• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM ŞARAP KÜLTÜRÜ ŞARAP KÜLTÜRÜ

1.6. ŞARABIN BENZETĐLDĐĞĐ UNSURLAR

1.6.6. Âteş/ Âteş-i Cehennem

Şarap, şairlerimiz tarafından rengi, hararet vericiliği gibi özellikleri sebebiyle ateşe benzetilmiştir. Bununla birlikte beyitlerde, şarabın haram olması ve haram olan

işlerin yapılması neticesinde gidilecek yer olan cehennem de işlenmiştir. Böylelikle şarap, ateş, cehennem arasında bir ilişki oluşturulmaya çalışılmıştır. Konu ile ilgili olarak seçilen beyitler aşağıdadır.

Ĥarābāt içre her peymānede ‘aksüñ görünmezse

Cehennem ola peymāne şarāb-ı erġavān āteş (Hayâlî Bey, 7/4)

Meyhane içinde her kadehte (yanağının) yansıması görünmezse, kadeh; cehennem, erguvan şarabı da ateş olsun.

Nāŝiģ içdi etmeden ibrāmı bayram ertesi

Āteş-i mey puĥte ķıldı ĥāmı bayram ertesi (Hayâlî Bey, g. 28/1)

Şarabın ateşi bayram ertesi ham olanı pişkin hale getirdi. Nasihat eden ısrar etmeden (kendi rızasıyla) bayram ertesi şarap içti.

Cām devrinde Fużūlī oķurum mey vaŝfın

Āteş-i ĥırmen-i ġam Āb-i Ģayāt-i ģukemā (Fuzûlî, g. 23/7)

Fuzûlî, camın devretmesi sırasında şarabın özelliklerini hatırlarım. (Şarap) gam harmanını (yakan) ateş, hikmet sahipleri için ölümsüzlük suyudur.

Şitānuñ şiddeti te’śīr ider mi rind-i mey-ĥāra

Miśāl-i penbedür berf ü şarāb-ı erġavān āteş (Nev‘î, g. 198/4)

Kış mevsiminin şiddetli geçmesi içki içen rinde etki eder mi? Kar, pamuk gibi, erguvan renkli şarap (da) ateş gibidir.

Şu cām-ı bāde ki bir āteş-i cehennem idi

Yasaāı eyledi anı güneş gibi fānī (Yahyâ Bey, k. 6/24)

Şarap kadehi, cehennem ateşi gibi (sonsuzdu); (ama) şarap yasağı onu güneş gibi gelip geçici yaptı.

Beni yakarsa ‘aceb mi şarāb-ı āteş-reng

Ki şevķi her neye düşdiyse sūznāk itdi (Helâkî, g. 149/4)

Ateş renkli şarap, beni yakarsa buna şaşılmaz. Çünkü; onun arzusu neye düştüyse (düştüğünü) yakıcı hale getirdi.

1.6.7. Avcı

Şairler yaptıkları gözlemleri, hayal gücü ile birleştirerek farklı benzetme unsurlarını şiirlerine katmayı başarmışlardır. Şarabın avcıya benzetilmesi de yukarıda söylenileni açıklar niteliktedir. Şairler, şarap meclislerinin kurulduğu çayırları, kuşların taneler verilerek yakalandıkları av sahası gibi düşünmüşlerdir. Şairler meclislerde bulunan yiyecek ve içecekleri kuşlar için tane; kuşları yakalayanın da şarap olduğunu hayal etmişlerdir. Böylece şairler şarabın insanları bir avcı gibi yakaladığını, ondan kurtulmanın mümkün olmayacağını şiirlerinde anlatmıştır.

Āl ile šutdı lā‘l-i niġārı bāde

Virse ‘aceb mi ahum bezm-i cihānı bāda (Zâtî, g. 1254/1)

Şarap, sevgilinin dudağını hile ile alıkoydu. (Bu yüzden) ahım dünyayı rüzgara verse buna şaşılır mı?

Dāne vü dām ile šutulmaz imiş murġ-ı hümā

Gelmedi bezmümüze baķmadı peymānemüze (Yahyâ Bey, g. 378/3)

Hüma kuşu, meclisimize gelmedi kadehimize bakmadı (demek ki) hüma, tane(nevale) ve tuzak(şarap) ile yakalanmazmış.

1.6.8. Ayna

16. yüzyılda ayna, metallerin parlatılması sonucu elde edilen çok kıymetli bir araçtı. Özenle ve pamuk içinde saklanırdı. Aynanın özelliği görüntüyü aksettirmesidir. Ayna keşfedilmeden önce insanlar durgun sular veya kaplar içindeki sıvılardan kendilerini görebiliyorlardı. Örnek olarak seçilen beyitte de şair, elindeki kadeh içinde yer alan parlak şarabı, aynaya benzetmiştir. Ama bu öyle bir aynadır ki ona bakanların içyüzünü göstermektedir. Çünkü; şarap içerek sarhoş olan kişi, karakter özelliklerini saklayamaz. Gerçek yüzü ortaya çıkar. Hayretî bu bilgi birikimini bir beyite sığdırmayı başarmıştır.

