• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI"

Copied!
336
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM

ANABİLİM DALI

HALKLA İLİŞKİLERE TOPLUMSAL YAKLAŞIM: KADINA YÖNELİK ŞİDDET KARŞITI DİJİTAL KAMPANYALAR ÜZERİNE BİR İNCELEME

Doktora Tezi Ebru Akçay

Ankara, 2020

(2)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM

ANABİLİM DALI

HALKLA İLİŞKİLERE TOPLUMSAL YAKLAŞIM: KADINA YÖNELİK ŞİDDET KARŞITI DİJİTAL KAMPANYALAR ÜZERİNE BİR İNCELEME

Doktora Tezi Ebru Akçay

Tez Danışmanı Doç. Dr. Melike Aktaş

Ankara, 2020

(3)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM

ANABİLİM DALI

HALKLA İLİŞKİLERE TOPLUMSAL YAKLAŞIM: KADINA YÖNELİK ŞİDDET KARŞITI DİJİTAL KAMPANYALAR

ÜZERİNE BİR İNCELEME

Doktora Tezi

Tez Danışmanı Doç. Dr. Melike Aktaş

TEZ JÜRİSİ ÜYELERİ

Adı ve Soyadı İmzası

1) Doç. Dr. Melike Aktaş ...

2) Prof. Dr. Sema Becerikli ...

3) Prof. Dr. B. Pınar Özdemir ...

4) Prof. Dr. G. Senem Gençtürk Hızal ...

5) Doç. Dr. Emel Özdora Akşak ...

Tez Savunması Tarihi 29.07.2020

(4)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne,

Doç. Dr. Melike Aktaş danışmanlığında hazırladığım “Halkla İlişkilere Toplumsal Yaklaşım: Kadına Yönelik Şiddet Karşıtı Dijital Kampanyalar Üzerine Bir İnceleme (Ankara.2020)” adlı doktora tezimdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu, başka kaynaklardan aldığım bilgileri metinde ve kaynakçada eksiksiz olarak gösterdiğimi, çalışma sürecinde bilimsel araştırma ve etik kurallarına uygun olarak davrandığımı ve aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu kabul edeceğimi beyan ederim.

Ebru Akçay

(5)

TEŞEKKÜR

Tüm kafa karışıklıklarımı ve heyecanlarımı sabırla karşılayan, doktora eğitimim boyunca desteğini benden esirgemeyen, diğer çalışmalarımda da beni motive eden ve öğrencisi olmaktan kıvanç duyduğum danışmanım Doç. Dr. Melike Aktaş’a müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. Güler yüzlerini hiçbir zaman eksik etmeyen, engin bilgilerini ve görüşlerini benimle paylaşan ve desteklerini her daim hissettiğim kıymetli hocalarım Prof. Dr. Sema Becerikli’ye, Prof. Dr. B. Pınar Özdemir’e, Prof. Dr. G.

Senem Gençtürk Hızal’a ve Doç. Dr. Emel Özdora Akşak’a en içten teşekkürlerimi sunarım. Doktora eğitimimde derslerini alma şansı yakalayabildiğim tüm hocalarıma ve ayrıca tezde metin madenciliği tekniğini kullanabilmem için bana yardım eden Dr. Öğr.

Üyesi Enes Abanoz’a teşekkür ederim.

Tez yazma sürecimde yaşadığım stres ve heyecanımı paylaşan arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum. Bu süreçte tüm sıkıntılarımı paylaşabildiğim canım dostum Ennur Şengül’e, bol köpüklü kahveler yaptığı ve beni büyük bir sabırla dinlediği için teşekkür ederim. Farklı şehirlerde yaşasak da kurduğumuz dostluk ve dayanışma için Öğr. Gör. Sinem Uyanık Altay’a çok teşekkür ederim. Tez yazmanın zorluklarını göğüslememde bana yardımcı olan, tezimdeki ve hayatımdaki tüm gelişmelerle içtenlikle ilgilenen dostum ve meslektaşım Arş. Gör. Dr. Gülten Arslantürk’e ve sadece zor zamanlarımda değil, güzel günlerimde de yanımda olduğu, candan dostluğu ve komşuluğu için Elif Şevik İnal’a çok teşekkür ederim.

Doktora eğitimimin tüm aşamalarında bana yol gösteren, telaşlı zamanlarımda beni sakinleştiren ve bana her zaman destek olan Dr. Öğr. Üyesi İlgar Seyidov’a teşekkür ederim. Ayrıca, insan haklarına duyduğu saygıyla tez yazma sürecimde bana ışık olan, her daim zihnimi açan ve varlığıyla beni güçlendiren Umut Çelik’e sonsuz teşekkürler.

Başarımlarımla olduğu kadar başarısızlıklarımla da gurur duyduğunu söyleyen canım anneme ve en kötü kararımda bile arkamda duran canım babama tezimi yazarken bana sağladıkları güven ve rahatlık için çok teşekkür ederim, sizin kızınız olduğum için gurur duyuyorum. Hayatı birlikte öğrendiğim, en güzel günlerimi birlikte yaşadığım ve Ankara’ya her gelişimde “sen yaparsın” diyerek beni yüreklendiren canım ablalarımın varlığı ve desteği için minnettarım.

Son olarak, yoğunluğuna ve o dönem yurt dışında olmasına rağmen görüşmemiz için bana değerli zamanını ayıran Dr. Öğr. Üyesi İdil Elveriş’e ve mümkün olabilecek en kısa sürede görüşme talebimi kabul eden Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na tezime ayırdıkları vakit için çok teşekkür ederim. Ve tabii ki, kadınların şiddet görmediği ve öldürülmediği bir dünya için mücadele veren tanı(şa)madığım tüm kadınlara teşekkürü borç bilirim.

Ebru Akçay

(6)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ ... 1

I. BÖLÜM: KARŞIT KAMUSALLIKLAR VE KADIN KAMUSALLIĞI ... 13

A. Kamusallığın Dönüşümü ... 13

B. Çöküşten Çoklaşmaya: Burjuva Kamusallığına Yönelik Eleştiriler ... 26

C. Madun Karşıt Kamular Olarak Kadınlar ve Feminist Kamusallık ... 37

D. Özel Alan Kamusal Alan Dikotomisinin Reddiyesi: “Kişisel Olan Politiktir” ... 48

E. Özel Alan/Kamusal Alan Geriliminde Türkiye’de Erkek Şiddetiyle Mücadele ... 64

1. Ev Toplantılarından Kamusal Kampanyalara: 1980’lerde Türkiye’de Kadın Kamusallığı ... 67

2. Kurumsallaşmadan Parçalanmaya: 1990’lar ve 2000’lerin Kazanımları ... 74

II. BÖLÜM: HALKLA İLİŞKİLER VE TOPLUM ... 86

A. Halkla İlişkileri Tanımlamak ... 86

1. Halkla İlişkilerde Stratejik İletişim ... 86

2. Halkla İlişkilerde İlişkisel Yaklaşım... 94

B. Halkla İlişkilerin Sınırlarını Genişletmek ... 98

1. Halkla İlişkilerde Sosyo-Kültürel Dönüşüm ... 98

2. Pasif Alıcılardan Kampanya Yürütücülüğüne: Değişen ve Güçlenen Kamular... 102

3. Dijital Halkla İlişkiler Kampanyaları ... 105

4. “Ortak Anlam Yaratımı” Olarak Halkla İlişkiler ve “Etkileşim Mevkileri” ... 110

C. “Etiketin Kamuları” ve Etiket Feminizmi... 112

1. Dijital Platformların Katılımcı Potansiyeli ve Kadınların Kamusal Katılımı ... 112

2. Kadınların Erkek Şiddetine Karşı Başlattıkları Twitter Kampanyaları... 122

III. BÖLÜM: KADINA YÖNELİK ŞİDDET KARŞITI DİJİTAL KAMPANYALARIN VAKA ANALİZİ... 130

A. Araştırmanın Yöntemi ... 130

1. Vaka İncelemesi ve Veri Toplama Teknikleri... 132

2. Halkla İlişkiler ve Dijital Toplumsal Savunuculuk Modeli ... 137

3. Araştırma Tasarımı ve Araştırma Soruları ... 141

B. #sendeanlat Kampanyası (2015) ... 143

1. Kampanya Öncülleri ... 145

1.1. Toplumsal İnfial Ortamı: Özgecan Aslan Cinayeti ve “Masumiyet” Vurgusu . 145 1.2. Siyasal Gündem ve Kamuoyunun Kitlesel Tepkisi ... 148

2. Kampanya Süreci... 150

2.1. Gündemi Yakalayabilme ve Mecra Seçimi ... 151

2.2. Kısa ve Samimi Etiket Kullanımı ... 154

2.3. Viral Görünme, Anonim Kalabilme ve “Gönülsüz Liderlik” ... 156

2.4. Hedef Kitleden Kampanya Öznelerine: Katılımcıların Taktikleri ... 159

3. Kampanyanın Sonuçları ... 161

3.1. Kitlesel Katılım ve Farkındalığın Artması ... 161

(7)

