• Sonuç bulunamadı

T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ. Özlem İNCE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ. Özlem İNCE"

Copied!
105
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

EGE ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI

YENİ BÜYÜME TEORİLERİ; TÜRKİYE İÇİN BİR UYGULAMA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Özlem İNCE

DANIŞMANI : Doç. Dr. R. Funda BARBOROS

İZMİR- 2006

(2)

YENİ BÜYÜME TEORİLERİ; TÜRKİYE İÇİN BİR UYGULAMA

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER... ii

ŞEKİLLER ve GRAFİKLER LİSTESİ... v

TABLOLAR LİSTESİ... vi

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM 1.EKONOMİK BÜYÜMENİN TEMELLERİ ... 3

1.1.EKONOMİK BÜYÜMENİN TANIMI ... 3

1.2.EKONOMİK BÜYÜMENİN ÖN KOŞULLARI ... 5

1.3.EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ... 8

İKİNCİ BÖLÜM 2.DIŞSAL (EGZOJEN) BÜYÜME TEORİLERİ... 14

2.1.NEOKLASİK ÖNCESİ BÜYÜME KURAMLARI ... 14

2.1.1.DOMAR BÜYÜME MODELİ ... 15

2.1.2.HARROD BÜYÜME MODELİ... 21

2.2.NEOKLASİK BÜYÜME KURAMLARI... 27

2.2.1.SOLOW-SWAN MODELİ... 27

2.2.1.1.MODELİN VARSAYIMLARI ... 27

2.2.1.2.NEOKLASİK ÜRETİM FONKSİYONU ... 28

2.2.1.3.SOLOW DİYAGRAMI VE DURAĞAN DURUM (STEADY STATE) ... 31

2.2.1.4.SERMAYEİN ALTIN KURAL DÜZEYİ (GOLDEN RULE)... 32

(3)

2.2.1.5.YAKINSAMA HİPOTEZİ (CONVERGENCE)... 34

2.2.1.6.MODELİN EKSİKLİKLERİ VE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER ... 36

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.İÇSEL (ENDOJEN) BÜYÜME TEORİLERİ ... 39

3.1.İÇSEL BÜYÜME KAVRAMI ... 39

3.2.İÇSEL BÜYÜMENİN BELİRLEYİCİLERİ ... 40

3.3.İÇSEL BÜYÜME KURAMLARI... 42

3.3.1.AK MODELİ (REBELO MODELİ)... 44

3.3.2. AR-GE MODELİ (ROMER MODELİ) ... 48

3.3.3.BEŞERİ SERMAYE MODELİ(LUCAS MODELİ) ... 53

3.3.4.KAMU POLİTİKASI MODELİ (BARRO MODELİ)... 56

3.3.5.BEŞERİ SERMAYE İLE GENİŞLETİLMİŞ SOLOW MODELİ (MANKIW ROMER VE WEIL MODELİ) ... 59

3.3.6.TEKNOLOJİK SERMAYE İLE GENİŞLETİLMİŞ SOLOW MODELİ (NONNEMAN VE VANHOUDT MODELİ)... 65

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4.TÜRKİYE’DE BEŞERİ SERMAYE VE BÜYÜME İLİŞKİSİ ... 69

4.1.TÜRKİYE İÇİN BİR UYGULAMA: BEŞERİ SERMAYE İLE GENİŞLETİLMİŞ SOLOW MODELİ ... 69

4.2.VERİ SETİ ... 70

4.3.MODELİN TAHMİNLENMESİ VE SONUÇLARIN YORUMLANMASI... 71

SONUÇ... 75

KAYNAKÇA... 80

EKLER... 86

EK A... 86

(4)

EK B ... 89

EK C... 92

ÖZGEÇMİŞ ... 97

ÖZET ... 98

ABSTRACT ... 99

(5)

ŞEKİLLER ve GRAFİKLER LİSTESİ

Şekil 1.1. Üretim Olanakları Eğrisi... 3

Şekil 2.1. Tasarruflar – Milli Gelir... 17

Şekil 2.2. Sermaye – Toplam Arz ... 17

Şekil 2.3. Solow Diyagramı ... 31

Şekil 2.4. Solow Diyagramı – Yatırım Oranındaki Değişmeler... 32

Şekil 2.5. Tasarruf Oranındaki Değişmeleri Diğer Değişkenler Üzerindeki Etkileri... 33

Şekil 3.1. Yeni Modeller Çerçevesinde İçsel Büyüme ve Belirleyicileri ... 41

Şekil 3.2. İçsel Büyüme Modellerinin Türleri ve Varsayımları... 43

Şekil 3.3. Birinci Tür İçsel Büyüme Modellerinin Alt Türleri ... 43

Şekil 3.4. Seçilmiş Bazı Malların Ekonomik Özellikleri... 49

Grafik 1.1. İktisadi Büyüme ve Konjonktür Kuramları Açısından Reel Hasıla Eğrileri ... 4

Grafik 3.1 AK Tipi Model İçin Solow Diyagramı... 45

Grafik 3.2. Solow Diyagramı ... 45

Grafik 3.3. MRW Modelinde Tasarruf Oranındaki Değişimlerin Büyümeye Etkisi... 61

(6)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 2.1. Domar Modeli – Sayısal Örnek... 19

Tablo 2.2. Harrod Modeli – Sayısal Örnek... 25

Tablo 3.1.Solow Modeli Regresyon Tahminleri... 63

Tablo 3.2. Genişletilmiş Solow Modeli Regresyon Tahminleri ... 64

Tablo 3.3. Nonneman, Vanhoudt Modeli Tahmin Sonuçları ... 68

Tablo.4.1. Türkiye’de GSYİH, Yatırım Oranı ve Beşeri Sermaye Oranının Gelişimi ... 70

Tablo 4.2. Korelasyon Matrisi... 71

Tablo 4.3. Orijinal Solow Modelinin ve MRW Modelinin Türkiye Ekonomisi için EKK ile Sınanmasından Çıkan Sonuçlar ... 72

(7)

GİRİŞ

İktisadi büyüme, reel gayrisafi yurtiçi hasıladaki artış ya da ülkenin üretim ölçeğinin genişlemesi olarak tanımlanır. Makroekonomik anlamda ülkenin üretim olanakları eğrisinin sağa kayması teknolojik değişme ve sermaye birikiminin, nüfus artışı ile olan etkileşimine bağlıdır. Bu durum ancak uzun dönemde şekillenir. Çünkü fiziki ve beşeri sermaye, teknoloji vb. üretim faktörlerinin miktarlarını ya da kalitelerini artırmak ancak uzun dönemde mümkündür.

Solow-Swan Büyüme Modeli (1956), tasarrufun, nüfus artışının ve teknolojik gelişmenin zaman içinde çıktının büyümesini nasıl etkileyeceğini ortaya koymaktadır.

Ayrıca model ülkelerin yaşam standartları arasındaki farklılıkların bazı nedenlerini açıklamaktadır. Nüfusu ve teknik ilerlemeyi dışsal faktörler olarak kabul eden Neoklasik Solow, Ramsey Cass-Koopmans Modelleri, 1980 ‘lere kadar en çok kabul gören paradigmalar olmuşlardır.

1986 yılında Paul Romer’ in ‘Increasing Returns and Long Run Growth’ isimli makalesi ile ilk defa ortaya atılan içsel büyüme teorisi, neoklasik büyüme teorisinin varsayımlarına bir tepki olarak çıkmıştır. Yeni büyüme teorisinde, artan verimlere dayalı üretim fonksiyonları kullanılmakta ve büyümenin, ekonomi içindeki unsurların ürünü olduğu savunulmaktadır. Romer modelindeki bu varsayım üretim sürecinde ortaya sadece fiziksel ürünün değil yeni üretimden bilginin de ortaya çıkmasından kaynaklanıyordu. Üretim ve yatırım sürecinde oluşan bilgi sadece o şirket için değil ekonomi genelinde de verimlilik artışı sağlıyordu. Diğer önemli içsel büyüme teorileri artan verimleri beşeri sermaye (Rebelo, Lucas) ve kamu politikaları (Barro) ile açıklamaktadırlar.

Günümüzde artık, teknik ilerlemeyi (Romer 1986, 1990), doğurganlık faktörünü (Becker, Murphy ve Tamura 1990) ve hatta politik gelişmenin yol açtığı politik kararları, içsel değişkenler olarak kabul eden modeller bulunmaktadır.

(8)

Bu çalışmanın amacı da büyüme kuramları için genel bir vizyon oluşturarak bu kuramlarda son 20 yılda meydana gelen gelişmeler ışığında, Türkiye’ nin büyümesinde etkili olan faktörler açısından bir öngörü oluşturmaktır.

Çalışma dört bölümden oluşmakta olup ilk bölümde, temel oluşturması açısından kısaca büyümenin tanımı ve koşulları açıklanmış ayrıca büyüme teorilerinin kısa bir tarihçesine yer verilmiştir. İkinci bölümde içsel büyümenin daha iyi anlaşılması için neoklasik öncesi ve sonrası olmak üzere dışsal büyüme kuramları ele alınmıştır.Üçüncü bölümde içsel büyüme kavramı ve belirleyicileri üzerinde durulmuş, yeni nesil büyüme teorileri, büyümenin kaynaklarını ele alış biçimlerine göre açıklanmıştır. Ek olarak içsel büyüme teorisine ilişkin literatür sunulmuştur.

Son bölümde ise Türkiye’ de beşeri sermaye–büyüme ilişkisi ‘Genişletilmiş Solow Modeli (MRW Modeli) kullanılarak incelenmiş; modelin tahminleme yöntemi belirtilmiş ve ayrıca sonuçların yorumuna yer verilmiştir.

