• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI SİSTEMDE ÇİN’İN KONUMU VE ROLÜ

2. Çin’in Yükselen Güçler Arasındaki Ayrıcalıklı Konumu

2.2. Çin’in Düşünsel Gücü

2.3.4. Çin Ekonomi Yönetiminin Amaçları Bağlamında Etkinlik

140 tespit edilmektedir. Libya Çin’le ticaretinde ticaret fazlası verirken, Mısır Çin’in lehine ticaret dengesizliği yaşamaktadır.362

141 amaçlara karşı harekete geçebilmektedir. İkincisi; Çin’in kendi içinde yaşadığı tartışmalarla ilgilidir. Çin’in ekonomik ve politik karar vericileri dışarıda birbiriyle rekabet halinde olan çeşitli çıkarları izleyebilmekte; bu durum koordinasyonu zorlaştırmakta ve başarı şansını belirsiz hale getirebilmektedir. Üçüncüsü; alternatif yatırım, ticaret ve finans kaynakları Çin’in ekonomik etkinliği karşısında diğer devletlerin kırılganlık hassasiyetlerini sınırlandırmaya yardımcı olmaktadır. Son olarak;

artan ekonomik güç, çoğu zaman, Çin’in ortaklarını etkinliği karşısında denge arayışına itebilmektedir. Bu durumda, ya doğrudan Çinli şirketlerle pazar paylaşımı konusunda aktif rekabete girmekte, ya da Çin’in daha fazla ekonomik nüfuzunu duraklatmaktadır.

Neticede, büyüyen ekonomik gücüne rağmen, Çin’in politik etkinliğinin önünde önemli sınırlandırmalar mevcuttur.365

Çin’in devlet şirketlerinin ticaret akışları üzerinde ekstra etkinlik kurma girişimleri mevcuttur. Ancak, Çin’in ticareti yönlendirme yeteneği piyasanın talebi ve Afrika’nın kaynak arzlarının lokasyonu tarafından sınırlandırılmaktadır. Kaynakların, emeğin ve sermayenin Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki nispi durumu, bazı Afrika ülkelerinin Çin’e doğal kaynak ihracatı bağımlılığını artırdığı gibi, düşük maliyetli Çin tüketim mallarını tercih etmelerine yol açmaktadır.

Diğer taraftan, doğal kaynağa sahip olmayan bazı Afrika ülkeleri veya ihracatlarını çeşitlendirmek arzusunda olanlar emek yoğunluklu ihracat ürünlerinin, özellikle tarım ürünleri, Çin pazarına serbestçe erişiminin önündeki engellerden rahatsızlık duymaktadır. Bu tür ülkelerin Çin’in imalatçılara yönelik uyguladığı sübvansiyonlar, yabancı ürünlere karşı uyguladığı ticari engeller ve otokratik rejimlere verdiği politik destek sebebiyle daha da sabırsızlanmaları muhtemeldir. Neticede, Çin ile Afrika ülkeleri arasında büyüyen ticari açığın ortalama Afrikalı bireyler açısından tepkisel bir geri dönüşü mutlaka olacaktır.

Çin liderliğinin altyapı yatırımları konusundaki başarısı, Çin’in Afrika gibi uzak mesafelerle olan ticaretinin artışını sağlayan en önemli faktörlerden biridir. Çin, uzaklıkları yakın hale getirmeyi başarmıştır. 1990’lar ve 2000’lerde deniz nakliyatı ve liman inşasına yapılan yatırımların meyveleri toplanmaktadır. Çin-Afrika ticaretinde uzaklığın anlamsızlaştığını gösteren güzel bir örnek, 2011 yılında Tanzanya’nın

365 Adam Segal, A.g.m., pp. 259-261.

142 Darüsselam kentinde kurulan ilk limandır. Çin’in Xingang limanından hareket ederek otomobil ve kamyon taşıyan dev bir gemi iki haftada Darüsselam’a ulaşabilmektedir.

