• Sonuç bulunamadı

1574 Tunus seferi organizasyonu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1574 Tunus seferi organizasyonu"

Copied!
104
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

1574 TUNUS SEFERİ ORGANİZASYONU

Püryani FİDANNAZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMMUZ 2017

(4)
(5)
(6)

1574 TUNUS SEFERİ ORGANİZASYONU Yüksek Lisans Tezi

Püryani FİDANNAZ GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Temmuz 2017 ÖZET

Osmanlı donanmasının 1571’de İnebahtı’da yaşadığı ağır yenilgi, Türk denizciliğinde yeniden oluşum sürecini başlattı. II.Selim ve dönem vezir-i azamı Sokullu Mehmed Paşa’nın girişimleri sonucunda Osmanlı topraklarında büyük bir seferberlik başlatıldı. Bu sırada Tunus’a hareket eden İspanyol denizcileri, bölgede kontrolü ele geçirdiler. Onların bu girişimi büyük donanma kuvvetinden yoksun Osmanlı İmparatorluğu’nda tedirginlik yarattı. Yaşanan bu süreçte Akdeniz’deki Osmanlı varlığının tehlikeye gireceğini anlayan II.Selim, merkezden hakimiyeti altındaki yerlere gönderdiği hükümler ile güçlü bir donanma kurdu. 1574 yılında Tunus’a hareket eden Osmanlı kuvvetleri, İspanyolları yenilgiye uğratarak bölgenin yeniden hakimi oldular. Böylece Osmanlı Devleti, Akdeniz’de yeniden hakim duruma yükseldi.

Bilim Kodu :117514

Anahtar Kelimeler : Akdeniz, İspanya, Osmanlı, Tunus, Donanma, Organizasyon Sayfa Adedi : 90

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Hamza Keleş

(7)

THE ORGANİZATİON OF 1574 TUNİSİA CAMPAİGN M.S. Thesis

Püryani FİDANNAZ GAZİ UNIVERSITY

GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES July 2017

ABSTRACT

The heavy defeat experienced by the Ottoman navy in 1571 in Inebahtı started the process of regeneration in Turkish maritime. As a result of Sokullu Mehmed Pasha's initiative, a great mobilization was initiated in the Ottoman territories.Meanwhile, the Spanish Marines, who moved to Tunisia, took control of the region. With this initiative they created an uneasiness in the Ottoman Empire which lacked the great navy force. Understanding that the Ottoman presence in the Mediterranean will be in danger in this process, II.Selim established a strong navy with the provisions he sent to the places under his control. The Ottoman forces, which moved to Tunisia in 1574, defeated the Spaniards and reigned over the region.Thus, the Ottoman Empire rose to a dominant position in the Mediterranean.

Science:117514

Key Words: Mediterranean, Spain, Ottoman, Tunisia, Navy, Organization.

Page: 90

Supervisor: Professor. Dr. Hamza KELEŞ

(8)

TEŞEKKÜR

Bu yüksek lisans tez çalışmam da bana tecrübeleriyle yol göstererek, yardımını esirgemeyen değerli hocam, tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Hamza KELEŞ’e ve hayatımın her noktasında maddi ve manevi destekleri ile yanımda olan aileme sonsuz teşekkür ederim.

(9)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET ... iv

ABSTRACT ... v

TEŞEKKÜR ... vi

İÇİNDEKİLER ... vii

KISALTMALAR ... ix

1. GİRİŞ ... 1

2.TUNUS’UN COĞRAFİ KONUMU VE BÖLGEYE DAİR ... 3

2.1.Coğrafi Konumu ... 3

2.2.Tunus’u Etkileyen Uygarlıklar ... 3

2.3.İklimi ... 4

2.4. Tarım ve Ticaret ... 4

2.5. Batı Sömürgeciliği ve Tunus ... 5

3. 1574 TUNUS SEFERİ’NE KADAR TÜRK DENİZCİLİĞİ ... 7

3.1.Anadolu’da Türk Denizciliği ... 7

3.2.Beylikler Dönemi ... 7

3.3. İlk Dönem Osmanlı Denizciliği ve Beylikler Arası Etkileşim ... 10

3.4. Devletten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliğinin Geçiş Süreci ... 19

3.5.Osmanlı’da Korsanlık Anlayışı ... 35

4.XVI. YÜZYIL’DA AKDENİZ VE ÇEVRESİNDEKİ SİYASİ GELİŞMELER ... 39

5.1574 TUNUS SEFERİ’NE SEBEP OLAN GELİŞMELER ... 47

5.1. Tunus’un Hristiyan Denetimine Girmesi ve Seferin Askeri Sebepleri ... 47

5.2. Ticari Sebepler ... 48

5.3.Stratejik Sebepler ... 49

5.4.Osmanlı İç Siyasetinden Kaynaklanan Sebepler ... 50

(10)

6. 1574 TUNUS SEFERİ ORGANİZASYONU ... 53

6.1. Sefer Öncesi Gemilerin Durumu ... 53

6.2. Sefere Çıkacak olan Gemiler ... 54

6.2.1. II.Selim Döneminde Donanmadaki Gemiler ... 55

6.3. II.Selim Dönemi ve Öncesi Kaptanların Durumu ... 58

6.4. Tunus Seferi İçin Donanmanın Yeniden İnşası ... 62

6.4.1. Gemilerin İnşa Edilmesi ... 63

6.5. Donanma İçin Asker ve Gönüllü Toplanması ... 67

6.6. Kürekçilerin Toplanması ... 72

6.7. Donanmanın İhtiyaç Duyduğu Maddelerin Toplanması ... 74

6.7.1. Yiyecek Maddelerinin Temini ... 75

6.7.2. Giyecek Malzemelerinin Temini ... 76

6.7.3. Savaş Aletlerinin Temini ... 77

6.8. Savaş Öncesi Alınan Tedbirler ... 79

7.1574 TUNUS SEFERİ ... 81

8.SONUÇ ... 85

KAYNAKLAR ... 87

(11)

KISALTMALAR

a.g.e.: Adı Geçen Eser a.g.m.: Adı geçen makale a.g.t.: Adı Geçen Tez bkz.: Bakınız

BOA.: Başbakanlık Osmanlı Arşivi Çev. : Çeviren

DİA: Diyanet İslam Ansiklopedisi Ed.: Editör

H. : Hicri

Haz.: Hazırlayan Hk.: Hüküm M.: Miladî

MD: Mühimme Defteri

MEB. : Milli Eğitim Basımevi No: Numara

s. : Sayfa S. : Sayı

T.C. : Türkiye Cumhuriyeti T.T.K.: Türk Tarih Kurumu vb.: Ve benzeri

YY: Yüzyıl

(12)
(13)

1. GİRİŞ

Bu çalışmada 1574 Tunus Deniz Seferi konusu ele alınıp, ana kaynak olarak 23 ve 24 Numaralı Mühimme Deflerleri kullanıldı. Ana kaynağa ek olarak dönem kronikleri ve yazma eserlerden yardımcı bilgiler toplandı. Aşıkpaşazade, Hoca Sadeddin, Katip Çelebi, İbrahim Peçevi, ve Solakzade Mehmed Hemdemi gibi tarihi şahsiyetlerin kaleme aldıkları anlatılardan faydalanıldı. Bu metinlerde yer alan bilgiler hem kendi içinde hem de döneme ışık tutan diğer kaynaklar üzerinden tekit edilerek tutarlı tarilsel veriler ortaya çıkarılmaya çalışıldı. Elde edilen veriler ile Anadolu’da Türk denizciliğinden başlayarak XVI.yy’daki ve özelikle II.Selim dönemindeki gelişmeler saptanmaya ve değerlendirilmeye çalışıldı.

Mevcut kaynaklar ve bu kaynaklardan çıkarılan bilgiler tarihi gerçeği ortaya çıkarmak için objektif olarak ele alındı. Konuyla ilgili daha önce yapılan araştırmaların yüzeysel ve tek boyutlu olması, bu çalışmanın senkronize tarihçilik anlayışıyla kaleme alınmasında etkili oldu.

1574 Tunus Seferi Organizasyonu adlı tezin amacı, bugüne kadar üzerinde durulmayan ve tarihçiler tarafından gün yüzüne çıkarılmamış olayları belirleyerek, XVI.yy Osmanlı tarihini açıklığa kavuşturmaktır. Ayrıca bu çalışma ile Osmanlı-Kuzey Afrika ilişkileri, Osmanlı-Avrupa ilişkileri üzerinden Osmanlı Devlet idaresindeki aksaklıklar tespit edilmeye çalışıldı. Uzun mesafeli bir deniz seferi olan, Tunus Seferi ile Osmanlıların denizlerde nasıl organize olduğu, askeri ve ekonomik kaynakları nasıl kullandığı, Akdeniz’de tutunup hâkimiyet alanlarını korumak için ne tür tedbirler aldıkları ve Osmanlı donanması içerisinde komuta düzenin nasıl sağlandığı da ayrıca detaylı olarak incelenip, değerlendirildi.

Yapılan bu çalışmanın, XVI.yy’da konuyla ilgili yeterli sayıda tarihsel veri içeren eserin kaleme alınmaması sebebiyle ekonomik gerekçeler bölümü kısıtlı kaldı. Buna ek olarak İspanyol ve Arap kaynaklarına erişimde yaşanan sıkıntılar, çalışmanın çok boyutlu olarak ele alınmasının önüne geçti. Diğer taraftan bu sınırlılıklar birinci el kaynak olan mühimme defterlerinden çok sayıda hüküm kullanılarak aşılmaya çalışıldı. Diğer taraftan dönem tarihi ve coğrafyası ile ilgili değerli çalışmalar yapan İ.Hakkı Uzunçarşılı, Fuat Köprülü, Halil İnalcık, Rhoads Murphey, İdris Bostan ve Ahmet Kavas gibi isimlerin eserleri de konu ele alınırken değerlendirmeye tabi tutuldu.

