• Sonuç bulunamadı

Kadınların Erkek Şiddetine Karşı Başlattıkları Twitter Kampanyaları

B. Halkla İlişkilerin Sınırlarını Genişletmek

2. Kadınların Erkek Şiddetine Karşı Başlattıkları Twitter Kampanyaları

122 erişiminin olmadığı göz önüne alınacak olursa (Keller, 2012; Salter, 2013; Schuster, 2013; McLean ve Maalsen, 2013) sosyal medyanın karşıt kamular oluşturma potansiyelini daha dikkatli okumak gerekmektedir. Bu uyarıya rağmen, feminist hareketin geleneksel kampanyalarına katılamayan kadınlar için sosyal medyanın daha fazla kadını dâhil ettiğini savunanların (Kaya, 2018: 566) bulunduğunu da belirtmek gerekmektedir.

2. Kadınların Erkek Şiddetine Karşı Başlattıkları Twitter Kampanyaları

123 dijital medyayı kullanmaları “çevrimiçi feminizm” olarak adlandırılmaktadır. Bu eğilimin, politik eylem için insanları mobilize etme gücüne sahip olduğundan ve feminist hareket içerisindeki savunuculuk faaliyetlerini dönüşüme uğrattığından bahsedilmektedir (Martin ve Valenti, 2013). Çevrimiçi feminizm kavramının yanı sıra

“dördüncü dalga feminizm” (Kaya, 2018), “e-feminizm”, “dijital feminizm” gibi (Sadowski, 2016; Alikılıç ve Baş, 2019) adlandırmalar da kullanılmaktadır.

Son yıllarda kadınlar, kadın düşmanlığı ve şiddetin tüm biçimleriyle mücadele etmek için Twitter’daki etiketleri kullanmaya başlamışlardır (Alikılıç ve Baş, 2019: 92) çünkü etiketler kadınlar için dayanışma ruhunun oluşabileceği yerler haline gelmiştir (Eagle, 2015: 352). Twitter’daki etiketler farklı konular hakkında destek toplamak için güçlü birer araç (Guha, 2015: 155) ve “söylemsel topluluklar” olarak görülmektedir (Rambukkana, 2015: 3). Twitter’ın atılan tweetlerle birlikte dokümanların, websitelerinin, fotoğraf ve videoların eklenmesine izin verme gibi özellikleri (Wilcox, Cameron ve Reber, 2015: 374) bu söylemsel toplulukların oluşturulmasına imkân tanımaktadır. Literatürde, kadınların görünürlük elde etmek için etiketleri kullanarak başlattıkları kampanyalar “etiket feminizmi” (hashtag feminism) olarak adlandırılmaya başlanmıştır (Dixon, 2014; Clark, 2016; Kaya, 2018). Etiketler etrafında oluşmuş olan, etiket eylemlerine katılan kamular ise “etiket kamuları” (hashtag publics) olarak kavramsallaştırılmakta (Rambukkana, 2015) ve bu kamuların tüm dünyada patriarkal sisteme meydan okuduğu ileri sürülmektedir (Antonakis-Nashif, 2015).

Etiket feminizmi, kadınların her gün deneyimledikleri cinsiyetçi tavırları ve şiddeti gündeme getirebilecek bir aktivizm biçimi olarak değerlendirilmektedir.

Örneğin, #YesAllWomen, #SafetyTipsForLadies, #StopStreetHarassment gibi Twitter kampanyaları kadınların her gün yaşadıkları cinsiyetçi tavırları ve mağdurun suçlandığı vakaları gündeme getirmiştir (Clark, 2016: 789). Bu açıdan, Habermas’ın kamusal alan kavramsallaştırması ve Fraser’ın eleştirilerinden yola çıkan Salter’a göre (2013: 226)

124 sosyal medya karşıt kamular oluşturma ve cinsel tacizin kamusal görünürlük kazanmasında imkân sunmaktadır. Çünkü kadınlara karşıt kamular yaratmaları için olanaklar sunan sosyal medya, cinsel taciz iddialarının kamusal biçimde tartışılmasını sağlamaktadır (Salter, 2013).

Thrift (2014: 1091) #YesAllWomen etiketinin, şiddet vakalarının toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tezahürü olduğu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin şiddeti meşru kıldığı konusunda ısrar ederek cinsiyetçi egemen söyleme karşıt bir anlatı oluşturduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla, Thrift’e göre (2014: 1091)

#YesAllWomen mizojinik baskıların nasıl kavramsallaştırılacağı konusunda “eleştirel feminist bir müdahale” olarak okunabilir. Thrift (2014: 1092) #YesAllWomen kampanyasının analizinden, etiket feminizminin tek başına mizojiniyi ya da kadına yönelik şiddeti ortadan kaldıramayacağı ancak böyle kampanyaların “yeni feminist eleştiri ve kolektiviteyi mobilize edebileceği” sonucunu çıkarmıştır.