Bu tür dev gemilerin Çin’den Afrika limanlarına ve oradan da Çin’e seferleri her ay düzenli olarak yürütülmektedir.366

Çin, 2008’de yayınladığı resmi bir belgeyle Latin Amerika’ya olan ilgisini açıkça göstermiştir. Söz konusu Beyaz Belge’de Latin Amerika bölgesinin bol kaynakları ve artan uluslararası etkinliğine atıfta bulunulurken, ticaret ve yatırımın (özellikle doğal kaynak ve altyapı) geliştirilmesi temel amaçlar olarak zikredilmektedir.367 Çin’in Afrika ve Latin Amerika ile ticari ilişkilerinde diğer büyük ekonomik güçlere nazaran en önemli karşılaştırmalı üstünlüğü, bu bölgelerdeki devletlerle tarihsel düşmanlıklarının bulunmamasıdır.368

Ekonomik ilişkilere paralel olarak, Çin Brezilya (1994/2004), Venezuela (2001), Meksika (2003), Arjantin (2004) ve Peru (2008) ile ikili düzeyde bir dizi stratejik ortaklık anlaşması imzalamıştır. Ayrıca, çok taraflılık düzeyinde Çin, Amerikalılar Arası Kalkınma Bankası (IDB)’nın 2009’dan bu yana resmi üyesidir. Latin Amerika Entegrasyon Topluluğu’nda (ALADI) ve Amerika Devletleri Örgütü’nde (OAS) daimi gözlemci statüsü bulunmaktadır. Karayipler Topluluğu, Andean Topluluğu ve Güney Ortak Pazarı’nda daimi diyalog ortağı olarak yer almaktadır. Çin’in bölge ülkelerine ilgisi, diplomatik girişimlerini bölgenin ana kurumsal yapılarını aşarak daha başka yeni kanallar geliştirme arayışına itmiştir. Bölgenin dışında, Çin pek çok Latin Amerika ülkesi ile FOCOLAE, BRICS, G8+5 ve G-77 gibi kurumsal ağlarda işbirliği yapmaktadır.

Çin’in Japonya, Güney Kore ve Tayvan’la olan ticaretinde üçüyle aynı anda dış ticaret açığı vererek ithalatının ihracatından fazla olmasını, piyasa dinamikleri bağlamında “rastlantısal” olarak değerlendirmek mantıklı görünmemektedir. Çin’in bu üç ülkeyle ticaretinde politik tercihlerinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Çin, bilinçli bir politik tercihle Japonya, Güney Kore ve Tayvan’ı yaptığı ithalat ile kendisine bağımlı

366 “Largest cargo ship docks in Dar es Salaam”, Daily News (Tanzania), 16 February 2011. http://

dailynews.co.tz/home/?n¼17346&cat¼home.

367 “China’s Policy Paper on Latin America and the Caribbean”, 2010.

http://www.gov.cn/english/official/2008-11/05/content_1140347.htm.

368 “Rumble in the Jungle-Africa and China”, The Economist, 20 April 2011.

http://www.economist.com/node/18586678?story_id518586678.Foot.

143 hale getirmeye çalışmaktadır. Çin’in bu ticaret stratejisiyle etkinlik satın alma mantığının Japonya’da sonuç verdiğini, şimdilik, iddia etmek zordur. Ancak, Güney Kore ve Tayvan bağlamında sınırlı da olsa, Çin bu yolla etkinlik kurabilmiş gibi görünmektedir. 2005 yılındaki Çin merkezli bir rapora göre Güney Kore’deki 3-4 milyon kişilik istihdam Çin’le olan ticarete bağlı olarak yaratılmıştır.369

Çin’in satın alma gücüne dayalı ticaret stratejisinin sonuçları ASEAN ülkeleri üzerinde daha nettir. ASEAN ülkelerinin pek çoğu önceleri ABD veya Japonya’yla ihracat yaparken, şimdi giderek daha fazla Çin’le ihracat yapmayı tercih etmektedir.

