• Sonuç bulunamadı

Ev Toplantılarından Kamusal Kampanyalara: 1980’lerde Türkiye’de Kadın

E. Özel Alan/Kamusal Alan Geriliminde Türkiye’de Erkek Şiddetiyle Mücadele

1. Ev Toplantılarından Kamusal Kampanyalara: 1980’lerde Türkiye’de Kadın

Kadın Kamusallığı

Türkiye’de feminist kamusallığın ve bağımsız feminist hareketin, 1980’li yıllarda bir grup kadının İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirdiği ev toplantılarında, bilinç yükseltme gruplarında ve feminist dergi/kitap kulüplerinde ortaya çıktığı söylenebilir (Bora ve Günal, 2016; Tekeli, 2011). Bağımsız feminist hareketin 1980’lerde filizlenmesi, Türkiye’de kadın hareketinin ilk olarak 1980’lerde başladığı anlamına gelmemektedir.

Öyle ki, Türkiye’de kadın hareketinin başlangıcı 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanmaktadır (Tekeli, 2011).

1868’den II. Meşrutiyet’e kadar olan sürede kadınlar dernekler, toplantılar ve dergiler aracılığıyla hak eşitliği talep ederken; Şair Nigâr, Fatma Aliye, Halide Edip, Nezihe Muhittin ve Emine Semiye gibi dönemin öncü kadın yazarları kadın hareketinin serpilmesini sağlamışlardır (Sancar, 2014: 92-93). II. Meşrutiyet dönemi ve sonrasında, kadın hareketi “Şüküfezar” (1886), “Hanımlara Mahsus Gazete” (1895-1906), “Demet”

(1908), “Mehasin” (1908), “Kadın” (1908), “Kadınlar Dünyası” (1913-1921) gibi kadın dergileri ve yardım dernekleri aracılığıyla devam etmiştir (Sancar, 2014: 94-95).

Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra 1924’te kadınların siyasi hakları için mücadele veren Türk Kadınlar Birliği kurulmuş, 1926 tarihli Medeni Kanun’daki değişiklikler ve kadınların oy hakkını içine alan “devlet feminizmi” dönemi başlamıştır. Bu dönemde kadınlar kurulan Cumhuriyet’in taşıyıcıları olarak tanımlanmışlardır (Tekeli, 2011).

1935’te Türk Kadınlar Birliği’nin kapatılmasıyla birlikte kadın hareketi 1980’lere kadar suskunluk dönemine girmiştir.

Feminist hareketin 1980’lerde tekrardan filizlenmesi, dönemin toplumsal ve siyasal konjonktürü ile yakından ilişkilidir.21 Gürbilek (2001: 21) 1980’lerin hem

211980’lerin feminist hareketi, 1970’lerin sol hareketiyle de bağlantılıdır (Bora, 2016: 112-113). Zira 1980’lerde ev toplantıları gerçekleştiren kadınların çoğu sol hareketten gelen kadınlardır. Aytaç da (2005:

39) farklı fraksiyonlara rağmen, 1980’lerdeki kadın hareketinin “sol yanlısı olarak geliştiğini”

vurgulamaktadır. Kadınlar 1970’lerde sol örgütlerde elde ettikleri deneyimi feminist harekete aktarmışlardır (Acar ve Altunok, 2017: 80-81).

68

“sözün bastırıldığı” hem de “söz patlamasının” yaşandığı bir dönem olduğunun altını çizmektedir. Bu açıdan, 1980’ler ikili bir görünüm sergilemektedir: darbenin, sansürün, baskının ve şiddetin hüküm sürdüğü 1980’ler aynı zamanda farklı toplumsal grupların görünür olmaya başladığı ve kendi sözlerini söylemeye başladığı bir dönemdir (Gürbilek, 2001). Özellikle, 1980’ler basın sansürüne şahitlik etse de, bu dönemde sermaye miktarındaki artış gazete ve dergilerin sayısını artırmıştır (Gürbilek, 2001: 53).