(9)

BİRİNCİ BÖLÜM

1. EKONOMİK BÜYÜMENİN TEMELLERİ 1.1. EKONOMİK BÜYÜMENİN TANIMI

Ekonomik büyüme, mal ve hizmet üretim kapasitesindeki genişleme olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, ülkenin üretim olanakları eğrisinde (production possibility frontier) bir sağa kayma meydana gelmesi halinde Şekil 1.1 ’de görüldüğü gibi, ekonomik büyümeden söz edilebilir. Bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin dışarıya veya uzun dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasına yol açan sebepler, iktisadi büyüme kurumlarının konusunu oluşturur. Bu kaymaların arkasında, hükümetlerin, üretim faktörlerinin verimliliklerini arttırıcı eğitim ve teknoloji politikalarının ve fiziki sermaye stokunu artırıcı altyapı yatırımlarının olabileceği açıktır.

Şekil 1.1. Üretim Olanakları Eğrisi

Ekonomik büyüme, kişi başına reel hasıladaki artış şeklinde ölçülür. Bu artışlar, ancak uzun dönemde ülkenin üretim ölçeğinin veya potansiyelinin genişlemesi veya daha üretken kullanılması sayesinde (yani üretim faktörlerinin miktarlarındaki ve / veya

0

malları Sermaye

malları Tüketim

(10)

genellikle, uzun vade sorunu olarak kabul edilir. Büyüme, bu nedenle, makro ekonomik anlamda daha çok arz cephesince belirlenir. Kısa dönemde ise, Keynesgil terimlerle, girdiler henüz tam ve etkili istihdam edilemezken, ülkenin mal ve hizmet piyasalarındaki toplam talep artışları aracılığıyla kişi başına reel gelirde yükselmeler sağlanabilir. Bunda, özellikle hükümetlerin genişletici para, maliye, döviz kuru ve dış ticaret politikalarının etkisi de söz konusu olabilir. Fiziki “cari hasıla” da zaman içinde meydana gelen bu kısa vadeli (üretim ölçeğinden bağımsız) dalgalanmalar büyüme kurumlarının değil “konjonktür kurumları”nın (business cycle theories) konusunu oluşturur.

Ekonominin sahip olduğu emek, sermaye, toprak ve girişim kabiliyetinin tam olarak kullanılması durumunda elde edilecek hasılaya “potansiyel hasıla” denir. Uzun vadeli büyüme oranı potansiyel hasılanın büyümesi olarak ölçülür.

Grafik 1.1. İktisadi Büyüme ve Konjonktür Kuramları Açısından Reel Hasıla Eğrileri

330

310

290

270 250

230

210

190

170

150

130

110

90

Gerçek Potansiyel Reel Hasıla DİİOG Potansiyel Reel Hasıla Cari Reel Hasıla

(11)

Reel hasıla dalgalanmalarından hangisinin büyüme, hangisinin ise konjonktür kuramlarının konusunu oluşturduğunu açıklığa kavuşturmak amacıyla Grafik 1.1’ deki gibi varsayımsal bir durum ele alınabilir. Yatay ekseninde zamanın, düşey ekseninde ise reel çıktı düzeyinin bulunduğu bu grafikte, potansiyel hasıla eğrisinin cari hasıla eğrisinin bütünüyle üzerinde seyredeceği veya ancak bir süre için bu iki eğirinin çakışabileceği açıktır. Çünkü bu ülkede teknoloji veriyken, en çok ülkedeki bütün üretim faktörlerinin tam ve etkili kullanılması durumunda elde edilebilecek kadar çıktı üretilebilir. Bir görüşe göre, Grafik 1.1’ deki gibi gerçek anlamdaki bir potansiyel hasıla eğrisinin hemen altında seyreden eğri, doğal işsizlik oranına göre düzeltilmiş (DİOGD) potansiyel reel hasıla eğrisidir. İşte iktisadi büyüme kuramlarının konusunu bu eğrilerin oluşturduğunu söyleyebiliriz.

1.2. EKONOMİK BÜYÜMENİN ÖN KOŞULLARI

Aşağıda belirtilen unsurlar, büyümenin üç önemli ön koşulunu oluşturur ve yaklaşık iki yüz yıldan beri prodüktivitede görülen büyük artışın başlıca kaynağıdır.

• Tasarruf ve Yeni Sermaye Yatırımları

• Beşeri Sermaye Yatırımları

• Yeni Teknolojilerin Bulunması

• Yatırımları Yönlendirmede Devletin Rolü

Bir ekonomide çıktı üretilebilmesi için, fiziki sermaye, beşeri sermaye, (vasıfsız işgücü) ve doğal kaynaklar gibi girdiler girişimciler tarafından farklı teknolojik bilgiler çerçevesinde bir araya getirilir. Gayri safi milli hasıla ise, bir ülkede bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmet biçimindeki çıktıların parasal değerlerinin toplamıdır. Söz konusu üretim faktörlerinden fiziki sermaye; makinelerin araç ve gereçlerin, tesislerin, hammaddelerin ve diğer dayanıklı tüketim faktörlerinin birikmiş stokunu kapsar. Bu fiziki sermaye stokuna belirli bir dönem içinde yapılan eklemeler yatırım (investment) adını alır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde büyümenin temel unsuru sermayedir.

(12)

Büyüme hızı ve sermaye birikimiyle birlikte, yatırımların iç ve dış kaynaklarla uyumu büyüme stratejileri için önemli etkenler oluşturur.

Bir ekonomideki işgücü stoku, nüfus artışı ve artan bu nüfustan belirli bir kısmının işgücüne katılımıyla genişler. İşgücünün vasfı veya niteliği özellikle okullardaki ve işyerlerindeki eğitimler sayesinde geliştirildikçe, ülkenin beşeri sermayesi (human capital) de artmış olur. Beşeri sermaye, işgücü tarafından içerilen (embodied) bilgi ve beceriler toplamı olarak tanımlanabilir. Artık işgücünün sağlık ve beslenmeyle ilgili iyi olma (well-being) durumu da beşeri sermayenin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Çünkü 1980’lerin ortalarından itibaren neoklasik modeldeki sermaye kavramı eğitim, tecrübe ve sağlık olarak şekillenen beşeri sermayeyi de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Ülkelerin eğitimli, bilimsel ve teknik bilgi sahibi toplumlara dönüşmeleri de, okullaşma oranları, aktif nüfusun eğitim düzeyi ve öğrenci eğitim düzeyi dağılımları, eğitim ve sağlık harcamaları gibi yapısal göstergeler aracılığıyla izlenebilmekte ve değerlendirilebilmektedir. Yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki, eğitim süresi ve kalitesi arttıkça işsizlik azalmakta ve gelir seviyesi de artmaktadır. Eğitim görmüş ve görmemiş kişiler arasındaki bu gelir farkı giderek artmaktadır. Buna göre, ABD’de dört yada da ha uzun süre yüksek öğrenim görmüş 18- 64 yaşındaki erkeklerin aylık gelirleri, ortaöğrenim görmüş olanlarınkine göre ortalama

% 86 oranında daha fazladır (1988 verilerine göre). Beşeri sermaye yatırımları üretimi dolayısıyla da verimliliği artıran etkili yatırımlardır. Beşeri sermaye Batı toplumlarında fiziki sermayeden daha hızlı ve büyük oranda bir büyümeye sebep olmaktadır. Başka bir deyişle, gelişmiş ülkelerin büyümesinin önemli bir bölümü beşeri sermayedeki artışlar ile açıklanmakta ve bu durum beşeri sermaye yatırımlarının önemini açıkça göstermektedir.

Ekonomik büyümenin diğer bir önemli unsuru olan teknoloji düzeyi, en geniş anlamıyla üretim süreci, ürünün kendisi, üretim ve yönetim organizasyonu, pazarlama ve satış sonrası servis ile ilgili bilgi ve deneyimlerin toplamı olarak tanımlanabilir. Bu stoktaki artışın yani teknolojik gelişmenin, ekonomik bakımdan bir anlam ifade edebilmesi için, kar veya zarar etmeyi göze alacak biçimde bir firmada yenilik (innovation) olarak uygulanmaya konulması gerekmektedir. Yenilikle sonuçlanan

(13)

teknolojik gelişmelerin kaynağı, firma açısından içsel yada dışsal olabilir. İçsel kaynaklar arasında firmanın kendi ar-ge etkinlikleri ve işçilerin, yöneticilerin, mühendislerin, kısacası bir firmanın tüm çalışanlarının iş başındaki deneyimlerinin artışı sayılabilir. Bu ikinci kaynağa, “yaparak öğrenme” (learning by doing) veya zaman/deneyim ekonomileri (economies of time or experience) denilmektedir.

Teknolojik ilerlemenin dışsal kaynaklarında en önemlisi ise, legal veya illegal yollardan yapılan teknoloji transferidir.

Bugün bütün gelişmiş ülkeler GSMH’ lerinin yaklaşık beşte birini bilginin üretimine ve dağıtımına harcamaktadırlar. Formal okul eğitimi GSMH’ nin yaklaşık onda birini alırken, GSMH’ nin %3-5’i de ar-ge harcamalarına gitmektedir (Drucker, 1993, s.259).

Son olarak, tüm bu üretim faktörlerine yapılacak yatırımları yönlendirmekte ve yatırımların kaynağını oluşturması açısından tasarrufları özendirmekte devletin rolü yadsınamaz. Ayrıca büyüme oranı ve gerisindeki yaratıcı faaliyetler pareto optimumuna ulaşılmasına yetmemektedir. Çünkü yeni malların yaratılması ve üretim yöntemleriyle ilgili bazı sapmalar meydana gelmektedir. Bu çerçevede uzun dönem büyüme oranı, vergilendirme, hukukun ve düzenin korunması, altyapı hizmetlerinin sağlanması, fikri mülkiyet haklarının korunması, hükümetin eylemlerine bağlıdır. O halde, hükümetlerin elinde uzun dönem büyüme oranlarını etkilemek için potansiyel olarak kullanabileceği olanaklar vardır.