Xiong vd. ise (2019) #MeToo kampanyasının sivil toplum kuruluşları ve kamuların birlikte anlam üretebildikleri başarılı bir kampanya olduğunu belirtirler.

Cinsel şiddet mağdurlarına destek olunabilecek bir ortam yaratmış olan #MeToo kampanyasında kamular ve STK’lar bu etiket sayesinde ortak anlam inşa edebilmişlerdir (Xiong vd., 2019: 11). Bu açıdan, yazarlar harekete katılan STK’ların ve kamuların, kadın haklarını ihlal eden yapının gerekçeleri, konuyla ilgili yapılması gerekenler ve harekete katılan ünlülerin takdir edilmesi hakkında ortak anlam ürettiklerini belirtmişlerdir (Xiong vd., 2019: 19).

#EverydaySexism kampanyası ise kamusal mekânlarda cinsel tacize maruz kalan kadınların hikâyelerinin yazıldığı büyük bir kampanya olmuştur (Eagle, 2015: 352).

Çok fazla kadının benzer hikâyeler yaşadığını okumak, kadına yönelik şiddetin ne kadar yaygın olduğunun, kadınların artık susmayacağının ve taciz hikâyelerini anlatacağının göstergesi konumundadır (Eagle, 2015: 352). Taciz hikâyelerinin anlatıldığı tweetlerin

125 aynı zamanda “bilgi arşivleri” olarak işlev gördüğünü belirten Eagle (20115: 352) bu tweetlerin aynı zamanda kadınların dayanışma içinde deneyimlerini paylaştıkları bir arena haline geldiğini ileri sürmektedir.

Sadowski (2016: 57) Almanya’daki #aufschrei kampanyasının kadınların her gün yaşadıkları cinsiyetçi deneyimler hakkında bir tartışma oluşmasını sağladığını belirtirken, Antonakis-Nashif’e göre (2015: 104) #aufschrei altında paylaşılan hikâyeler bu etiketi cinsiyetçilik üzerine tartışılan bir alan haline getirmiştir. Aynı zamanda

#aufschrei şiddet gören kadınların kendilerini susturma pratiklerini geride bırakarak tabuları yıkmalarını sağlamıştır (Antonakis-Nashif, 2015: 105). Drüeke ve Zobl’e göre ise (2016: 38) #aufschrei etiketi cinsiyetçiliğin ve feminist stratejilerin konuşulduğu bir söylemsel alan yaratmıştır. Dolayısıyla, bu vaka için Drüeke ve Zobl (2016: 48) Twitter’ın cinsel saldırı ve tacizin tartışıldığı bir kamuoyu yaratmış, böylece kamusal tartışmayı sağladığı için demokratik bir işlev üstlenmiştir.

Clark (2016: 795) şiddete uğradıkları halde neden hala partnerleriyle birlikte olmaya devam ettiklerini anlatan kadınların katıldıkları #WhyIStayed kampanyasını incelemiştir. Clark (2016: 796) söz konusu kampanyaya şiddete uğradıkları halde neden evlerini terk etmediklerini açıklayan kadınlar ile şiddet mağduru diğer kadınlara destek vermek isteyen kadınların katıldıklarını belirtmiştir. Bu kampanya hem şiddete uğrayan kadınlar arasında bir dayanışma oluşmasını sağlamış hem de ev içi şiddet mağdurlarının neler yaşadığını toplumun gündemine getirebilmiştir (Clark, 2016: 800).

Twitter etiketleriyle yapılan kampanyalar sadece ulusal düzeyde kalmamakta aynı zamanda kadın hakları savunucuları için uzak coğrafyalar arasında örgütlenme imkânları da sunmaktadır (Higgs, 2015: 344). Çünkü Twitter farklı aktivist grupların da birbirlerinden haberdar olmalarını sağlamaktadır (Cullum, 2010: 56). Örneğin, Loza (2014) sosyal medyanın Afrikalı Amerikalı kadınların birbiriyle etkileşim kurmasını

126 sağladığını ileri sürerek #SolidarityIsForWhiteWomen kampanyasını incelemiştir. Söz konusu kampanya, feminist harekete kimlerin dâhil edilip edilmediği konusundaki tartışmaları başlatmakta etkili olmuştur (Loza, 2014). Kaya ise (2018: 568) bu açıdan etiketlerin farklı coğrafyalarda yaşayan kadınları bir araya getirerek “hayali cemaat”

oluşumuna katkı sağladığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla, sosyal medya kadınların uluslararası düzeyde örgütlenmelerini (Özkan, 2018) ve diyalog kurmalarını (Şen ve Kök, 2017) mümkün kılmaktadır.

