• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI SİSTEMDE ÇİN’İN KONUMU VE ROLÜ

1. Çin’in Uluslararası Sistemdeki Rolünün Tanımlanması

1.1. Çin’in Uluslararası Kurumlara Aktif Katılımı

Çin, uluslararası sistem içindeki konumunu ve politik etkinliğini mevcut kurumsallaşmış yapılara aktif katılım yoluyla artırmaya çalışmaktadır. Bu tür kurumların tanınmasında veya bunlara katılımda her zaman geçerli tek önkoşul, Çin Cumhuriyeti adı altında veya ayrı bir devlet olmayı ima edecek herhangi bir isimle Tayvanlıların katılımının olmamasıdır.186 Çin hükümeti, resmi ve gayri resmi çok taraflı kurumlara katılırken farklılaşan bir yaklaşımı benimsemektedir. Çin’in uluslararası kurumlara katılırken uyguladığı bazı spesifik taktikler ise şöyle sıralanabilir: ABD’nin tek taraflı politikalarını eleştirerek, pratikte her zaman olmasa da Çok Taraflılık kavramını desteklemek, yeni uluslararası örgütler yaratmak ve bunlara katılmak, gelişmekte olan dünyada proaktif bir şekilde “yumuşak güç” diplomasisi izlemek, uluslararası kurumlarda ABD aleyhine oy kullanmak, uluslararası ve bölgesel örgütlerde gündem belirleyici olmak vs.187

Çin’in stratejik yaklaşımında ABD ile pragmatik uyumu öncelikli görmesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır. En temelde, Çin’in büyüyebilmesi ABD ile istikrarlı bir

186 Wang Jisi, “Changing Global Order: China’s Perspective”, (ed.) Ashley J. Tellis and Sean Mirski, Crux of Asia: China, India, and the Emerging Global Order, Washington, Carnegie Endowment for International Peace, 2013, p. 48.

187 Randall L. Schweller ve Xiaoyu Pu, “After Unipolarity: China’s Visions of International Order in an Era of U.S. Decline”, International Security, vol. 36, no. 1, 2011, p. 53.

82 ilişkiye ihtiyaç duymaktadır. Çinli liderlerin 21. Yüzyılın ilk yirmi yılını “önemli stratejik fırsatlar dönemi” olarak tanımlayan açıklamalarına bakıldığında, ABD ile uyum arayışının temel mantığının ekonomik kalkınma olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.188 İkincisi, Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren genel olarak ABD’nin Çin’e yaklaşımını belirleyen ana motivasyonun çevreleme değil, uyumlu angajman olduğu anlaşılmaktadır. Üçüncü önemli neden ise Çinli stratejistlerin Çin’in nispi gücü konusundaki realist hesaplamalarıdır. Bu hesaplamalar, Batı dünyasının lehine olacak şekilde oluşturulmuş uluslararası düzen ve kurumlarına karşı doğrudan bir meydan okumayı yersiz ve zamansız görmektedir. Çin’in, kendi ulusal gücünü artırdıktan sonra uluslararası sistemde daha iyi bir konuma yükseleceği ve çıkarlarını koruyarak daha da geliştirebileceği zamana kadar beklemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Temel mantık çok basittir. Çin, çatışmacı olmayan bir yol izleyerek orta ve uzun dönemde dünyadaki büyük güçlerden biri olacaktır.189

Her ne kadar, Çin ABD’nin ekonomik ve askeri gücünü dengeleyebilecek yeteneğe henüz sahip olmasa da, ABD liderliğindeki düzenin meşruiyetini sorgulayabilmekte ve özellikle Doğu Asya’da ABD çıkarlarına ters düşecek problemler üretebilmektedir.190 Çin, mevcut uluslararası düzene yönelik itirazlarını çeşitli şekillerde gündeme getirmekte ve farklı önerilerini yine bu yollarla ortaya koymaktadır.