1.3. BÜYÜME TEORİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Bazı araştırmacılar, ekonomik büyümenin öncüleri olarak klasikleri görürken, bazıları Harrod-Domar modelini kabul etmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, neoklasik büyüme teorisi asıl büyüme teorisinin başlangıcı kabul edilmekte, önceki çalışmalar dikkate alınmamaktadır. Örneğin Barro ve Sala-i Martin(1995), Aghion ve Howit (1998), ekonomik büyümenin kaynağını klasik iktisatçılarda görmektedirler.

Kibritçioğlu (1999) da günümüzde yeni büyüme modeli olan içsel büyüme teorilerinin ilk savunucusu olarak Adam Smith’ i görmektedir. Solow (1994) ve Bulutay (1972) ise,

(14)

esas almaktadırlar. Solow(1994), geçen 50 yıl içerisinde büyüme teorisi ile ilgili üç akımın olduğunu belirtmektedir. Bunlardan birincisi, Harrod-Domar tarafından geliştirilmiştir. İkincisi neoklasik modelin gelişmesi olmuştur. Üçüncüsü ise, neoklasik modelin bazı yetersizliklerine tepki olarak başlamıştır ve günümüzde içsel (endojen) büyüme teorileri olarak ifade edilmektedir. Literatürde en keskin ayırım, Jones (1995) ve Dornbusch-Fisher (1998) tarafından yapılmıştır. Bu iktisatçılara göre, büyüme kuramları üzerinde yoğun çalışılan iki dönem söz konusudur. Birinci dönem 1950’lerin sonu ve 1960’lı yıllar, ikinci dönem ise bundan otuz yıl sonra 1980’lerin sonu ve 1990’lardır. Birinci dönemdeki araştırmalar neoklasik büyüme teorisini ortaya çıkarmıştır. Bu dönem büyüme teorilerine en büyük katkıyı Solow yapmıştır. İkinci dönem yani yeni araştırmalar da içsel büyüme teorileri diye bilinmektedir. Bu tezde ise temel olarak Solow’ un sınıflandırması esas alınmış anacak yine de tarihsel bir kesinti yaratmamak amacıyla, merkantilist düşünceden başlayarak fizyokratların büyüme konusundaki görüşlerine ve daha sonra büyüme teorisine başlangıç temsil etmeleri nedeniyle, klasiklere, aşağıda kısaca yer verilmiştir.

Merkantilistler, ülkenin zenginliğinin para ve kıymetli madenlere bağlı olduğunu ve para miktarını artırmanın en iyi yolunun da, ithalatı kısıp ihracatı mümkün olduğunca artırmak olduğunu savunmuşlardır (Ali, 1992, s.50). Kıymetli maden elde etmenin yolu ise sömürgecilik faaliyetlerinden geçmekteydi. Merkantilistler ayrıca nüfusa da büyük önem vermişlerdir. Çünkü nüfus hem talebi artıran hem de ücretleri düşürerek ihracatı uyaran ve bu yolla ülkeyi zenginleştiren bir faktör olarak ele almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, sanayi ve ticaret kesimleri dinamik ve stratejik, tarım kesimi ise statiktir.

Fizyokratlarda, ekonomik büyüme, kendiliğinden meydana gelen bir olaydır ve ağırlıkla tarım ürünlerindeki artışı ifade eder. Üretim artışını sağlayan en önemli faktör doğa koşullarıdır. Fizyokratlara göre, sanayi ve ticaret kısır sektörlerdir, tek üretici sektör tarımdır. Çünkü toprak, kendine harcanan emekten daha fazlasını yaratma özelliğine sahiptir. Bu görüş, klasik dönemin başlangıcına kadar hakim olmuştur.

Günümüz iktisadi büyüme teorilerinin temelleri,klasik ekolün temsilcileri olan ekonomistlerin, Adam Smith (1776), David Ricardo (1817) ve Thomas Malthus (1798)

(15)

ve çok sonra Frank Ramsey (1928), Allyn Young (1928), Frank Knight (1944) ve Joseph Schumpeter (1934) sunduğu önerme çözümlemeler üzerine inşa edilmiştir.

Toprağın sabit olarak alındığı sermaye ve işgücünün yer aldığı klasik üretim fonksiyonunu kullanan klasik iktisatçılar, sermaye birikimi, kişi başına düşen gelir ve nüfus artışı, rekabet şartları, genel denge dinamikleri, işgücünün uzmanlaşması, yeni üretim metotlarının keşfinde teknolojinin rolü, azalan verimler yasası ve fiziki sermayenin oluşumuna katkısı gibi modern iktisadi büyüme teorilerinin temel olarak yer aldığı konularda genel ekonomik denge içinde büyüme perspektifini belirlemişlerdir.

A. Smith, kar amacı güden girişimcilerin, tasarruf ve yatırımlarıyla sağlanan sermaye birikiminin, iş bölümü ve uzmanlaşmaya yol açacağını savunmuştur. Piyasanın genişlemesi, iş bölümü ve uzmanlaşmanın artması, içsel ve dışsal ekonomiler yaratacak, böylece emekte azalan verim değil aksine artan verimler kanunu geçerli olacaktır (Hiç, 1992, s.27). A. Smith’ e göre, büyüme kendi kendini besleyen bir süreçtir. Bu sürece giren ekonomilerde sermaye birikimi, nüfus ve gelir artıkça artan bir hızla artar, ancak artan verim, sonuna kadar devam etmez; karlar er geç sıfıra düşecek, sermaye birikimi ve bununla birlikte, nüfus ve gelir artışı duracak, böylece ekonomi durgunluk safhasına girecektir.

K.Marx’ a göre büyümenin temelini, yarattığı artı değer ile emek oluşturmaktadır. Kapitalist ekonomi, sermaye birikiminin hızlanması ve üretim tekniğindeki değişmelerin (yeniliklerin) uygulamaya konması için gerekli şartları yaratmaktadır. Üretim tekniğindeki değişmeler ise “işgücü tasarruf edici” niteliktedir.

Kapitalist daha az sayıda emeği daha verimli çalıştırarak toplam karını artıracaktır.

Dolayısıyla üretimde emeğin payı azalırken, karın payı artacak ve bu durum uzun dönemde bir talep yetersizliğine neden olarak, sistemi çöküntüye götürecektir (Acar, 2002, s.70). Kapitalist sistem yerini sosyalizme bırakacak ve büyümenin sürdürülebilmesi, bütün üretim araçlarının kamuya devredilmesi, kamu eliyle artı değerin işçi sınıfı adına büyümeyi gerçekleştirmesi ile mümkün olacaktır.

(16)

J. Schumpeter’ de kapitalist sistemin gelişmesini sağlayan ve dalgalanmalara neden olan unsurlar yenilikler1 ve girişimcilerin rolüdür. Schumpeter, beş tip yenilik tespit etmiştir: 1. Piyasaya yeni bir malın yada mevcut bir malın yeni bir tipinin kalitesinin sürülmesi 2. Yeni bir üretim tekniği kullanılması 3. Yeni bir piyasanın açılması 4. Yeni bir hammadde yada yarı mamul kaynağının bulunması 5. Sanayinin yeniden organizasyonu; Tröstlerin kurulması, tekelleşme yada tekelin kırılması gibi.

Schumpeter’ e göre başlangıçta ekonomi durgun bir yapıya sahiptir. Karın veya faizin çok düşük olduğu bu safhada girişimci bir yenilik yoluyla ekonomide bir hareket yaratır. Bu hareket ekonominin diğer kesimlerine de yayılır. Bu şekilde başlayan gelişme süreci içinde firmalar giderek büyür, sermayedarları çoğalır ve mülkiyet tabana yayılmaya başlar.

Keynes’in makro ekonomik denge modeli ise getirdiği tüm yeniliklere karşın statik bir yapıya sahiptir. Bu modelle uzun dönemli ekonomik sorunları incelemek güçtür. Çünkü Keynes çağının başlıca sorunu olan yaygın ve sürekli işsizliğin hızla yok edilmesi gereğine daha çok önem vererek yatırım harcamalarının gelir ve talep artırıcı yönü üzerinde durmuştur.

Kronolojik olarak modern büyüme teorisinin hareket noktasını Ramsey’ in klasik makalesi oluşturmaktadır. Ramsey, hane halkının optimizasyon davranışının zaman içindeki analizini büyüme teorisi çerçevesinde incelemektedir. Ramsey’ in zamanlar arası fayda fonksiyonu Cobb-Douglas üretim fonksiyonunda göz önüne alınmıştır. Bununla birlikte Ramsey’ in yaklaşımı 1960’lara kadar iktisatçılar tarafından fazlaca ön plana çıkarılmamıştır (Baro ve Sala-i Martın, 1995,s.iv.)

Ramsey’ le 1950'li yılların sonlarına kadar Harrod (1939) ve Domar(1946) Keynesgil analize ekonomik büyümeyi monte etmeye çalışmışlardır. Harrod-Domar büyüme modeli, girdiler arasındaki ikame oranının küçük kabul edildiği bir üretim fonksiyonuyla, kapitalist sistemin kararsız bir yapıya sahip olduğunu belirtmişlerdir.

