• Sonuç bulunamadı

Dijital Platformların Katılımcı Potansiyeli ve Kadınların Kamusal Katılımı

B. Halkla İlişkilerin Sınırlarını Genişletmek

1. Dijital Platformların Katılımcı Potansiyeli ve Kadınların Kamusal Katılımı

112 bir pratik olarak halkla ilişkileri dışlamamakta; ona pratikte bir alternatif ve teorik katkı sağlamaktadır.

Kamuların kurumlarla ya da diğer kamularla ortaklaşa anlamlar yaratabilmek için bir araya gelebilmesi, halkla ilişkiler pratiğinin farklı tarafların etkileşimine olanak sağlayan bir etkileşimi mümkün kılmasıyla ilişkilidir. Bu çerçeveden bakıldığında, halkla ilişkiler pratiğinin “toplumsal ve kültürel anlamları üreten etkileşim mevkileri”

oluşturduğunu söylemek (Edwards ve Hodges, 2011: 4) mümkündür. Halkla ilişkiler pratiğinin “etkileşim mevkileri” yarattığını iddia etmek, halkla ilişkilerin söylemsel yönünü ön plana çıkarmakta; taraflar arasındaki etkileşimi ve bu etkileşim sonucunda ortaya çıkan yeni anlamlara ve kimliklere odaklanmayı (Edwards ve Hodges, 2011: 4) gerektirmektedir. Halkla ilişkiler pratiğinin “etkileşim mevkileri” oluşturabilmesinde elbette dijitalleşmenin payı büyüktür. Çünkü artık Jenkins’in kavramı olan “katılımcı kültür” içerisinde İnternet kullanıcıları olan kamular bilgiyi pasif biçimde alanlar olarak değil, anlamların yaratımında aktif birer ajan olarak görülmektedir (Xiong vd., 2019:

20).

Halkla ilişkiler pratiğinin ilişki geliştirme süreçlerinde tarafların birlikte anlam üretebilmesi için “mevki” yaratma potansiyeli, sosyal medyanın taktiksel kullanımıyla daha da görünür hale gelmiştir. Zira dijital platformlar da aynı fikirde olan insanları bir kahve dükkânında toplanmışlar gibi bir araya getiren “bir mevki” haline gelmiştir (Motion, Heath ve Leitch, 2016: 7). Bu açıdan, dijital platformların katılımcı ve etkileşimli yapısı, dijital halkla ilişkiler pratiklerinin “etkileşim mevkileri” yaratmasına imkân tanımıştır.

C. “Etiketin Kamuları” ve Etiket Feminizmi

1. Dijital Platformların Katılımcı Potansiyeli ve Kadınların Kamusal Katılımı

113 başlanmıştır. Bunun sebebi, İnternetin milyonlarca “İnternet yurttaşı” yaratmış ve kamusal alanı “fiziksel mekânlardan bağımsız” hale getirmiş olmasıdır (Keane, 2014:

234, 239). İnternetin farklı kamuları içinde barındıran bir kamusallık sağlaması (Bohman, 2010: 267) İnternetin “sivil toplum aktivistleri için kamusallığın destekleyicisi” konumunda olduğuna yönelik tartışmaları alevlendirmiştir (Özkan, 2018: 62).

Fuchs (2008: 133) dijital ortamların katılımcı demokrasinin inşasında bir araç olabileceğini ve karşıt kamusal alanlar oluşturabileceğini belirtirken, Bohman (2010) ve Schuster (2013) İnternetin politik katılım için yeni olanaklar sunduğunu ve kamusal alanı genişlettiğini ileri sürmektedir. van Dijk ise (2016: 265) kamusal mekânların Habermas’ın önerdiği şekilde “sokak, pazar, kahve veya barla sınırlı” olmadığını, artık çevrimiçi ve çevrimdışı kamusal mekânlardan bahsedebileceğimizi belirtir. Tablo 4’te gösterildiği üzere, van Dijk’a göre (2016) fiziksel bir mekanla ilişkili olan eski kamusal alan, özel alandan keskin bir ayrıma işaret ederken, yeni kamusal mekanlar sadece çevrimdışı mekanları değil çevrimiçi mekanları da içermektedir. Zira bugün Twitter, Facebook, YouTube ve diğer birçok blogda kamusal tartışmalar yapılmaktadır (van Dijk, 2016: 266). Dolayısıyla, kamusal alanın dijital çağda dönüşüme uğradığını söylemektense, günümüzde (Habermas’ın düşündüğü biçimiyle) insanların fiziksel olarak bir araya geldiği kamusal mekânlara, dijital kamusal mekânların da eklendiğini söylemek daha uygun görünmektedir (bkz. Tablo 4). Bu değişimle birlikte “mozaik” bir görünüme bürünen kamusal alanın, özel alan ile olan ayrımı da muğlaklaşmaktadır.