(14)

Esasen kaleme alınan 1574 Tunus Seferi Organizasyonu adlı bu çalışma XI.yy Türk denizciliğinden başlayarak, XVI.yy’a kadar olan gelişim süreci içerisinde bir ayağı denizlerde diğer ayağı da karada oluşturulan organizasyon ağını açıklığa kavuşturmak üzere hazırlandı. Bu organizasyon ağı açıklanırken II.Selim dönemi dahil olmak üzere XVI.yy’daki çeşitli deniz seferleri temel alındı.

(15)

2.TUNUS’UN COĞRAFİ KONUMU VE BÖLGEYE DAİR

2.1.Coğrafi Konumu

Afrika’nın kuzeyinde, Akdeniz’in kıyısında yer alan Tunus, bulunduğu konum itibariyle stratejik bir öneme sahiptir. Akdeniz’in güneyinde yer alan bu ülkenin kıyı uzunluğu aşağı yukarı 1.300 km’dir.1 Tunus, tarihte Mağrip bölgesi olarak bilinen Kuzey Afrika’nın kıyı şeridini oluşturan alanda yer alır.2 Ülkenin güney kısmında Büyük Sahra çölü, kuzey ve doğusunda Akdeniz, batısında Cezayir ve güneydoğusunda Libya bulunmaktadır. Tunus3, Afrika’dan bir çıkıntı misali Avrupa’ya uzayan bir kara parçası olmakla birlikte, bu kıtaya uzaklığı yaklaşık 140-150 kilometre, Osmanlı’nın merkezi konumunda olan İstanbul’a ise uzaklığı 1679 kilometredir.4 Bölgeye Avrupa’dan bakıldığında ise; İtalya’nın uzantısı olan Sicilya adalarının karşısında olduğu görünür.

2.2.Tunus’u Etkileyen Uygarlıklar

Tarihte Tunus sırasıyla; Romalılar, Araplar, Bedeviler, Endülüs Emevileri, İspanyollar, Türkler ve Fransızlar tarafından yönetim altında tutuldu.5 Farklı kültürlerin kendilerine özgü idari yapılanmaları tarafından şekillendirilen bu bölge 1956 yılında bağımsızlığını kazanarak bugünkü şeklini aldı. Büyük merkezi güçlere uzak olmasından dolayı askeri olarak ileri bir üs gibi işlev gören Tunus, çeşitli ulusların ilgisini çekmekle birlikte, yine onların yapmış olduğu mücadelelere tanıklık etti.6 Doğulu ve batılı devletlerin egemenlik kurma çabaları, bölgenin birçok kez el değiştirmesinin sebeplerindendir.7 Yaşanan bu süreç Tunus’un kültürel ve etnik yapısını etkilemekle

1 Erdoğdu, P., Mustafaoğlu, M. (1997). Tunus Ülke Etüdü, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, s.13.

2 Harekât, İ.(2003). Mağrib, DİA, (C: 27), İstanbul:Türkiye Diyanet Vakfı, s.314-318.

3 Soykan, F. (2012). Tunus. DİA (41), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, s. 384-385.

4 Kıtalararası ölçüm yapmak için Google Maps uygulaması kullanılmış ve mesafeler hakkındaki bilgiler Google’ın veri tabanından elde edilmiştir. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz Google Maps.

5 Erdoğdu, P., Mustafaoğlu M., a.g.e., s.16.

6 Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu karalarda olduğu gibi denizlerde de yeni fetihler peşindeydi. Ege adalarının ve özellikle Kıbrıs’ın alınmasıyla birlikte Akdeniz’deki siyasi ve idari üstünlük yavaş yavaş batıdan doğuya doğru kaymaktaydı. Bu farklılaşma ile birlikte başta korsanlık olmak üzere çeşitli mücadele alanlarında, birçok kez doğrudan veya dolaylı olarak Doğu ve Batı karşı karşıya geldi.

7 Yiğt, İ. (2012). Tunus. DİA (41), İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, s.393-397.

(16)

birlikte, iktisadi anlamda da değişimler yaşanmasında etkili oldu. Bölgenin değişen temel yapı taşları olmasına rağmen zorlu Afrika koşullarının değişmeden devamlılığını sürdürmesi, Akdeniz’deki bölge insanları ve yönetimleri için yıkıcı diğer etkenler arasında gösterilebilir.

2.3.İklimi

Tunus’un iklimi büyük oranda Akdeniz ve Sahra çölü etkisi altındadır. Denize yakın kıyı bölgelerinde Akdeniz iklimi hâkim olurken; buralarda yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçmektedir. İç ve güney Tunus’ta ise çöl iklimi görülmektedir. Bu bölgelerde ise mevsimsel sıcaklık farkları diğer kesimlere göre daha fazla olup, hava değişimlerinde Sahra’dan gelen sıcak rüzgâr akışları etkili olmaktadır. Çöl ikliminin hâkim olduğu yerlerde bitki örtüsü kuraklığa dayanıklı bazı ot çeşitleri ile birlikte kaktüs ve benzeri dikenli bitkilerden oluşmaktadır. Bölgenin kuzeyinde dağlık kesimlerde ise yıllık yağış miktarı 1000-1500 mm civarındadır. Yağışın artmasıyla birlikte dağlık bölgelerde meşe ormanları görülmektedir.8

2.4. Tarım ve Ticaret

Geçmişte Tunus’ta deniz yolu üzerinden tahıl, baharat ve zeytinyağı gibi çeşitli tarım ürünleri ve madenlerin ticareti yapılsa da, bu faaliyetler bölgenin zamanla bir korsan- yağmacı bölgesine dönüşmesiyle sekteye uğradı.9

XVI. yy’da Osmanlıların bölgeye gelip kontrolü ele geçirmeleri ve düzeni sağlamalarıyla birlikte, buradaki korsan faaliyetleri daha kuzeydeki Avrupa limanlarına ve batılı ticaret gemilerinin güzergahına doğru kaydı.10 Coğrafi olarak bir liman yerleşim alanı olan Tunus’ta denizyolu ile yapılan ticaretler, bölge ekonomisinin en etkili unsurlarından biridir. Özellikle Hindistan ve çevresinden gelen baharatlar, yine doğudan gelen kumaşlar

8 Erdoğdu, P., Mustafaoğlu M., a.g.e., s.14.

9 Palmira, B. (1993). Osmanlı Denizgücü ve Doğu Akdeniz’de Diploması. (Çev. Nazlı Pişkin). İstanbul:

Timaş Yayınları, s.185-186.

10 Osmanlı İmparatorluğu, XV. Ve XVII.yy’da yoğun olarak İspanyol ve Portekizliler ile yaptığı denizlerdeki batı mücadelesini çok yönlü olarak tasarlamış yalnız savaşarak değil, kontrol altına aldığı limanlara çeşitli kısıtlamalar veya özel izinler vererek de sürdürmüştür. Anlaşılan o ki, merkantalizmin her ne kadar olumsuz etkileri olsa da Osmanlı coğrafyasında uygulanması bu düşünce üzerine gerçekleşmiştir. Bknz. Pamuk, P.

(2007). Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi, İstanbul: İletişim Yayıncılık, s.72-73.

(17)

batı ile yapılan ticaretin temelini oluşturmaktaydı. Bunun dışında Avrupa’da kıtlığın baş gösterdiği dönemlerimde yasadışı yollarla tahıl ticareti de yapılmaktaydı.

Tunus, Türklerin gelmesiyle birlikte büyük ölçüde kendisine yönelik korsan faaliyetlerinden kurtuldu. Bölgede güven ve istikrarın sağlanmasıyle birlikte tarım, hayvancılık ve ticaret yeniden canlandı.11 Hayvancılık ülkenin kuzeyindeki dağlık kesimlerde daha yoğun şekilde yapılmaktadır. Bölge yükseltisinin vermiş olduğu nem ve yağış, dağlık kuzey Tunus’ta bitki örtüsünü çeşitlendirmekte ve hayvancılık için uygun alanlar yaratmaktadır. Küçük ve büyükbaş hayvancılığı daha çok iç talebi karşılamak üzerinedir. Tunus’un kuzey kesmi yalnızca hayvancılığın yapıldığı bir bölge değildir, ülkenin tarım alanları da iklim koşullarından dolayı burada yoğunlaşmaktadır. Yine iç talebi karşılayacak kadar buğday ve çeşitli sebzelerin üretimi kuzeyde yer alan yağışlı yerlerde yapılmaktadır. Bunlara ek olarak daha kurak iç ve güney bölgelerde ise zeytin, hurma ve incir üretimi yapılmaktadır.

Afrika kıtasında denizciliği ve ticareti ile ön plana çıkan Tunus, her ne kadar geçmişte birçok kez yıkıma ve mücadeleye tanıklık etse de bölgedeki ticari hareketlilik canlılığını yitirmeden günümüze kadar gelmiştir.