3.2. “Dijital Envanter” Yaratımı ve Sürdürülebilirlik ... 170

3.3. Kampanyanın Medya Görünürlüğü ... 174

4. Değerlendirme: Dijital Bilinç Yükseltme Grubu ve Kadın Kamusallığı ... 181

C. #KıyafetimeKarışma Kampanyası (2017) ... 184

1. Kampanya Öncülleri ... 185

1.1. Kadınların Hayat Tarzlarına Yönelik Saldırılardaki Artış ... 186

1.2. Bardağı Taşıran Son Damla: Canan Kaymakçı’ya Yapılan Sözlü Saldırı ... 190

2. Kampanya Süreci... 192

2.1. Refleksif ve Bütünleştirici Slogan Kullanımı ... 193

2.2. “Koreografik Liderlik”: Eylem Çağrıları ve Mobilizasyon ... 196

2.3. Geleneksel ve Dijital Taktikler: Stant Çalışmaları ve Fotoğraf Kullanımı ... 203

2.4. “Hayalet Kamular”dan Somut Topluluklara: Eylemler, Etkinlikler ve “Maçka Kadın Buluşması” ... 208

3. Kampanyanın Sonuçları ... 213

3.1. Farklı Kesimlerden Katılım ve Ortak Mücadele ... 213

3.2. “Kadın Meclisleri”nin Kuruluşu ve Mücadelenin Sürekliliği ... 217

3.3. Kampanyanın Medya Görünürlüğü ... 221

4. Değerlendirme: Kadın Hareketinin Toplumsallaşması ve Mücadeleye Katılım ... 228

D. #ŞuleÇetİçinAdalet Kampanyası (2018-2019) ... 232

1. Kampanya Öncülleri ... 233

1.1. Şüpheli Ölümlerde Artış ve Şule Çet Cinayeti ... 233

1.2. Siyasal Kamuoyu ve Meclis Gündemine Şule Çet Davasının Taşınması ... 238

2. Kampanya Süreci... 241

2.1. “Şule Çet İçin Adalet” Hesabının Açılması: Etkili Slogan ve Etiket Kullanımı 242 2.2. Dava Takibinin Sağlanması: Duruşma Çağrıları ve “Şule Çet İçin Adalet Komisyonları”nın Kurulması ... 245

2.3. Dijital Mecraların Birlikte Kullanımı: Instagram ve Change.org İmza Kampanyası ... 251

2.4. Dijital Mecralardan Sokaklara ve Duruşma Salonlarına: Katılımcıların Taktikleri 253 3. Kampanyanın Sonuçları ... 256

3.1. Kampanyanın Hukuki Sonuçları: Tutuklama ve Hapis Cezası ... 257

3.2. #ŞuleÇetİçinAdalet Etiketine ve Duruşmalara Kitlesel Katılım ... 259

3.3. Kampanyanın Medya Görünürlüğü ... 269

4. Değerlendirme: Yaratılan Kamusallığın Genişletilmesi ve Mücadeleye Katılım ... 274

E. TARTIŞMA ... 278

SONUÇ ... 285

KAYNAKÇA ... 297

ÖZET ... 328

ABSTRACT ... 329

(8)

1 GİRİŞ

Halkla ilişkilerin tanımı ve halkla ilişkiler pratiğini kimin/kimlerin gerçekleştirdiğine dair varsayımlar, halkla ilişkilerin toplumdaki rolüne ilişkin saptamalarla koşut olarak değişmekte ve dönüşmektedir. Yıllar içinde, literatürde halkla ilişkilerin topluma zarar verdiğini ve halkla ilişkiler uzmanlarının çalıştıkları kurumların çıkarını gözettiklerini ileri süren araştırmacılarla, halkla ilişkilerin topluma katkı sunduğunu ve kamusal alanda hakem görevi gördüğünü savunan araştırmacılar arasında bir dikotomi oluşmuştur. Alandaki araştırmaların halkla ilişkileri tanımlama biçimleri ve araştırmacıların incelemeyi tercih ettikleri konular bu dikotomiye göre belirlenmektedir.

Bu dikotomi aynı zamanda halkla ilişkiler literatüründeki yaklaşımları birbirinden ayıran bir sınır çizgisi görevi görmektedir.

Halkla ilişkiler araştırmalarına hâkim olan kurumsal paradigmanın ve iki yönlü simetrik iletişim modellerinin son yıllarda eleştirilmeye başlanmasıyla birlikte halkla ilişkiler teorik bir “yol ayrımı”na girmiştir (Gower, 2009). Postmodernistler, eleştirel/kültürel kuramcılar ve uluslararası araştırmacılar halkla ilişkilere hâkim olan iki yönlü simetri modelleriyle tanımlanan kurumsal paradigmaya eleştiriler getirmişlerdir (Gower, 2009). Postmodernist araştırmacılar halkla ilişkilerin simetrik değil ideolojik olduğunu savunurken, eleştirel/kültürel araştırmacılar kapitalizmin devamlılığına hizmet eden halkla ilişkilerin iktidar sorununa değinmediğini ileri sürmektedir (Gower, 2009:

34). Uluslararası araştırmacılar ise halkla ilişkiler araştırmalarının etnosentrik olduğunu ve Batı dışındaki uygulamaları görmezden geldiğini öne sürmektedir (Gower, 2009:

35).

Halkla ilişkiler pratiğine yönelik eleştiriler temelde; halkla ilişkilerin gerçekleri gizlediğine, toplum için zararlı uygulamalar ürettiğine, örgütleri daha güçlü kılmaya öncelik verdiğine, sadece tanıtım faaliyetlerinden oluştuğuna ve demokratik süreçleri

(9)

2 zedelediğine odaklanmaktadır (Coombs ve Holladay, 2007). Özetle, halkla ilişkiler literatürüne işlevsel yaklaşımların hâkimiyeti, 2000’li yıllardan itibaren sosyal teorinin alana uyarlandığı çalışmalarla sarsılmaya başlamış ve halkla ilişkilerin toplumdaki rolünü ve toplumdaki farklı grupların farklı deneyimlerini yok saydığı ileri sürülmüştür.

Alana hâkim olan, sistem teorisinden ve işlevsel iletişim yaklaşımından temellenen mükemmel halkla ilişkiler modeli, halkla ilişkilerin toplumsal boyutuna dair analizlerin yetersiz kalmasıyla ve halkla ilişkiler pratiğinin yürütüldüğü toplumsal, ekonomik, siyasal bağlamın ve dolayısıyla halkla ilişkilerin topluma olan potansiyel katkılarının göz ardı edildiği araştırmaların çoğalmasıyla sonuçlanmıştır.

Halkla ilişkiler literatürüne hâkim olan bu miyopluğun temel gerekçesi, halkla ilişkiler araştırmalarının çoğunlukla halkla ilişkileri kurumsal düzeyde incelemekle yetinmiş olmasında aranabilir. Nitekim halkla ilişkileri sadece uzmanlar tarafından gerçekleştirilen bir pratik olarak tanımlayan kurumsal halkla ilişkiler literatürü

“bireyler, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve topluluklar tarafından aynı dönem boyunca ve hatta daha önceden kullanımını açıklamakta”da yetersiz kalmıştır (Miller’dan akt.

Gower, 2009: 39). Ancak son yıllarda, halkla ilişkilerin toplum ile olan ilişkisini sorunsallaştıran araştırmalarda bir artış gözlemlenmektedir.

Halkla ilişkiler literatüründe halkla ilişkilerin demokrasinin devamlılığı için önemli olduğunu çünkü halkla ilişkiler pratiğinin kamusal konuların konuşulmasına imkân tanıdığını, egemen söylemlerin eleştirilmesi için zemin yarattığını iddia eden çalışmalar (Sommerfeldt, 2013) artmaya başlamıştır. Halkla ilişkilerdeki bu yeni tartışma odağı; halkla ilişkilerin dezavantajlı kamuların sesini kamusal alanda duyurmasına yardımcı olduğunu, kamusal meseleler hakkında kamuoyu oluşturmak için önemli bir rol üstlendiğini, kamusal katılım için olanak sağladığını ve bu sayede toplumsal değişime katkı sağladığını iddia etmektedir. Halkla ilişkilerin demokratik süreçlerdeki rolüne odaklanan çalışmalara, demokratik toplumlarda halkla ilişkilerin

(10)

3 gerekli olduğunu iddia eden yaklaşımlar da eklenmektedir (Spicer, 2009). Bu iddialar yurttaşların siyasal kurumlarla anılmayı tercih etmediği ve böyle durumlardan çekince duyduğu siyasal ve kültürel iklimlerde halkla ilişkilerin önemini bir kez daha gündeme getirmektedir.

Halkla ilişkilerde yükselmekte olan bu tartışmalar; kültürel çalışmalar, eleştirel teori, feminist teori, postmodern teori, postkolonyal teori gibi çeşitli kuramsal yönelimlerden beslenmekte ve halkla ilişkilerin toplumsal kullanımlarını açığa çıkarmaktadır. Ancak bu tartışmalar Türkiye’deki halkla ilişkiler literatürüne yeterince yansımamakta, Türkiye’deki halkla ilişkiler literatürü halen çoğunlukla egemen yaklaşımdan beslenmektedir. Bu açıdan Türkiye’deki halkla ilişkiler literatürünün uluslararası literatürdeki bu yeni yönelimleri takip etmekte yetersiz kaldığını söylemek mümkündür.

Türkiye’deki halkla ilişkiler literatürüne yansımasa da 2000’li yıllardan sonra uluslararası halkla ilişkiler literatüründe filizlenmeye başlayan ve egemen halkla ilişkiler literatürünü farklı tartışma odaklarıyla (güç, temsil, kimlik, hegemonya, demokratikleşme vb.) kavramaya çalışan akademik tartışmaların “sosyo-kültürel”

yaklaşımlardan beslendiğini söylemek mümkündür. Bu yaklaşımlar, halkla ilişkilerin örgütsel düzeydeki tartışmalarını aşarak halkla ilişkilerin toplumsal boyutunu tartışmaya açmaktadır. Halkla ilişkilerin toplumsal boyutu, kamuların da artık iletişim faaliyetlerinin başlatıcıları ve yürütücüleri oldukları gerçeğini görmek anlamına gelmektedir.