Eski Kamusal Mekân Yeni Kamusal Mekân

Bir kamusal mekânın belirli bir kamusal

yer ile bağı Bir yığın çevrimiçi ve dışı mekândan oluşan kamusal mekân

Kamusal mekânın varsayılan üniter karakteri

Farklı ancak üst üste binen kamusal mekânlardan oluşan bir mozaik

Nispeten keskin bir kamu-özel ayrımı Kamusal mekândaki bireyselleşme nedeniyle kamu-özel ayrımının muğlaklaşması

Tablo 4: Eski ve Yeni Kamusal Mekânlar (Kaynak: van Dijk, 2016: 267)

İnternet ve yeni teknolojiler kamusal tartışma için yeni kamusal alanlar yaratmayı başarmışlardır (Papacharissi, 2002: 22). Papacharissi (2002: 22) dijital

114 ortamların, kültürel olarak etkisi azalmış olan kamusal mekânları yeniden canlandırmayı garanti etmeyeceğini ama mümkün kılabileceğini vurgulamaktadır. Çünkü yazara göre, bilgiye ucuz, hızlı ve kolay yollarla erişim herkesi bir anda bilgi sahibi yapmayacağı gibi aynı zamanda kamusal tartışmaya dâhil de etmeyebilir (Papacharissi, 2002: 22).

Dijital platformların demokrasiyi ve genişlemiş kamusal alanı garantilediğine yönelik ütopik varsayımlar, dijital platformların toplumdaki herkesin politik katılımını artıracağı yönündeki varsayımlardan temellenmektedir. Ancak bu konuya şüpheci yaklaşanlar herkesin İnternete erişiminin olmadığını, dolayısıyla bu iddiaların ütopik olduğunu ileri sürmektedirler. Özetle, dijital mecraların bilgi depolama/bilgiye erişim hızını artırması ve maliyetlerini düşürmesi önemlidir ancak bu imkânlar toplumsal eşitsizlikleri yok etmeye yetmemektedir.

Dijital medyanın toplumdaki tüm yurttaşların politik katılımına imkân sağladığı yönündeki iddiaların yanısıra, dijital bölünme (digital divide) yarattığını da (Schuster, 2013: 11) belirtmek gerekmektedir. Dijital bölünme, bilgisayar/telefon gibi teknolojik cihazlara ve İnternete erişimi olanlar ve olmayanlar arasındaki boşluğu/bölünmeyi tanımlamak için kullanılan bir kavramdır (van Dijk, 2016: 273). Dijital bölünmeyi herkesin dijital platformlara erişim gösterememesi, herkesin dijital platformları kullanma yeteneğinin olmaması ve sansür gibi başlıklar altında değerlendirmek mümkündür (Brodock, 2010: 71). Ayrıca, dijital mecralar siber sahtecilik, nefret söylemi, siber zorbalık gibi çevrimiçi riskler de barındırmaktadır (Baştürk, 2019).

Dijital mecraların imkanlar kadar riskler ve eşitsizlikler de barındırdığının bilincinde olmak, dijital mecraların kamusal tartışmalara kitlesel katılımı ve demokrasiyi garantileyeceği yönündeki ütopik varsayımlardan uzak durmak anlamına gelmektedir. Ancak dijital ortamlarda küresel ölçekte yükselen demokrasi ve adalet taleplerinin “içerdiği gücü de küçümsememiz gerekir” (Hardt ve Negri, 2004: 14).

Çünkü dijital mecralar barındırdıkları risklere rağmen; bir yandan katılım, açıklık,

115 karşılıklı konuşma, topluluk ve bağlantılı olma gibi özellikleriyle kamuların katılımına ya da kamularla diyalog geliştirmeye imkân tanımakta, diğer yandan bu “toplulukların”

ortak bir sorun etrafında hızlıca oluşmasını sağlamaktadırlar (Mayfield’dan akt. Young, Coombs ve Holladay, 2016: 29).

Dijital platformların demokratik süreçlere katkı sağlama ve kamusal alanı canlandırma potansiyelinin olduğunu da görmek gerekmektedir. Zira dijital medyanın sivil toplumdaki seslerin duyulması ve hegemonik söylemlere alternatiflerin üretilmesi için alan açma potansiyeli bulunmaktadır (Motion, Heath ve Leitch, 2016: 108, 122).