Guha’a göre (2015: 155) kamusal tartışma yaratan Twitter kampanyalarının analizleri daha çok Batı demokrasilerindeki örneklere odaklanmaktadır ancak bu kampanyaların etkileri ülkeden ülkeye değişmektedir. Bu açıdan, Guha (2015: 155) Hindistan’da sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen feminist kampanyaların ana akım medyanın desteğini almadıkları sürece etkili olamadıklarını vurgulamaktadır. Örneğin, Hindistan’da 2013’te düzenlenen #victimblaming kampanyası, tecavüz ve cinsel taciz vakalarında kadınları suçlayan kültürel kodlarla ilgili “It’s all your fault” (“hepsi senin suçun”) başlıklı bir videoya karşılık başlatılmıştır. Guha (2015) söz konusu videonun medyaya yansıdığını ancak #victimblaming etiketinin Twitter’da gündem bile olamadığını vurgulamıştır. Guha’ya göre (2015: 155) bunun nedeni medyanın

#victimblaming etiketine ilgi ve destek göstermemesidir. Öyle ki, söz konusu kampanya insanları bu konu hakkında konuşmak üzere örgütlemede ve farkındalık yaratmada başarısız olmuştur (Guha, 2015: 155). Bu nedenle, Guha (2015) Hindistan gibi dijital medyanın yeni kullanılmaya başlandığı ülkelerde bu tür kampanyaların gündem olabilmesi için medyanın desteğine ihtiyaçları olduğunu ileri sürmüştür.

Higgs ise (2015) Kenya’da 16 yaşındaki bir kızın altı erkeğin tecavüzüne uğradıktan sonra insanların ona destek vermek için başlattıkları #JusticeForLiz kampanyasını incelemiştir. Genç kızın tecavüzü polise bildirmesinden sonra yakalanan üç zanlı, polis merkezindeki bahçenin çimenlerini biçmekle cezalandırılmıştır. Ancak

127

#JusticeForLiz kampanyasının yarattığı etki ile konu mahkemeye taşınmış ve kampanya yargının tecavüz vakalarındaki diğer tüm uygulamalarının da kamusal tartışmaya girmesini sağlamıştır (Higgs, 2015: 345). Eagle ise (2015) bindiği otobüste beş erkek tarafından tecavüze uğrayıp ölüme terk edilen 23 yaşındaki bir geç kızın ölümünün ardından başlatılan #BoardtheBus kampanyasını incelemiştir. Kampanya kadınların otobüslere binmeye devam etmeleri konusunda, yani kamusal mekânlara daha çok çıkma konusunda cesaretlendirmiştir (Eagle, 2015: 351).

Kim (2017) Güney Kore’de mizojiniye karşı başlatılan ve daha sonra mizojiniye karşı aktivizm platformu haline gelen #iamafeminist kampanyasını incelemiştir. Anti-feminist yaklaşımlar için bir direnç oluşturmuş olan #iamaAnti-feminist kampanyası, aynı zamanda kişisel hikâyelerin anlatımı yoluyla feminist olarak kendini tanımlamaktan çekinen kadınların kendilerini feminist olarak tanımlamalarına yardımcı olmuş ve anti-feminist söylemler üreten dijital platformlara meydan okumuştur (Kim, 2017: 816).

Han de (2018) Çin’de sosyal medyanın feministlerin görünürlüğü, etkileşimi ve partiarkal düzene yönelik protestoları için olanaklar sağladığını ileri sürmüştür. Han’e göre (2018: 745) Çin’deki feministlerin dijital aktivist pratikleri toplumsal değişimi sağlamamış olsa da mizojinik eylemlere karşı kolektif tepkiyi ortaya koymuştur.

Türkiye’de ise etiket feminizmi üzerine yazılan yazın yeni yeni oluşmaktadır (Şen ve Kök, 2017; Alikılıç ve Baş, 2019). Kaya’ya göre (2018: 569) Türkiye’de kadınların sosyal medya kullanımı Gezi Parkı eylemleri sırasında artış göstermiştir. Zira 2010’lu yıllar Türkiye kadın hareketinde bir dönüşüme işaret etmektedir. 2010’lu yıllara gelindiğinde bir yandan Avrupa Birliği üyeliği gündemden düşerken, diğer yandan kadınlar da farklı stratejiler geliştirmeye başlamışlardır (Eslen-Ziya, 2013: 868). Bu dönemin ayırt edici özelliği kadın aktivistlerin sosyal medya kullanımıdır (Eslen-Ziya, 2013: 868). 2000’li yılların başlarında daha geleneksel yöntemleri kullanan kadınlar, 2010’lu yıllarda sosyal medyayı kullanmaya başlamıştır (Eslen-Ziya, 2013).