Son yıllarda Çin diplomasisinin bütünleyici bir parçası haline gelen çok taraflılık çağrısı, Çin’in sadece Asya bölgesel ilişkilerinde politik etkinliğinin genişlemesini sağlamamış, aynı zamanda uluslararası imajını da güçlendirmeye yardımcı olmuştur.

1990’lı yılların ortalarına kadar, Çin bölgesel çok taraflı örgütlere katılımın değeri konusunda şüpheci yaklaşmış; komşuları ve diğer güçlerle iki taraflı ilişkiler geliştirmeyi tercih etmiştir. Ancak bu tarihten itibaren Çin, Asya-Pasifik Ekonomik

188 Jiang Zemin, “Full Text of Jiang Zemin’s ‘Report’ at 16th Party Congress”, Section 9, “On the International Situation and Our External Work”, Sixteenth National Congress of the Communist Party of China, Bejing, China, 8 November 2002.

189 Jia Qingguo, “Learning to Live with the Hegemon: Evolution of China’s Policy toward the U.S. since the End of the Cold War”, Journal of Contemporary China, vol 14, no. 44, 2005, pp. 395-407.

190 Thomas J. Christensen, “Posing Problems without Catching Up: China’s Rise and Challenges for U.S.

Security Policy”, International Security, vol. 25, no. 4, 2001, p. 5-40.

83 İşbirliği, ASEAN+3, ASEAN+1 gibi bölgesel çok taraflı örgütlerin pek çoğuna aktif olarak katılmış ve Asya bölgesel işbirliğinde girişimci rolünü üstlenmiştir.191

Çin, güç projeksiyonu amacıyla uluslararası kurumları kullanmaktadır. Tedrici bir reform stratejisini benimseyerek gündem belirleyici aktör olma konusunda kararlılık göstermektedir. Yan Xuetong’a göre; Çin diplomasisinin önceliği, ABD liderliğindeki toplumun taleplerini tatmin etmek yerine, uluslararası kurumlarda gündem belirleme yeteneğini geliştirmesi ve temsil gücünü yükseltmesi olmalıdır.192 Nitekim Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılımı tümüyle ekonomik bir mesele olarak görülmemiş, öncelikle politik bir mesele olarak anlaşılmıştır. Çin, kısa vadeli ekonomik kazanımların ötesinde pazarlık masasındaki yerini koruyarak oyunun kurallarını etkilemeye çalışmaktadır. Çin’in başarısında elbette “Batılıların kendilerinin koydukları kurallarla oyuna girmesi”nde gösterdiği kabiliyetin öncelikli payı büyüktür.193 Ancak, Dünya Ticaret Örgütü’ne katılım müzakereleri yapılırken Çin Büyükelçisi’nin kullandığı şu ifadeler oldukça ilginçtir: “Şimdilik sizin istediğiniz şekilde oyunu oynamamız gerektiğini biliyoruz. Ama on yıl içinde kuralları biz koyacağız”.194 Çin’in tedrici yaklaşımı, 2008 yılında başlayan finansal krize yönelik aldığı tutumda da kendini göstermektedir. 2008’de düzenlenen G-20 Zirvesi’nde Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, uluslararası finansal kurumların tedrici olarak reforme edilmesi konusunda öneriler sunmuştur. Temsil mekanizmalarının değiştirilmesi ve uluslararası para rejiminin çeşitlendirilmesiyle, bölgesel finansal kurumların desteklenmesi gibi talepler bu öneriler arasında yer almıştır.195 G-8’in marjinal pozisyonuna karşın, G-20’de temsil ettiği pozisyon başlı başına Çin’in artan gücünü ve statüsünü göstermekle birlikte, Çin’in bu türden kurumlara katılımının çok daha fazla önem arz eden asıl amacı gelişmekte olan ülkelere daha fazla söz hakkı sağlayacak şekilde uluslararası finansal kurumlardaki güç dağılımını reforme ederek, küresel yönetişimi “demokratikleştirmek”tir.196

191 David Shambaugh, “China Engages Asia: Reshaping the Regional Order”, International Security, vol.

29, no. 3, 2005, pp. 64-99.

