• Sonuç bulunamadı

Aşağıda belirtilen unsurlar, büyümenin üç önemli ön koşulunu oluşturur ve yaklaşık iki yüz yıldan beri prodüktivitede görülen büyük artışın başlıca kaynağıdır.

• Tasarruf ve Yeni Sermaye Yatırımları

• Beşeri Sermaye Yatırımları

• Yeni Teknolojilerin Bulunması

• Yatırımları Yönlendirmede Devletin Rolü

Bir ekonomide çıktı üretilebilmesi için, fiziki sermaye, beşeri sermaye, (vasıfsız işgücü) ve doğal kaynaklar gibi girdiler girişimciler tarafından farklı teknolojik bilgiler çerçevesinde bir araya getirilir. Gayri safi milli hasıla ise, bir ülkede bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmet biçimindeki çıktıların parasal değerlerinin toplamıdır. Söz konusu üretim faktörlerinden fiziki sermaye; makinelerin araç ve gereçlerin, tesislerin, hammaddelerin ve diğer dayanıklı tüketim faktörlerinin birikmiş stokunu kapsar. Bu fiziki sermaye stokuna belirli bir dönem içinde yapılan eklemeler yatırım (investment) adını alır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde büyümenin temel unsuru sermayedir.

Büyüme hızı ve sermaye birikimiyle birlikte, yatırımların iç ve dış kaynaklarla uyumu büyüme stratejileri için önemli etkenler oluşturur.

Bir ekonomideki işgücü stoku, nüfus artışı ve artan bu nüfustan belirli bir kısmının işgücüne katılımıyla genişler. İşgücünün vasfı veya niteliği özellikle okullardaki ve işyerlerindeki eğitimler sayesinde geliştirildikçe, ülkenin beşeri sermayesi (human capital) de artmış olur. Beşeri sermaye, işgücü tarafından içerilen (embodied) bilgi ve beceriler toplamı olarak tanımlanabilir. Artık işgücünün sağlık ve beslenmeyle ilgili iyi olma (well-being) durumu da beşeri sermayenin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Çünkü 1980’lerin ortalarından itibaren neoklasik modeldeki sermaye kavramı eğitim, tecrübe ve sağlık olarak şekillenen beşeri sermayeyi de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Ülkelerin eğitimli, bilimsel ve teknik bilgi sahibi toplumlara dönüşmeleri de, okullaşma oranları, aktif nüfusun eğitim düzeyi ve öğrenci eğitim düzeyi dağılımları, eğitim ve sağlık harcamaları gibi yapısal göstergeler aracılığıyla izlenebilmekte ve değerlendirilebilmektedir. Yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki, eğitim süresi ve kalitesi arttıkça işsizlik azalmakta ve gelir seviyesi de artmaktadır. Eğitim görmüş ve görmemiş kişiler arasındaki bu gelir farkı giderek artmaktadır. Buna göre, ABD’de dört yada da ha uzun süre yüksek öğrenim görmüş 18-64 yaşındaki erkeklerin aylık gelirleri, ortaöğrenim görmüş olanlarınkine göre ortalama

% 86 oranında daha fazladır (1988 verilerine göre). Beşeri sermaye yatırımları üretimi dolayısıyla da verimliliği artıran etkili yatırımlardır. Beşeri sermaye Batı toplumlarında fiziki sermayeden daha hızlı ve büyük oranda bir büyümeye sebep olmaktadır. Başka bir deyişle, gelişmiş ülkelerin büyümesinin önemli bir bölümü beşeri sermayedeki artışlar ile açıklanmakta ve bu durum beşeri sermaye yatırımlarının önemini açıkça göstermektedir.

Ekonomik büyümenin diğer bir önemli unsuru olan teknoloji düzeyi, en geniş anlamıyla üretim süreci, ürünün kendisi, üretim ve yönetim organizasyonu, pazarlama ve satış sonrası servis ile ilgili bilgi ve deneyimlerin toplamı olarak tanımlanabilir. Bu stoktaki artışın yani teknolojik gelişmenin, ekonomik bakımdan bir anlam ifade edebilmesi için, kar veya zarar etmeyi göze alacak biçimde bir firmada yenilik (innovation) olarak uygulanmaya konulması gerekmektedir. Yenilikle sonuçlanan

teknolojik gelişmelerin kaynağı, firma açısından içsel yada dışsal olabilir. İçsel kaynaklar arasında firmanın kendi ar-ge etkinlikleri ve işçilerin, yöneticilerin, mühendislerin, kısacası bir firmanın tüm çalışanlarının iş başındaki deneyimlerinin artışı sayılabilir. Bu ikinci kaynağa, “yaparak öğrenme” (learning by doing) veya zaman/deneyim ekonomileri (economies of time or experience) denilmektedir.