Ana akım medyada görünür olmayan ve temsil edilmeyen kamuların dijital mecraların sağladığı imkânlar sayesinde görünür olabilmeleri (Özkan, 2018: 67) bu potansiyeli ortaya koymaktadır. Yanı sıra, dijital mecralar, adalet taleplerinin ve karşıt hareketlerin yükselmesi, hegemonik pratiklerin ve hükümetlerin protesto edilmesi için alan da yaratmaktadır (Karatzogianni, 2015: 122). Dijital platformların sağladığı bu imkanlar, toplumsal ve aktivist hareketlerin dijital platformları kullanmasıyla daha da görünür olmaya başlamıştır.

Dijital platformların aktivizmin bizatihi kendisini dönüştürdüğüne dair fikirler literatürde “dijital aktivizm” olarak kavramsallaştırılmaktadır. Karatzogianni (2015) dijital aktivizmi formel politikanın dışında kalan ve dijital ağlarda düzenlenen eylemleri, faaliyetleri ve politik katılım biçimlerini tanımlamak için kullanmaktadır. Bu çerçevede, dijital aktivizm toplumsal hareketlerin, sivil toplumun ve diğer yeni politik örgütlenmelerin toplumsal değişim için gerçekleştirdikleri politik hareketleri içine alan bir kavramdır (Karatzogianni, 2015).

Dijital platformlar, Occupy Wall Street (#OWS) eylemlerinde olduğu gibi kişilerin yapılan eylemler hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasına imkân tanıdığı gibi (Gleason, 2013), yurttaşların gündemdeki olaylara yönelik protestolar gerçekleştirmelerine de imkân tanımaktadır. Örneğin, Langford ve Speight’in çalışması

116 (2015) 2013’te Afrikalı Amerikalı Trayvon Martin’in George Zimmerman tarafından öldürülmesinin ardından Twitter’da başlatılan #BlackLivesMatter kampanyasının kimliklerin inşası için alan yaratabildiğini ileri sürmektedir. Trayvon Martin’in öldürülmesinden bir yıl sonra, Ferguson’da Michael Brown adlı bir gencin polis tarafından öldürülmesi üzerine #Ferguson etiketiyle başlatılan Twitter kampanyasını inceleyen Bonilla ve Rosa’ya göre ise (2015) Twitter polis şiddetinin belgelenmesine ve geleneksel medyanın ırkçı temsillerine meydan okunmasına imkân tanımaktadır.

Twitter sadece yurttaşların değil hükümet başkanlarının/başkan adaylarının da gündem yaratmak ve kamuoyu oluşturmak için kullandığı bir araç haline gelmiştir.

Örneğin, 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde aday olan Donald Trump ve Hillary Clinton’ın Twitter kullanımını inceleyen Lee ve Xu (2018) Twitter’ın siyasal kampanyalarda kamuoyu gündemi yaratmak, kendini tanıtmak ve rakip için olumsuz mesajlar iletmek için popüler bir araç haline geldiğini ortaya koymuşlardır. Yazarlara göre, adaylar gündeme getirmek istedikleri konuları Twitter aracılığıyla vurgulama ve kamuoyu yaratma imkânı bulmuşlardır (Lee ve Xu, 2018: 211).

Dijital mecraların kullanımının yalnızca politik konularla sınırlı olduğunu söylemek güçtür. Örneğin, Diulio ve Arendt (2018) sosyal medyada başlatılan boykotun TLC gibi bir televizyon kanalının konuya ilişkin tavır almasıyla ve bir televizyon programının iptal etmesiyle sonuçlanabileceğini göstermiştir. TLC’de yayınlanan “19 Kids and Counting” adlı televizyon programında rol alan Josh Duggar’ın önceki yıllarda genç kızları taciz ettiğinin ortaya çıkması üzerine seyircilerin #CancelTheDuggars ve

#BoycottTLC etiketleri aracılığıyla TLC’yi protesto etmeleri, TLC’nin programı iptal etmesini sağlamıştır (Diulio ve Arendt, 2018).

Günümüzde dijital platformlar özellikle feminist aktivizm için sıklıkla kullanılmaktadır (Martin ve Valentini, 2013; Jeong ve Lee, 2018). Kadınlar artık karşıt

117 kamular oluşturmak için yayın evleri kurmak, eylemler yapmak ve toplantılar düzenlemek gibi geleneksel yöntemler dışında dijital araçları da kullanmakta, dijital olanakları kullanarak karşıt söylemler üretmektedir (Salter, 2013: 229).