128 Altınay (2014) kadın cinayetlerinin artışı konusunda farkındalık yaratmayı ve Meclisi konuya ilişkin çözümlerin tartışılması konusunda teşvik etmeyi amaçlayan ve kadına yönelik şiddet tartışmasında önemli bir rol oynayan #KadınKatliamıVar kampanyasını incelemiştir. Altınay (2014: 1102) etiketteki “katliam” kelimesinin ve cümlenin kadın cinayeti sorununun aciliyetine vurgu yaptığını ve şiddetin normalleştirilmesine karşı bir tavrı ortaya koyduğunu belirtmiştir. “Katliam” kavramı şiddetin yaygınlığına ve meselenin politik yapısına vurgu yapmıştır (Altınay, 2014:

1102). Kampanya kadına yönelik şiddete yönelik tanımları ve söylemleri değiştirmeyi amaçlamıştır ve üzerinden geçen 5 yılda kadın örgütlerinin de desteğiyle “kadın ölümleri” kavramı yerine “kadın cinayetleri” kavramı kullanılmaktadır (Altınay, 2014:

1102). Bu çerçevede, kampanya kadın cinayetleriyle mücadelede farkındalık yaratmış ve egemen söyleme meydan okumuştur (Altınay, 2014). Söz konusu etiket, Türkiye’deki #TransCinayetleriPolitiktir gibi başka kampanyalarda da kullanılmıştır (Altınay, 2014: 1102).

Türkiye’de 2015 yılında Özgecan Aslan’ın öldürülmesi toplumda bir infiale yol açmış, binlerce kadın sosyal medya üzerinden örgütlenmiş ve tepkilerini ortaya koymuştur. İdil Elveriş tarafından Twitter’da açılan #sendeanlat etiketi kısa sürede sosyal medyada gündem olmuştur. Binlerce kadın yaşadığı taciz ve tecavüz hikâyesini bu etiket altında paylaşmıştır. #sendeanlat etiketinin hızla büyümesinin nedeni Dede Özdemir’e göre (2015: 82) “kadın, erkek ve çocuk fark etmeksizin tacizin, gündelik hayatımızın her düzeyinde karşılaşan bir olgu olmasıdır.” Özgecan Aslan’ın öldürülmesinden sonra Ekşi Sözlük’te açılan #sendeanlat başlığı altında yazılanları inceleyen Dede Özdemir (2015) Ekşi Sözlük’te bu başlık altında yazılanların eril bakış açısını yeniden ürettiğini ortaya koymuştur.

Dede Özdemir’in çalışması yapılan yorumlarda cinsel tacizi üreten ataerkil yapı ve ideolojinin normalleştirildiğini ileri sürmektedir. Bu açıdan, sosyal medya

129 platformlarını “kamusal bir mekân” olarak kavramsallaştıran Dede Özdemir (2015: 100)

#sendeanlat etiketi altında paylaşılanların “umut verici” olmasının yanı sıra patriarkal ideolojiyi yeniden üretmesi bakımından “sorunlu” olduğunun altını çizmektedir.

Yılmaz ise (2015) #sendeanlat kampanyası ile kadınların sosyal medya üzerinden örgütlendiklerini ve destek topladıklarını belirtmiştir. Yılmaz’a göre (2015:

337) #sendeanlat kampanyası kadınların yaşadıkları şiddetin boyutunu göstermesi ve kadınların tecrübelerini paylaşmaları bakımından başarılı bir kampanyadır. Gören Kekeç ve Kaşçıoğlu ise (2018) Ekşi Sözlük’te Özgecan Aslan’ın öldürülmesinden sonra açılan “Özgecan Aslan” başlığı altında yazılanları inceledikleri çalışmalarında, “sanal kamusal alan” olarak tanımladıkları Ekşi Sözlük’te başlık altında yazılmış olan yorumların ataerkil kodları ve cinsiyetçi bakış açısını yeniden ürettiğini ortaya koymuştur.

Bir yandan cinsiyetçi söylemlerin yeniden üretiminin diğer yandan kadınların seslerini duyurmasının aracı olan Twitter, Türkiye’de kadınların erkek şiddetiyle ilgili konularda deneyimlerini paylaştıkları, yapılacak eylemler için kitleleri mobilize ettikleri, kamuoyu baskısı yarattıkları ve adalet taleplerini ilettikleri kampanyaların başlatıldığı bir mecra olarak karşımızda durmaktadır. Bu açıdan, dijital mecraların kadınların mizojinik deneyimler yaşamasına sebep olması ve cinsiyetçi söylemlerin yeniden üretilmesine aracılık etmesi, kadınların Twitter’da başlatmış oldukları kampanyaların önemine ve değerine gölge düşürmemektedir.

130