Toplumsal meseleler hakkındaki kamusal tartışmalara katılabilme ve kamusal alanda görünür olabilme, kamuların iletişim pratiklerinin hedef kitlesi olarak tanımlanmaktan, iletişim pratiklerini başlatan özneler olarak tanımlanmaya evrildiklerini göstermektedir. Bu evrilme kamuların “sürekli bir değişim içinde”

(11)

4 (Holtzhausen’den akt. Gower, 2009: 44) olmalarına da işaret etmektedir. Sadece kurumların değil kamuların da halkla ilişkiler yapabileceğine dair bu farkındalık, aktivist kamuları “engel” olarak gören egemen yaklaşımdan farklı olarak kamulara faillik atfetmeyi beraberinde getirmektedir. Kamuları bu şekilde kavramak, kamuları kurumların kararlarını etkileyen ve kurumların kararlarından etkilenen gruplar olarak kavramsallaştırmanın günümüz kamularını anlamada yetersiz kaldığını göstermektedir.

Zira Wakefield ve Knighton’ın da belirttiği üzere (2019: 2) kamuların bir kuruma bağlı olmasına gerek yoktur; kamular bir sorun etrafında oluşmaktadırlar. Bu çerçevede, kamular “bir soruna bağlı olarak oluşan ve soruna ilişkin değişimin yaşanması için baskı yaratan gruplar” olarak tanımlanabilirler (Wakefield ve Knighton, 2019: 3).

Kamuların iletişimsel süreçlerde fail konumuna gelebilmesi ve kamusal konular hakkındaki anlam yaratım süreçlerine katılımı, İnternetin hayatımıza girmesiyle ve dijital platformların çeşitlenmesiyle daha belirgin ve mümkün hale gelmiştir. Öyle ki, İnternet “halkla ilişkiler uygulamalarının bağlamını dramatik” boyutlarda değiştirmiş ve

“örgütler, medya ve kamular arasındaki güç dengeleri kadar iletişimi de” dönüşüme uğratmıştır (Friedman’den akt. Wakefield, 2009: 102). İnternetin halkla ilişkilere birtakım olanaklar sağladığı fikri elbette yeni değildir ancak halkla ilişkiler pratiği gerçekleştiren kamuların dijital platformları kamusal alana katılım için ne şekilde kullandığı halkla ilişkiler literatüründe yeterince tartışılmamıştır.

Dijital platformların ve özellikle sosyal medyanın halkla ilişkiler kampanyaları için hangi olanakları sağladığı önemli bir tartışma konusudur ancak sosyal medyanın demokrasiyi yeniden tesis edeceğine dair ütopyacı varsayımlara ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Zira dijital platformlar aynı zamanda gözetimin ve baskının da aracı konumuna gelebilmektedir. Yine de kamuların sosyal medyada halkla ilişkiler kampanyaları düzenleyerek kamusal tartışmalara katılabilmeleri, kamusal alanda

(12)

5 görünür olabilmeleri ve bu sayede alternatif kamusal alanlar yaratabilmeleri konusunda dijital platformların olanaklar sağladığı gerçeğini gözden kaçırmamak gerekmektedir.

Dijital platformlar sayesinde artık kamular kendi yarattıkları içerikler üzerinde

“kontrol gücüne sahip” olabilmekte ve “tanıklıklar, sansürsüz yarı zamanlı gazetecilik, insan hakları örgütlerinin raporları, video ve interaktif içerik, çok dilli tartışma forumları, destek grubu buluşmaları, politik strateji toplantıları” gibi pratikler gerçekleştirebilmektedirler (Downing vd., 2017: 257). Dijital ortamda, halkla ilişkiler de katılımcı bir nitelik kazanmaktadır. Bu çerçevede, dijital platformlarda gerçekleştirilen halkla ilişkiler kampanyalarının toplumsal dönüşüme katkı sağlayabilecek önemli bir araç olarak konumlandırılabilmesinin önü açılmaktadır.

Ne var ki, halkla ilişkilerin toplumsal dönüşümü sağlayabileceğine yönelik umutlar teorik bir olasılık olarak kalmış ve halkla ilişkilerin bu rolü pratikte hangi koşullarda gerçekleştirebileceği halkla ilişkiler literatüründe yeterince tartışılmamıştır.

Özellikle Türkiye’de konuyla ilgili vaka analizleri halen kurumsal halkla ilişkiler örnekleri (STK’ların halkla ilişkiler pratikleri gibi) ile sınırlı kalmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’de halkla ilişkiler pratiğinin sosyo-kültürel yaklaşımların iddia ettiği demokratik rolü ne şekilde ve hangi koşullarda yerine getirdiği araştırılmayı beklemektedir.

Bu sebeplerle, tez çalışması halkla ilişkiler literatüründe 2000’li yıllarda görünürlük kazanmaya başlayan sosyo-kültürel bakış açısının halkla ilişkilere biçtiği demokratik ve toplumsal rolün Türkiye’de nasıl bir görünüm kazanabileceğini sorunsallaştırmaktadır. Bu çerçevede, tez çalışması halkla ilişkiler pratiğinin, kamusal alanda seslerini duyuramayacak ve kendi meselelerini gündem haline getiremeyecek olan kamuların seslerini duyurabilmelerini, bir toplumsal sorun etrafında kümelenebilmelerini ve kamusal tartışmalara katılımlarını mümkün kılma potansiyeli

(13)

6 olduğunu iddia etmektedir. Tez çalışmasının özgünlüğü, halkla ilişkilerin toplumsal dönüşüm için önemli bir araç olduğu iddiasını somut vaka analizleriyle gösterebilmesinde yatmaktadır. Bu açıdan, tez çalışması halkla ilişkilerin topluma katkısı olduğunu yalnızca teorik düzeyde iddia eden araştırmaların aksine, halkla ilişkilerin bunu nasıl yaptığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu açıdan, bu tez çalışması halkla ilişkilerin kendine yüklenen bu demokratik misyonu ne şekilde ve hangi koşullarda gerçekleştirdiğini örnekleyen bir girişim olarak da düşünülebilir.

Bu bağlamda, tez çalışması için dünyada ve Türkiye’de toplumsal bir sorun olarak ortaya çıkan erkek şiddeti ile ilgili kamuların sosyal medyada başlatmış oldukları kampanyalar incelenmiştir. Bu noktada, tez kapsamında hem erkek şiddeti hem de kadına yönelik şiddet kavramsallaştırmalarının kullanılma gerekçelerinin belirtilmesi gerekmektedir. Erkek şiddeti kavramı, şiddetin failini göstermesi sebebiyle kullanılmıştır zira kadına yönelik şiddet kavramı kadına uygulanan şiddetin failini gizlemektedir. Ancak konuya ilişkin hem ulusal hem uluslararası hukuki metinlerde kullanılması gerekçesiyle, tez kapsamında kadına yönelik şiddet (violence against women) kavramsallaştırılması da kullanılmıştır.

Araştırmada, Twitter’da 2015 yılında Özgecan Aslan cinayeti ardından İdil Elveriş tarafından başlatılan #sendeanlat, 2017’de kadınların hayat tarzlarına yönelik saldırıların artmasının ardından Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP)1 öncülüğünde başlatılan #KıyafetimeKarışma ve 2018’de Şule Çet’in öldürülmesinin ardından arkadaşlarının başlatmış olduğu #ŞuleÇetİçinAdalet kampanyaları örneklem olarak seçilmiştir. Kampanyalar, halkla ilişkilere yüklenen toplumsal potansiyelin hangi koşullarda, hangi strateji ve taktiklerle ortaya çıkabileceğini ve dijital ortamların bu kampanyalar için ne tür taktiksel avantajlar sağladığını göstermek amacıyla seçilmiştir.

Bu amaç çerçevesinde, kampanyalar çoklu vaka incelemesi yöntemiyle incelenmiştir.

1 Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu metinde bundan sonra KCDP kısaltması ile anılacaktır.

(14)

7 Çoklu vaka incelemesi yöntemi birden çok veri toplama tekniğini bir arada kullanmaya imkan tanıması ve araştırmanın amacına en uygun metodoloji olması gerekçesiyle tercih edilmiştir. Kampanyalara ilişkin toplanan verilerin kategorizasyonu ve analizi için Linda Hon’un (2015) “Digital Social Advocacy in the Justice for Trayvon Campaign”

başlıklı makalesinde geliştirdiği “Halkla İlişkiler ve Dijital Toplumsal Savunuculuk Modeli” referans alınmıştır. Bu çerçevede araştırma, modelin geçerliliğini ve nasıl geliştirilebileceğini tartışmayı da amaçlamaktadır.