2010’lu yıllar kadınların deneyimlerini paylaşmak, farkındalık yaratmak, kamusal tartışmaların gündemini belirlemek, kamuoyu yaratmak, ataerkil ideolojinin tüm görünümlerini protesto etmek, kamusal alanda seslerini duyurmak, medyada görünür olmak, dayanışmak, eylemleri örgütlemek, toplumsal hareketlilik yaratmak gibi farklı amaçlarla dijital platformları ve sosyal medyayı kullandıkları bir döneme işaret etmektedir. İnternetin toplumsal cinsiyet meselelerinde özgürleştirici bir potansiyelinin olup olmadığı tartışmaları siyaset bilimi, iletişim ve kültürel çalışmalar alanlarındaki çalışmaların gündemini oluştururken (Antonakis-Nashif, 2015: 101), feminist yazında da yeni medya teknolojileri ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişki dijital platformların sağladığı imkânlar, dönüştürücü gücü ve kısıtlılıkları çerçevesinde tartışılmaya başlanmıştır (Kim, 2017: 805).

Bu açıdan, sosyal medyanın kadınlar için fikirlerini paylaşmak, taleplerini iletmek, haklarının ne olduğunu öğrenmek ya da kadınların gündemini belirlemek için bir alan yaratabileceği (Şen ve Kök, 2017: 77) ve kadınların duygularını/fikirlerini/deneyimlerini paylaşabilecekleri ve cinsiyetçi kontrolden kurtulabilecekleri bir “sığınak” işlevi görebileceği de (Jeong ve Lee, 2018: 707) iddia edilmektedir. Dolayısıyla, dijital medyanın feminist fikirlerin ve söylemlerin üretildiği, çoğaldığı ve yayıldığı bir ortam yaratma (Jeong ve Lee, 2018: 707-708) potansiyelinin olduğu düşünülmektedir. Bu potansiyel, sosyal medyayı feministlerin katılımını sağlayabileceği, karşıt kamuların oluşturulabileceği ve alternatif feminist sözün inşa edilebileceği alternatif bir kamusal alan olarak kavramsallaştırılmaktadır. Başka bir ifadeyle, dijital platformlar feminist kamusallığın oluşumunda ya da feministlerin kamusal alana katılımında önemli bir alan (Sills vd., 2016: 937) olarak görülmektedir.

118 Nitekim kadınlar için söylemsel bir alan yaratan dijital platformların kullanımı, kadınların karar alma süreçlerine katılımını beraberinde getirmiştir (Sutton ve Pollock, 2000: 704).

Örneğin, Özgecan Aslan cinayetinden sonra Change.org’da Gözde Salur’un

“Özgecan Milat Olsun, Yasalar Kadınları Korusun” başlığıyla başlattığı kampanya, kadın cinayetlerinde ceza indirimlerinin uygulanmaması talebinin kamuoyunda

“Özgecan Aslan Yasası” olarak adlandırılmasını ve meclise yasa teklifi olarak sunulmasını sağlayabilmiştir (Aktaş ve Akçay, 2019: 325). Kampanyayı dijital savunuculuk kampanyası olarak inceleyen Aktaş ve Akçay’a göre (2019) söz konusu kampanya bireysel olarak başlatılan bir girişimin dijital imkanlardan yararlandığında toplumsal hareketlilik yaratabileceğini göstermesi açısından başarılı bir örnektir. Bu çerçevede, kampanya dijital platformların kadınların yasa yapımı süreçlerine katılımını sağlayabileceğini de göstermiştir.

Politikadan dışlanan genç kadınların politik katılım için dijital mecraları nasıl kullandığını inceleyen Harris ise (2008: 483-484) genç kadınların politik ve toplumsal konularla ilişkilerinin önemli olduğunu ancak formel politikanın genç kadınların bu katılımlarını önemsiz bulduğunu vurgulamaktadır. Bu noktada, yetişkinlerin katılımı ile gençlerin katılımı arasında da bir sınır çizildiğini ve gençlerin resmi kanallar dışında gerçekleştirdikleri katılımın küçümsendiğini belirten Harris (2008: 484) genç insanların gün geçtikçe sivil ve politik hayata daha çok katılım gösterdiklerinin altını çizmektedir.