Darbeyi, dönemin baskıcı ortamını ve toplumsal şiddetini deneyimleyen kadınlar, toplumda yaşananlarla evde yaşananlar arasında benzerlik kurarak evde yaşadıklarının şiddet olarak tanımlanabileceğini keşfetmişlerdir (Işık, 2016: 44-45).

Kadınların yaşadıklarının şiddet olduğunu farketmelerinde, ev toplantılarının ve feminist yayınların da büyük katkısı olmuştur (Işık, 2016: 45). Bu dönemde, Şirin Tekeli’nin Kadınlar ve Toplumsal Siyasal Hayat (1977), Nermin A. Unat’ın Türkiye’de Kadın (1979) çalışmaları ve Kadınca (1978) dergisi gibi çalışmalar da 1980’lerdeki kadın hareketinin temellerini oluşturmuşlardır (Çaha, 2017: 166-167).

Yazarlar ve çevirmenler kooperatifi olan “Yazko”nun çıkardığı Somut dergisinin bir sayfasının 1983’ten itibaren kadınlara ve feminist tartışmaya ayrılması, Türkiye’deki feministlerin hem Batı literatürünü takip etmesini hem de kadın erkek ilişkilerinin sorgulandığı ev toplantılarının gündeminin belirlenmesini mümkün kılmıştır (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2016: 15; Işık, 2016: 44). Ev toplantılarına katılan kadınlar, Türkçe’ye çevrilen Millet, Firestone ve de Beauvoir gibi Batılı feminist yazarların eserlerini takip eden kadınlardır (Çaha, 2017: 166).

1984’te ise feminist düşüncenin “mayalandığı yer” olarak tarif edilen (Koç, 2005: 107) “Kadın Çevresi” adlı feminist bir yayınevi kurulmuştur. 1987’de Feminist, 1988’de Kaktüs adlı feminist dergiler çıkarılmaya başlanmıştır (Şimşek, 2005: 16).

Somut, Feminist ve Kaktüs dergileri bir yandan feminist dergi yayıncılığının temelini oluşturmuş, diğer yandan 1995’te yayınlanmaya başlayan ve feminizmi birçok kadına

69 ulaştırmayı hedefleyen Pazartesi dergisine deneyim birikimi sağlamıştır (Atakul, 2002:

136).

Atakul (2002: 25) Feminist ve Kaktüs dergilerinin farklı feminist ideolojilerin ortaya konması için alan yarattığını vurgulamaktadır. Feminist dergisini çıkaran kadınlar “kadınların ezilme ve sömürülmesi konularına kör olan, cevap veremeyen hiçbir ideolojiye bağlı olmak” istemezken (Koç, 2005: 111); kendini sosyalist-feminist olarak22 tanımlayan Kaktüs dergisi ise sosyalist kadınlara ulaşmayı hedeflemiştir (Savran, 2005b: 122). Savran (2005b: 122) Kaktüs dergisinin sosyalist kadınlara seslenmesinin, Feminist dergisi ile Kaktüs dergisi arasındaki en büyük farklardan biri olduğunu belirtir.

Yayınlar, dergiler ve kitaplar aracılığıyla farklı feminist sözlerin duyulmaya başlandığı 1980’lerde kadınlar, “radikal bir politika yaptıklarına haklı olarak inanarak, dayağı, tacizi, tecavüzü, karşılıksız emeği kamusal alana, kamusal tartışmaya dâhil etmişlerdir” (Acar-Savran, 2009: 152). Timisi ve Ağduk Gevrek (2016: 15) 1980’lerdeki kadın hareketinin “bilinç yükseltme”, “güçlenme” ve “duyarlılık yaratma”

gibi kavramlarla tanımlanabileceğini belirtirler.