Araştırma için #sendeanlat, #KıyafetimeKarışma ve #ŞuleÇetİçinAdalet kampanyalarının seçilme gerekçeleri arasında; kampanyaların kamuların katılımıyla kitleselleşmeleri, hedeflerini gerçekleştirmeleri, farklı ideolojilere sahip kadınları bir araya getirmeleri, basılı medyada görünürlük elde etmeleri, kamuoyu oluşturmaları, gündem yaratmaları ve sürdürülebilir platformların oluşmasına imkân tanımaları bulunmaktadır. #KıyafetimeKarışma kampanyasını KCDP düzenlemiş olsa da kampanya sürecinde Platformun geri planda kalması, kampanyanın anonim görünmesi ve kampanya sonucunda oluşturulan Kadın Meclisleri’nin #ŞuleÇetİçinAdalet kampanyasına önemli katkılar sunmuş olması, #KıyafetimeKarışma kampanyasını analize dâhil etmeyi gerekli kılmıştır. Böylece, kampanyalar arasındaki bağlantı ve süreklilik de ortaya çıkmıştır.

Araştırma için anonim görünen, kurumun ön plana çıkmadığı ve anlam yaratımına kamuların katıldığı kampanyalar özellikle tercih edilmiştir. Zira tez çalışması kamuların da halkla ilişkiler kampanyaları gerçekleştirdiği iddiasıyla yola çıktığı ve sivil inisiyatiflere odaklandığı için kurumlarla anılan kampanyalar bilinçli olarak araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır.

Kamuların başlatmış oldukları bu kampanyaların, halkla ilişkiler kampanyaları olarak ele alınması için birtakım kriterlerin belirlenmesi gerekmiştir. Kampanyaların

(15)

8 kendi hedeflerini gerçekleştirmek, ele aldıkları toplumsal sorunu kamusal tartışmada görünür kılmak ve kitleselleşebilmek için stratejik iletişimi kullanmaları, onları halkla ilişkiler kampanyası olarak tanımlamayı mümkün kılmıştır. Stratejik iletişimi kullanan halkla ilişkiler kampanyalarını “tanımlanmış bir amaca yönelik, belirli bir zaman dilimine yayılan, saptanmış bir konuya ilişkin iletişimsel amaçları ve hedefleri gerçekleştirmeye niyetlenmiş, planlı iletişim aktiviteleri dizisi” (Harrison, 2011: 324) olarak tanımlamak mümkündür. Bu tanım temel alındığında, kamuların gerçekleştirdikleri kampanyaları “halkla ilişkiler kampanyası” olarak tanımlamayı mümkün kılan unsurlar arasında kamuların bir konuyu toplumsal bir sorun olarak işaretlemesi, kampanyaların bir amaca yönelik gerçekleştirilmesi, kampanyaların hedeflerini gerçekleştirmek için iletişimsel taktikleri kullanması ve kampanyaların stratejik iletişimi (esnek, katılımcı, yaratıcı ve spontane bir şekilde) kullanmaları bulunmaktadır.

Kamuların başlattıkları kampanyaların, halkla ilişkiler kampanyası olarak tanımlanabilmesinin diğer bir ön koşulu ise bu kampanyaların ilişki inşa etmeye, bu ilişkileri sürdürmeye ve ilişkinin taraflarını artırmaya yönelik çalışmalar yapmış olmalarıdır. Özetle, kampanyaların stratejik iletişimi, ilişki inşa etmek, geliştirmek ve ilişkinin etki alanını genişletmek için kullanıyor olması #sendeanlat,

#KıyafetimeKarışma ve #ŞuleÇetİçinAdalet kampanyalarını halkla ilişkiler kampanyası olarak tanımlamayı mümkün kılmıştır.

Halkla ilişkiler literatüründe aktivist pratiklerle ilgili çalışmalar olduğu halde feminist aktivizm konusundaki çalışmaların azlığı ve hatta “yokluğu” (Xiong vd., 2019:

19) tez çalışması için erkek şiddeti konusunda yapılan kampanyaların seçilmesinin temel nedenidir. Halkla ilişkiler alanında toplumsal cinsiyet perspektifinden yapılan araştırmalar çoğunlukla alanda çalışan kadınların deneyimledikleri “cam tavan” olarak adlandırılan eşit ücret sorunu, cinsiyet ayrımcılığı gibi ayrımcı pratiklere

(16)

9 odaklanmaktadır (Wrigley, 2002). Bu sebeple, kadınların başlattığı ve kadınların katılımıyla kitleselleşmiş olan halkla ilişkiler kampanyalarını incelemenin alana teorik ve metodolojik katkılar sunacağı düşünülmektedir.

Amaçlı örneklem yoluyla seçilen #sendeanlat, #KıyafetimeKarışma ve

#ŞuleÇetİçinAdalet kampanyaları, halkla ilişkiler pratiğinin toplumsal dönüşümü sağlayabilmesinin örnekleri olarak çoklu vaka incelemesi yöntemiyle incelenmiştir.

Araştırma için vaka incelemesi yönteminin seçilme gerekçeleri arasında; vaka incelemesi yönteminin halkla ilişkiler kampanyalarını derinlikli incelemek için elverişli olması ve teorileri sınama imkânı sağlaması bulunmaktadır. Tekli vaka analizi yerine çoklu vaka analizi tercih edilmesinin nedeni ise çoklu vaka incelemesinin seçilen kampanyalar arasında ortaklıkların ve farklılıkların tartışılmasına imkân tanımasıdır.

Kampanyalara ilişkin veri toplamak için çevrimiçi arşiv taraması, sosyal medya taraması, medya taraması, görüşme ve katılımcı olmayan gözlem gibi farklı veri toplama teknikleri kullanılmıştır. Bu açıdan, vaka inceleme yöntemi birden fazla veri toplama tekniğini birlikte kullanmaya uygun bir yöntem olması açısından da tercih edilmiştir. Kampanyalara ilişkin toplanan verilerin kategorizasyonu ve analizi için Linda Hon’un (2015) Journal of Public Relations Research’te yayımlanan “Digital Social Advocacy in the Justice for Trayvon Campaign” başlıklı makalesinde geliştirdiği

“Halkla İlişkiler ve Dijital Toplumsal Savunuculuk Modeli” referans alınmıştır.

Tez çalışması halkla ilişkilerin; erkek şiddeti sorunu etrafında farklı kamuları bir araya getirmede, kamusal diyaloğu oluşturmada, sivil örgütlenmede, toplumsal adaletin tesisi süreçlerinde kamuların seslerinin duyulmasında katkısının olup olmadığını; kısaca halkla ilişkiler pratiğinin erkek şiddeti gibi toplumsal bir sorun hakkında toplumsal dönüşüme katkı sağlayıp sağlamayacağını tartışmaya açmaktadır. Demokratik toplumun aktif politik katılım, kamusal konuşma, retorik ve diyalog ile mümkün olabileceği

(17)

10 fikriyle uyumlu olarak, halkla ilişkiler pratiğinin kamusal diyaloğu ve katılımı ne şekilde sağlayacağı da tartışmaya açılmıştır. Halkla ilişkilerin, kamusal katılımı mümkün kılarak, kamusal alanın demokratikleşmesine yani farklı çıkarların görünür olmasına ve kamusal alanın “karnavalesk” (Bakhtinci anlamda) bir yapıya kavuşmasına imkân tanıyabileceği iddia edilmiştir.

Tezin birinci bölümünde kamusal alan, kamusallık ve kamuoyu gibi kavramlar tartışmaya açılmış, kamusallığın dönüşümü Habermas’ın katılımcı kamusallıktan güdümlenmiş kamusallığa doğru çizdiği izlek üzerinden tartışılmıştır. Bu bölümde ayrıca burjuva kamusal alanına yönelik eleştirilere, özellikle feminist eleştirinin özel alan ve kamusal alan dikotomisine yönelik eleştirilerine yer verilmiştir. Birinci bölüm, Türkiye’deki bağımsız feminist hareketin başladığı ve kadın kamusallığının oluştuğu 1980’ler, kadın hareketinin kurumsallaşmaya başladığı 1990’lar ve parçalı görünen ancak hukuki kazanımlarla işaretlenmiş 2000’lerdeki kadın hareketinin tecrübeleri aktarılarak sonlandırılmıştır. Türkiye’deki kadın hareketinin yıllar içinde biriken deneyimi, incelenecek olan kampanyaların öncülleri olarak ele alınmıştır.

İkinci bölümde, halkla ilişkilerin stratejik iletişimle olan bağlantısı kurularak halkla ilişkilerdeki ilişkisel yaklaşım tartışmaya açılmıştır. Halkla ilişkiler kampanyalarının sadece kurumlar tarafından yapılmadığını, kamuların da halkla ilişkiler kampanyaları başlattıklarını öne süren bölümde, halkla ilişkilerdeki “sosyo-kültürel dönüşüm”den bahsedilerek halkla ilişkilerin “ortak anlam yaratımı” ile olan teorik bağlantısı (Botan ve Taylor, 2004) ve halkla ilişkiler pratiğinin “etkileşim mevkileri”

oluşturduğu (Edwards ve Hodges, 2011) ileri sürülmüştür. İkinci bölüm; kadınların Twitter’da başlattıkları kampanyalardan örneklerle birlikte dijital mecraların katılımı sağlama, kadın kamusallığı oluşturma gibi potansiyellerine değinilerek sonlandırılmıştır.

(18)

11 Üçüncü bölümde, araştırmanın yöntemi başlığı altında analizde kullanılan vaka incelemesi yöntemi, veri toplama teknikleri, kullanılan model, araştırma soruları ve araştırma tasarımı hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra, #sendeanlat,

#KıyafetimeKarışma ve #ŞuleÇetİçinAdalet kampanyaları vaka incelemesi yöntemiyle tek tek incelenmiş, kampanyaların benzerlikleri ve farklılıkları tartışılarak bölüm sonlandırılmıştır.

