanmakta ve bu sebeple teknik bilgi, güç ve devingenlik gerektiren işlere daha uygun olduğu iddia edilmektedir (Eraydın ve Ark., 1999:33).

Bunun yanı sıra “Günümüz koşullarında artık önemli olan, el emeğinin ucuz ya da pahalı olması değil, çalışanların niteliğidir” (Gürdal, 2000:51). Sektörün emek yoğun çalışılan bir sektör olması sebebiyle, çalışanların verimliliği ve işgücü kalitesinin yüksekliği, çalışanların bulundukları çevresel etkenlerin yeterliliği ile yakından alakalıdır (Eray ve Çivitci, 1999:473). Bunları en uygun şekilde temin ederek, verimliliği en üst düzeye çıkarabilecek olan ise işverendir.

Aslında, işçilerle, işverenlerin çıkarı daima çatışmış olup, bu doğrudur, doğaldır. Çünkü işveren girişimci, para koymakta, risk almakta ve buna karşılık o işyerinden en yüksek kârı elde etmeye çalışmaktadır. İşçi de kendine göre haklı olup, emeğinin karşılığı olarak en fazla ücreti, en fazla geliri elde etmeye çalışacaktır. Fakat her iki tarafın da çıkarının gerçekleşmesi için bir ön koşul vardır, o işyerinin ayakta kalması. O işyeri ayakta kalmaz ise ne girişimcinin, ne de işçinin istediğini alması mümkün değildir (Ekmekçi, 2006:164). Bunu sağlayabilmenin temel şartı işyerinde esnek çalışma koşullarının temin edilmesidir.

Bu doğrultuda, kayan iş süresi uygulaması, esnek iş süresi anlayışının neticesinde ortaya çıkmış olan bir istihdam şeklidir. Burada söz konusu olan iki temel istihdam şekli vardır. Bunlardan ilkinde, çalışmaya erken ya da geç başlayıp işi erken ya da geç bırakma imkânı, çalışana tanınmaktadır. İkincisinde ise; işçi, yalnızca belirli bir temel (blok) çalışma süresi içerisinde çalışmak mecburiyetinde olup, çalışma fazlasını ya da eksiğini belirli zaman parçaları içinde denkleştirme imkânına sahiptir (Centel, 2002:211). Kayan iş süresinin birinci türünde, üretimin yalnızca zamanında belli bir esneklik sağlanmakta; fakat bu durum, üretimin miktarına, yani arz ve talebin etkilerine yönelmemektedir. Kayan iş sürecinin ikinci türünde ise, telafi çalışmasına yer verildiğinden, üretimin istenen miktarına göre, işgüncün çalışmasına yön verilmekte ve işveren, çalışanı az çalıştırdığında temerrüde düşmediği gibi, çalışanı normal çalışma süresinin üzerinde çalıştırdığında da, fazla mesai ücreti ödemekten kurtulmaktadır (Centel, 2002:211). Sektörde faaliyet gösteren firma sahibinin bu uygulamalardan kendisine uygun olan birisin seçip bu doğrultuda hareket etmesi gerek firmaya gerekse çalışanlara büyük kolaylık sağlayacaktır.

Sonuç olarak Globalleşmeyi ortaya çıkaran dinamikler ulusal işgücü piyasalarının özerkliğini azaltmıştır ve azaltmayı sürdürmektedir (Yüksel, 2002:225). Bununla birlikte “genç ve çok da kalifiye olmayan bir nüfusa sahip bir dinamik ülke olarak, emek yoğun işlere daha epeyce bir zaman ihtiyacımızın olacağını da kimse hatırdan çıkarmasın” (Çınar, 2006:168). Eğer, Türkiye en büyük avantajı olarak kabul ettiği yoğun genç nüfusuna kaliteli eğitim ve kaliteli yeni işler sağlamazsa, en büyük avantajı pasif gelire dayanan (ki Avrupa Birliği’nin çok işte sıkıntısını çektiği… Çünkü iş bulamadığınız müddetçe sosyal sistemden beslenmekte olan insanlar meydana getireceksiniz, devletten bekleyen) bağımlı, nosyonsuz ve vizyonsuz dev bir hazır yiyici kitle olarak kendisine geri dönecektir (Zengingönül, 2002:249). Bunu önlemek de yine elimizde olan bir şeydir.