192 Yan Xuetong, “The Rise of China in Chinese Eyes”, Journal of Contemporary China, vol. 10, no. 26, 2011, p. 38.

193 Hu Xijin, “A Competitive Edge”, Chinese Security, vol. 4, no. 3, 2008, p. 27.

194 C. Fred Bergsten, “A Partnership of Equals: Washington Should Respond to China’s Economic Challenge”, Foreign Affairs, vol. 87, no. 4, 2008, p. 65.

195 “Hu Urges Revamp of Finance System”, China Daily, November 17, 2008.

196 Shaun Breslin, “China’s Emerging Global Role: Dissatisfied Responsible Great Power, Politics, vol.

30, 2010, p. 56.

84 1.2.Çin’in Finansal Gücü

Çin, giderek finansal gücünü politik ve diplomatik etkinliğini artırmak amacıyla kullanmaktadır. Daha da önemlisi, bu gücünü ABD hegemonyasının aşırılıklarını önleyici tarzda gündeme getirmekte ve geleceğe dair endişelerini diğer ülkelerle paylaşarak dayanışma arayışına girmektedir.197 Pekin, özellikle elinde bulundurduğu çok büyük düzeylerdeki dolara ayrılmış yabancı döviz rezervinin değer kaybedeceğine vurgu yaparak, IMF tarafından kontrol edilen yeni bir para rezerv sisteminin yaratılmasını önermiştir.198 Mart 2009’da gündeme gelen bu öneri, o gün için pratikte gerçekleşmesi pek mümkün görünmese de Çin’in mevcut uluslararası para düzeni konusundaki memnuniyetsizliğini göstermiş; Brezilya ve Rusya gibi benzer düşünceye sahip olabilecek ülkelerin tepkilerini ölçmeye yarayan bir ön haber niteliği taşımıştır.

Esasen, bu durum ABD açısından ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Çin ile ABD arasındaki karşılıklı bağımlılığın en önemli dinamiklerinden biri olan Çin’in ABD hisse senetlerine yönelik ilgisinin kaybolması, ABD ekonomisinde kolay telafi edilemez çok olumsuz bir etki yaratabilecektir. Her ne kadar yakın gelecekte doların statüsü konusunda büyük bir değişimi beklemek gerçekçi görünmese de, Çin uzun dönemli bir değişimin sinyallerini vererek Çin para birimi renminbinin uluslararası statüsünü güçlendirmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştır.199 Özellikle, Doğu Asya’da bölgesel rezerv ve likidite havuzu olarak yaratılan Chiang Mai Girişimi, 10 ASEAN ülkesiyle beraber Çin, Japonya ve Güney Kore’yi de içine alan 120 milyar dolarlık çok taraflı döviz takas düzenlemesini yürürlüğe koymuştur. Chiang Mai Girişimi, IMF’nin ödünç verme kolaylıklarını ikame eden ve küresel ekonomide ortaya çıkan yüksek risk ve sorunlara karşı bölgenin kendisini koruma kapasitesini artıran son derece önemli bir kurumsallaşma çabasıdır.

2015’in Kasım ayında Çin para birimi renminbinin dolar, euro ve sterlinle beraber IMF’nin SDR (Special Drawing Rights) para sepetine eklenmesi, Çin’in uluslararası ekonomik güç olarak tanınma kampanyasında kazandığı yeni bir aşamayı göstermektedir. IMF’nin yeni ilave edilen bu kriteri, daha çok sembolik bir öneme sahip

197 Daniel W. Drezner, “Bad Depts: Assessing China’s Financial Influence in Great Power Politics”, International Security, vol. 32, no. 2, 2009, p. 7-45.