Araştırmada özellikle dijital ortamlarda gerçekleştirilmiş olan kampanyaların seçilmiş olmasının temel gerekçesi, yine dijital ortamların bu kampanyalar için ne tür imkânlar yarattığının araştırılmak istenmesidir. Dijital mecraların sağlayacağı imkânları araştırmak, dijital mecraların sadece olumlu yönleri olduğunu iddia etmek anlamına gelmemektedir. Öyle ki, dijital mecralar dijital bölünme, siber zorbalık gibi birçok riski de içinde barındırmaktadır. Ancak bu risklere rağmen, kadınların dijital mecralarda yürüttükleri kampanyaların değerini hafife almamak gerekir. Tez kapsamında, 1980’lerdeki feminist hareketin toplumun demokratikleşme sürecine katkı sağladığı görüşleriyle (Arat, 1994) uyumlu olarak, bugün 1980’lerdeki feminist hareketten güç alarak devam eden, feminist kamusallığın oluşmasına ve erkek şiddetinin tartışılmasına imkân tanıyan dijital kampanyalara, bu tez kapsamında, toplumun demokratikleşmesi meselesi olarak yaklaşıldığının altının çizilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, kadınların yürüttükleri dijital kampanyaların incelenmesi, halkla ilişkilerin toplumun demokratikleşmesindeki ve dönüşümündeki rolünü tartışmaya açmak anlamına gelecektir.

Tez çalışmasının belki de son satırlarının yazıldığı dönemde sosyal medyada gündem olan ve #erkekleryerinibilsin, #PınarGültekin, #istanbulsözleşmesiyaşatır,

#ChallengeAccepted, #womenempowerment gibi etiketlerle başlatılan kampanyalara değinmek yerinde olacaktır. #erkekleryerinibilsin kampanyası, kadınları tahakküm altına alan, ikincilleştiren ve değersizleştiren ataerkil söylemin kadınlar tarafından altüst

(19)

12 edildiği bir kampanya olmuştur. Yüzbinleri bulan paylaşımlarında kadınlar, hayatları boyunca maruz kaldıkları cinsiyetçi söz ve tavırları erkeklere uyarlamışlardır. Pınar Gültekin’in Cemal Metin Avcı tarafından öldürülmesinin ardından Twitter’da başlatılan

#PınarGültekin etiketi altında yapılan paylaşımlar ise Türkiye’de kadın cinayetleri sorununun çözümüne ilişkin yapılması gerekenlerin aciliyetini bir kez daha ortaya koymuştur.

Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasına dair tartışmaların ardından kadınların sosyal medyada

#istanbulsözleşmesiyaşatır etiketi ile başlattıkları kampanya, İstanbul Sözleşmesi’nin kadın cinayetlerini önlemedeki önemine dair kamuoyu farkındalığı yaratmıştır. Bu esnada, Instagram’da #ChallengeAccepted ve #womenempowerment gibi etiketlerle siyah beyaz fotoğraflarını paylaşan kadınlar, kadın cinayetlerine yönelik farkındalığı artırarak kadın cinayetleri sorununun gündemde kalmasını sağlamışlardır.

Söz konusu kampanyalar, bir yandan tez çalışmasının ele aldığı konunun güncelliğini korumaya devam ettiğini (ve büyük olasılıkla devam edeceğini) üzücü şekilde hatırlatırken, diğer yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleriyle mücadelede atılan adımların aile kurumuna zarar verdiğini toplumun her katmanına nakşeden ataerkil söylemin dijital mecralar aracılığıyla yapı sökümüne uğratılabileceğini umut verici şekilde göstermiştir.

(20)

13 I. BÖLÜM: KARŞIT KAMUSALLIKLAR VE KADIN KAMUSALLIĞI A. Kamusallığın Dönüşümü

Kamusal alan kavramının yeni olduğunu söylemek yanlış olur ancak 1980’lerden itibaren kamu, kamusallık, kamusal alan kavramları “tarih, sinema ve televizyon çalışmaları, sanat eleştirisi, feminist, gey, lezbiyen, sömürgecilik-sonrası ve maduniyet perspektifleri” gibi birçok alanda yeniden değerlendirilmeye başlanmış ve bu kavramlar üzerine bir külliyat oluşmuştur (Hansen, 2015: 143). Jürgen Habermas’ın 1962 yılında yayımlanan Kamusallığın Yapısal Dönüşümü başlıklı çalışması, 1989’da İngilizce olarak yayınlandığında medya çalışmaları alanında ilgi uyandırmaya başlamıştır (Kejanlıoğlu, 2015: 838). 1980’lerde kavrama karşı başlayan bu akademik ilgi “çağdaş politik meseleler ve toplumsal gelişmelere çok daha doğrudan angaje olma”yla ilişkilendirilebilir (Hansen, 2015: 143).

Habermas Kamusallığın Yapısal Dönüşümü başlıklı çalışmasında “burjuva kamusal alanının ortaya çıkışı, dönüşümü ve çözülmesinin (disintegration) tarihsel- sosyolojik bir değerlendirmesini” yapar (McCarthy, 2015: 91). Habermas’ın sunduğu bu yükseliş ve düşüş hikâyesi aslında “18. yüzyıl sonunda liberal politik kamusal alan içinde bir ideal olarak parlayan ve bu uğrakta bir an sınırlı olarak gerçekleşir gibi görülen kamusal alan fikri[nin], nihayetinde refah devletinin kitle demokrasisi altında parçalanmış ve yeniden feodalleş”mesinin (Özbek, 2015a: 61) hikâyesidir. Bir düşüş hikâyesini barındıran çalışmanın bir kamusal alan ideali de sunduğu (Kejanlıoğlu, 2015:

838) literatürde kabul görmüştür.

Benhabib’e göre (1996: 88) Habermas’ın kamusal alanın dönüşümünü bir evrilme olarak değil de bir düşüş olarak tanımlaması, Habermas’taki Frankfurt Okulu geleneğinin, özellikle Adorno’nun etkisini göstermektedir.2 Kamunun akıl yürütmekten

2 Özbek (2015a: 71) Habermas’ın kamusal alanın dönüşümünde kitle kültürüne verdiği yerden dolayı Frankfurt Okulu’nun “izinden gittiğini” kabul etmesine rağmen, Dona Polan’ın Kamusallığın Yapısal

(21)

14 salt tüketime doğru olan düşüşünü anlatan bu hikâye, Adorno ve Horkheimer’ın kültür endüstrisi eleştirileriyle paralellik göstermektedir. Nitekim Habermas kamusal alanı Aydınlanmanın Diyalektiği’ne paralel şekilde eleştirel akıl ile ilişkilendirmiştir çünkü kamusal alanın dönüşmeye başlaması (yeniden feodalleşmesi) eleştirel aklın kullanılmamasıyla bağlantılıdır.

Habermas’ın kamusallık/kamusal alan kavramsallaştırması, kitabın yayımlandığı günden bugüne kadar farklı düşünürler ve kuramcılar tarafından eleştirilere maruz kaldığı halde, Tanıl Bora için “zihin açıcı” bir çalışma olarak değerlendirilir çünkü Kamusallığın Yapısal Dönüşümü “kendi eleştirisini üreten, doğurgan bir söylemi” olan bir yapıttır (Kubilay ve Taş, 2011: 692). Eley’e göre de (1996: 290) “içkin bir eleştiri”ye sahip olan Kamusallığın Yapısal Dönüşümü; eleştirel kamunun liberal ideali ile aynı kamunun “tikelciliğini” karşı karşıya bırakan bir eleştiri üretir. Dolayısıyla Bora’yı ve Eley’i takip edecek olursak, “Habermas’ın eseri olmaksızın, o eleştiriler ve eleştirilerin açtığı ufuklar da olmazdı” (Kubilay ve Taş, 2011: 692).

Kamusal alanın eleştirisinden temellenen alternatif/karşıt kamusal alan, karşıt kamular, feminist kamusallık gibi önemli tartışmalar, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü ile mümkün olabilmiştir. Benzer şekilde, tez çalışmasında da Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’nde analiz ettiği burjuva kamusal alanı, feminist kamusallığın olanaklılığını tartışmak için temel olarak alınmıştır. Her ne kadar Habermas söz konusu çalışmasını demokrasi modeli geliştirmek üzere yazmamış olsa da, bu konu üzerine çalışan araştırmacılar, düşünürler ve yazarlar bu çalışmanın müzakereci demokrasi/söylemsel demokrasi tartışmaları için de temel olabileceğini (Gould, 1996:

172) düşünmektedirler. Bu çerçevede, kamusal alan teorisinin demokratik süreçler, toplumsal katılım, kamusal tartışmalar ve farklı iletişim formları gibi konularda

Dönüşümü’ndeki kültürel analizin Habermas’ı daha çok Walter Benjamin’e yaklaştırdığı görüşünü paylaşmaktadır.

(22)

15

“karmaşık” (DiCenzo, Delap ve Ryan, 2011: 16) ama ufuk açıcı tartışmalar ürettiğinin altının çizilmesi gerekmektedir.

Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’nü Türkçe’ye çeviren Tanıl Bora ve Mithat Sancar’a göre öffentlichkeit kavramı “kamusal alan” değil, “kamusallık”,

“kamu” ve “kamuoyu” anlamlarına gelmektedir (Taş ve Kubilay, 2011: 703). Hansen’e göre ise (2015: 141) öffentlichkeit kelimesinin İngilizce’deki karşılığı public sphere (kamusal alan) olmakla birlikte, kavram birden fazla anlama gönderme yapar. Söz konusu kavram hem mekânsal anlama sahiptir, ki bu “anlamların geliştirildiği, dağıtıldığı ve üzerinde tartışılarak anlaşmaya varıldığı toplumsal alan ya da arenalar”ı anlatır; hem de “kamu”yu içine alır. Bu anlamlarının yanı sıra, öffentlichkeit kavramı

“tasavvur edilen bir muhteva ve kriter” anlamını taşımaktadır, bu kriter öffen kelimesinin karşılığı olan “açıklık”tır (Hansen, 2015: 141).

Özbek’e göre (2015a) kamusal alan kavramı bu iki yönü olması sebebiyle karmaşıklaşmaktadır. Kavram “toplumsal yaşantımız içinde fikirlerin, ifadelerin ve tecrübenin üretildiği, açığa çıktığı, paylaşıldığı, dolanıp yayıldığı ve müzakere edildiği toplumsal alanlar” olarak kamusal mekânları, kamusal mekânlarda oluşan kamuoyunu ve de kamusallık sürecinde oluşan kamuları ifade etmektedir (Özbek, 2015a: 42). Ancak diğer taraftan kamusal alan kavramı normatif bir ilkeyi de içermektedir çünkü kavram

“ortak, aleni, açık ve eleştirel olan” anlamına gelen öffen kelimesini içermektedir (Özbek, 2015a: 42). Dolayısıyla, kavramın “hem analitik hem de eleştirel bir kavramsal araç olarak” kullanıldığını çünkü kavramın hem “tarihsel ve toplumsal ‘olanı’

açıklamak ve araştırmak için” hem de “‘olması gerekeni’ belirtmek için normatif bir ilke olarak” kullanıldığını belirtmek gerekir (Özbek, 2015a: 41).

Kamusal alan kavramının Almanca’daki karşılığının öffentlicher raum olduğunu belirten Mithat Sancar, kamusallığın “bir süreci ve bir sistemi” işaret ederken,

(23)

16 kamusallıktan daha dar bir anlama sahip kamusal alanın bir mekâna gönderme yaptığının altını çizmektedir (Taş ve Kubilay, 2011: 704). Habermas’ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’nde kamusal alanı değil, kamusallığı ve “kamusallık fikrinin, kamusallık sürecinin oluşumunu, gazetelerin, kahvehanelerin ortaya çıkış sürecini”

analiz ettiğini belirten Sancar, Tanıl Bora ile birlikte kamusal alan yerine kamusallık kavramını kullanırken hiç “tereddüt” etmediklerini de belirtmiştir (Taş ve Kubilay, 2011: 704). Tanıl Bora da “kamusal alan kavramının Türkçe’deki çağrışımı doğrudan doğruya mekân olduğu için, o indirgemeden kaçınmak amacıyla biz Mithat’la ‘kamusal alan’ değil de ‘kamusallık’ dedik” (Kubilay ve Taş, 2011: 693) diyerek kamusallık kavramında ısrar etmektedir.

Kamusal alan “toplum ve devlet arasında aracılık eden ve kamunun kamuoyunun taşıyıcısı olduğu alana” (Eley, 1996: 290) işaret ettiği için kamusal alan kavramsallaştırmasına geçmeden önce kamuoyunu açıklamak gerekmektedir. Keza, Habermas’a göre kamuoyu kavramı ilk kez 1792’de Avam Kamara’sında kamuoyundan eleştirel anlamıyla söz edildiğinde eleştirel niteliğini kazanmıştır:

“Kamuoyuna danışmak kesinlikle doğru ve yerindedir… Eğer kamuoyu benimle aynı kanaatte değilse, eğer tehlikeyi kendilerine haber verdikten sonra bu tehlikeyi benimle aynı biçimde görmüyorlarsa ya da başka bir tedbirin benimkine tercih edilebilir olduğu inancını taşıyorlarsa, istifa etmeyi Kralıma, ülkeme ve onuruma bir borcum olarak düşünmem gerekir.” (Habermas, 2014: 146).

Hülya Tufan (1995: 20) kamuoyu kelimesinin “kamunun görüşü” ve

“kamusallaşan görüş” olmak üzere iki farklı anlamı olduğunu belirtmektedir. İlk anlamıyla, kamuoyu kamunun görüşü ve kanaatleri anlamında kullanılmaktadır. İkinci anlamıyla kamuoyu “kamunun bilgisine sunulan, kamu önünde dile getirilen görüş”

anlamına gelmektedir (Tufan, 1995: 21). Ancak kimi düşünürlere göre bir halkın ortak kanaati anlamında kullanılan şekliyle, kamuoyundan söz etmek mümkün değildir.

Örneğin, Bourdieu’ya (1995) göre kamuoyu araştırmalarının olduğunu varsaydığı şekilde “kamuoyu yoktur”:

(24)

17

“Kamuoyu yoktur, en azından var olduğunu savlamakta çıkarları olanların kendisine yakıştırdığı biçimde bir kamuoyu yoktur. Bir yanda, açıkça dile gelen bir çıkarlar sisteminin çevresinde harekete geçen baskı gruplarının, oluşmuş, harekete geçmiş kanaatleri vardır; öte yandan da, tanımsal olarak, eğer kanaatten anladığımız (…) belli bir tutarlılık iddiasıyla söylemde ifade bulabilen bir şeyse, kanaat olmayan yatkınlıklar, elverişlilikler vardır. (…) Ben sadece, kamuoyu yoklamaları yapanlar ya da bu yoklamaların sonuçlarını kullananlar tarafından üstü kapalı bir biçimde benimsenen kabul çerçevesindeki kamuoyu, bu kamuoyu yoktur, diyorum.” (Bourdieu, 1995: 188).

Habermas’a göre ise (2014: 379) kamuoyu kavramının anlamı “eleştirel bir mercii” mi yoksa “bir onay mercii” olarak mı kavrandığına göre değişmektedir.

Kamusallığın Yapısal Dönüşümü her iki anlamıyla da kamuoyunu tartışmaya açmaktadır. Nitekim Habermas (2014) ilk olarak 18. yüzyılda ortaya çıktığını iddia ettiği ve “eleştirel bir mercii” olduğunu belirttiği burjuva kamusallığının, 19. ve 20.

yüzyıllardaki gelişmelerle eleştirel niteliğini kaybettiğini ve “onay mercii” haline geldiğini anlatmaktadır. Bu sebeple, Habermas’ın kamusallığın dönüşümünü, kamuoyunun eleştirel merciiden onay merciine geçişi olarak da okumak mümkündür.

Ancak kavramın Habermas’a göre tarihsel olarak ne şekilde kullanıldığını da incelemek gerekmektedir. Bu izleğin Habermas’tan alınmasının nedeni, yukarıda da belirtildiği gibi Habermas’ın söz konusu çalışmasının alternatif kamusal alanlar/karşıt kamusal alanlar gibi kavramları tartışmaya açabilmesinde yatmaktadır.

Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’ndeki izlek takip edilirse, yaşamın özel ve kamusal alan olarak ikiye ayrılması Antik Yunan’a kadar götürülür. Antik Yunan’da kişilerin özel alanını tanımlayan oikos ile sadece “özgür yurttaşların ortak kullandığı”

koine ayrımı bulunmaktadır (Habermas, 2014: 60). Antik Yunan’da kamusal hayat agora adıyla bilinen pazar meydanında gerçekleşir ancak aynı zamanda Antik Yunan’daki kamu mahkemede, mecliste, savaşta da oluşur (Habermas, 2014: 60).

Weintraub (akt. Özbek, 2015a: 45) kamusal alan ve özel alan arasındaki bu dikotominin

“görünürlük” ve “kolektiflik” ilkeleriyle örüldüğünü belirtmektedir. Yazara göre görünürlük “gizlenmiş ya da kendi içine çekilmiş olan ile açık olan, ortaya çıkarılmış ya

(25)

18 da erişilebilir olanı” ayırırken, kolektiflik “bireysel olan ya da bireye ilişkin olan ile kolektif olan ya da topluluğun ortak yararını etkileyeni” ayırır (akt. Özbek, 2015a: 45).

Yunan şehir devletlerindeki oikos ve koine ayrımına dair önemli bir ayrım da oikos’un kadınların, koine’nin ise erkeklerin alanı olarak kabul görmüş olmasıdır.

Nitekim Habermas (2014: 60) Antik Yunan’da “hayatın yeniden üretimi, kölelerin çalışması, kadınların hizmeti, doğum ve ölümün” özel alanda gerçekleştiğini belirtirken;

kamusal alanı “özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrar alemi” olarak tanımlamaktadır. Antik Yunan’daki katılımcı kamusallık, herkesi ilgilendiren meselelerin eşit yurttaşların (erkeklerin) konuşmaları aracılığıyla kurulur (Habermas, 2014).

Erkeklerin koine’ye katılımı, oikos’ta sahip oldukları güç ile belirlenmektedir.

Erkeğin sözü edilen bu gücü, zenginlik/yoksulluk yani köleye sahip olup olmama ile belirlenir çünkü “polis’teki bir kişinin konumu, oikos’taki despotluğuna bağlıdır”

(Habermas, 2014: 60). Başka bir ifadeyle, bir erkeğin kamusal hayata katılabilmesinin önkoşulu “özel hayat alanında özerk” olabilmesidir (Habermas, 2014: 60).