2001-2004 yılları arasında Çin’in mamül ithalatı Filipinler’den %366; Tayland’tan

%145; Singapur’dan %173 ve Malezya’dan %193 oranında artmıştır.370 Artan bu ticari ilişkiler, Çin’in bu ülkeler tarafından algılanmasında önemli bir değişimin yaşanmasına yardımcı olmuştur. Algısal değişim neredeyse aynı ifadelerle ASEAN ülkelerinin tamamı tarafından paylaşılmaktadır. Bir zamanlar “düşman” olan Çin imajı,

“büyümenin motoru” haline gelmiştir. Elbette, Çin hakkında bazı şüpheler devam etmekte ve ABD’nin bölgedeki rolüyle dengeleme arayışı sürmektedir. Ancak, baskın olan bölgesel yönelim Çin’in yükselişinin bir fırsat olduğu düşüncesine kaymıştır.

Çin ve ABD arasında var olan karşılıklı ekonomik bağımlılığa rağmen, özellikle ABD tarafında Çin’in ekonomik yükselişine kuşkuyla yaklaşan görüşler varlığını korumaktadır. Gelişen ekonomik karşılıklı bağımlılık, ABD’de büyüyen Çin tehdidi söylemini engellemeye yeterli gelmemektedir. ABD’de Çin’e yönelik görüşleri şekillendiren stratejik ve politik değerlendirmelerin dışında, önemli faktörlerden biri de başlı başına ekonomik çıkarlardır. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin bireylerin algıları üzerindeki etkisi açıklayıcıdır. Çin’le ticaretten ekonomik çıkar elde edenler olumlu bir değerlendirmeyle dış politikanın işbirliğine yönelmesini desteklerken, Çin’le ticaret sebebiyle gelirlerinde azalma olanlar karşı pozisyonu temsil etmektedir. Bununla beraber, bireysel düzeyde ekonomik çıkarın yanında, ticaretin getirdiği sonuçlarla yaşanan bireysel tecrübelerin psikolojik olarak nasıl değerlendirildiği de önemlidir.

Dolayısıyla ABD’nin Çin ile ticaretinde Amerikalı bireyler açısından, algısal düzeyde,

“kazananlar” ve “kaybedenler” olmak üzere iki kategorik grubun varlığından söz etmek

369 “South Korea’s Economic Dependence on China Increases: 4 Million People Depend on China for Living”, People’s Daily, 28 January 2005. http://world.people.com.cn/GB/1029/3152061.html.

370 UN Commodity Trade Statistics Database. http://unstats.un.org/unsd/comtrade/.

144 mümkündür. Uluslararası ticaret iki ülke arasındaki ilişkilerde toplam fayda sağlarken, alt-ulusal düzeyde “kazananlar” ve “kaybedenler” yaratabilmektedir.371

Çin’in ekonomik büyümesi üzerine yazılan methiyeler ve sürekli dünya gündeminin ilk sıralarında yer aldığı düşünüldüğünde, yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için, Çin’in hala piyasa ekonomisi olmadığı gerçeğini hatırlatmak gerekir.

Çin, DTÖ’ye 2001 yılında üye olduğunda, yapılan protokolde kendi piyasasının özellikleri sebebiyle özel hükümlere tabi tutulmuştur. Çin’in Batılı anlamda mükemmel bir piyasa ekonomisi olmayı isteyip istemediği konusunda kesin konuşmak çok kolay değildir. Fakat dünya ve muhatapları tarafından öyle algılanmak istediği şüphe götürmez bir gerçektir. DTÖ’ye giriş sürecinde Çinli temsilcinin Çin’in piyasasını

“sosyalist piyasa ekonomisi” olarak tanıttığı görülmektedir.372 Diğer taraftan, fiyat indirme (dumping) soruşturmalarına izin verecek şekilde diğer DTÖ üyeleri tarafından Çin’in piyasa dışı ekonomi olarak değerlendirilmesi, ithalatçı ülkelerin işine gelmiştir.