Kadınlar düzenledikleri ev toplantıları ve bilinç yükseltme gruplarında yaşadıkları şiddeti sorgulamaya başlamışlardır. 1980’lerdeki feminist hareketin özellikle kadına yönelik şiddete ilişkin dayanışma yaratmada başarılı olduğu söylenebilir (Eslen-Ziya, 2013; Işık, 2016). Dahası, bugün Türkiye’deki feminist hareketin kilit kavramlarının, 1980’lerdeki bilinç yükseltme gruplarındaki tartışmalardan temellendiği söylenebilir (Aytaç, 2005: 47-48).

22 van Zoonen (2014) feminist bakış açısını liberal, radikal ve sosyalist feminizm olarak üçe kategoride incelemektedir. Bu ayrıma göre, liberal feminizm kadınlar ve erkekler arasında eşit haklar talep ederken, iktidar ilişkilerini gözden kaçırmaktadır (van Zoonen, 2014). Radikal feminizm kadınların tabii konumlarını açıklamak için “ataerki” kavramını temel alırken, sosyalist feminizm kadınların yaşadığı baskıyı ve tahakkümü sadece toplumsal cinsiyet temelinde değil aynı zamanda sosyo-ekonomik yapıları da göz önüne alarak analiz eder (van Zoonen, 2014). Bu sebeple, sosyalist-feminist yaklaşımın kilit kavramları arasında “emeğin yeniden üretimi” ve “evdeki emeğin ekonomik değeri” bulunmaktadır (van Zoonen, 2014: 373).

70 Batıda 1960’lı yıllarda ikinci dalga feminist23 çevrelerde slogan haline gelen

“kişisel olan politiktir” şiarı, 20 yıl gecikmeyle Türkiye’de yankı bulmuştur. 1980’lerde ev toplantılarına Batılı feministlerin “kişisel olan politiktir” şiarı hâkim olmuştur.

Kadınlar ev toplantıları aracılığıyla “kişisel olan politiktir” sloganını Türkiye’de yaygınlaştırmaya başlamışlardır. Ev toplantılarında yaratılmış olan farkındalık ile ev içi şiddet, cinsel taciz gibi konular siyasal kamuoyunda görünür olmuştur (Özkan Kerestecioğlu, 2017: 56).

Ev toplantılarına katılım arttıkça kadınlar ev dışında ve daha büyük mekânlara geçme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bunun sonucu ev toplantılarını kamusal mekânlardaki toplantılar izlemiştir. İlk defa kamusal bir mekânda toplanan kadınlar Ankara’da Metropol Sineması’nda buluşmuşlardır (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2016: 20).

Ankara’daki bu toplantıyı, 8 Mart 1985’te Dönüşüm Kitabevi’nde gerçekleşen 8 Mart kutlaması ve Amerikan Kültür Merkezi’nde gerçekleşen diğer toplantılar izlemiştir (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2016: 20-21). 1980’ler boyunca kadınlar ev toplantıları ve kamusal mekânlardaki toplantıların dışında, kadına yönelik şiddeti “toplumsal bir mesele” olarak kavramsallaştıran birçok kampanya ve eylemler gerçekleştirmişlerdir (Kardam ve Ecevit, 2016: 90). Türkiye’de ilk denetimi 2017’de yapılan ve 15 Ekim 2018’de yayınlanan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu’nun (GREVIO)24 Değerlendirme Raporuna göre de Türkiye kadın hareketi bu açıdan çok önemli katkılar sağlamıştır:

“Savunma ve yoğun kampanya çalışması aracılığıyla, kadın aktivistler kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet konusunu endişe verici bir mesele olarak Türkiye’deki genel tartışmaların odak noktasına taşımıştır. 1980’lerden itibaren, kadın örgütleri kurulmuş ve birkaç feminist dergi yayımlanmaya başlamıştır. Bütün bunlar kadın hakları ve devletin kadına yönelik şiddete ilişkin ataerkil duruşları desteklemedeki rolü hakkında canlı bir tartışma ortamı yaratmıştır.” (GREVIO İlk Değerlendirme Raporu, 2018: 25).