2.5. Batı Sömürgeciliği ve Tunus

19.yy’a kadar Osmanlı ile beraber saf tutan Kuzey Afrika bölgesel yönetimleri, Osmanlı denizciliğinin ve merkezi yönetiminin zayıflaması sonucu batılı devletlerin baskısı ile karşı karşıya kaldı.12 Nitekim Tunus, Cezayir ve Fas’ın Akdeniz’e kıyılarının olması; bu bölgelerde batı tehdidiyle doğrudan doğruya karşılaşılması anlamına geliyordu.13 Öyle ki 17.yy’ın sonlarında Osmanlı denizciliği, Avrupa’dan gelen Portekiz ve İspanyol gemi teknolojisine ayak uyduramayıp, çağın gerisine düştü. Bu geriye düşüş hiç şüphesiz Osmanlı ekonomisini ve ordusunu doğrudan etkiledi. Osmanlıların kullandıkları gemiler; batılı devletlerin kullandıkları büyük ve ağır gemilere benzemiyordu daha çok

11 Burada ‘korsan faaliyetlerinden kurtulma’ ifadesi daha çok batılı hristiyan unsurların bölgeye yapmış oldukları saldırıları ifade etmektedir. Bilindiği üzere Osmanlı’da korsan anlayışı ve bu kelimenin karşılığı batıdaki kullanımdan çok daha farklıdır. Bknz. Bostan, İ. (2007). Osmanlılar ve Deniz, İstanbul: Küre Yayınları, s.12.

12 Faroqhi, S. (2010). Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya, İstanbul: Kitap Yayınevi, s.55.

13 Özcan, A. (2014). Sömürgecilik Tarihi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, s.8-10.

(18)

küçük ve hızlı hareket edebilen dar alanda yapılacak savaşlara uygun yapıdaydılar. Bu gemilerin kıyıdan uzak açık alanlarda mücadele gücünden yoksun olmaları; Akdeniz’de Osmanlı egemenliğinin zayıflayıp, batılı güçlerin etkin şekilde faaliyet göstermesinin sebeplerinden biridir. Diğer bir unsur ise, devletin idaresindeki yozlaşmanın donanma ve kapudan-ı deryayı doğrudan doğruya etkilemesidir. Büyük kaptanların yetişmediği veya yetiştirilmediği bu dönemde, denizyolu ile yapılacak seferlerde leventlere moral ve motivasyon kaynağı gerçek bir önder bulunmuyordu.14 Böylelikle Osmanlı yönetimi, Mağrip bölgesinden farkında olmadan bir uzaklaşma sürecinin içerisine girerek kendi denizciliğini tehlikeye atıyordu.

19. ve 20.yy’da Fransızların özellikle Kuzey Afrika’ya yapmış oldukları sömürgecilik faaliyetleri, Tunus’ta Arapçanın yanı sıra Fransızcanın da yaygın olarak kullanılan diller arasına girmesine sebep oldu.15 Misyonerlik gibi çeşitli devşirme metotları ile bölge halkının aklını karıştıran Fransızlar, onları birlikten uzak tutmak için yeni etnik kimlikler oluşturma yoluna gitti. Yapay bir şekilde sınıflandırılmaya tabi tutulan bölgelerde zamanla dışarıdan destekli batı yanlısı gruplar oluştu. Bunlardan başka eski geleneksel hayatlarını sürdüren gruplar da vardı. Geleneksel hayat tarzını benimseyen gruplarda ise İslam dini ön plana çıkmaktaydı. Elbette bu tür dini duyguları istismar etmede Fransız sömürge hareketinin birden fazla yöntemi vardı. Öncelikle bölge halkının önde gelenleri veya dini grupların liderleri bir şekilde ikna ediliyor ve Fransızlar lehine hareket etmeye başlıyordu. Bundan başka misyonerlik faaliyetleri sonucu hristiyanlaşan gruplar, Fransız sömürge hareketinin gizil görevli din adamlarıyla birlikte bilerek veya bilmeyerek aynı safta yer alıyorlardı. Kutuplaştırılarak birbirine düşman edilen gruplar arasındaki çekişmeler durumu daha da karmaşık hale getirdi. Böylelikle büyük Afrika kıtası, batılı güçlerin kargaşa ortamından yararlanarak kendi politik çıkarlarını istedikleri gibi şekillendirebilecekleri bir duruma geldi.

14 Büyüktuğrul, A. (1970). Osmanlı Deniz Harp Tarihi (Cilt I), İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, s.236.

15 Uygur, E., Uygur, F. (2013). Fransız Sömürgecilik Tarihi Üzerine Bir Araştırma. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi-Turkish Journal of Social Research, Sayı 3, Ankara, , s.274-275.

(19)

3. 1574 TUNUS SEFERİ’NE KADAR TÜRK DENİZCİLİĞİ

3.1.Anadolu’da Türk Denizciliği

Çoğu devlet kurumunda olduğu gibi denizcilik de birden bire meydana gelmiş ve faaliyet göstermiş değildir. Aşama aşama kaydedilen gelişmeler sonucu, kıyı bölgelerinde askeri yönden duyulan ihtiyacı karşılamak üzere Türkler denizlere açıldı.16 Buradan hareketle Osmanlı’da denizciliğin doğuşunu anlamak için daha önceki Türk devletlerine ve beyliklerine bakmak gereklidir.

3.2.Beylikler Dönemi

1071 yılında Bizans ile Selçuklular arasında yapılan Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Anadolu'ya yoğun bir şekilde Türk akını başladı. Bir yandan yeni yerleşim yerleri kurulurken diğer yandan da batıya yönelik fetih girişimleri devam etmekteydi. 1078 yılında bu girişimlerin birinde Danişment Gazi’ye bağlı olarak hareket eden Çaka Bey, Bizans’ın eline esir düştü. Bir süre sonra Yunancayı öğrenen Çaka Bey Bizans hizmetinde çalışmaya başladı.17 Yetkin bir kişiliğe sahip olduğu çok geçmeden fark edildi. Kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getirmesi, isminin de duyulmasını sağladı. Başarılarından ötürü Bizans tarafından Nobilissimus ünvanı verildi. Bu unvan Türkçe olarak en asil, en soylu kişi anlamına gelmekle birlikte, Bizans’ın en önemli ünvanlarından biriydi.

Çaka Bey, Bizans hizmetinde çalıştığı dönem içerisinde batı kültüründen ve biliminden birçok kazanım elde etti. Bunlardan birisi de deniz ve denizcilik hakkında öğrendiği bilgilerdir. Çaka Bey, Bizans’ta kurduğu bağlantılar sayesinde etrafında geniş bir kadro topladı. Çoğu denizcilerden ve tüccarlardan oluşan bu kadro zamanla daha da genişledi.

Esir hayatı bittikten sonra Çaka Bey, etrafındaki adamlarıyla birlikte Ege ve Marmara’da denizciliğe atıldı. Zamanla bir deniz kuvveti haline gelen Çaka Bey, adaların ticaretinden önemli bir gelir elde etmeye başladı. Bu dönemde, yani 1080’li yıllarda Bizans, Peçenekler ile mücadele içerisine girmişti. Bu durumu önemli bir fırsat olarak gören Çaka Bey, zihninde tasarladığı planı gerçekleştirmek için harekete geçti. Önce

16 Taneri, A. (1998). Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s.83-84.

17 Sancar, E. (2006). Türk Denizcilik Tarihi. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, s.36-39.

(20)

Peçenekler ile irtibata geçip iyi ilişkiler kurdu. Ardından etrafında topladığı denizci sayısını artırmaya başladı. Bölgedeki rum gemi ustalarının da yardımıyla Çaka Bey 40 parçalık bir deniz kuvveti oluşturdu. Yaklaşık 8.000 denizcisiyle birlikte 1081 yılında İzmir’i ve bazı adaları Bizans’tan aldı. İşte Çaka Bey’in bu mücadelesi ile gerçek manada Türk denizciliği başlamış oldu.18

Batıya göre hiç şüphesiz Türklerin en büyük eksikliği deniz sahasında mücadele edebilecek teşkilata ve bu teşkilatı idare edebilecek bilgi birikimine sahip olmalarıydı.

Rumlardan devşirdiği ve bölge Türklerinden topladığı adamlara rağmen, hem Bizans hem de Anadolu Selçukluları tarafından büyük bir tehlike olarak görülüyordu.19 Çok geçmeden 1092 yılında dönemin bu iki büyük gücünün ortaklaşa kurup tasarladığı suikastta Çaka Bey hayatını kaybetti.

Çaka Bey’in hayatını kaybetmesiyle birlikte bölgedeki Türk varlığı ve denizciliği bir süreliğine yok olma aşamasına geldi.20 Şüphesiz bunda Bizans imparatoru I.Aleksios Komnenos ve Papa II.Urbanus’un öncülüğünde 1096-1099 yılları arasında düzenlenen haçlı seferinin etkisi büyüktür. Teslim olmalarına rağmen batı Anadolu’daki Türklerin kılıçtan geçirilmesi, mallarının yağma edilmesi; Türkleri mecburi olarak tekrar doğuya doğru hareket etmeye mahkum kıldı. Yapılan haçlı seferi ile denizlerden ve adalardan uzaklaştırılan Türklerin yeniden güçlenip tekrar Anadolu’nun batısında denizcilik yapmaları 100 yıldan fazla sürecekti.

18 Denizcilik aslında 10.yy’dan önce Hazar etrafında bulunan eski Türkler tarafından da yapılmaktaydı ama bu büyük bir askeri güç ve düzenli bir deniz kuvveti şeklinde olmamıştır. Bunun dışında Türkler Orta Asya’daki nehirler üzerinde ufak çapta gemi ve kayık kullanmaktaydılar. Dede Korkut anlatılarında dahi Türk-denizcilik ilişkisi göze çarpmaktadır. Bknz. Bostan, İ., Özbaran, S. (2009). Türk Denizcilik Tarihi, İstanbul: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, s.12.