1929 ekonomik bunalımının ardından geliştirilen bu modeller, sonraki yıllarda

1 Yenilikler, herhangi bir keşif yada icadın ticari alanda uygulanmaya başlamasını ifade eder. Halbuki

(17)

ekonomistler arasındaki popülaritesini yitirmiş olsa da sonraki bölümde Harrod ve Domar’ ın modelleri daha ayrıntılı ele alınacaktır.

Büyüme teorisine en önemli katkıyı Solow(1956) ve Swan (1956) yapmıştır.

Solow büyüme modelinin (SBM) temelini, girdilerin azalan verimlere sahip olduğu ve ölçeğe göre getirinin sabit varsayıldığı neoklasik üretim fonksiyonu oluşturmuştur. Bu üretim fonksiyonu, ekonominin basitleştirilmiş bir genel denge modelini kurmak amacıyla, sabit tasarruf oranı varsayımıyla birleştirilmiştir. Neoklasik büyüme yaklaşımı olarak adlandırılan bu modele göre başlangıçta GSYİH’ leri göreli olarak düşük olan ülkeler, daha büyük büyüme oranlarına sahip olacaklardır. Bu sonuca, sermayenin azalan verimlere tabi olarak çalıştığı varsayımından hareketle ulaşılmaktadır. Yani işgücü başına daha az sermayeye sahip olan ülkeler, daha yüksek sermaye getiri oranına ve dolayısıyla büyüme oranına sahip olacaklardır ve gelişmiş ekonomilerin ulusal gelirlerine yakınsayacaklardır. Bu yakınsama(convergence) süreci literatürde ‘tam yakınsama’ (absolute convergence) olarak adlandırılmaktadır.

Yakınsamanın kısıtlı olmasının nedeni, işgücü başına sermaye ve üretimin durağan durum düzeylerinin tasarruf oranı, nüfus artış hızı ve üretim fonksiyonuna bağlı olmasıdır. Neoklasik büyüme modelinden çıkan bir başka sonuca göre de, teknolojik gelişmelerde sürekli gelişmelerin sağlanamaması durumunda, büyüme giderek yavaşlayacaktır. Bu sonucun nedeni, kökenlerini Ricardo ve Malthus’ da bulan sermayenin azalan verimliliği varsayımıdır. Nüfus artış oranının yanı sıra, uzun dönem ekonomik büyüme oranını belirleyen en önemli unsur olan teknolojik gelişmenin yer almadığı Solow ve Swan modeli uzun dönemde büyüme denklemine açıklık getirmemektedir.

Cass(1965) ve Koopmans(1965) Ramsey’ in tüketici optimizasyonunu yeniden neo-klasik model çerçevesinde ele almaktadır ve böylece tasarruf oranının içsel olarak alınmasını sağlamaktadır. Bu genişletme koşullu yakınsama hipotezini muhafaza ederken daha zengin geçişlilik dinamiği sağlamaktadır. Tasarruf oranının içselliği uzun dönem kişi başına büyüme oranının dışsal teknolojik gelişmeye bağımlılığını ortadan kaldırmaktadır. Neoklasik büyüme modelinin Cass-Koopmans yorumunda, marjinal ürünlerine göre ücretleri ödenen emek ve sermaye gibi üretim faktörlerini içeren bir

(18)

ademi merkeziyetçi ve rekabetçi sistemle denge bağdaşmaktadır. Toplam gelir ölçeğe göre sabit getirili bir üretim fonksiyonu hipoteziyle bağdaşmaktadır. Ayrıca bu ademi merkeziyetçi sonuçlar pareto anlamında optimaldir.

Arrow (1962) ve Sheshinsky (1967) fikirlerin üretim ya da yatırım istenmeden oluşan yan ürün olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu mekanizmaya ‘yaparak öğrenme’

adı verilmektedir. Bu modellerde her bir bireyin buluşu anında bütün ekonomiye yayılmaktadır. Bilginin bu şekilde anında ekonomiye yayılmasının nedeni, bölünemez oluşunun bir sonucudur. Daha sonraları, Paul Romer (1986) teknolojik ilerlemenin bir denge oranını belirlemek için rekabetçi bir çerçevenin oluşabileceğini göstermiştir.

Ancak bunun sonucu olarak ortaya çıkacak teknik ilerleme oranı pareto optimumu içermeyecektir. Daha genel bir şekilde söylemek gerekirse, buluşlar kısmen bir gönüllü ar-ge çabasının sonucu ise ve eğer bir bireyin buluşu diğer üreticilere kısmen yayılıyor ise rekabetçi çerçeve değişecektir. Bu daha gerçekçi bir çerçeve içinde ele alınırsa , neoklasik büyüme teorisinde temel değişikler gerektirmektedir ve teoriye eksik rekabetin sokulması gerekir. Bu ise Romer’ den önce (1987,1990) yapılmamıştır.

1960’lı yılların ortalarında itibaren teori ve ampirik uygulamalara uzunca bir süre yer verilmemiştir. 1970’li yıların başlarına doğru olaylarla arasındaki bağın olmaması nedeniyle büyüme teorisi bir araştırma alanı olmaktan adeta çıkmıştır. 1970’li yılların başlarında petrol krizi bütün dünyayı alt üst etmiş ve makro ekonomide bir rasyonel bekleyişler devrimi yaşanmıştır. Dolayısıyla 15 yıl boyunca makro ekonomik araştırmalar yalnızca konjonktür-dalgalanmalar üzerine yoğunlaşmıştır.

1980’li yılların ortalarından itibaren büyüme teorisinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu döneme öncülüğü Paul Romer(1986) ve Robert Lucas(1988) yapmıştır.

Bu araştırmalarda hareket noktası, uzun vadeli ekonomik büyümenin belirleyicileri olan temel etmenlerdir. Bu belirleyiciler, konjonktüre karşı izlenen para ve maliye politikalarından çok daha önemlidir. Daha da önemlisi dışsal teknik ilerlemeye endekslenmiş uzun vadeli kişi başına ekonomik büyümeyi içeren neoklasik büyüme modelinin hakimiyetinden kurtulmak gerekmektedir.

(19)

Dolayısıyla son katkılar uzun vadeli büyüme oranını modelin içsel değişkenlerine göre açıklamaktadır. Bu nedenle yeni büyüme teorilerine içsel adı verilmektedir. Büyüme teorisine yeni bir bakış getiren bu araştırmalarda, esasen yeni bir teknolojik değişim teorisi sunulmaktan ziyade, yetkin insan gücünün sermaye olarak tanımlandığı ve geniş anlamda bilginin üretim sürecinde kullanımın yaygınlaştığı varsayımı ile oluşturulan denklemde, sermaye mallarındaki yatırımın verimliliğinin, ekonominin gelişimi ile azalma eğilimine girmeyeceği ve böylece sermaye birikiminin azalan verimliliğinin önlenmesinin mümkün olabileceği öne sürülmektedir.

Romer (1986), Lucas(1988) , Rebello (1991) ‘ nun bu yeni araştırma dalgası önce Arrow (1962) Sheshinsky (1967) ve Uzawa (1965) ’ nın çalışmalarını reel olarak teknolojik değişme teorisini devreye sokmaksızın derinleşmiştir. Bu modellere göre ekonomi geliştikçe, beşeri sermayeyi de içeren sermaye mallarına yapılan yatırımların randımanı düşmediği için sınırsız olarak artmaktadır. Aslında bu fikir Knight (1944) ‘ a kadar gitmektedir. Üreticiler arasında bilgilerin yayılması ve beşeri sermayenin dışsal yararları bu sürece dahil edilmektedir. Böylece bilginin yayılması ve beşeri sermaye birikimi, sermayenin azalan verimlerine bir engel oluşturmaktadır.

Büyüme teorisine ar-ge teorilerinin ve eksik rekabetin eklenmesinin Romer sağlamıştır. Ayrıca, Aghion ve Howitt (1992) ve Grossman ve Helpman (1994) bu bağlamda önemli katkılar yapmıştır. Bu modellerde teknik ilerleme, ar-ge faaliyeti sonucu ortaya çıkmakta ve bu faaliyet belli bir monopol gücüyle ödenmektedir.

Büyüme oranı ve gerisindeki ve altındaki buluşçu faaliyet miktarı mal yaratımına ve yeni üretim yöntemlerine bağlı sapmalar nedeniyle pareto anlamında optimum gerisinde kalmaktadır. Dolayısı ile uzun dönem büyüme oranı kamu müdahalelerinden (vergi,altyapı,fikri hakların korunması v.b.) etkilenebilir. Bu açıdan, devlet potansiyel olarak uzun vadeli büyük bir etkiye sahiptir.

1990’lı yıllardaki büyüme modelleriyle 1980 ve öncesi büyüme teorileri arasındaki en önemli fark, son yıllardaki araştırmaların özellikle teoriyle veriler arasındaki ilişkilerle yakından ilgilenmeleri, bu nedenle de, ampirik değerlendirmelere dayandırılmalarıdır.

(20)

İKİNCİ BÖLÜM

2. DIŞSAL (EGZOJEN) BÜYÜME TEORİLERİ

2.1. NEOKLASİK ÖNCESİ BÜYÜME KURAMLARI

Harrod-Domar modeline kadar olan büyüme kuramlarına tarihçede yer verildiğinden bu bölümde tekrar edilmeyecek; Harrod ve Domar’ ın yaklaşımları ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Keynes, tasarruf ve tüketimin gelir seviyesine bağlı olduğunu ileri sürmüş, böylece yatırımların bir çarpan katsayısı ile gelir seviyesini tayin ettiğini tespit etmiştir.

Başka bir deyişle, Keynes yatırımların gelir yaratıcı rolünü ortaya çıkarmıştır.