23 İkinci dalga feminizm, aileyi kadını ikincilleştiren bir alan olarak kavramsallaştırmıştır (Bora, 2018:

40).

24 İstanbul Sözleşmesi kapsamında, sözleşmeye taraf olan devletlerin denetlenmesi amacıyla GREVIO adıyla bir uzmanlar grubu oluşturulmuş ve söz konusu grup belirli aralıklarla taraf ülkeler hakkında raporlar hazırlamakla görevlendirilmiştir (Yüksel-Kaptanoğlu, İlknur ve Tarım, Ş. Armağan, 2015: 37).

71 1986 yılında Ankara ve İstanbul’da ayrı ayrı toplanan kadınlar ilk defa birlikte ortak kampanya düzenlemişlerdir. “Kadınlar Dilekçesi” adlı bu eylem, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”nin (CEDAW) uygulamaya konması için başlatılan imza kampanyasıdır (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2016: 23). Bu kampanyada 4 bine yakın imza toplanmış ve dilekçe TBMM’ye sunulmuştur (Savran, 2005a: 82). Türkiye 1985’te CEDAW’ı imzalamış25, söz konusu sözleşme 1986’da yürürlüğe girmiştir (“Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı 2018-2023”, 2018: 27). Kadın hareketinin kampanyadaki bu başarısı, kadın hareketinin ev içi şiddeti sadece kamuoyunun gündemine değil siyasal iktidarın da gündemine taşıdığının göstergesi olarak okunabilir.26 Öyle ki, ev içi şiddet artık hem medyada hem de siyasal iktidarın söylemlerinde, yasal düzenlemelerde yer bulmaya başlamıştır.

Savran (2005a: 82) 1987 yılını “kampanyalar döneminin” başladığı yıl olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemin ilk kampanyası, 17 Mayıs 1987’de gerçekleştirilen

“Dayağa Karşı Dayanışma” kampanyasıdır (bkz. Resim 1). Bu kampanya, 4 Nisan 1987’de Çankırı’daki bir hâkimin “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek gerekir”27 sözlerini sarf etmesinden sonra alevlenmiştir. Kampanya, ev içi şiddeti kamuoyunun gündemine taşımıştır. “Dayağa hayır” gibi net bir sloganı olan kampanya oldukça etkili olmuş ve kampanyaya 2.500’den fazla kadın katılmıştır (Işık, 2016: 46). Kampanya, 12 Eylül’ün ardından yapılan “ilk yasal miting” olması bakımından da önemlidir (Koç, 2005: 107).

2518 Aralık 1979 tarihinde yayımlanan ve 3 Eylül 1981’de yürürlüğe giren CEDAW’ın (Oloka-Onyango ve Tamale, 1995: 714) oluşturulmasında Birleşmiş Milletler’in düzenlediği ve gündeminde kadın sorunları ve şiddet bulunan Dünya Kadın Konferansları serisinin etkisi büyüktür. 1975’te Mexico City’de, 1980’de Kopenhag’da, 1985’te Nairobi’de, 1995’te Pekin’deki konferanslar toplumsal cinsiyet eşitliği ve erkek şiddetiyle mücadele gibi konuların ülkelerin gündeminde yer etmesi açısından önemli gelişmeler olmuştur (Yüksel-Kaptanoğlu ve Tarım 2015: 31). CEDAW sözleşmeye taraf olan devletlere, cinsiyet ayrımcılığı konusunda önemli sorumluluklar vermektedir (“Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme”, 1981). Ancak CEDAW kadına yönelik şiddete yer vermediği için eleştiriler almıştır (Karınca, 2011: 21).