19 Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıçarslan ile akrabalık ilişkisi bulunan Çaka Bey’in kendi devletini kurmak üzere batı Anadolu’da ve adalarda yürüttüğü faaliyetler, Selçuklu Devleti’nin varlığını doğrudan doğruya tehdit etmese de; aynı tebaa’dan beslendikleri göze alınırsa ilerisi için olası bir tehdit haline geleceği düşünülmüş olmalıdır. Durumu Bizans açısından değerlendirecek olursak da; bölgedeki yeni değişken olan Çaka Bey’in zamanla güçlenmesi, ekonomik ve siyasi bir tehdit haline gelmesi, Bizans’ın egemenliğini direkt olarak yok saymak anlamına geliyordu. Özellikle Çaka Bey’in Peçeneklere yakınlaşması ve irtibat halinde olması, dönemin Bizans İmparatoru I.Aleksios Komnenos tarafından kabul edilebilir durum değildi.

Bu halde Bizans’ın Çaka Bey’i ortadan kaldırmak için girişimlerde bulunması pek tabii görülebilir.

20 Çaka Bey’in hayatını kaybetmesiyle birlikte Türk denizciliği tekrar başladığı noktaya geri döndü ve Aydınoğlu Umur Bey’e kadar sürecek olan bir sessizliğe büründü.

(21)

XIII. yy’nın sonlarında ve XIV.yy’ın başlarında batı Anadolu’da Bizans etkisinin kırılmaya başlamasıyla birlikte bölgede Türk akıncıları tarafından yeni beylikler kurulmaya başladı. Yerleştikleri konum itibariyle bu beyliklerden Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Menteşe oğulları ve Karesi Beyliği denizcilik ve buna bağlı ticaretle uğraşmanın zorunlu olduğunun farkındaydı. Bu zorunluluk uç bölgelerinde yalnız ticari bir hareket olarak değil, aynı zamanda askeri harekat içinde geçerliydi. Özellikle Ege kıyılarında bulunan beylikler kendilerine yaşam alanı sağlamak için bir miktar deniz gücünü hazır tuttular. Bu deniz kuvvetleri daima tetikte olup bölgeyi kollamaktaydı.

Batı ile artan ticari ilişkiler adaların ve çevresinin kontrolünü gerekli kılıyordu.

Türk tüccarların uzak limanlara açılması beraberinde bir güvenlik sorununu getirdi.

Anadolu’ya çeşitli ülkelerden gelen mallar, Ege’de ve Marmara’da yağmalanıyordu.

Bunun dışında Türk-İslam değerleri üzerine kurulu olan dönem beylikleri gaza ve cihat gibi hem dini hem de askeri bir yükümlülüğü de üstlenmekteydiler. Bu yükümlülüğü yerine getirmek için birkaç denizci beyi vardı, ancak bunlardan en öne çıkanı Umur Bey idi.

Aydınoğlu Umur Bey, babası Mehmet Bey’in kurduğu beylikte İzmir ve çevresinden sorumlu idi. 1334’te Mehmet Bey’in ölümü üzerine beyliğin başına Umur Bey geçti. Babasından kalan küçük çaplı deniz birliğini güçlendirmek maksadıyla İzmir’de tersaneler kurdu. Çok geçmeden 300 gemilik büyük bir donanma kuran Umur Bey, Ege adalarına, Mora ve Rumeli kıyılarına akın yapmaya başladı. İsmi kısa sürede bölgeye nam saldı.21 Beyliğe geçişinin hemen ardından 1335 yılında Alaşehir’i ele geçirdi. Ege ve Marmara’da Bizans ile iş birliği yaparak isyancı Cenevizlileri ortadan kaldırdı, bunun karşılığı olarak Sakız adası kendisine hediye edildi. Bizans’ın bastırmakta güçlük çektiği 1337 tarihli Arnavut isyanını bastırmaya yardım etti. Böylece Bizans’ın siyasetine doğrudan müdahale edebilir bir konuma geldi.

İmparator III.Andreanikos’un 1341 tarihinde ölümünden sonra Bizans’ta taht kavgası başladı. Bu durumdan faydalanmayı düşünen Umur Bey, Bizans’ın iç siyasetine karışarak Kantekuzenos’a yardım etti. Donanması ve askerleriyle birlikte Rumeli’ye geçerek Selanik ve Trakya çevresini yağmaladı. Bizans tahtındaki belirsizlik, Umur Bey’in gün geçtikçe siyasi ve askeri olarak güçlenmesini sağladı.

21 Sancar, E., a.g.e., s.55-57.

(22)

XIV.yy’ın ortalarında müslüman Türklerin batıya doğru ilerleyişi, hristiyan dünyasının manevi lideri konumundaki Papa VI.Clement’i rahatsız etti. Türklerin ilerleyişinden rahatsız olan yalnızca Papa değildi. Bizans, Ceneviz, Venedik, Kıbrıs ve Rodos Şövalyeleri de batıya olan Türk akınlarını durdurmak ve denizlerde egemenliği tekrar sağlamak için bir haçlı birliği oluşturdular.22 Bu dönemde Umur Bey gerek askeri gerekse ticari yönden beyliğine büyük bir sıçrama yaptırdı; ancak her ne kadar gelişim gösterse de karşısındaki bu büyük hristiyan ittifakına karşı pek şansı yoktu. Öyle ki karşısındaki ittifak dönemin en güçlü deniz devletlerinden müteşekkildi. 1344 yılında Aydınoğullarına saldıran haçlı deniz kuvveti, bu savaşta Umur Bey’i yenilgiye uğrattı. Bu savaşta haçlı deniz birliği, İzmir’in sahil kesimini ele geçirirken, Aydınoğulları donanmasının tamamına yakınını yok etti. İzmir’in doğusuna çekilen Umur Bey, sonraki yıllarda tekrar toparlanmaya çalışsa da eski kuvvetine ulaşamadı.23 1348 yılında bir kale kuşatması esnasında yaralanarak vefat etti.

XI.yy’da Çaka Bey ve XIV.yy’ın ortalarında da Umur Bey Türk denizciliğinin öncüleri oldular. Türk kültürüne kazandırdıkları denizcilik faaliyetleri ilerleyen yıllarda Osmanlı döneminde meyve verecekti. Gariptir ki, iki büyük Türk denizcisinin de sonu batılı güçlerin ittifakı ile oldu. Buradan da anlaşıldığı üzere dönemin siyasi kutupları din merkezli olarak ayrışıyor ve bu çerçevede mücadele veriyordu.

3.3. İlk Dönem Osmanlı Denizciliği ve Beylikler Arası Etkileşim

XIV.yy’ın başlarında kuzey-batı Anadolu’da bir kara beyliği olarak kurulan Osmanlılar, gaza ve cihat anlayışından dolayı batıya doğru akınlar yapmaktaydı.24 Söğüt ve Domaniç merkezlerinden genişleyerek zamanla küçük bir beylik olmaktan çıktılar.

Selçuklular’ın batı Anadolu’ya yerleştirdikleri Türkler, uç beyliği vazifesi görüyorlardı.25 Uç beyliği hristiyan ve müslüman topraklarının kesiştiği bölgelerde kurulan ve kendi toprağını savunurken batıya da akın yapmakla yükümlü Türk topluluklarından meydana gelmekteydi. Osmanlı’nın hızlı büyüyüşünün temelinde batıya doğru yaptığı akınlarla gerek bölge halkının ve gerekse uçlarda yaşayan diğer Türklerin gönüllerini kazanması

22 Uzunçarşılı, İ.H. (2011). Osmanlı Tarihi, Cilt 1, s.67-68.

23 Sancar, E., a.g.e., s.62-64.

24 Bostan,İ. Osmanlılar ve Deniz, s.3.

25 Uzunçarşılı, İ.H., a.g.e., s.99.

(23)

yatar. İzlenen bu politika sayesinde Osmanlı nüfusu ve coğrafyası hızlı bir şekilde büyümeye devam etti.

Kuruluş felsefesi gereği, batıya doğru ilerlemeyi ve Bizans ile mücadeleyi hedef olarak belirleyen Osmanlılar, çok geçmeden batı Anadolu ölçekli bir başarı elde ettiler.

Selçukluların günden güne zayıflaması ile birlikte mevcut otorite sarsılması beylikler arası mücadelenin artması olarak döneme yansıdı.26 Çoğu zaman birbirleriyle çekişip, mücadele halinde bulunan beylikler, kuruluş ve bölgeye getiriliş amaçlarından saparak, müstakil yeni bir oluşum içerisine girmeyi tercih ettiler.27

XIV.yy’ın ortalarına kadar Bizans ile mücadele eden Osmanlılar, bu dönemde beylikler arası yaşanan bazı hadiselerden dolayı Anadolu’da da kendini ayrı bir mücadelenin içerisinde buldu. Bunun ilk örneği Karesioğulları beyinin ölümü üzerine gerçekleşti.28 Karesioğulları Çanakkale, Balıkesir ve çevresinde kurulan ve denizci yetkinlikleri bulunan bir beylikti.29 İşte bu coğrafyanın yönetimi üzerine çıkan beylik tartışmasında Karesioğlu Dursun Bey Osmanlıya sığınmak zorunda kaldı. Yönetimi ele alması koşuluyla, beylik topraklarının büyük bölümünü Osmanlılara vaat eden Dursun Bey, Osmanlılar ile birlikte kendi beyliğine sefer düzenledi. Müzakere için giden Dursun Bey’in kale önünde öldürülmesi üzerine, Osmanlı tarafından Orhan Bey yeni bir hamle yaparak beyliği kendi topraklarına kattı. Böylece Osmanlılar ilk kez bir Türk beyliği ile mücadele etmiş oldular.