Polis’in aksine, Helenik dönemde siyasal otoritenin gücü seyirlik bir hale gelmiş, kamusal mekânlar kamusallıklarını yitirmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında, Helenik dönemde polis’in Habermas’ın katılımcı olduğunu iddia ettiği yapısı değişime uğramış ve katılım “seyre” dönüşmüştür. Hellenik dönemin kamusal mekânları olan kentlerinin “nizam ve intizamı” Roma döneminde daha ihtişamlı bir forma bürünmüştür (Alankuş Kural, 1995: 17-18).

Antik Roma’da polis’in yerini kent alırken özel alan ve kamusal alan ayrımı devam etmiş; özel hukuk ve kamu hukuku diye iki farklı hukuk biçimi oluşmuştur (Habermas, 2014). Romalıların birlikte vakit geçirdikleri arenalar, İmparatorluğun zayıflamaya başladığı dönemde, halkın İmparatorun ihtişamının ve “meşruiyetinin

(26)

19 alkışlanması” yönünde işlev görmeye başladığı için Alankuş Kural (1995: 19) Roma’da bu dönemde oluşan kamusallığın “alkışlayıcı kamusallık” olarak tanımlanabileceğini belirtmektedir.

Antik Yunan’da ilk kez görülen özel alan/kamusal alan ayrımı Roma’da iki ayrı hukuk dalının gelişmesiyle sonuçlanmış ancak Feodal dönemde “özel alandan ayrışmış, kendi başına bir alan olarak kamudan” bahsetmek mümkün değildir (Habermas, 2014:

64). Özel alan ile kamusal alanın birleşmesi olarak tanımlanabilecek bu süreç sonucunda, kamusal yaşam ortadan kalkmıştır çünkü üretim ve ev alanı birleşmiştir.

Feodal dönemde özel alan ve kamusal alanın birleşmiş olması hem kamusal yaşamın hem de özel alanın gizliliğinin bulunmayışına işaret etmektedir.

Habermas, özel alan ve kamusal alanın birleşmesi sonucunda Ortaçağ’daki kamusallığın temsili niteliğe büründüğünü belirtir: “bir feodal lordun statüsü, ‘özel’ ya da ‘kamusal’ diye bir ayrım bilmezdi; ama bu konuma sahip bir kişi konumunu kamusal olarak temsil ederdi” (Habermas, 2015: 97). Feodal dönemde “iktidar-sahiplerinin halkın/kamusalın yerine geçmesi, onun adına davranıyor olması” ve “kamusalın iktidarın azametinin sergilendiği gösterilere dönüşmesi” temsili kamusallığın sonuçları olarak ortaya çıkar (Alankuş Kural, 1995: 28). Bu açıdan, feodal dönemin temsiliyeti

“yerine geçme” anlamını taşımaktadır.3

17. yüzyılda bu temsiliyet el değiştirerek devlete geçmiştir. Bu dönemde kamusal olan ile siyasal olan aynı anlama gelmeye başlamıştır. 18. yüzyılın sonlarına doğru ise “feodal erkler, kilise, prenslik ve beyler zümresi ayrışarak kutuplaşma sürecine” girmiş ve özel alan ve kamusal alan birbirinden ayrışmaya başlamış

3 Bu sebeple, Alankuş Kural’a göre (1995) Habermas kamusal alanın hep temsili nitelik taşıdığını gözden kaçırmaktadır. Başka bir ifadeyle, Habermas’ın burjuva kamusal alan kavramsallaştırmasının en sorunlu yanı “burjuva kamusallığı toplumun önemli bir kesimini dışlamıyormuş gibi XVIII. yüzyıl kamuoyunu, bütün topluma ait çıkarlarla ilgili ortak kanaatlerin ifadesi gücü olarak görmesidir” (Alankuş Kural, 1995:

140-141).

(27)

20 (Habermas, 2014: 71) ve aynı dönemde Habermas’a göre kamusal alan ve kamuoyu kavramları tarihte ilk olarak eleştirel anlamıyla ortaya çıkmıştır.

Habermas’a göre kamusal alanın ve kamuoyu kavramlarının 18. yüzyılda ortaya çıkmış olması bir “rastlantı” olarak görülemez (Habermas, 2015: 96). Habermas’ın kamuoyu ve kamusal alanın ilk olarak 18. yüzyılda ortaya çıktığını belirtmesi, onun 18.

yüzyıla damgasını vurmuş olan “fikir mücadelesi, yani kamusal tartışma (discussion) ortamı” ile ilişkilidir ve bu tarz bir kamusal alan ortamını “tarihsel olarak önceleyen”

başka bir oluşum yaşanmamıştır (Habermas, 2015: 98). Özetle, 18. yüzyılda burjuva iktidarı ele geçirmiş ve kamusal olan siyasal olandan ayrılmaya başlamış, böylece kamusal alan sivil anlamına kavuşmuştur. Kamusalın bu yeni anlamı, bir kopuşa da işaret etmektedir.

Habermas’ın 18. yüzyılda ortaya çıktığını belirttiği burjuva kamusu, ilk olarak

“edebi kamular” olarak ortaya çıkmıştır. Edebi kamuyu, 17. ve 18 yüzyılda Fransa’da

“sanat ve edebiyatı izleyenler, tüketenler ve eleştirenler” yani kentli soylu sınıf oluşturmaktadır (Habermas, 2014: 98). Edebi kamular öncelikle evlerin salonlarında gerçekleşen edebiyat tartışmaları ile oluşmaya başlamış, daha sonraları

“kahvehanelerde, salonlarda ve yemek davetlerinde” kurumlaşmaya başlamıştır (Habermas, 2014: 97). Bu nedenle, edebi kamuların oluşumunda salonlar ve kahvehaneler önemli yere sahiptir çünkü Habermas’a göre salonlar “egemen sanat teorisinin eleştirisine ve reddiyesine” ev sahipliği yapmıştır (Habermas, 2014: 112). Bu şekilde oluşmuş olan kamusal topluluk, Habermas’a göre (2014: 127) “edebi akıl yürütmeye dayanan kamuyu/kamuoyunu” oluşturmuştur. Bu dönemde oluşan edebi kamuların siyasal bir niteliğinin bulunmadığının altının çizilmesi gerekmektedir.

Edebi kamusallığın politikleşmesi, basının politikleşmesiyle koşut ilerlemiştir çünkü basın kamusal topluluğun siyasal kararları öğrenmesinin aracı haline gelmiştir

(28)

21 (Habermas, 2014: 137). Edebi kamusal alanın basın aracılığıyla politikleşmesi, Fransa’da anayasal monarşiye geçilmesiyle ortaya çıkmıştır. Önceleri edebi olan kamu, anayasal monarşi ile birlikte “yasaları tartışan, kendi us yürütmeleriyle herkes için en doğru olacak yasaları onaylayan” bir konuma gelmiştir (Acar-Savran, 2009: 140).

Dolayısıyla 18. yüzyılda edebi kamular, siyasal konular hakkında tartışmalar yapan siyasal kamulara dönüşmüşlerdir.

Habermas (2014: 96) edebi kamuları “siyasal kamunun ön biçimi” olarak tanımlamaktadır. “Böylece sanat ve edebiyat eserlerinde açığa çıkan akıl yürütme, çok geçmeden ekonomik ve siyasal tartışmalara da sirayet” etmiştir (Habermas, 2014: 101).

Salonlar, kahvehaneler, okuma kulüpleri ve basın “politik bir kamusal alanın oluşumu için bir zemin” hazırlamıştır (Hansen, 2015: 160). Keza, Habermas’a göre (2014: 137) kahvehaneler “siyasal huzursuzlukların kuluçka mekânları” olarak işlev görmüşlerdir.

Bu sebeple Habermas’ın anlatısında kamu “eleştirel aklını kullanan özel kişiler topluluğu”nu ifade ederken, kamusal alan “kamusal otoriteye karşı kullanmak üzere resmi olarak düzenlenmiş ‘entelektüel gazetelere’ hiç vakit kaybetmeden sahip çıkan, kamusal bir gövde olarak toplanmış özel bireylerin alanı olarak anlaşılabilir”

(Habermas, 2015: 98).

Habermas’a göre (2015: 95) yurttaşların kamusal bir gövde biçiminde davranabilmesi için “genel yarara ilişkin meseleler hakkında kısıtlanmamış bir tarzda, yani toplanma, örgütlenme, kanaatlerini ifade etme ve yayınlama özgürlükleri garantilenmiş olarak” tartışabilmeleri gerekmektedir. Bu sebeple, burjuva kamusal topluluğu sadece kamuoyundan ibaret değildir, “aksine kamusal meseleler üzerindeki özel tefekkürden ve kamusal tartışmadan doğar” (Habermas, 2014: 187).

Kamusal tartışmanın ve kamusal alanın ardında normatif bir tahayyülün olduğu söylenebilir. Öyle ki, kamusal tartışma “bağımsız ve eşit bireylerin katıldığı, kimsenin

(29)

22 dışlanmadığı, rasyonel-eleştirel” bir ortama, söylemsel ve uzlaşımsal bir sürece işaret ettiği gibi, “hem özel ekonomik çıkarlardan hem de kamu otoritesinden özerk, böyle bir konuşma ve tartışma etkinliğin alanıdır” (Kejanlıoğlu, 2015: 839). Habermas’a göre (2014) kamusal alan herkese açık ve erişilebilir olma özelliğine sahiptir.