Gösterür baña ke-mā-hī n’idügin māhiyyetüm

Elde ŝan āyīnem olmışdur mey-i rūşen benüm (Hayretî, g. 286/3)

Elimdeki parlak şarap sanki ayna olmuş da benim nasıl biri olduğumu bana gstermektedir.

1.6.9. Barış

Zâtî, örnek olarak alınan beyitte bir şarap meclisi ortamı anlatmıştır. Meclislerde düzeni bozan hareketler yapılmaz, herkese saygılı olunması beklenir ve kavga hoş karşılanmazdı. Tabi ki meclise, kavga etmiş iki kişi geldiğinde onların kavga edip düzeni bozması istenmezdi. Bu sebeple şarap ikram edilerek onların yapacağı tartışma engellenmeye çalışılırdı. Đşte bu manzara içinde şair şarabı barışa, barışa vesile olan bir nesneye benzetmiştir.

Đki çekişli kimse ki bir meclise gele

Barışdur ikisine göñülden o dem şarāb (Zâtî, g. 61/4)

Bir meclise, kavgalı iki kişi gelse o zaman şarap, ikisine de gönülden barış olur.

1.6.10. Can

Can; ruh, yaşayış demektir. Hayretî’nin şarabı, “can”a benzetmesinin tesadüf olmadığını söyleyebiliriz. Çünkü; ruh kelimesi barındırdığı anlam itibariyle Cebrail’i hatırlatmaktadır. Cebrail, ruhtur. Onun görevi Allah ile peygamberler arasında aracılıktır. Đlahi emir, yasak, hükümleri peygamberlere o haber verir, ilham eder. Ayrıca cahiliye döneminde Araplar şairlerin sıradan insanlar olmadıklarını, onların şiir söyleyebilmek için cinlere hükmettiklerini, onlardan ilham aldıklarını düşünmekteydiler. “Cân” kelimesi cin kelimesinin çoğulu yan cinler anlamındadır. Şair, beyti her iki inanışı hatırlatacak şekilde kurgulamıştır. Klasik edebiyat şairlerine göre şiir ilham yoluyla yazılabilir. Bu ya Allah’tan ya da cinlerden gelmektedir.148 Hayretî ise ilham kaynağına bir yenisini ekleyerek şarabı “can”a benzetmiştir. Yani Hayretî için şarap da bir ilham kaynağı haline gelmiştir.

Ģayretī būse-i la‘lüñe n’ola cān virse

Sāķıyā şā‘ir olanuñ çüñ olur cānı şarāb (Hayretî, g.17/9)

Hayretî, dudağından alacağı öpücük için canını verse şaşılır mı? Ey sâkî, şair olanın canı; şaraptır.

148 Ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammet Nur Doğan, Eski Şiirin Bahçesinde, Alternatif Düşünce Yayınevi, Đstanbul 2005.

1.6.11. Cilâ

Cilâ; parlama, parlaklık anlamlarına gelmektedir. Şairlerimiz şarabı, parlak olması ve insanın aklına farklı şeyler getirerek parlaklaştırması yönüyle cilâya benzetmişlerdir. Bu benzetme bugün bile yaşamaktadır.

‘Aşķ ehline şol cāmı ŝunar sāķī-i la‘lüñ

Kim ‘aķla cilā ķalbe ŝafā rūģa gıdādur (Bâkî, g. 106/4)

Dudağının sâkîsi aşk ehline akla cila, kalbe rahatlık, ruha gıda olan şu kadehi sunar.

Cilā vir çeşme ey sāķī mey-i ŝāf-ı muravvaķdan

Ķamaşdı gözlerüm cām-ı hilāl-i ‘īda baķmaķdan (Bâkî, g. 366/1)

Ey sâkî süzülmüş saf şarapla göze cila ver çünkü; gözlerim bayram hilalinin kadehine bakmaktan kamaştı.

1.6.12. Çerâg

Çerâg, kandil demektir. Eski dönemlerde aydınlatma aracı olarak meclislerin ve eğlence yerlerinin aydınlatılmasında kullanılırdı. Şarap meclislerinin akşamları kurulması ya da şarabın yasak olmasından dolayı karanlık köşelerde içilmesi nedeniyle kandiller ayyaşlar için önemliydi. Nev‘î aşağıdaki beyitte şarabı parlaklığı ve karanlık gecede etrafındaki insanların içini aydınlatması yönüyle şaraba benzetmiştir. Öyle ki şair, şarap kandilinin sabaha kadar yanmasını yanan, şarabın sabaha kadar bitmemesini istemektedir.

Žalām-ı ġamda çerāġ-ı bāde

Ŝabāģa ilte dem-i revāģı (Nev‘î, g. 547/2)

Gamın karanlığında şarap kandili, şarap eğlencesini sabaha kadar devam ettirsin.