1348’de Karesi Beyliği’nin alınmasıyla birlikte Osmanlıların sınırları denize ulaştı.

Beyliğin bölgeye ilk yerleştirildiği dönemde tabiilerin neredeyse tamamı konar-göçer kültürüyle yetişmiş, tipik bozkır Türk topluluğunun bir mensubu idi.30 1000’li yıllara kadar geleneksel Türk dünyasında deniz ve denizciliğin pek değeri ve yeri yoktu. Öyle ki uçsuz

26Cezar, Mustafa (2011). Mufassal Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s.30.

27 Taneri, A., a.g.e., s.58.

28 Aşık Paşazade. (2003). Osmanoğulları’nın Tarihi, (Haz. Kemal Yavuz, Yekta Saraç). İstanbul: Gökkubbe Yayınları, s.102.

29 Uzunçarşılı, İ.H. (1988). Osmanlı Devleti Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s.389.

30 Hassan, U., Berktay, H., Ödekan, A. (2002). Türkiye Tarihi 1-Osmanlı Tarihine Kadar Türkler, İstanbul:

Cem Yayınevi, s. 99-101.

(24)

bucaksız bozkırları at sırtında gezen Türklerin buna ihtiyacı da hasıl olmamış idi.31 Ancak Anadolu’ya yapılan akınların sonucunda Türkler kendilerine yeni bir yurt edindi. Elbette bu yeni yerleşim yeri karakteristik olarak Asya-Bozkır kültüründen çok daha farklı nitelikteydi. Deniz ve denizcilik kültürü bu yeni unsurların getirdiği temel yaşam alanının devamını sağlama konusunda en kritik gereksinimlerden biri olarak görünmektedir. İşte tam bu noktada yeni kurulan Osmanlı Beyliği’nin denizler ile meşgul olmasının, bir tercih değil zorunluluktan doğduğu anlaşılmaktadır.

Beyliğin yükselerek devlet haline geldiği XIV.yy’ın ilk yarısında önce sadece kara birlikleriyle mücadele veren Osmanlıların, denize ulaşmalarıyla birlikte batıya Bizans’a yaptığı akınlar daha geniş çapta ve ileri düzeyde oldu. Bunun için Karesi Beyliğinden kalan donanma ile bir müddet yetindiler, ancak denizlerdeki yoğun hareketlilikle başa çıkmak ve Rumeli’ye açılmak için bu kuvvetin yeterli düzeyde olmadığını fark ettiler.32 Bu sorunun üstesinden gelmek için ilk adımı atan Orhan Gazi oldu.33 Osmanlıların bu denizcilik hareketi esasında devletin büyümesindeki temel yapı taşlarından biridir. ‘Kısa zamanda Edincik, Gemlik, Karamürsel ve özellikle İzmit’te kurup geliştirdikleri tersaneler sayesinde Osmanlı deniz kuvvetlerinin ilk nüvesini kurdular…’34 Bunlardan Karamürsel ilk denizcilik üstü olması itibariyle denizlere açılmada önemli bir görevi icra etti. Karamürsel Bey tarafından oluşturulan tersane zamanla onun ismi ile anılmaya başladı. 1337’de İzmit’in fethiyle ana tersane ve deniz birlikleri buraya taşındı.35 Osmanlıların deniz kuvvetlerini artırmasının ardından batıya yapacağı akınlar artık dolaylı yollar denenmeden ve çeşitli devletlerin yardımı olmadan gerçekleşecekti.36 Böylece Ege ve Marmara’da Venedik, Ceneviz ve Bizans gibi donanma gücü olan devletlere bir yenisi daha eklendi.

XIV.yy dönem şartları içerisinde önemli ve güçlü bir değişken karşımıza çıkar. Bu elbette o zamana dek keşfedilen dünyada verilen en büyük mücadelelerden biri olan,

31 Türklerin Anadolu’ya gelmeleriyle birlikte büyük bir iklim-coğrafya değişimi yaşandı. Düz ve kurak bozkırdan, çeşitli iklim ve yer şekillerinin bulunduğu bu yeni coğrafyaya geçiş beraberinde yeni ihtiyaçları da doğurdu. Üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu’da elbette ki denizcilik ve buna bağlı kültürün kazanılması en acil ihtiyaçların başında gelmekteydi.

32 Uzunçarşılı, İ.H. Osmanlı Devleti Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s.390.

33 Büyüktuğrul, A., a.g.e., s.51.

34 Bostan, İ. Osmanlı Denizciliği,, s.14.

35 İnalcık, H. (2002). Türk Denizcilik Tarihi, Ankara: Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı, s.53.

36 1350’li yıllardan önceki dönemlerde Rumeli’ye yapılan akınlarda Osmanlıların, çeşitli beyliklerden ve Cenevizlilerden yardım aldığına rastlanılmaktadır. Bkz. Büyüktuğrul, A. Osmanlı Deniz Harp Tarihi, s.48.

(25)

müslümanlık ve hristiyanlık etrafında çevrelenen din merkezli savaşlardır.37 Hristiyan rakipleri içerisinde Osmanlıların ilerleyebilmesi ve bu bölgelerde tutunabilmesi normal şartlar altında pek de mümkün görünmüyordu. Aydınoğlu Umur Bey’in hareketlerinden ve buna bağlı hristiyan batının verdiği tepkiden kendilerine ders çıkaran Osmanlılar, denizlerde ve Rumeli’de kalıcılığı sağlamak için çeşitli siyasi stratejiler geliştirdiler.

Kuruluş dönemi Osmanlılarının müslüman halk arasında mücadele gücünü sağlayacak gaza ve cihat anlayışı yeni yerler fethedilmesini sağlıyordu ancak Bizans’ın ve diğer batı bloklarının tepkisini topluyordu. Bu tepki yalnızca diplomatik girişimlerle gösterilmiyor, aynı zamanda askeri bir müdahale şeklinde de oluyordu. İşte bu yoğun baskıdan kurtulmada Osmanlıların izleyeceği ilk siyasi adım Bizans ile akrabalık ilişkisi kurmaktı. Orhan Gazi’nin Bizans İmparatoru VI.Yuannis Kantakuzinos’un kızı Theodara ile evlenmesi ile birlikte bu olay gerçekleşti.38 Böylece Osmanlılar, Bizans’ın iç siyasetine dahil olarak ortaya çıkan fırsatları değerlendirebileceklerdi.39

Osmanlılar bir müddet Kantakuzinos ile ortak hareket ederek Ege ve Marmara’da Cenevizlilere karşı mücadele ettiler. Buradan elde edilen ganimet ve gemilerle Osmanlı denizciliği yeni bir adım daha attı. Bu siyasi stratejinin yanında Osmanlıların tasarladığı başka düşünceleri de vardı.40 Bizans’ın içerisine düştüğü ekonomik çıkmazdan yararlanmak da bunlardan birisidir. Öyle ki; XIV.yy’da gemi yapımının ve hazırda deniz kuvveti bulundurmanın ağır bir faturası vardı. Eski ihtişamını kaybeden Bizans tarafından gerekli bedelin ödenmesi israf niteliğindeydi. 1350’li yıllara geldiğimizde devleti yıpratıcı masraftan kaçınmak isteyen Bizans41 yönetimi, Rum asıllı birçok denizci ve gemi ustasını görevden aldı. Rumların görevden alınmaları Osmanlılar için yeni bir fırsat oldu. Rum gemi ustalarını ve denizcilerini işe alarak kendi elini güçlendiren Osmanlılar, bu kişilerden batı tarzı denizcilik ve gemi yapımı hakkında önemli bilgiler aldılar.

Rum gemi ustalarının Osmanlı tersanelerine girişi şüphesiz ilk defa 1350’li yıllarda olmamıştır. Bundan önce Karesi Beyliği dahilinde bulunan gemi ustaları ve denizcileri

37 İnalcık, H., a.g.e., s.49-50.

38 Aşık Paşazade, a.g.e., s.91.

39 İnalcık, H., a.g.e., s.58.

40 İnalcık, H. (1995). Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.15.

41 Ostrogorsky, G. (2015). Bizans Devleti Tarihi. (Çev. Fikret Işıltan). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s.376.

(26)

arasında Rumlar bulunmakta idi. Karesi Beyliği’nin ele geçirilmesi ile birlikte, ona tabi unsurlar da Osmanlılara miras kaldı.42 Ancak bu döneme değin Osmanlı hizmetinde çalışan Rumlar fazla bir yoğunluk oluşturmuyordu. İşte XIV.yy’ın ortalarında yaşanan bu olay Bizans’ın günden güne gerilemesinin sebeplerinden biridir. Donanma gücünün düşürülmesi ile birlikte Bizans, zor da olsa İstanbul ve çevresini denetim ve yönetimi altında tutabildi.

Orhan Gazi’nin 1360’lı yıllarda vefat etmesinin üzerine yerine oğlu I.Murad geçti.

Kendisine miras kalan devletin sınırları bu dönemde batıda Rumeli’ye, doğuda Ankara’ya kadar uzanmaktaydı. Coğrafyanın genişlemesi ile birlikte ortaya yeni mücadele alanları ve yeni rakipler çıktı. Bunun Anadolu’da en büyük örneği, kendilerini Selçukluların varisi olarak gören Karamanoğulları Beyliğidir.