198 Jamil Anderlini, “China Calls for New Reserve Currency”, Financial Times, 24 March 2009.

199 Barry Eichengreen, “The Dollar Dilemma: The World’s Top Currency Faces Competition”, Foreign Affairs, vol. 88, no. 5, 2009, p. 61-63.

85 olup finansal piyasalarda doğrudan etkileri az olmakla beraber, küresel para sisteminde son 35 yıl içindeki en radikal dönüşüm kararı olarak yorumlanabilir.200

Çin, uluslararası ilişkilerde meşru normların tanımlanmasındaki etkinliğini artırmayı sürdürmektedir. Literatürdeki çalışmalar, çoğunlukla, mevcut uluslararası topluma, Çin’in nasıl “entegre” olduğu veya uluslararası toplumla nasıl “sosyalleştiği”

meselesine odaklanmaktadır.201 Halbuki, tam tersi istikamette Çin’in uluslararası kurumlardaki normların şekillenmesindeki rolü de aynı derecede önemlidir.

Sosyalizasyonun iki yönlü bir süreç olduğu hesaba katılırsa, hedefte bulunan aktörler aynı zamanda sürecin içeriğini ve çıktılarını etkileyebilecek aktif amiller olarak anlaşılmalıdır. Çin dış politikasının görece yeni bir boyutunu yansıtan bu husus daha az teorize edilmiş, fakat giderek önem kazanan dikkat çekici bir gelişmedir. Çinli bazı teorisyenlere göre yükselen güç sadece materyal yeteneklerini artırmaya çalışmakla yetinmemeli, aynı zamanda mevcut uluslararası toplum içinde “sosyalleşerek”

büyümelidir. Ancak, bu büyüme Çin’in statüsü ve normatif tercihlerinin uluslararası düzeyde meşru görülmesiyle mümkün olabilir. Güvenlik alanından örnek vermek gerekirse, Çin BM platformunda olduğu gibi çok taraflı kurumlar vasıtasıyla “meşru savaş” tanımını hararetle müdafaa etmektedir. Shanghai Jiao Tong Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olarak görev yapan Guo Shuyong’un işaret ettiği gibi,

“Meşruiyet, uluslararası politik davranışın sosyalleşmesi ve yapısallaşmasında vazgeçilemez düzeyde önemli bir rol oynamakta ve meşru savaş mücadelesi sürdürebilme yeteneği bir devletin ulusal yumuşak gücünün önemli bir parçasını oluşturmaktadır”.202

Son yıllarda Çin, BM barışı koruma operasyonlarında daha aktif bir rol oynamaya başlamıştır. Bu durumu kısmen açıklayan nedenlerden biri operasyonların doğasının Çin’in normatif kaygılarına uygun şekilde yeniden düzenlemeye tabi tutulmasıdır.203 İnsan hakları konusunda AB ve ABD’nin etkileri geçmişe nazaran azalırken, Çin ve Rusya’nın BM Genel Kurulu’nda bu konudaki pozisyonları giderek

200 “IMF Approves China’s Yuan for Bencmark Currency Basket”, Reuters, 30 Novemver 2015.

201 Alastair Iain Johnston, Social States: China in International Institutions, 1980-2000, Princeton, Princeton University Press, 2007.

202 Guo Shuyong, “Legitimacy, War, and the Rise of China: An International Political Sociology Perspective”, Korean Journal of Defence Analysis, vol. 19, no. 1, 2007, p. 47.

203 Stefan Stahle, “China’s Shifting Attitude towards United Nations Peacekeeping Operations”, China Quarterly, vol. 195, 2008, pp. 631-655.

86 daha fazla taraftar toplamaktadır. Çin’in ve Rusya’nın başarılarını sadece devlet egemenliğinin katı tanımına olan bağlılıklarında aramak yeterli gelmez. Çin başta olmak üzere diğer devletlerin, BM şemsiyesi altında sergiledikleri diplomatik kabiliyet ve etkinliklerinin bundaki payını da kabul etmek gerekmektedir.