Özbek (2015a: 34) bu biçimdeki tanımlanmasıyla kamusal alanın, yurttaşların ortak faydaya yönelik tartışmalara eşit biçimde katılımının sağlandığı “demokratik bir ilke” olduğunu vurgular. Bu çerçevede, kamusal alanın hududunu “düşünce, ifade, bilgiye erişme, tartışma, toplanma, örgütlenme ve tanınma özgürlüklerinin gelişmişliği ve ayırt etmeksizin herkesi kapsayıcılığı” çizmektedir (Özbek, 2015a: 34). Nitekim Habermas da burjuva kamusal alanının “umuma açıklık ilkesi ile kaim” olduğunu belirtmektedir (Habermas, 2014: 174).

ÖZEL ALAN KAMU ERKİNİN ALANI

Burjuva Toplumu (mal dolaşımı ve toplumsal emeğin alanı)

Çekirdek ailenin içsel alanı (burjuva entelijensiya), [münevverler]

Siyasal kamu Edebi kamu (kulüpler, basın) (kültürel mal pazarı)

“Şehir”

Devlet

(“polis”in alanı)

Saray

(soylu-saraylı toplum)

Tablo 1: 18. Yüzyıl Burjuva Kamusal Alanı (Kaynak: Habermas, 2014: 97)

Tablo 1’de gösterildiği üzere, Habermas’a göre (2014: 97-98) 18. yüzyıl burjuva kamusal alanı “kamu erkiyle sınırlı” iken özel alan mal dolaşımını, toplumsal emek alanını, aileyi, aydınları ve edebi kamuyu içermektedir. Kulüpler ve basın aracılığıyla oluşan edebi kamudan temellenen siyasal kamu ise devletle toplumun arasında köprü görevi görmektedir (Habermas, 2014). Çalışmanın başka bir yerinde de Habermas (2014: 252) burjuva kamusunun “devletle toplum arasındaki gerilim sahasında, fakat özel alanın parçası olarak” geliştiğini belirtmektedir. Habermas’a göre (2015: 95-96)

“sözün gelişi olarak devlet otoritesi için kamusal alanın yürütücüsü deniyor olsa da

(30)

23 devlet aslında kamusal alanın bir parçası değildir.”4 Dolayısıyla, 18. yüzyıldaki saray toplumu ve polisin alanı olan devlet, kamu erkinin alanına dahildir (bkz. Tablo 1).

Kamu erki yani devlet ile özel alan arasında bir geçiş alanı olan siyasal kamunun alanı “eşit haklara sahip yurttaşların hukuk güvencesi altındaki eleştirel-rasyonel tartışma sonucu ulaştıkları akla dayalı anlaşma (konsensüs) uyarınca devleti denetle”dikleri alandır (Özbek, 2015a: 50). Habermas, kamusal tartışmaya eşit ve özgür bireyler olarak katılan yurttaşların uzlaşmaya vardıkları ve rasyonel söylem ürettikleri kamusal alanda, oluşturulan kamusal söylemin “evrensel ve tarafsız” (Gould, 1996:

172) olduğunu ileri sürmektedir.

Habermas’ın burjuva kamusal alan kavramsallaştırmasına dair başka önemli bir nokta, Habermas’ın kamusal alan tasavvurunda özel alan ve kamusal alanın net bir biçimde ayrılmasıdır (Habermas, 2014: 298). Habermas’a göre (2014: 298) kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrımda “bir kamusal topluluk halinde bir araya gelen özel şahısların oluşturduğu ve devletle toplumun ihtiyaçları arasında aracılık eden kamuoyunun kendisi, özel alana aitti[r]” ve bu iki alanın iç içe geçmesi burjuva kamusal alanın dönüşümüne sebep olmuştur. Hatta Habermas’a göre (2014: 253) kamusal alanın dönüşümü asıl olarak özel alan ve kamusal alan arasındaki “ilişkinin yapısal dönüşümde” yatmaktadır.

Habermas (2014: 249) liberalizm ile birlikte “kamusallığın silüeti”nin silindiğini belirtir. Kamusal alanın çöküşü, 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında devlet ve toplumun iç içe geçerek liberal kamusal alanı yok etmesiyle (McCarthy, 2015: 92) başlamıştır. Ayrıca 20. yüzyılda yükselen sosyal refah devleti ve kitle demokrasisi eleştirel kamuyu zayıflatmıştır. Zira Habermas’a göre (2015: 101) sosyal refah devletinde politik kamusal alan “eleştirel yetilerinin tuhaf bir biçimde zayıflamış

4Bu karışıklığı önlemek için Özbek (2015a: 35) devletin faaliyet gösterdiği yerleri “kamu erkinin (otoritesinin) alanı” olarak, “demokratik katılım ve eleştirel söylem alanını” ise politik kamusal alan olarak nitelendirmenin daha doğru olacağını belirtmektedir.

(31)

24 olmasıyla karakterize edilebilir.” Bunlara ek olarak, bu dönemde, Habermas’ın anlatısına göre, devlet etki alanını artırarak kamusal ve özel alana dâhil olmaya başlamış, özel alana ait konular kamusal alanda görünür olmaya başlamıştır (Habermas, 2014). Dolayısıyla kitle demokrasisinin yükselişiyle “toplum ve devlet karşılıklı olarak iç içe” girmiştir (Fraser, 2015: 107). Habermas bu süreci “devletin toplumsallaştırılması” ve “toplumun devletleştirilmesi” olarak tanımlamaktadır:

“Müdahelecilik, artık salt özel alanın içerisinde kalınarak halledilemeyecek olan çıkar çelişkilerinin siyasal alana aktarılmasından doğar. Böylece uzun vadede devletin toplumsal alana müdahalesine, kamusal yetkilerin de özel birliklere devredilmesi tekabül edecektir. Kamusal otoritenin özel alanı kaplayan genişlemesi de, karşıt süreç olarak toplumsal gücün yerine devlet gücünün ikame edilmesiyle bağlantılıdır. İşte toplumun giderek artan devletleştirilmesi ile koşut olarak kendini dayatan devletin toplumsallaştırılması şeklindeki bu diyalektik, burjuva kamusunun temellerini, yani Devlet ile Toplum arasındaki ayrışmayı tedricen tahribata uğratır.

Bu iki alan arasında ve aynı zamanda bu iki alanın birlikte oluşturdukları sahada,

‘kamusal’ ile ‘özel’ arasındaki ayrımdan kopan, yeniden-siyasallaştırılmış bir toplumsal alan meydana gelir.” (Habermas, 2014: 252-253).

Devletin kamusal alana intikal etmesi, Habermas için kamusal alanın özel alan ve siyasal alanla iç içe geçmesi ve çökmeye başlaması anlamına gelir. Zira Habermas için idealize ettiği 18. yüzyıl burjuva kamusal alanı, devletin kamusal alan ve özel alana müdahalesiyle birlikte gelişen olaylar sonucu ortadan kalkmıştır. Kamunun eleştirel aklını kullandığı ve eleştirel kamuoyunun oluşturulduğu alan olarak kamusal alanın çıkarların çatışma alanına dönüşmesi ve özel alan ile kamusal alanın iç içe geçmesi kamusal alanın “yeniden feodalleşmesini” beraberinde getirmiştir (Habermas, 2015:

101). “Yeniden feodalleşme” kamusal alanın daha önceden sahip olduğu ortak faydaya yönelik eleştirel tartışmanın alanı olma özelliğini yitirmesi anlamına gelmektedir (Çoban-Keneş ve Orhon, 2011: 271).

Kamusal alanın ortadan kalkmasında kitle iletişim araçlarının etkisi büyüktür.

Çünkü kitle iletişim araçları “kamusal bilgi ve tartışma için değil” daha çok tüketimi teşvik etmek için işlev görmeye başlamışlardır (McCarthy, 2015: 92). Bu işlev, basının kitleselleşmesi ve tekelleşmesiyle de bağlantılıdır. Habermas, 19. yüzyıldan sonra

Referanslar

Benzer Belgeler

• Türkiye'deki kamusal alan kavramı tarihsel olarak geri döndürülmesi mümkün olmayan burjuva kamusal. alan modeli ve teorisinin

tanımlar: “bir kurumun devletle olan iletişimini ve ilişkilerinin yönetilmesine ilişkin aktivitelerdir”. • Lobicilik kurumların yürüttüğü en önemli kamusal

The fruit size, fruit weight, fruit colour, fruit flesh firmness, titratable acidity (TA) soluble solids content (SSC), fruit colour, ethylene production (µL/kg.h.) and

It may be noted that only 4 (0.35 percent) non-cancer proteins have there degree greater than BRCA1.From the result it is clear that when compared with non-cancer proteins,

Oysa goreli olarak yakm tarihlerde ger- <:ekle§tirilen feminist yaklasima sahip bircok diger aragtirmada oldugu gibi, qahsmamizm katilimci kadmlarmm yajam

Kadın olmak toplumun pek çok farklı alt gurbunda zorluklarla karşılaşmak için bir neden gibi görünürken madde bağımlısı bir kadın olmanın da toplumsal cinsiyet

Bu nedenle, kamusal yönetiúim; politika hedeflerinin etkin ve verimli bir biçimde hayata geçirilmesini ve ayrıca bunların açık biçimde duyurulmasını ve paydaúların yararı

Üzerinde led ekran bulunan dikdörtgen form çeşme heykel, çeşme heykeli gibi özellikle Avrupa kamusal alanlarında var olmuş bir fenomenin çağdaş yaklaşımı