Karamanoğulları, Osmanlıların Anadolu’daki yükselişini, kendileri ve hakimiyet alanları için tehlike olarak gördü. Osmanlıların hem karada hem de denizde güçlenmesi durdurulmalı idi. Bunu gerçekleştirmek üzere Ankara Ahilerini, Osmanlı’nın doğu bölgelerinde ayaklanma çıkarmaları için organize etti. Bu ayaklanmalar bastırılsa da Osmanlıların batıya ilerlemesini ve dolayısıyla denizcilik faaliyetlerini olumsuz etkilemekteydi. Öyle ki; bu dönemde Osmanlı güçleri iki kısıma ayrılmak mecburiyetinde idi. Askeri kuvvetin bir kısmı Anadolu’daki toprakları korurken, ikinci kısmı ise deniz kuvvetleri ile birlikte Rumeli’ye akınlar yaptı. Zaten Sultan Murad’ın 1360 yılında Osmanlı tahtına çıktıktan sonra Çanakkale Boğazının Rumeli tarafında Tekirdağ, Malkara, İpsala ve Gelibolu’yu içine alan kısmen geniş sayılabilecek bir bölgenin hakimi durumuna gelmiş idi.43 Aslında bu dönemde Osmanlılar karada büyük bir güç haline gelirken, denizlerde hala Venedik ve Cenevizliler ile mukayese edilecek durumda değildi.44 Onlar ise bir taraftan ticari faaliyetleri diğer taraftan da denizlerde yoğun şekilde askeri faaliyetleri yürütürken, Osmanlı limanlarına ve denizcilerine korku salıp bölgeden uzaklaştırmak istediler.

Sultan Murad’ın Rumeli’de kuvvetlendiği ve Osmanlı merkezini 1365’te Edirne olarak değiştirdiği dönemde, Papa öncülüğünde yeni bir askeri harekat başlatıldı. 1 Temmuz 1366’da Macar, İtalyan, Fransız, İngiliz, Venedik ve Cenevizlilerin bir araya

42 Sancar, E., a.g.e., s.75-76.

43 Büyüktuğrul, A., a.g.e., s.53.

44 İnalcık, H. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, s.18.

(27)

gelmesi ile oluşan müttefikler Gelibolu’yu ele geçirdi.45 Bu kuvvetlerin büyük bir çoğunluğu denizcilerden meydana gelmekte idi. Sultan Murad zamanında Gelibolu ve çevresine konuşlanan Osmanlı donanması burayı terk edip İzmit’e geri dönmek zorunda kaldı. Böylece Türk denizciliği önceki dönemlerde de görüldüğü üzere haçlı girişimleri sonucu bir süreliğine engellendi.

Hristiyan haçlı birliklerinin başarı kazanıp, kıyı şeridindeki toprakları ele geçirmesiyle birlikte ortaya yeni ve üstesinden gelmesi zor meseleler çıktı. Bizans İmparatoru Yuannis Paleolog, haçlı yardımı karşılığında Katolik olmayı kabul ederken, kendi halkı ve Bulgarlar bu karara tepkiliydi. Şüphesiz verilen tepkiler tek yönlü değildi.

Dini, siyasi ve kültürel etkilerin altında Bizans İmparatoru Yuannis, Bulgarlar tarafından hakarete uğrayıp hapsedildi. Diğer tarafta ise Venedik ve Cenevizliler, Ege ve Marmara’daki ticari hareketlerini artırmak ve yeni koloniler oluşturmak için birbirleriyle rekabet halindelerdi. İşte bu rekabette önemli bir koz Bozcaada idi. Üzerinde durulması gereken asıl soru bu bölgenin kime verileceği ve askeri-ticari üstünlüğün kime geçeceği idi.

Müttefik Hristiyan güçleri arasında çıkan anlaşmazlıklar, birbirlerine karşı kutuplaşmalarına sebep oldu. Böylece Papa öncülüğünde kurulan müttefik donanması birlik ve beraberlikten uzaklaştı. Müttefik donanması direkt geride kalan Osmanlı donanmasına saldırmaktan çok İstanbul ve Gelibolu etrafında beklemeyi tercih etti.

Şüphesiz bu tercih zor durumda olan Osmanlı denizciliğini yok olmaktan kurtardı.

Osmanlıların 1366’da yaşadığı yenilgiden sonra anlaşmazlık içerisine düşen haçlı donanması, kazandığı toprakların büyük bölümünü Bizans’a terk ederek bölgeden ayrıldı.

Bu durumu fırsat bilen Sultan Murad, oluşturduğu kara ve deniz kuvvetleriyle kaybettiği toprakları geri aldı. Askerleriyle birlikte Balkan coğrafyasına ilerlerken, bu bölgeleri Türk yerleşimine açtı.46 Bu dönemde yine denizcilik arka planda tutuldu. Sultan Murad zamanı denizcilik politikası aslında doğrudan doğruya kara kuvvetlerine ve Anadolu’daki siyasi değişkenlere bağlı idi. Bu dönemde Anadolu Beyliklerinin dikkatini çekmeden denizlerde ilerleyebilmek mümkün değildi.47 Denizlerdeki ilerlemeler sadece coğrafi bir alanı ifade etmiyor, aynı zamanda ticari ve stratejik bir üstünlük de sağlıyordu. Osmanlı Devleti’nin

45 Büyüktuğrul, A., a.g.e., s.62.

46 İnalcık, H. a.g.e, 16-17.

47 Sancar, E., a.g.e, s.77.

(28)

bu dönemde denizci karaktere bürünmesi, Anadolu’da yeni düşmanların türemesi manasına geliyordu. Bunun dışında Osmanlı ekonomisi XIV.yy’ın ortalarında yüksek maliyetli kara ve deniz birliklerin ihtiyacını karşılamaktan da uzaktı. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı Sultan Murad, stratejik bir tercih yaparak kara birliklerini artırdı ve denizciliği ikinci planda tuttu.

Sultan I.Murad’ın 1389’da Kosova Savaşı’nda ölümü üzerine devletin başına Gülçiçek Hatun’dan doğan oğlu I.Bayezid geçti.48 Sonraları askeri alandaki başarıları ve orduyla hızlı hareket edebilmesinden dolayı Yıldırım Bayezid olarak tanınacaktı.

XIV.yy’ın sonlarına doğru hem Anadolu hem de Balkan coğrafyasında Osmanlı aleyhtarları siyasi ve askeri girişimlerle Osmanlıları durdurmak niyetindeydiler. Bunu gerçekleştirmek için haçlı ittifakları kurulsa da büyük ölçüde başarısız oldu. Diğer taraftan Bizans bu dönemde İstanbul ve çevresinde sıkışmış vaziyette idi. Osmanlının Anadolu ve Avrupa kıtalarında toprakları gün geçtikçe genişlemekteydi.

Yıldırım Bayezid batı ile mücadele edebilmek için ilk olarak doğudaki sorunların halledilmesi gerektiğini; batı seferlerinde Anadolu’da karışan siyasi ortamdan ve çıkarılan hadiselerden anlamış idi. Çok geçmeden 1390 yılında sorunu kökten çözüme kavuşturmak için hareket geçti. İlk önce kendisine yakın coğrafyalarda konuşlanan ve kimisi denizcilik faaliyetleri de yürüten beylikleri hedef aldı. Öyle ki Anadolu limanlarının Osmanlı elinde toplanması hem ticari hem de stratejik üstünlük kazandıracak idi. Bu düşünce ile Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Germiyanoğulları ve Hamitoğulları beyliklerini ele geçirdi. Sıralanan beyliklerden son ikisi batı Anadolu’da yer alıp denize sınırı yoktur. Yıldırım Bayezid’in hızlı ilerleyişi bununla da kalmayacaktır. 1392’de Candaroğulları toprakları ele geçirilip, Karamanoğulları’nın merkezi konumundaki Konya üzerine sefer düzenledi. Karamanoğulları ise umdukları siyasi ve askeri başarıdan uzak kalınca, zor duruma düşüp barış yapmak mecburiyetinde kaldılar. Esasında Yıldırım Bayezid; batıya yapacağı seferler için doğuyu güvenceye alırken, seferlere dahil olacak ve kendisi etrafında organize olacak askeri bir güç oluşturmanın da peşinde idi.

İlkin Anadolu coğrafyası birleştirilmeli ve buradaki yerel kaynaklar kullanılmalı idi. Bunlar bölgedeki insanlardan asker toplayarak veya askerin ihtiyacı olabilecek her

48 Aşık Paşazade, a.g.e, s.126.

(29)

türlü ihtiyaç maddesinin sağlanması şeklinde olacaktı. Daha sonra ise buradan sağlanan lojistik ile Avrupa tarafına hareket edilerek, yerel güçler devşirilecek idi.

Anadolu’daki diğer Türk beylikleri üzerine tasarladığı strateji de başarılı olan Yıldırım Bayezid 1396’da Niğbolu Savaşında batıda kurulan haçlı ittifakına karşı da büyük bir zafer kazandı. Bundan sonraki hedefi ise Osmanlı topraklarının genişlemesi önündeki en büyük tehlikelerden biri olan Bizans idi.49 Ancak bunun için Osmanlı donanmasının güçlendirilmesi, boğazlarda ve çevresinde hakimiyetin sağlanması, Venedik-Ceneviz gibi deniz kuvvetlerinin engellenmesi ve yeterli kaynağın bulunması gerekliydi. Bunlar Osmanlı tarafından dönem şartları içerisinde yapılması gereken işlerdi.