Bu çerçevede, Harris’e göre (2008: 482-483) genç kadınların İnternet kullanımlarının politik ve toplumsal katılım paradigması altında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Antonakis-Nashif’e göre de (2015: 102) geleneksel siyasal katılım teorileri bu tarz katılımları politik aktivizm olarak değerlendirmemektedir ancak “anlatının kendisi eyleme dönüştüğü” için etiket eylemlerine katılan kadınlar aktivist olarak tanımlanmalıdır.

119 Resmi kanallar ve geleneksel politika yapma pratikleri arasında görülmeyen bloglar, sanal ortamlar, web siteleri, sosyal ağ siteleri gibi katılım biçimleri, özellikle genç kadınların katılım biçimlerine örnek olarak gösterilebilir (Harris, 2008: 485).

Harris’e göre (2008: 489) bu aktiviteler “kamusal benlik” yaratma işlevi gördükleri için birer katılım biçimi olarak değerlendirilebilir. Genç kadınlar bu olanakları kullanarak özel olarak tanımlanan meseleleri kamusal alana taşıyabilmektedirler. Bu sayede, genç kadınlar sosyal ağları kullanarak sadece tüketici değil aynı zamanda “kültürel üretici”

de olmaktadırlar (Harris, 2008: 491). Harris (2008: 492) genç kadınların sosyal ağ kullanımlarını katılım olarak kavramsallaştırmanın katılımın tanımını genişletmek anlamına geldiğini vurgular. Bu da geleneksel ve resmi kanallara ek olarak sosyal ağların kullanımı aracılığıyla katılımı da içine alan bir katılım tanımını ortaya çıkarmaktadır. Bu sebeple, sadece resmi kanallar değil sosyal ağlar da özellikle genç kadınlar için katılımın aracı olarak değerlendirilebilir (Harris, 2008: 493).

Harris gibi çevrimiçi platformların feminist katılım için imkânlar sunduğunu belirten Schuster ise (2013: 23) Yeni Zelanda’da genç kadınlarla yaptığı görüşme sonucunda çevrimiçi aktivizmin genç kadınlar için bir katılım biçimi olduğunu ortaya koymuştur. Genç kadınların İnterneti kolay erişilebilir ve düşük maliyetli bulması, onları politik katılım için çevrimiçi araçlara iten en önemli gerekçedir (Schuster, 2013:

18). Ayrıca, genç kadınlar çevrimiçi platformları sohbet etmek ve cinsel taciz gibi konularla ilgili konuşmak için etkili bir yol olarak görmektedirler (Schuster, 2013: 18).

Çevrimiçi platformlar kadınlara travmatik deneyimlerini başkalarıyla paylaşmalarına ve bu konu hakkında tartışmalarına olanak sağlamaktadır (Schuster, 2013: 18). Ancak çevrimiçi feminizm, çevrimiçi platformları kullanmayan eski kuşak feministler ile çevrimiçi platformları kullanan genç feministler arasında bir kuşak farklılığı yaratmıştır (Schuster, 2013: 24). Çünkü çevrimiçi platformları kullanmayan eski kuşaklar, genç kadınların çevrimiçi pratikleri hakkında bilgi sahibi değilken; çevrimiçi platformları

120 kullanan genç kadınlar da eski kuşak feministlerin geleneksel aktiviteleri hakkında bilgi sahibi değildir (Schuster, 2013: 23).

Keller (2012) ise Jezebel, Racialious ve Feministe gibi blogların çağdaş feminist hareket bağlamında tartışıldığını ancak genç kadınların bu blogları kullanarak feminist aktivizme nasıl katıldığının araştırılmadığını belirtir. Bu sebeple, FBomb ve The Seventeen Magazine Project adlı blogları inceleyen Keller (2012) genç kadınların blog kullanımlarının feminist aktivizme katılımı yeniden tanımladığını ileri sürer çünkü yazara göre İnternet dayanışma, aktivizm ve feminizmi anlamada yeni olanaklar sunmaktadır. Keller (2012: 430) blogların Henry Jenkins’in “katılımcı kültür”

kavramının örneği olduğunu ileri sürerken, Gerbaudo (2012: 2) sosyal medyanın katılımcı kültürü temsil ettiğini belirtmektedir. Keller’a göre (2012: 434) genç kadınların bloglara blog yazarı, blog okuru, yorumcu gibi sıfatlarla katılımı “katılımcı kültür”ün örneğini teşkil etmektedir. Keller (2012: 435) blogların alt kültür gibi işlev gördüğünü çünkü tarihsel olarak feminist hareketten dışlanan genç kadınların feminist aktivizmi kendi öznel deneyimleriyle yeniden tanımladıklarını ve bu sebeple feminist aktivizmin failleri konumuna geldiklerini düşünür.