Yatırımların kapasite arttırıcı rolü ise Keynes’in statik olan bu modelinde hesaba katılmamış; Harrod, Domar gibi Keynes sonrası dinamik modellerde ele alınmıştır.

Statik Keynes modelinde yatırım harcamaları efektif talebin bir öğesi olarak ele alınmış fakat yatırım harcamalarının kısa dönem dışında yaratacağı kapasite üzerinde durulmamıştır. Oysa bu kapasite artışı gelecekte kısa dönemli talebin üstünde veya altında bir arz oluşturuyorsa, Keynesgil denge tutturulamamış olur. Harrod ve Domar’ a göre böyle bir durumda artık dengeye dönmenin olanağı da kalmamıştır. Çünkü arzın, talebin altına kaldığı durumda girişimcilerin arzı artırmak için kapasite genişletme yolunda yapacakları yatırım harcamaları kısa dönemde talebin daha da yükselmesine ve arz ile talep arasındaki farkın büyümesine neden olacaktır. Bu fark genişledikçe girişimciler yatırım harcamalarını arttıracaklar, yatırım harcamaları artıkça arz-talep farkı daha da genişleyecek ve böylece dengeden giderek uzaklaşılacaktır. Tersine arz, talebin üstüne çıkarsa, satılmayan mal stokları girişimcileri yatırım harcamalarını kısmaya itecek, yatırım harcamalarının kısılması kısa dönemli talebi daraltıp satışları daha da düşürecektir. Böylece yine dengeden uzaklaşılacaktır. Şu halde, denge için gerekli yatırım artış oranı veya büyüme hızı tek bir artış oranını ifade eder ve veri tasarruf oranı ile sermaye / hasıla oranı arasındaki nispetle belirlenecektir. Bu gerekli büyüme hızından yüksek veya düşük kararlar, dengeden gitgide uzaklaşılmasına neden

(21)

olacaktır. Harrod-Domar modelinde ileri sürülen bu sürece bıçak sırtı denge denmesinin nedeni budur.

2.1.1 DOMAR MODELİ

Keynes’in de işaret ettiği gibi, bugünkü yatırım harcamaları seviyesi bugünkü toplam talebi ve bugünkü (yani kısa dönem) denge gelir seviyesini belirler. Fakat, bugünkü yatırımlar bugünkü gelir seviyesini belirlemek yanında, yarın için bir sermaye, yani üretim kapasitesi artışı da meydana getirmektedir. Bu kapasite artışının yarınki toplam talep tarafından tamamen kullanılması gerekir. Çünkü, yarın ortaya boş kapasitenin çıkması karşısında, daha ileriki dönemlerde girişimciler yatırım harcamalarını kısabilirler. Buna bağlı olarak tüketim harcamaları da kısılacağına göre, ileriki dönemlere ait gelir seviyesi büsbütün düşebilir. Şu halde bugün kurulmuş olan arz-talep dengesinin yarın da devam edeceği kesinlikle ileri sürülemez. Arz-talep dengesinin her dönem gerçekleşmesi için, dün gerçekleştirilen yatırımların bugün yaratacağı arz etkisi ile bugün yapılan yatırım harcaması artışlarının bugün neden olacağı talep etkilerinin birbirine uyması gerekir. Bu sonucu belirleyecek olan, girişimcilerin yatırımları her dönem ne orada arttırılacaklarına dair kararlarıdır. Mesele, kapasitenin tamamen kullanılmasını imkan dahiline koyan denge gelir yolunu (büyüme oranını) yahut yatırımların artış oranını tespit etmektir. Diğer bir ifade ile, bugünkü yatırımların meydana getirdiği kapasite artışının tamamen kullanılması için gelir veya yatırım seviyesinde, bugünküne kıyasla ne oranda bir artış olması gerektiğini hesaplamaktadır. Gerek Harrod gerekse Domar, ancak tek bir artış oranı kararı halinde dengenin devam edeceğini savunmuşlardır. Ancak Domar, bu artış oranını hesaplamakla yetinmiş, Harrod gibi, ekonominin bu hızdan sapması halinde neler olacağı, gelir seviyesinde sistemli dalgalanmalar (konjonktür dalgaları) meydana gelip gelmeyeceği konusunu sistemli bir biçimde modeline dahil etmekten kaçınmıştır (Hiç, 1994, s.72).

i) Modelin varsayımları

1) Ortalama Tasarruf Eğilimi = Marjinal Tasarruf Eğilimi = α olsun. Bu husus,

(22)

2) Bir para birimi ($ yada TL) tutarındaki yatırımın kapasitede yaratacağı ve hasılada (üretilen mallarda) para birimi ile ölçülebilen artışın, kapasite ve yatırım seviyesi ne olursa olsun, sabit kaldığını ve bu hasıla artışının σ para birimi değerinde olduğunu kabul edelim. Bu kavrama sermayenin potansiyel sosyal verimliliği denmektedir. Demek ki, yukarıda da belirtildiği gibi:

Sermayenin Ortalama Potansiyel Soysa Verimliliği = Sermayenin Marjinal Sosyal Verimliliği = σ

ii) Sermayenin Potansiyel Sosyal Verimliliği Kavramı ( σ )

Domar’ ın modelinde ise σ, özel bir verimlilik anlamı taşımaktadır. Şöyle ki, sermaye artışı ile birlikte diğer faktörlerin de beraber değiştiği kabul edilmektedir. Bu şekilde tanımlandığına göre, σ kavramı sadece sermaye miktarının artırılmasından doğan hasıla artışını (alışılagelmiş anlamdaki sermayenin verimliliğini değil), sermaye artışı ile birlikte yürüyen teknik bilgi seviyesi yükselmesinin, emek miktarındaki artışın, ve hatta, tabi kaynakların artışının verimde yarattığı artışları da içine alır (Alkın, 1992, s.126).

Verimin potansiyel olmasından kasıt şudur: Yatırımla birlikte bir kapasite artışı olmuştur; fakat, bu kapasite artışının tamamen kullanılıp kullanılamayacağı toplam talep seviyesine bağlıdır. Kapasiteyi tamamen kullanmak ancak yeterli talep oluşmuşsa mümkündür. O halde, verimlilik potansiyeldir ve mutlaka gerçekleşmeyebilir.

Sosyal verimlilikten kasıt, yapılan yatırımların doğrudan meydana getirdiği hasıla artışı değil, o yatırımların doğrudan meydana getirdiği net hasıla artışıdır.

Diyelim ki bir yatırım yapılmıştır ve dolayısıyla o yatırım doğrudan bir hasıla artışı yaratmıştır. Fakat, o yatırımın yapılması, yahut o fabrikanın kurulması, diğer bir fabrikanın hasılasını azaltabilir, veya bu diğer fabrikanın maliyetini yükselterek verimliliğini azaltabilir. İşte, bu yeni yatırımın, yahut yeni kurulan fabrikanın sosyal verimini tespit ederken, ekonomi üzerindeki tüm etkilerini hesaba katmak gerekir.

(23)

iii) Model – Denge Büyüme Oranı:

Domar’a göre tasarruflar, milli gelirin fonksiyonudur:

S = α Y

Şekil 2.1. Tasarruflar – Milli Gelir

Toplam arzı belirleyen ise ekonomideki sermaye stoku (K) ile sermayenin potansiyel sosyal verimliliğidir.(σ)

Şekil 2.2. Sermaye – Toplam Arz

t döneminde yapılan yatırımlar, o dönemin gelir düzeyini veya toplam talebi çarpan etkisiyle belirleyecektir.

t

t I

Y = 1 ∆ α

Yatırımlardaki her artış, milli geliri veya talep düzeyini çarpan etkisiyle yükseltecektir.

It

1

=

Yt α

(24)

t döneminde toplam arz artışını yaratan, bir önceki dönemde sermaye stokuna yapılan ekler, yani yatırım harcamalarıdır:

1

1

=

=

Yt σ Kt σ It

t-1 döneminde arz-talep dengesinin varolduğu varsayılsın, dengenin devam etmesi için t dönemindeki talep ve arz artışlarının birbirine eşit olması gerekir:

t

t Y

Y =∆

1

1

=

It σ It α

Şimdi, bu arz-talep dengesinin devamı için girişimcilerin hangi oranda yatırım artışına karar verecekleri son denklem yardımıyla saptanabilir:

ασ

∆ =

=

t−1 i t

I r I

Şu halde girişimciler bir denge döneminden başlayarak yatırımları her dönem ασ oranında arttırmaya karar verdikçe, başlangıçtaki denge devam edip gidecektir.

Denge gelir büyüme oranı da benzer yolla hesaplanabilir. Geçen dönemin yatırımları geçen dönemin talep düzeyini belirlemiştir:

1 1

1

= t

t I

Y α

Bu dönemin arz artışını geçen dönemin yatırımları belirler:

1

=

=

Yt Yt σ It

Son denkleme göre deneli büyüme hızı:

(25)

ασ α

σ =

∆ =

=

1

1

1 1

t t t

y t

I I Y

r Y

Şu halde ασ oranında yatırım artış kararı büyüme hızını da ασ olarak belirleyecektir.

iv) Sayısal Örnek

Domar modelinde dengeyi ve dengeden ayrılındığında ortaya çıkan etkiler yüzünden dengeden gitgide nasıl uzaklaşıldığını sayısal bir örnekle açıklayalım.