1390’lı yıllarda Osmanlıların dışında büyük ve etkili bir hristiyan dünyası vardı. Bu dönemde Osmanlıların Rumeli’ye geçişleri zaman zaman sekteye uğradı. Burada yaşanan sorunların birden fazla dış kaynaklı sebepleri vardı. Anadolu ve Rumeli coğrafyası üzerinde veya yakınında Avrupalı ticaret kolonilerinin yoğun bir şekilde faaliyet göstermeleri, hristiyan korsanların Osmanlı tüccarlarını ve gemilerini hedef alması, Papa öncülüğündeki kuvvetlerin Osmanlı’yı geri püskürtmek istemesi, Bizans’ın yaşam sahası bulma çabaları gibi daha birçok sebep Türkler aleyhine idi. Bunlar ise Osmanlıların tasavvuru dışında gerçekleşen, ancak karşı stratejiler üretilerek üstesinden gelinebilecek durumlardı.

XV.yy’a kadar Anadolu’da büyük ölçüde birliği sağlayan Yıldırım Bayezid, boğazlarda kontrolü sağlamaya çalıştı. Buradaki temel amaç Ege ve Marmara’da güvenliği sağlayıp, Rumeli’ye sorunsuz geçiş yapabilmekti. Rumeli’ye geçiş yapan Türk akıncıları zaten burada kalıcı olarak üstler kurmuşlardı, ancak yine de lojistik destek Anadolu’dan temin ediliyordu. Bölgeyi ikiye bölen iki unsur vardı. Bunlardan birincisi coğrafi yer şekillerinden kaynaklı Ege ve Marmara denizi, ikincisi ise Osmanlı toprakları arasında sıkışan Bizans İmparatorluğu idi. Elbette Yıldırım Bayezid bu durumların farkına varıp, çeşitli stratejik hamleler tasarlamaktaydı. Örneğin Rumeli’de hızlı ilerleme ve yeterli deniz gücünü sağlama adına Saruca Paşa’ya Kapudan-ı Derya görevi vererek Gelibolu Tersanesinin ve çevresinin organize edilmesini sağladı. Ancak tüm bu değişkenlerin dışında doğudan yeni ve büyük bir tehlike yaklaşmakta idi.

49 Aşık Paşazade, a.g.e., s.128.

(30)

1402’de Yıldırım Bayezid’in Timur’la yaptığı savaşı kaybetmesi üzerine, Osmanlı coğrafyasında parçalanmalar meydana gelerek beylikler tekrar gün yüzüne çıktı. Devletin yönetimi ise Şehzadeler arası mücadelelere tanık olup, bölünmüş vaziyette idi.50 O güne değin haçlı güçleri tarafından sekteye uğratılan Türk denizciliği ilk kez doğulu bir güç tarafından durduruldu. 1413’e kadar süren Fetret Devri boyunca Şehzadeler birbiriyle mücadele ederken, batılı güçlere karşı taviz vermek zorunda kaldılar. Gerek denizlerdeki ticari hayat ve gerekse askeri hareketlilik durma aşamasına geldi.

I.Mehmed ve ardından II.Murad dönemlerinde Osmanlı Devleti kaybettiği toprakları ve gücünü toplamada başarılı oldu. Ancak hala devlet olarak kalıcı olduklarını gösteremediler. Timur ile yapılan savaşın soku hala Osmanlı coğrafyasında etkilerini göstermekte idi. Devlet yönetimini de etkileyen bu sorun batıya karşı verilen mücadelelerde daha saldırgan tutum sergilemeleri şeklinde döneme yansıdı. II.Murad’ın donanmayı Karadeniz’e açması ile birlikte, Osmanlıların denizlerdeki hakimiyet alanları genişledi. Bu dönemde Karadeniz’de etkin devletlerinden biri Trabzon Rum İmparatorluğu idi. Coğrafyanın genişlemesi yeni bir mücadele alanı daha ortaya çıkardı. Ancak çok geçmeden Trabzon Rum İmparatorluğu, Osmanlı Devleti’nin üstünlüğünü tanıyarak, onlara yıllık vergi vermeyi kabul etmek zorunda kaldı. Bu zorunluluk Osmanlıların bu dönemde Gelibolu Sancak Bey’i komutasındaki donanma kuvvetinin aşağı yukarı 350 parçadan oluşmasından kaynaklanmakta idi.51 Bundan başka denizciliğin canlı tutulması adına ise yapılanlar; yıkılmaya yüz tutan Osmanlı tersanelerinin ayağa kaldırılması, eskiyen ve bakıma ihtiyacı olan gemilerin elden geçirilmesi, yaklaşan Venedik tehlikesine karşı Cenevizliler ile ittifaka girilmesi şeklinde sıralanabilir.

XV.yy’ın ortalarına kadar Osmanlı Devleti hala ne doğuya ne de batıya karşı kesin bir üstünlük sağlayamamış haldeydi. Bundan daha önemlisi ise Osmanlıların kaybettiği toprakları kazanmalarına rağmen itibarlarını eski seviyesine getirememeleridir. 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra devlet yönetimi ve idaresinin başında bulunan sultanlar bu psikolojik durumun getirdiği baskının etkisinde kaldılar. Ne denizde ne de karada istedikleri ve aradıkları itibar kaynağını bir türlü bulamadılar.

50Aşık Paşazade, a.g.e., s.146-147.

51 Uzunçarşılı, İ.H. Osmanlı Devleti Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s.392-393.

(31)

3.4. Devletten İmparatorluğa Osmanlı Denizciliğinin Geçiş Süreci

1444’te II.Mehmed çok genç yaşta tahta geçti. Ancak ardından tekrar babası II.Murad devletin idaresini ele aldı.52 Bu tahta çıkış ve indiriliş olayının II.Mehmed üzerinde bir takım etkiler yarattığı söylenebilir. Bunun dışında Bizans ile olan sorunlu ilişkiler, Venedik ile denizlerde yaşanan mücadeleler ve doğudan gelen Timur’un bıraktığı korku gibi bu tür olayların etkisi altında yetişen II.Mehmed öncüllerine göre daha hareketli ve girişken olmak zorundaydı. Dönemin yetkin isimleri Molla Gürani ve Akşemseddin’e öğrenci olan II.Mehmed, klasik doğu tarzı eğitimin yanında batı dillerini ve bilimini de öğrendi.53 II.Murad’ın 1451’de vefat etmesi üzerine yerine tekrar II.Mehmed padişah oldu.

Böylece iki dünyayı zihninde birleştiren Sultan’ın bunu gerçekleştirmesi için fırsat eline geçti.

II.Mehmed tahta geçmeden önce dahi batıya Bizans üzerine sefer yapma niyetindeydi.54 Şimdi tahta geçmiş ancak önünde başka bir engel bulunmakta idi. Bu engelin kaynağı ise, her sarsıntıda gün yüzüne çıkan ve Osmanlı aleyhine ittifaklara giren Karamanoğulları’ndan başkası değildi. Siyasi bir hamle olarak Bizans İmparatorluğu, Macaristan ve Venedik ile antlaşmalar yaptıktan sonra II.Mehmed, Anadolu’ya Karamanoğulları üzerine harekete geçti. Osmanlıların üstünlüğünü tanıyan Karamanoğlu İbrahim Bey, onlara tabii bir devlet olmayı kabul etti. Böylece geçici bir süreliğine doğudaki sorun rafa kaldırıldı.

Osmanlı Devleti’nin karalardaki askeri hareketlerini ve politikalarını masaya yatırıp, incelemeden Osmanlı denizciliğini anlamak mümkün değildir. Bu yüzden gerek İstanbul’un kuşatılması ve gerek önceki hadiseler içerisinde yukarıda isimleri geçen ve benzeri konulara sıkça yer verildi. Böylece bir taraftan tarihsel süreçlerde birbirinden kopukluğun önüne geçilirken, diğer taraftan da konunun çok boyutlu olarak düşünülüp ele alınması amaçlandı.

İstanbul’un kuşatılması ve Bizans’ın son bulması için güçlü bir kara kuvvetinin yanında caydırıcı sayıda da donanma gücünün olması gerekli idi. Bu durumu fark eden

52 İnalcık, H. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, s.28.

53 Hammer, J.V. (2003). Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt. 2, İstanbul: Üçdal Neşriyat, s.253.

54 Öztuna, Y. (1998). Osmanlı Devleti Tarihi. C.II., Ankara: Ötüken Yayınları, s. 341-352.

(32)

II.Mehmed kendinden önceki padişahların aksine denizi ve denizciliği ikinci planda tutmadı.55

Boğaz ve limanların kontrolü buna bağlı ticari-askeri faaliyetlerin takibi bölge hakimiyeti için büyük önem arz etmekte idi.56 İlkin boğazın hem Anadolu hem de Avrupa yakasında kontrol noktaları niteliğinde kaleler yaptırdı.57 Kilid’ül-bahr ve Kale-i Sultaniye bunların isimleridir. Rumeli hisarını ek bir kaleyle inşa eden II.Mehmed, böylece boğazın iki yakasındaki stratejik noktaları güçlendirdi. Bizans’a dışarıdan boğazın iki tarafından gelecek yardımları durdurmak için kaleleri ağır toplarla donattı. 147 parçadan oluşan ve içerisinde 55 küçük gemi, 80 iki güverteli gemi ve 12 çekdiri bulunan bir donanmayı Gelibolu çevresinde savaşa hazır halde tuttu.58 Macar asıllı topçu Urban’a dönemin en büyük toplarını döktürdü. Bu topların bir güllesi yarım tondan daha ağırdı. Gemiler aracılığıyla Anadolu’dan derlenen asker ve mühimmatı da Rumeli tarafına nakil etti.