Blog yazarları olan genç kadınlar Fraser’ın kullandığı anlamıyla “madun karşıt kamular” olarak görülebilirler (Keller, 2012: 435). Genç kadınları madun karşıt kamular olarak tanımlamak, genç kadınların feminist aktivizme farklı biçimlerde katıldıklarını da ortaya koymaktadır (Keller, 2012: 443). Sonuç olarak Keller (2012: 444) genç kadınların bloglar aracılığıyla feminist aktivizme katılımının, kamusal yaşama daha çok dâhil olmaları anlamına geldiğini vurgular.

Sills vd.’nin (2016) çalışması da sosyal medyanın Fraser’in (2015) kullandığı anlamıyla “madun karşıt kamuların” katılımını sağladığını ortaya koymuştur. 17 kişiyle yaptıkları görüşme sonucunda Sills vd. (2016: 943-944) katılımcılar için sosyal medyanın feminist konular için farkındalık yaratmak için önemli bir araç olduğunu;

121 feminist hareketle bağlantı kurup alternatif sanal topluluklara katılımı sağladığını;

tecavüz ve taciz konularında adalet taleplerini dile getirmek için bir alan sağladığını ortaya koymuşlardır.

Sosyal medyanın kadınlar için katılımcı potansiyelini irdeleyen bu tarz çalışmalar dışında, gözetimin ve baskının aracı olması ve kadın düşmanlığını yeniden üretmesine yönelik çalışmalar da bulunmaktadır. Nitekim dijital mecralar kadınlara seslerini duyurmak için imkânlar sağlasa da dijital platformlar kadına yönelik şiddetten azade değildir (Baştürk, 2019: 82). Bu çalışmalar sosyal medyaya yönelik ütopyacı fikirlere ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini ortaya koymuştur. Öyle ki, Joyce’a göre (2010: 14) dijital teknoloji politik geleceği garanti altına almamaktadır. Bu yaklaşımlara göre, hükümetlerin sosyal medyayı gözetim ve kontrol için kullandığı göz önünde bulundurulduğunda Twitter’ı devrim yaratacak kadar güçlü bir araç olarak ya da tüm kamuların katılımı sağlayacak bir araç olarak görmek yanıltıcı olabilir (Drüeke ve Zobl, 2016: 37). Bu açıdan, Drüeke ve Zobl (2016: 51) Twitter’ın güvenli bir alan sağlamadığını, sosyal medyada da anti-feminist ve cinsiyetçi yorumların görünür olduğunu ve kadına yönelik şiddetin yeni biçimlerini açığa çıkarabileceğini vurgulamaktadırlar. Bu çerçevede, sosyal medya da cinsiyetçi söylemlerin yeniden üretildiği ve kadına şiddetin diğer biçimlerinin gerçekleştiği bir alan (Sills vd., 2016:

936) olarak kavramsallaştırılmaktadır.

Han’a göre de (2018: 738) İnternet kadınlar için katılımcı, diyalojik ve yatay iletişim biçimleri sağlasa da kadınlar sosyal medya üzerinden mizojinik deneyimler yaşamaktadırlar. İnternetin anonim doğası katılımı kolaylaştırdığı gibi cinsiyetçi saldırıları da artırmıştır (Antonakis-Nashif, 2015: 106). Bu açıdan hikâyelerini ve kimliklerini paylaşan kadınlar sözlü şiddete maruz kalmaktadırlar (Antonakis-Nashif, 2015: 106). Kadınların dijital platformlarda taciz yaşaması “dijital dünyanın yaygın bir sorunu” olarak (Kaya, 2018: 573) tanımlanmaktadır. Ayrıca, tüm kadınların İnternet

122 erişiminin olmadığı göz önüne alınacak olursa (Keller, 2012; Salter, 2013; Schuster, 2013; McLean ve Maalsen, 2013) sosyal medyanın karşıt kamular oluşturma potansiyelini daha dikkatli okumak gerekmektedir. Bu uyarıya rağmen, feminist hareketin geleneksel kampanyalarına katılamayan kadınlar için sosyal medyanın daha fazla kadını dâhil ettiğini savunanların (Kaya, 2018: 566) bulunduğunu da belirtmek gerekmektedir.

2. Kadınların Erkek Şiddetine Karşı Başlattıkları Twitter Kampanyaları