Bir A ülkesinde tasarruf eğilimi, α = 0.2, sermayenin potansiyel sosyal verimliliği σ = 0.3 olsun. Yani halk her gelir düzeyinin ve gelir artışının %20’sini tasarruflara ayırmakta ve ekonomide sermaye stoku ile bu soka yapılan her ek (yani yatırım) kendi değerinin %30’u kadar hasıla artışı sağlamaktadır. Başlangıçta talep ve

arz 100’er milyar para birimi olsun. Aşağıdaki tabloda, yatırımlar her dönem ασ = 0.2 x 0.3 = 0.06 oranında arttığında, arz-talep dengesinin devam ettiğini ve bu

dengeli büyüme hızının da %6 olacağı açıkça görülmektedir. Tablonun ikinci ve üçüncü kısmında ise dengeden ayrılması durumunda ortaya çıkan durum verilmiştir.

Tablo 2.1. Domar Modeli – Sayısal Örnek

YY IIY Y

100.00 — 20.00 — — 100.00

106.00 6.00 21.20 1.20 6.00 106.00

112.36 6.36 22.47 1.27 6.36 112.36

100.00 — 20.00 — — 100.00

110.00 10.00 22.00 2.00 6.00 106.00

121.00 11.00 24.20 2.20 6.60 112.60

133.10 12.10 26.62 2.42 7.26 119.86

100.00 — 20.00 — — 100.00

105.00 5.00 21.00 1.00 6.00 106.00

110.25 5.25 22.05 1.05 6.30 112.30

115.75 5.50 23.15 1.10 6.61 118.91

(26)

Tablonun ilk kısmında, başlangıç dönemindeki 20 milyar birimlik yatırımın bir sonraki dönemde arzı σ It1=0.3×20=6milyar arttıracağı görülüyor. Bu durumda, ikinci dönemin yatırım harcamaları ne olmalıdır ki talep de arz gibi 106’ya çıksın ve başlangıçtaki arz-talep dengesini korusun? Dengeli büyümeyi sağlayan yatırım artış hızı formülüne göre, ikinci dönemin yatırımları, birinci döneminkinden

06 . 0 3 . 0 2 . 0

. = × =

=ασ

ri oranında artarsa denge devam edecektir. Gerçekten ilk dönemin yatırım düzeyi 20 milyarın %6 üstünde 21.20 düzeyinde gerçekleşirse, ikinci dönemin yatırımları, 1 5 21.20 106

=

×

=

= t

t I

Y α milyarlık talep düzeyi yaratacaktır.

Üçüncü dönemin arz artışını ise ikinci dönemin yatırımları 36

. 6 20 . 21 3 .

1=0 × =

=

Yt σ It milyar olarak gerçekleştirmekte ve toplam arzı 112,36 milyara çıkarmaktadır. Eğer üçüncü dönemin yatırımları yine ikinci dönemin yatırımlarından %6 fazla olarak (21.20 x 0.06 = 1.27), 22.47 milyar olarak gerçekleşirse, üçüncü dönemin talebi de, 5 x 22.47 = 112.36 milyar olarak arz düzeyine eşitlenecektir.

Tablonun ikinci bölümünde yatırımların her dönem, bir önceki döneme göre

%10 fazlasıyla gerçekleştiği görülüyor. Burada talebin büyüme hızı, arz-talep dengesini sağlayacak büyüme hızını aşmış ve ekonomiyi dengeden çekip götürmüştür.

Tablonun üçüncü bölümünde ise, yatırımlar her dönem bir önceki dönemin %5 fazlasıyla gerçekleşmekte ve bu kez de talep giderek arzın gerisinde kalmaktadır.

2.1.2 HARROD BÜYÜME MODELİ

Harrod da Keynes’in yaptığı gibi ekonomide eksik istihdam dengesinden devamlı bir tam istihdam dengesine varmanın yollarını araştırmıştır. İki iktisatçı arasındaki fark, Keynes’in makro-statik açıdan incelediği sorunun Harrod’ da makro dinamik açıdan ele alınmasında yatmaktadır (Acar, 2002, s.83).

(27)

i) Modelin Varsayımları

1) Tasarruf Varsayımı: Harrod, ortalama tasarruf eğilimi ile marjinal tasarruf eğiliminin sabit ve birbirine eşit olduğunu varsaymıştır. Geliri Y, tasarrufu S, zamanı (ya da dönemi) t ile gösterecek olursak, t dönemin için tasarruf fonksiyonu:

t

t sY

S =

şeklinde yazmamız mümkündür. Burada sözü edilen tasarruf, planlanan (ex ante) anlamındadır. Fakat Harrod’ a göre tasarruf planları daima gerçekleşecektir.

Dönem başı itibariyle yani gerçekleşen (ex post) fiili tasarrufu f işareti ile gösterirsek, planlanan tasarrufun mutlaka gerçekleşeceği varsayımından hareketle:

t

t Sp

Sf =

Ayrıca fiili yatırım tanım gereği fiili tasarrufa eşit olduğundan:

t

t Sf

If =

eşitliğini yazmak mümkündür.

Planlanan yatırıma gelince, bu parametre yukarıdakilerden tamamen bağımsız olarak ve başka etkenlerin etkisi altında oluşur. O halde, planlanan yatırımın (Ipt) kendiliğinden ve otomatik olarak mutlaka planlanan tasarrufa (Spt) eşit olması beklenmez. Çünkü tasarruf edenlerle yatırım yapanlar ayrı kişilerdir. Her iki grup da farklı nedenlerle tasarrufa ve yatırıma gitmektedirler. Bu durumda da planlanan tasarruf ile planlanan yatırım ancak tesadüfen birbirine eşit olabilir. Eşit olmadığı zaman ise bunlardan ancak biri gerçekleşebilir. Harrod, tasarruf planlarının gerçekleşeceğini varsaymaktadır. Eğer eşitlik söz konusu değilse fiili yatırım, tasarruf planlarına uyar ve böylece arzu edilmeyen bir yatırım fazlası veya eksiği ortaya çıkar.

(28)

Ip < Sp (yada Ip < If ) durumunda arzu edilmedik bir yatırım, yani arz fazlası yahut talep noksanı var demektir. Elde stoklar birikir, satılamaz ve boş kapasite ortaya çıkar.

Ip > Sp (yada Ip > If ) durumunda ise üretim az gelmiştir ve talep fazlası vardır;

üretim, satışları karşılayamamaktadır ve stoklar eksilir (Harrod, 1939, s.19).

2) Hızlandıran İlkesi: Girişimcilerin, bu dönemden bir sonraki döneme üretimlerini ∆Y =YtYt1 kadar artırmayı planlamış olduklarını varsayalım. Bu üretim artışını gerçekleştirmek için planlanan (ex ante) yatırım düzeyini, bir tür hızlandıran katsayısı olarak da tanımlanabilen sermaye / hasıla oranı (g) belirler. Sermaye hasıla oranı, bir birim hasıla (veya hasıla artışı) yaratmak için gerekli olan sermayeyi (veya sermaye artışını = yatırım) belirtmektedir.

) ( − 1

= t t

t g Y Y

Ip

ii) Modelin İşleyişi ve Gerekli Büyüme Hızı (Gw)

Harrod’ un modelinin işleyişini üç tip gelir artış hızı yarımıyla izah edebiliriz.

∗ Gerekli (tatmin edici) büyüme hızı (Gw)

∗ Fiili büyüme hızı (Ga)

∗ Tabii büyüme hızı (Gn)

Gerekli (veya tatmin edici) büyüme oranı, planlanan tasarrufu planlanan yatırıma eşit kılan ve ekonomide arzu edilmeyen bir stok fazlası veya eksikliği ile karşılaşılmasına fırsat bırakmayan büyüme oranıdır (Tezel, 1989, s.251):

t

t Ip

Sp =

) (

.Yt = g YtYt1 s

(29)

g Gw s Y

Y Y

t t

t−1 = =

iii) Fiili Büyüme Hızı (Ga) ve Gerekli Büyüme Hızından (Gw) Sapmalar:

Gerekli gelir büyüme oranı (Gw) arzulanan yatırım ile tasarrufu eşit kılan büyüme oranı idi. Fiilen planlanmış olan ve gerçekleşen gelir artışı mutlaka bu oranda olmayabilir. Fiili gelir büyüme hızı Ga ile gösterilsin.

Ekonominin fiilen de tatmin edici büyüme haddinde büyümesi veya Ga = Gw halinde, gerek yatırım gerekse tasarruf planları gerçekleşmiş olur; bir kapasite noksanı yahut boş kapasite (arzu edilmedik yatırım eksiği yahut fazlası) ortaya çıkmaz. Üretim planları gerçekleşmiş, üretilen malların ise tamamı satılmıştır. Bu, girişimcileri tatmin eden bir durumdur. Bu takdirde, girişimciler gelecek dönem için de aynı oranda bir üretim artışı (Ga) planlar ve gerçekleştirirler. O halde gelecek dönem de Ga = Gw olacaktır ve bu böyle devam eder. Bununla birlikte bu denge bıçak sırtı duruma işaret eder. Harrod’ un bıçak sırtı denge kavramını açıklamak oldukça güçtür. Çünkü modelde üretim yeterince hızlı artmazsa aşırı üretimle, tersine yeterinden hızlı artarsa eksik üretimle karşılaşılacağı savunulmaktadır. İlk bakışta çok çelişik görünen bu mekanizmayı açıklayalım.

Fiili büyüme hızı gerekli büyüme hızını aşıyorsa Ga > Gw fiili yatırımlar planlanan yatırımların altında kalır If < Ip. Üretim artışı, fiili yatırımları planlanan yatırımlara eşit kılmada yetersiz kalmıştır. Bu durumda talep artışı, arz artışının önünde gitmeye başlar. Bu talebe arz yetiştirmek için girişimciler üretimlerini artırmak isterler.

Böylece planlanan yatırım ve talep fazlası gelecek dönem daha da artacaktır; giderek denge noktasından uzaklaşılır.