26 Türkiye kadın hareketinin bu etkin döneminde aynı zamanda erkek şiddetiyle ilişkili olarak önemli kurumsal gelişmeler de yaşanmıştır. 1987’de “Kadın Yönelik Politikalar Danışma Kurulu” kurulmuştur.

Söz konusu kurul, Türkiye’de kadın erkek eşitliğiyle ilgili devlet içinde kurulan ilk kuruldur (Acuner, 2016: 126).

27 https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43902672 (Erişim tarihi: 31.10.2019).

72

Resim 1: Dayağa Karşı Yürüyüşün Afişi (Kaynak: Çakır, 2005)

Daha sonra, aynı yıl İstanbul’da “Kariye Şenliği” düzenlenmiş ve feminist kadınlar bir araya gelmişlerdir (Ovadia, 2005: 66). Şenlikte tartışmalar yapılmış, oyunlar oynanmıştır (Savran, 2005a: 83). İlerleyen günlerde kadınların ürünleri satışa çıkarılmış ve satıştan elde edilen gelirle kitap çıkarılmıştır (Çaha, 2017: 210). Bağır Herkes Duysun! isimli bu kitap şiddete uğrayan kadınların deneyimlerini aktarmıştır (Işık, 2016: 46). Kitap, kadına yönelik şiddetin merkezinde ailenin olduğunu ve her sınıftan kadının şiddete maruz kaldığını ortaya koymuştur (Sirman, 2013). “Dayağa Hayır” kampanyası ev içi şiddetin tabu (Işık, 2016: 67) olduğu bir toplumun gündemine gelmeyi başarmıştır. “Dayağa Karşı Hayır” yürüyüşünün kadına şiddetin konuşulmadığı ve özel alana ait bir mesele olarak kavramsallaştırıldığı yıllarda gerçekleştirilmiş (Üner vd., 2009: 189) olması önemlidir. Söz konusu kampanyanın bu konu hakkında güçlü bir kadın kamusallığı yarattığını söylemek mümkündür. Bu kadın kamusallığı sayesinde ev içi şiddet toplumun gündeminde kalmayı başarmıştır.

1987’de Ankara’daki feministler ise Anneler Günü’nü protesto etmişler ve üzerinde “Anneleri Dövmeyin” yazan rozetler takmışlardır (Çaha, 2017: 211). Yine Ankara’da 1989 yılında kadınlar kamusal alanda uğradıkları tacizi “Bedenimiz Bizimdir” kampanyası ile protesto etmişlerdir (Çaha, 2017: 216). Söz konusu kampanya, İstanbul’da “Bedenimiz Bizimdir, Cinsel Tacize Hayır” kampanyası olarak

73 devam ettirilmiştir (Çaha, 2017: 216). Diğer adıyla “Mor İğne” kampanyası kapsamında kadınlar erkeklerin bulunduğu kahvehanelere, meyhanelere ve birahanelere gitmiş;

kampanya bülteni hazırlamış ve bildiri dağıtmışlardır.28 Birahane “baskını” kadınların

“her yer bize açık olmalı” deme şekilleri olarak okunabilir (Savran, 2005a: 86). Ovadia (2005: 70) “Mor İğne” kampanyasının kısıtlı imkanlara rağmen “kıyameti koparan” bir kampanya olduğunu belirtmiştir. Kampanyaya katılan Fizil Karakuş, “sarkıntılık”

kavramı yerine “cinsel taciz” kavramınının ilk kez bu kampanyada kullanıldığını belirterek dağıtılan29 mor iğnelerin hikâyesini şöyle anlatmıştır:

“Saadet isminde bir arkadaş önermiş. Batırmak için değil sarkıntılığın utancının bize ait olmadığının, kendimizi savunabileceğimizin, susmayacağımızın, teşhir edeceğimizin sembolüydü. Kadın Kültür evinde toplaşıp mor boncuk, kurdelelerle yüzlerce iğne hazırladık. Bir de esprili bir metin hazırlandı. Ertesi gün şıkır şıkır giyindik. Kadıköy vapuruna yaklaşık elli kadın, iğnelerimizle bindik.”30