Çin’e karşı bir tür ayrımcılık anlamına gelen bu “piyasa dışı ekonomi” statüsünün, söz konusu protokol hükümlerinin 2016’da sona ermesinin ardından nasıl bir düzenlemeye tabi tutulacağı şu an için bilinmemektedir.373

Çin, piyasa dışı ekonomi statüsünü üyelik görüşmelerinde kabul etmek zorunda kalmasına rağmen, yapılan bu istisnai işlemin anlamsız olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazladır. Üstelik Çinli yetkililer de bu durumdan hoşnut olmadıklarını belirten açıklamalar yapmıştır. Nihai anlamda haksız bir talebe maruz kaldıklarını; fakat kabul etmekten başka seçeneklerinin olmadığını ifade etmişlerdir. Çinli ticaret yetkililerinin bir kısmı Rusya’nın bile piyasa ekonomisi olarak tanındığına işaret ederek, başka herhangi bir ülkenin piyasa statüsü konusunda zaman sınırlamasına tabi tutulmadığını belirtmişlerdir.374 Çin, damping meselesinde ayrımcılığa uğramamak amacıyla, piyasa ekonomisi olarak tanınmak için, diğer ülkeler üzerinde 2003’ten bu yana lobicilik

371 Benjamin O. Fordham and Katja B. Kleinberg, “International Trade and US Relations with China”, Foreign Policy Analysis, vol. 7, 2011, p. 233.

372 “Report of the Working Party On the Accession of China”, World Trade Organization, 10 November 2001, p. 1.

373 “Protocol On the Accession of The People’s Republic of China”, World Trade Organization, 10 November 2001, p. 9.

374 Stephen Green, “China’s Quest for Market Economy Status”, The Royal Institute of International Affairs Briefing Note, May 2004, p.4.

145 faaliyeti yürütmektedir.375 Ekonomik kalkınma hedeflerini hızlandırabilmek için diğer ülkelerden piyasa ekonomisi statüsünü elde etmek, Çin açısından neredeyse “ulusal gurur meselesi” haline gelmiş ve “uluslararası kabulün alameti” gibi görülmeye başlanmıştır.376 2004 yılında ilk defa Yeni Zelanda, Çin’i piyasa ekonomisi olarak tanımış ve ardından onlarca ülke aynı yolu izlemiştir. Pekçok ülke piyasa ekonomisi statüsünü tanımayı, Çin’le serbest ticaret anlaşmaları müzakerelerini yürütmek için bir koşul olarak öne sürmüştür. Avustralya, Peru, Şili ve ASEAN ülkeleri Çin’in piyasa ekonomisi statüsünü böyle tanımıştır. Gelinen noktada ABD, AB, Japonya, Kanada, Hindistan ve Meksika Çin’i hala piyasa ekonomisi olarak tanımayan ülkelerdir. Brezilya ise politik bir deklarasyonla tanımış; fakat legal anlamda kararını uygulamaya koymamıştır.377

Ticari ortakların diplomatik mübadelelerinin diplomatik temsiller yoluyla ikili ticareti beslediği bilinmektedir.378 Devlet gezileri de benzer bir mantıkla ticari ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Fakat ticaret için ekonomik diplomasinin taşıdığı önemin, ikili politik ilişkiler bağlamında ticarete nasıl yansıdığı meselesi farklı boyutları da içermektedir. Öncelikle; Çin yönetiminin ticari kararları etkileme kapasitesi, Batılı serbest piyasa ekonomilerine göre daha fazladır. Ekonomiye devletin müdahale edebilmesi, ticari akışlardan dış politika aracı olarak yararlanabilmeyi elverişli kılmaktadır.379

Bu bağlamda, Dalai Lama’nın gezilerinin Çin’in ikili ticareti üzerindeki etkisi incelenebilir.380 Bazı ülkelerdeki dışişleri yetkililerinin Dalai Lama’yı kabul ederek

375 Robert G. Sutter, Chinese Foreign Relations: Power and Policy since the Cold War, Lanham, Rowman and Littlefield, 2008, p. 346.