Fiili büyüme hızının gerekli büyüme hızının altına düşmesi Ga < Gw, arzın talebi aşması ile sonuçlanır. Çünkü gelir, fiilen yeterli derecede artmamıştır. Bu nedenle de, üretim talebin üstünde kalmış, tasarrufun tamamı, yatırım olarak talep edilmemiş

(30)

(If = Sp = sY > Ip ), yani elde stoklar birikmiş ve ortaya boş kapasite çıkmış olacaktır.

Bu durumda ellerinde satılamamış mal stokları kalan girişimciler kötümser bir havaya bürünecekler ve yatırımları kısma yoluna gideceklerdir. Yatırımların kısılması talebin daha da azalmasına yol açacak ve birbirini izleyen dönemler boyunca dengeden uzaklaşılacaktır.

iv) Tabii Büyüme Hızı (Gn)

Eğer fiili büyüme gerekli büyümeyi aşarsa, ekonomi hızlı bir şekilde büyüyor demektir. Ancak, büyüme yolunda ilerlenirken tabii ve teknik şartların oluşturduğu bir tavana çarpılabilir (Acar,2002, s.87). Gerçekten de, ekonomilerde üretim artışı zaman zaman belli bir sınıra gelip dayanmaktadır. İşte; işgücü, doğal kaynaklar, sermaye, üretim teçhizatı, teknolojik seviye ve teknik bilgi gibi faktörlerin elverdiği ölçüdeki büyüme oranına Harrod tabii büyüme oranı adını vermiştir. Eğer tabii büyüme oranı gerekli büyüme oranının üstündeyse fiili büyüme oranının, gerekli büyüme oranını aşması mümkündür. Ancak, tersi durumda, fiili büyüme oranı, gerekli büyüme oranının altında kalmaya mahkumdur ve ekonomi sürekli durgunluğa girmiş olur.

v) Sayısal Örnek:

Harrod’ da üretim planları başta gelir. Girişimciler geçen dönemdeki üretim ve satışları, yani elde stok fazlası veya noksanı olup olmadığını da hesaba katarak, belirli bir seviyede gelir veya üretim (veya belirli bir oranda üretim artışı) planlar ve kararlarını gerçekleştirirler. Üretim miktarı bu şekilde gerçekleştikten sonra, ikinci safhada toplam talebi yani toplam satışları belirleyecektir.2

Üretim planlarının önce gelmesi ve talebin (satışların) buna göre belirlenmesi ve bu takdirde karşılaşacağımız çeşitli ihtimaller ( Ga = Gw, Ga > Gw, Ga < Gw), aşağıda rakamsal bir örnek yarımıyla belirtilmektedir.

2 Şöyle ki, tüketim harcamaları (tüketim talebi yada tüketim malı satışları) o dönemdeki gelir seviyesine (üretim seviyesine) bağlıdır. Yatırım harcamaları (yatırım talebi) ise, iki dönem arasındaki gelir (üretim)

(31)

s = 0.2 ve g = 2 olsun. O halde:

10 2 %

2 .

0 =

=

= g Gw s

t-1 dönemi ile başlayalım ve Yt1 =10milyar lira olsun. t-1 döneminde “denge”

nin mevcut olduğunu, yani satışlar = üretim kabul edelim. t döneminde Ga’ nın Gw’

den, buradaki örnekte %10’dan daha az, daha çok veya eşit olması halinde ortaya çıkan aşırı veya noksan üretim veya “denge”nin durumları aşağıda hesaplanmıştır.

Tablo 2.2.Harrod Modeli-Sayısal Örnek

(1) (2) (3) (4) (5)

Üretim (Gelir) Yn Tüketim Talebi (Satışları) (1 – S)Yn Tasarruf Sp = Sf = If = s.Yn Yatırım Talebi (Satışları) Ip = g (Yn – Yn-1) Toplam Talep (Satışlar) (2) + (4) Aşırı veya Eksik Üretim 1. If – Ip : (3) – (4)

2. Y – (C+I): (1) – (2) – (4)

t – 1 10 8 2 2 10

t; 1. şık 11.11 8.88 2.22 2.22 11.11 0 Ga = Gw durumu t; 2. şık 10.5 8.4 2.1 1 9.4 +11 Ga < Gw durumu

veya aşırı üretim t; 3. şık 12 9.6 2.4 4 13.6 -1.6 Ga > Gw durumu

veya eksik üretim

1. şık olarak girişimciler t döneminde 11,11 milyar oranında bir üretim seviyesi planlasınlar. Acaba, buna göre toplam talep (satışlar) ne olacaktır? Tasarruf ve tüketim doğrudan o dönem geliri ile ilgilidir. Örnekte s = 0.2 ve c = 1 – 0.2 = 0.8 olduğuna göre, tüketim talebi 8.88 milyar lira olacaktır; 2.22 milyar lira tasarruf edilecektir. Yatırım talebi ise gelir artışına bağlıydı; Ip = g (Yn – Yn-1). Burada I = 2 (11.11 – 10) = 2.22’dir. Demek ki, Ga = Gw’ dir ve aşırı veya eksik üretim sıfırdır.

(32)

Nitekim: 10% 11

. 11

10 11 .

1 11 − =

− =

=

t t t

Y Y Gw Y

2. şıkta üretim (gelir) seviyesi 10.5 milyar TL seviyesinde demek ki %10’dan büyük bir üretim seviyesi planlanmıştır. (Ga < Gw durumu). Bundan dolayı da bir aşırı üretim (eksik talep) ortaya çıkmıştır.

3. şıkta planlanan üretim (gelir) seviyesi 12 milyar TL varsayılmaktadır.

Bu Ga > Gw durumunu göstermektedir. Bu durumda bir eksik üretim (aşırı talep) ortaya çıkmaktadır.

(33)

2.2 NEOKLASİK BÜYÜME KURAMLARI 2.2.1. SOLOW – SWAN MODELİ

Harrod ve Domar modellerinin istikrarsız bir büyüme sonucu vermelerine karşın, Meade, Solow, Swan gibi yazarlar neoklasik varsayımlarla çalışan, istikrarlı büyüme modelleri sunmuşlarıdır(Hiç,1994, s.121). Burada en önemlisi olan Solow- Swan Modeli ele alınacaktır.

1950’li yıllarda Solow (1956) ve Swan (1956) iki ayrı makalede sonradan neoklasik büyüme teorisi olarak adlandırılacak yeni bir büyüme teorisi ortaya attılar.

Neoklasik büyüme teorisinin temel çıkış noktası, Harrod-Domar’ da olduğu gibi, Keynes’in klasik iktisat öğretisine eleştirinin dinamik analizidir. Temel soru eksik istihdamın olmadığı dengeli büyüme seyrinin sağlanıp sağlanamayacağıdır. Ancak neoklasik büyüme taraftarları, Harrod-Domar Modelini iki noktada eleştirmektedirler (Tezel, 1989, s.226). Birincisi Harrod-Domar Modelinde, üretim faktörlerinin ikamesinin mümkün olmaması, faktörler arasında sabit bir bileşim oranının düşünülmesidir. Neoklasiklere göre, eğer faktörler arasında sabit bir bileşim oranı varsayılmamış olsaydı, büyüme dengesi kararlı bir durum izleyebilirdi. İkinci olarak, Harrod-Domar Modelinde kısa dönem analiz araçları olan çoğaltan, hızlandıran ve sermaye-hasıla oranı gibi araçlar kullanılmış; uzun dönem büyüme analizi yapılmamıştır. Ayrıca, Harrod ve Domar Modelinde talep analizleri ön planda gelmekte, üretim fonksiyonu özellikleri arka planda tutulmaktaydı. Neoklasik büyüme modelinde ise, üretim fonksiyonu ön plana alınmakta, Cobb-Douglas fonksiyonu ile çalışılmakta, talep analizi ise arka planda gelmektedir.

2.2.1.1 MODELİN VARSAYIMLARI

∗ Ekonomide tek bir mal üretiliyor kabul edilmektedir. Bütün piyasalarında tam rekabet koşulları geçerli olan, bütün bireylerin tercihlerinin aynı ve rasyonel olduğu dışa kapalı bir ekonomi vardır.

(34)

∗ Emek ve sermaye faktörleri azalan marjinal verim kanununa tabidirler;

ölçeğe göre sabit getiri söz konusudur (Hiç, 1994, s.121).

∗ Faktörler arası ikame mümkündür ve bağımsız bir yatırım fonksiyonu bulunmamaktadır.

∗ Uzun vadeli büyümenin motoru nüfus ve teknolojik gelişmedir ve her iki faktör de dışsaldır. Ayrıca dünyada oluşan teknolojik gelişme herkese aynı oranda hizmet edecek bir çeşit kamu malıdır (Romer, 1986, s.1003).

∗ Beşeri sermaye ve kamu politikalarının kendilerine özgü herhangi bir üretkenlik rolü yoktur.

∗ Tam yakınsama (absolute convergence) söz konusudur.