“Geçici Kadın Müzesi” adlı eylemde de “tencere tavadan gelinliğe kadar uzanan ve kadınların karşılıksız emeklerini, bedenlerine yönelik şiddeti, suistimali simgeleyen bir takım nesneler” sergilenmiştir (Savran, 2005a: 83). 1990’nın ilk ayında ise kadınlar,

“fahişelik yapan kadınlar tecavüze uğrayınca, üçte iki ceza indirimi” öngören TCK’nın 438. Maddesi’ni protesto etmişler ve söz konusu madde kaldırılmıştır (Savran, 2005a:

88-89).

28 https://catlakzemin.com/2-kasim-1989/ (Erişim tarihi: 13.10.2019).

29 İğneler dağıtılırken kadınlar şu metni okumuşlardır: “Kadınlar; Sokakta, lokantada, vapurda, otobüste, işyerinde, tanıdığınız, tanımadığınız, hoşlandığınız, hoşlanmadığınız bir takım erkekler tarafından ellenmekten, omuzlanmaktan, çimdiklenmekten, dokunulmaktan bıktınız mı? Baygın ya da saldırgan bakışlarla süzülmek, sözle taciz edilmek, istemediğiniz şeylere zorlanmak, canınıza tak mı dedi? Bıyık burup, size yanaşanlara tepkinizi göstermek için hiç uygun bir araç aramadınız mı? Artık vapurdan inerken ya da binerken itilip kakılmaya dur demek istiyor musunuz? İşte sarkıntılığa karşı süper bir koruyucu: karşınızda göz süzen peşinizden gelen, bizi aşağılayan laflar geveleyen, bıyık burarak yalanan, bacaklarınızı süzen, elleyen, koklayan, bakan, saldıran tüm erkeklere karşı küçücük taşınması kolay ama etkili bir silah. Şimdi size harika bir ürün tanıtmak istiyorum. Elimde gördüğünüz bu mor iğne paslanmaz çelikten olup, nikel-krom alaşımlı olup, 7 cm uzunluğundadır. Üzerinde bulunan mor kurdele tüm giysilerinizle kullanabileceğiniz bir aksesuar görünümündedir. Bu şık aksesuarın aynı zamanda size sarkıntılık edenlere karşı savunmanızda bir araç olduğunu şimdi size göstereceğiz. Hareket şu… Hiç acımadan batırın, korkmanıza gerek yok, tetanos yapmaz. Bu iğne mor iğne kampanyasının bir ürünüdür.

Kampanya grubumuz kadınlardan meydana gelmiş olup, elle sözle, gözle yapılan sarkıntılığa karşı etkin ve kalıcı önlemler geliştirmeyi amaçlamaktadır” (http://bianet.org/biamag/kadin/110595-mor-igne-kampanyasi-19-yasinda), erişim tarihi: 13.10.2019

30http://bianet.org/biamag/kadin/110595-mor-igne-kampanyasi-19-yasinda (Erişim tarihi: 13.10.2019).

74 1980’lerdeki kampanyalar özel alan/kamusal alan ayrımına meydan okuyarak;

şiddet, taciz ve tecavüzün kamusal meseleler olduğunu ileri sürerek “özel alanın politikasını” yapmıştır (Savran, 2005a: 93). Bu açıdan, 1980’ler eylemler ve kampanyalarla geçmiştir. Koç (2005: 117) 1982-1990 arası dönemde, kampanyalar ve sloganlarda birleşen kadınların örgütlü olduğunun altını çizmektedir. Ancak 1980’ler, 1990’larda yerini kurumsallaşan ancak diğer yandan parçalanmaya başlayan bir kadın hareketine bırakmıştır.

2. Kurumsallaşmadan Parçalanmaya: 1990’lar ve 2000’lerin Kazanımları