376 Stephen Green, A.g.m., p. 2.

377 Laura Puccio, “Granting Market Economy Status to China”, European Parliamentary Research Service, November 2015, p. 1.

378 Andrew Rose, “Foreign Service and Foreign Trade: Embassies as Export Promotion, World Economy, vol 30, pp. 22-38.

379 Bunun en önemli sebeplerinden biri, “politik hesap verebilirlik” düzeyinin düşük olmasıdır. Ayrıca, ekonomiye müdahale eden devletler resmi ticaret politikalarına daha az bağlı hareket edilebilmektedir.

Toke S. Aidt and Martin Gassabner, “Do Autoctartic State Trade Less”, The World Bank Economic Review, vol 24, no. 1, 2010, p. 71.

380 Andreas Fuchs and Nils-Hendrik Klann, ampirik verilere dayanarak geliştirdikleri bir modelle 1991-2008 yılları arasında Çin’in 159 ticari ortağının ihracat akışlarını incelemiştir. Çalışmada, Dalai Lama’yı kabul eden ülkelere yönelik Çin’in ihracatını azaltma yoluyla ekonomik cezalandırma uygulama politikası test edilmiştir. Sonuçta, Hu Jintao döneminde (2002-2008) üst düzey Dalai Lama gezilerinin Çin’e ihracat üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Devlet Başkanları veya hükümet başkanları ile Dalai Lama arasında gerçekleşen görüşmeler, Çin tarafından ihracatın ortalama %16.9 azaltılmasına yol

146 görüşmeleri, o ülkelerin Çin ile ticaretini düşüren bir etki yaratmıştır. Çin hükümetinin bu konudaki kararlılığı Fransa örneğinde çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. 2008’de Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy ile Dalai Lama arasındaki görüşmeye misilleme olarak iki önemli Çinli ticaret delegasyonunun gezi planı iptal edilmiştir. Mesela, Dalai Lama’nın 1995’te Clinton yönetimi tarafından resmi olarak kabul edilmesi, ABD-Çin ticareti üzerinde bir maliyet doğurmuştur.381 Diğer bir örnek, 2009 yılında Hollanda Dışişleri Bakanı ve bazı Parlamento üyelerinin Tibet lideriyle görüşmeleridir. Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkanande, Dalai Lama ile kişisel görüşmelerin doğurabileceği

“yersiz risk”ten kaynaklanan korkusunu dile getirmiştir.382 Dalai Lama’nın kendisi de, pek çok politikacının bakan veya başbakan olduktan sonra görüşme taleplerini geri çevirdiklerine dikkat çekerek, “Çin’le ekonomik ilişkilerin galip gelmeye başladığı”

sonucuna varmıştır.383 Dolayısıyla, Dalai Lama ile görüşmelerin ihracat üzerinde yarattığı zarar vereci etki, diplomatik mantık gereği yüksek düzeyde yetkililer söz konusu olduğunda daha da artmaktadır. Ancak, Çin ticaretteki sapmadan kaynaklanan ekonomik kayıplar ile rejimi istikrarlaştırıcı politik kazanımlar arasında bir tercihle karşılaştığında, rasyonel olarak fırsat maliyeti hesaplaması yapmaktadır. İthalat kararlarında etkili olan politik tercihlerinden kaynaklanan ekonomik kayıpları azaltmak için mümkün olan en kısa sürede ortaklarıyla ticari ilişkilerini düzeltmenin, Çin’in çıkarına olacağını düşünmektedir.384