2.2.1.2 NEOKLASİK ÜRETİM FONKSİYONU

Solow Büyüme Modeli (SBM) dört değişken üzerinde yoğunlaşmaktadır:

Çıktı (Y), fiziksel sermaye (K), işgücü (L) ve teknoloji yada işgücü etkinliği (A). t zamanındaki üretim fonksiyonu aşağıdaki gibidir (Elgar, 1999, s.16):

)]

( ), ( ), ( [ )

(t F K t A t L t

Y =

Bu üretim fonksiyonuna göre üretim, bu girdilerin artan bir fonksiyonudur ve veri sermaye-işgücü düzeyinde üretim, teknolojik gelişme (A’ daki değişimler) yoluyla artırılmaktadır. Bu biçimde modele konulan teknoloji değişkeni A, “işgücü artışlı” yada Harrod-nötr olarak tanımlamaktadır.3

α

α

=

=F(K,AL) K (AL)1 Y

Teknolojik gelişme, A’ nın zaman içinde artmasıyla oluşur. Örneğin, bir birim işgücü, teknoloji düzeyi daha ileri olduğunda daha üretkendir. Buradaki AL terimi,

3 Diğer olası durumlar, “sermaye artışlı” yada “Solow-nötr” teknoloji diye bilinen F(AK,L) ile “Hicks- nötr” teknoloji diye bilinen AF(K,L) dir. Burada varsayılan Cobb-Douglas fonksiyonel biçiminde

(35)

işgücü etkinliğini yani işgücünün üretkenliğindeki gelişmeyi göstermektedir. Böyle bir varsayım altında sermaye-çıktı oranı zaman içinde sabit kalmaktadır. Fonksiyon sermaye ve işgücü girdisine göre ölçeğe göre sabit getirilidir. Bu homojenlik varsayımına dayalı olarak, sermayeyi ve çıktıyı etkin işgücü cinsinden yeniden yazabiliriz.

) (k

y = f (2.1.1)

Burada y = Y / AL, ve k = K / AL’ dir. (2.1.1) no' lu eşitliğe göre etkin işgücü birimi başına çıktı, ekonominin tümündeki fiziksel sermayenin değil, etkin işgücü birimi başına fiziksel sermayenin bir fonksiyonuna dönüşmektedir. Etkin işgücü başına sermaye, azalan getiriyle çalışmaktadır:

0 ) 0 ( =

f , f′(k)>0, f′′(k)<0

Yoğunlaştırılmış biçimde yazılan üretim fonksiyonu, Inada koşullarını yerine getirmektedir (Barro-Sala-i Martin, 1995, s.17): Inada koşulları, ekonominin durağan durum dengesine ulaşacağını belirler.

′ =

( )

lim 0 f k

k lim ( ) 0

k f k

→∞ ′ =

(2.1.1) genel eşitliğini Cobb-Douglas biçiminde tanımlayalım:

kα

y = (2.1.2)

Model, işgücü ve teknolojinin dışsal ve sabit bir oranda değişeceğini varsaymaktadır. Sırasıyla birikim denklemleri şöyledir:

A g A=

.

; A= A0egtA .(t)=g A(t)=g A(0)egt

L n L =

.

; L=L0 entL. (t)=n L(t)=n L(0)ent

(36)

Burada n, nüfus artış hızını; g, teknolojik gelişme hızını tanımlamaktadır.

Yatırımlara ayrılan kaynak, dışsal ve sabit bir yatırım oranına göre belirlenmektedir.

Buna göre sermaye birikim denklemi şöyledir:

K d Y s

K. = − (2.1.3)

Bu eşitliğe göre, sermaye stokundaki değişmeler (K), brüt yatırım miktarından (sY), üretim sürecinde meydana gelen aşınma ve yıpranmaların (dK) çıkarılmasına eşittir (Jones, 2001, s.21). Bir ekonomide kişi başına çıktının gelişimini incelemek için, sermaye birikim denklemini kişi başına sermaye cinsinden yeniden yazarız. Bu durumda (2.1.2)’deki üretim fonksiyonu, ekonomideki kişi başına sermaye stoku ne olursa olsun, kişi başına üretilen çıktının miktarını gösterecektir. Bu yeniden yazma işlemi, önce logaritmanın ardından da türevin alınmasıyla kolayca yapılabilir:

log log (log log )

k K k K A L

AL ⇒ = − +

A A L L K K

. . . .

k

k = − −

Bu türev denklemini, (2.1.3) eşitliğiyle birleştirdiğimizde:

g d K n sY k

k = − − −

.

n d g

k

s y− − −

=

Her iki tarafı k’ ya böldüğümüzde denklem, etkin işgücü başına terimlerle sermaye birikim denklemini verir:

k g d n sy

k. = −( + + ). (2.1.4)

(37)

(2.4) eşitliği, SBM’ nin temel denklemidir. Eşitliğin sağındaki birinci terim, ekonomideki fiili yatırımları; ikinci terim, etkin işgücü başına düşen fiziksel sermaye miktarını en azından aynı düzeyde sürdürebilmek için yapılması gereken yatırım düzeyini tanımlamaktadır. Eğer ekonomide etkin işgücü birimi başına fiili yatırımlar gerekli yatırımları aşarsa, k yükselecek; karşıt durumda k düşecektir. Her ikisi eşitlendiğinde, k sabit bir değer alacak ve k. =0 olacaktır.

2.2.1.3 SOLOW DİYAGRAMI VE DURAĞAN DURUM (STEADY STATE)

Şekil 2.3. Solow Diyagramı

Etkin işgücü başına sermaye sıfırken, fiili ve gerekli yatırımlar birbirine eşittir.

Inada koşulları, k = 0 iken f ′(k)’ nın daha dik bir eğime sahip olduğunu göstermektedir. k →∞ iken, f ′(k) giderek yataylaşır ve gerekli yatırım eğrisinden daha küçük eğime sahip olur. k*, ekonomideki fiili yatırımlarla gerekli yatırımların aynı oldukları noktayı, diğer bir ifadeyle “durağan durum dengesini” tanımlamaktadır (Ateş, 1996, s.13).

Belirgin bir örnek verebilmek için Şekil 2.3’de çizildiği gibi, bugünkü sermaye stoku k0 olan bir ekonomiyi dikkate alalım. k0 durumunda, etkin işgücü başına yatırım miktarı, etkin işgücü başına sermayeyi sabit tutmak için gereken miktarı aşarsa, sermaye derinleşmesi meydana gelir, yani k zaman içinde artar. Bu sermaye derinleşmesi, sy = (n+d+g) k noktasındaki k = k*‘ ya kadar sürer, yani bu noktada k=0’dır. Bu

(38)

noktada etkin işgücü başına sermaye miktarı sabit kalır ve böyle bir noktaya “durağan durum (steady state)“ denir. Ekonomi, k*’ dan daha büyük bir etkin işgücü başına sermaye stokuyla harekete geçseydi ne olurdu? Şekil 2.3’teki k*’ ın sağındaki noktalarda ekonomi tarafından gerçekleştirilen etkin işgücü başına yatırım miktarı, sermaye işgücü oranını sabit tutmak için gereken miktardan daha azdır. k terimi . negatiftir ve bu nedenle, bu ekonomideki etkin işgücü başına sermaye miktarı azalmaya başlar. Bu azalma, k* düzeyine gelinceye kadar sürer.

2.2.1.4. SBM’DE YATIRIM ORANINDAKİ DEĞİŞMELERİN ETKİSİ VE SERMAYENİN ALTIN DÜZEYİ (GOLDEN RULE)

s kadar yatırım oranıyla durağan durumdan başlayan ve yatırım oranı (örneğin yatırıma sürekli sübvansiyon sağlanması nedeniyle) s′ ’ ye kadar sürekli yükselen bir ekonomi düşünelim. Bu politika değişimini gösteren Solow Diyagramı Şekil 2.4’te gösterilmektedir. Tasarruf oranındaki (s) artışlar, fiili yatırım eğrisini (yada üretim fonksiyonunu) sağ yukarı kaydırır ve yeni durağan durum denge değeri, daha sağda (k**) oluşur. Bu düzeyde fiili yatırımlar, gerekli yatırımları aşar, yani etkin işgücünü tam

Şekil 2.4. Solow diyagramı – Yatırım Oranındaki Değişmeler

istihdamda tutabilmek için gereken yatırımlardan daha fazlası için ulusal gelirden kaynak aktarılmıştır. Bu nedenle k ′ pozitiftir. k' deki yükselme yeni k* değerine kadar sürer. k sabitken, Y/L A f(k)’ye eşittir ve Y/L, A’ nın büyüme oranı olan (g) kadar büyümektedir. Ancak tasarruf oranındaki değişmeler k’ yi sabit değil de pozitif bir

Referanslar

Benzer Belgeler

Rawls ise kapsamlı liberal teorile- rin liberalizmin tarafsızlık ilkesini ihlal ettiğini ve liberal bir adalet teorisi- nin kapsamlı değil siyasal olması gerektiğini, bir

(Karagül ve Masca, 2005:40) Sosyal sermaye kapsamında yapılan çalışmalar genellikle iktisadi konular üzerine olup ekonomik gelişme, yoksulluk, güven, iletişim

Çalışmada öncelikle, pandemi sonrası dönemde kentsel alanlar, sağlıklı kent- ler, yeşil alan sistemleri ve standartlarına ilişkin yapılan literatür taraması ar- dından,

Neo-klasik yönetim teorilerine katkıda bulunan yönetim bilimcilerin ikinci gurubu olarak, özellikle davranış bilimleri konusunda çalışmaları olan araştırmacılar

Neoklasik modelin üç temel ilkesi olarak; rekabetçi piyasanın görünmez elinin, serbest mübadele aracılığıyla bütün çıkarlar arasında uyum sağladığı ve böylelikle

Vergi ahlakı ile sosyal sermaye arasındaki ilişki açısından elde ettiğimiz pozitif yönlü ilişki, sosyal sermaye ve güven dü- zeyinin, vergi ahlakını olumlu

İnsanların toplumsal, sivil iletişim ağlarına üyeliği, ortak değerler, toplumsal olana/alana katılım, değer paylaşımı ve karşılıklılık/mütekabiliyet ilkesiyle sosyal

Yani ücret karşılığı istihdam edip kapitalistin biriktirdiği sermayeden ödenen ama kapitalist için de sermaye biriktiren emek türü üretken olan emek.. Diğeri ise,