Yapılan ilk saldırıda ne donanma ne de kara kuvvetleri başarı elde edemedi. Bu durum Halil Paşa gibi birçok vezirin söylenmesine, çatlak sesler çıkarmasına sebep oldu. Zaten Halil Paşa da İstanbul’un kuşatılması taraftarı değildi. Ona göre bu kuşatma başarılı olsa dahi batılı hristiyan birliğinin yeni bir haçlı seferi düzenlemesine ortam hazırlayacaktı. Bu yeni haçlı seferi ise Osmanlıların sonu olacaktı.

Yaşanan olumsuz durumlar karşısında II.Mehmed, yeni bir taktik geliştirerek gemileri karadan yürütüp Haliç’e indirdi. Uzun menzilli toplarla kale duvarlarını hedef alarak Bizans’a korku saldı. Üstün bir askeri zekaya sahip olan II.Mehmed, Kara ve denizden gerçekleştirdiği ortak harekatın sonunda 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul ele geçirdi. Böylece 1100 yıllık Bizans İmparatorluğu son buldu.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih ünvanını alan II.Mehmed, Osmanlı Devleti’nin merkezini buraya taşıdı. Devlet gün geçtikçe çok uluslu bir yapıya bürünürken, çeşitli kültürel unsurların etkisi artmakta idi. Buradan hareketle eski Türk yönetim anlayışı zamanla değişime uğradı. Yeni elde edilen kazanımlar ile Osmanlı Devleti’nin deniz ve karadaki politikaları, Selçuklu ve öncesi Türk devletlerinden ayrışmaya başladı. Elbette

55 Uzunçarşılı, İ.H. Osmanlı Devleti Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s.392.

56 İnalcık, H. Türk Denizcilik Tarihi, s.54.

57 İnalcık, H. Türk Denizcilik Tarihi, s.53.

58 Büyüktuğrul, A., a.g.e., s.139.

(33)

Osmanlıların hakim olduğu coğrafyanın genişlemesi ve devletin imparatorluğa dönüşebilmesi için bu gerekli idi.

İstanbul’un fethinden sonra II.Mehmed’in hayata geçirdiği boğazların kontrol altına alınması politikasıyla Osmanlı Devleti hem karada hem de denizde batı ile mücadele edebilecek seviyeye geldi. Bizans’ın yıkılmasının ardından Türk denizciliğinin önündeki diğer rakiplerle mücadeleye girmek, onun yeni hedefi idi.

Osmanlı donanması Karadeniz’de II.Mehmed döneminden önce dahi kısmen yoğun denizcilik faaliyetleri göstermekteydi.59 Daha önce Sinop ve çevresi ele geçirilmesine rağmen bu bölgede güçlü bir donanma kurulamamış idi. Merkez limanların ve tersanenin uzak olması, Karadeniz’de birçok sorunun temelinde yer alıyordu. Buradan hareketle Osmanlı’nın bölgedeki liman eksikliği, onların yeni arayışlar içerisine girmelerine sebep oldu. Elbette Karadeniz’de ticari ve askeri hareketliliğin önündeki engel sadece bu kadar değildi. Osmanlı’nın İstanbul ve Mora yönetimine son vermesiyle birlikte, kendini Bizans’ın devamı ve varisi olarak gören Trabzon Rum İmparatorluğu Osmanlı aleyhine ittifaklar kurup, Anadolu’daki siyasi ortamı karıştırma hevesinde idi. İstanbul’dan ve Mora’dan kaçan birçok Bizans idarecisi Trabzon yerleşti. Burada yeniden yapılanarak ve güçlenerek eski Bizans’ı yeniden canlandırma düşüncesinde idiler. Bunu gerçekleştirmenin temel şartı ise; Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılması veya geriye Anadolu topraklarına sürülmesi idi.

Bizans’ı tekrar canlandırma düşüncesinde olan Rumlar, Karadeniz’de ticari olarak da Osmanlı Devleti’nin rakibi idiler.60 Anadolu’nun Karadeniz’e bakan kıyılarında bölge ticaretine hakim limanları ellerinde tutuyorlardı. Bununla beraber ellerindeki limanlar Anadolu’nun kuzey kesimi ve Karadeniz denizciliği için birer önemli üst ve stratejik nokta idiler.61 Özellikle Trabzon bulunduğu konum itibariyle bölgeye hakim ticaret yollarını denetim altında tutuyorken, Karadeniz’in güneyi ve kuzeyi arasında önemli bir bağlantı da oluşturmakta idi. Buradan anlaşılıyor ki, Trabzon Rum İmparatorluğu sadece Anadolu toprakları üzerinde faaliyet göstermedi. Kırım’da bulunan birkaç liman sayesinde

59 İnalcık, H. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, s.32.

60 Sancar, E., a.g.e., s.112-113.

61 II.Mehmed dönemine kadar Samsun, Sinop gibi önemli liman kentleri ele geçirildi, ancak Doğu ve orta Karadeniz’in ticari-askeri şehirleri hala Osmanlı Devleti için bir tehdit unsuru idi.

(34)

Karadeniz’i çift taraflı olarak denetim altında tuttular. Buradan elde edilen gelir sayesinde önemli bir ticari güce de sahiptiler.

İstanbul’un 1453’te fethedilmesi hristiyan dünyası üzerinde korku ve endişeye yol açtı. Doğuda tekrar güçlü bir müslüman devletin doğması ile onların ideolojik ve siyasi üstünlüğü son buldu. Bunun önüne geçmek üzere haçlı birliği çok defa girişimlerde bulundu. Türk tehdidini durdurup ortadan kaldırmada başarı elde edemeseler de, bu amaçlarını gerçekleştirmek için sürekli fırsat kollamakta idiler. İşte Trabzon Rum İmparatorluğu hristiyan batı dünyasının bu amacı gerçekleştirmek üzere Anadolu’daki son kalesi idi.

Trabzon Rum İmparatorluğu’nun islam ve Osmanlı Devleti için büyük tehlike olduğunu fark eden II.Mehmed, Koyunluhisar’ı aldıktan sonra orduyla birlikte Trabzon’a doğru harekete geçti.62 II.Mehmed İstanbul’da olduğu gibi Trabzon’a yapılan harekatın çift yönlü olmasını istedi. Bunun için Osmanlı donanması Karadeniz’de Sinop üzerinden ilerleyerek emin adımlarla ilerledi. 1461’de yapılan savaşta Trabzon Rum İmparatorluğu ağır bir yenilgi aldı.63 Böylece Anadolu’da Osmanlı aleyhine faaliyet gösteren hristiyan dünyasının parçası, Bizans’ı diriltmek isterken kendi sonu ile karşı karşıya kaldı.

XV.yy’ın ortalarında Osmanlı Devleti’nin sınırları doğu ve batı istikametine doğru ilerledi. Batıda özellikle İstanbul’un fethinden sonra stratejik öneme sahip olan Ege adaları Hamza Bey zamanında ele geçirildi. Hamza Bey ise II.Mehmed tarafından Osmanlı denizciliğini geliştirmek amacıyla görevlendirilen yetkin bir denizci idi. Bu dönemde Osmanlı donanması ciddi değişimlere uğradı. Daha önce kıyı şeritlerinde faaliyet gösterirken, Hamza Bey döneminden sonra donanma denizlere ve uzak liman kentlerine açılmaya başladı. Bugün ki İtalya’nın güney sahil şeridine kadar devam eden Osmanlı akınları, denizciliğin artık devlet siyasetinin içerisine girdiğini göstermektedir. Denizciliğin gelişmesiyle birlikte Osmanlı ticaretinin ve ekonomisinin seyri de değişti. İlk dönemlerde Ege ve Akdeniz’de ağır vergiler ödeyen Osmanlı Devleti artık bu bölgenin ve İstanbul’un ele geçirilmesi ile ticaretini daha bağımsız hale getirdi. Üstelik bu deniz ticareti vergileri

62 Aşık Paşazade, a.g.e., s.241-242.

63 Günümüzdeki kimi kaynaklarda bu tarih 1463 olarak geçip, 1461 yılında Trabzon Rum İmparatorluğu’nun vergiye bağlandığı ifade edilmektedir. Ancak konu hakkında çok geniş bir açıklama bulunmayan Aşıkpaşazade Tarihi’nde 1461 yılı esas alınmıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Buna göre insan- daki genetik çeflitlili¤in ortaya ç›k›fl›n- da, rastlant›sal genetik sürüklenme de, do¤al seçilim kadar önemli bir rol oy- nam›fl olabilir.. O da

Popülasyon Ekolojisi, Kimyasal Ekoloji, Ekosistem ekoloji, Deniz Ekoloji- si, Fizyolojik Ekoloji, Dinsel Ekoloji, Eko- loji Felsefesi, Psikolojik Ekoloji, Kültürel Ekoloji,

Evvela, herbiri bir vecize, yani çok manalı, az sözlü hakikat ifade eden atasözlerimizden birinde, “ Mart ayı, dert ayı” demişlerdir?. Neden

In this study, the efficiency analysis of Turkish public hospitals’ inpatient care services is done by using SFA, with respect to a similar model that is used by MoH for

Hititçe bugüne kadar tespit edilen en eski Hint-Avrupa dilidir ve Almanca,İngilizce,Fransızca ve İtalyanca gibi günümüz Avrupa dilleri ile

KKTC’deki Bakanlık Müdürleri, Denetmenler ve Okul Yöneticilerinin Çevreye Yönelik Tutum, Davranış ve Bilinç Düzeylerinin Bir Çevre Örgütüne Üye Olma Durumlarına

The activators bind to certain general transcription factors and mediator proteins, helping them form an active transcription initiation complex on the promoter.

¤  Diğer bazı tümör baskılayıcı proteinler ise hücre. döngüsünü inhibe eden hücre sinyal