Teknolojik ilerlemenin dışsal kaynaklarında en önemlisi ise, legal veya illegal yollardan yapılan teknoloji transferidir.

Bugün bütün gelişmiş ülkeler GSMH’ lerinin yaklaşık beşte birini bilginin üretimine ve dağıtımına harcamaktadırlar. Formal okul eğitimi GSMH’ nin yaklaşık onda birini alırken, GSMH’ nin %3-5’i de ar-ge harcamalarına gitmektedir (Drucker, 1993, s.259).

Son olarak, tüm bu üretim faktörlerine yapılacak yatırımları yönlendirmekte ve yatırımların kaynağını oluşturması açısından tasarrufları özendirmekte devletin rolü yadsınamaz. Ayrıca büyüme oranı ve gerisindeki yaratıcı faaliyetler pareto optimumuna ulaşılmasına yetmemektedir. Çünkü yeni malların yaratılması ve üretim yöntemleriyle ilgili bazı sapmalar meydana gelmektedir. Bu çerçevede uzun dönem büyüme oranı, vergilendirme, hukukun ve düzenin korunması, altyapı hizmetlerinin sağlanması, fikri mülkiyet haklarının korunması, hükümetin eylemlerine bağlıdır. O halde, hükümetlerin elinde uzun dönem büyüme oranlarını etkilemek için potansiyel olarak kullanabileceği olanaklar vardır.

1.3. BÜYÜME TEORİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Bazı araştırmacılar, ekonomik büyümenin öncüleri olarak klasikleri görürken, bazıları Harrod-Domar modelini kabul etmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, neoklasik büyüme teorisi asıl büyüme teorisinin başlangıcı kabul edilmekte, önceki çalışmalar dikkate alınmamaktadır. Örneğin Barro ve Sala-i Martin(1995), Aghion ve Howit (1998), ekonomik büyümenin kaynağını klasik iktisatçılarda görmektedirler.

Kibritçioğlu (1999) da günümüzde yeni büyüme modeli olan içsel büyüme teorilerinin ilk savunucusu olarak Adam Smith’ i görmektedir. Solow (1994) ve Bulutay (1972) ise,

esas almaktadırlar. Solow(1994), geçen 50 yıl içerisinde büyüme teorisi ile ilgili üç akımın olduğunu belirtmektedir. Bunlardan birincisi, Harrod-Domar tarafından geliştirilmiştir. İkincisi neoklasik modelin gelişmesi olmuştur. Üçüncüsü ise, neoklasik modelin bazı yetersizliklerine tepki olarak başlamıştır ve günümüzde içsel (endojen) büyüme teorileri olarak ifade edilmektedir. Literatürde en keskin ayırım, Jones (1995) ve Dornbusch-Fisher (1998) tarafından yapılmıştır. Bu iktisatçılara göre, büyüme kuramları üzerinde yoğun çalışılan iki dönem söz konusudur. Birinci dönem 1950’lerin sonu ve 1960’lı yıllar, ikinci dönem ise bundan otuz yıl sonra 1980’lerin sonu ve 1990’lardır. Birinci dönemdeki araştırmalar neoklasik büyüme teorisini ortaya çıkarmıştır. Bu dönem büyüme teorilerine en büyük katkıyı Solow yapmıştır. İkinci dönem yani yeni araştırmalar da içsel büyüme teorileri diye bilinmektedir. Bu tezde ise temel olarak Solow’ un sınıflandırması esas alınmış anacak yine de tarihsel bir kesinti yaratmamak amacıyla, merkantilist düşünceden başlayarak fizyokratların büyüme konusundaki görüşlerine ve daha sonra büyüme teorisine başlangıç temsil etmeleri nedeniyle, klasiklere, aşağıda kısaca yer verilmiştir.

Merkantilistler, ülkenin zenginliğinin para ve kıymetli madenlere bağlı olduğunu ve para miktarını artırmanın en iyi yolunun da, ithalatı kısıp ihracatı mümkün olduğunca artırmak olduğunu savunmuşlardır (Ali, 1992, s.50). Kıymetli maden elde etmenin yolu ise sömürgecilik faaliyetlerinden geçmekteydi. Merkantilistler ayrıca nüfusa da büyük önem vermişlerdir. Çünkü nüfus hem talebi artıran hem de ücretleri düşürerek ihracatı uyaran ve bu yolla ülkeyi zenginleştiren bir faktör olarak ele almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, sanayi ve ticaret kesimleri dinamik ve stratejik, tarım kesimi ise statiktir.

Fizyokratlarda, ekonomik büyüme, kendiliğinden meydana gelen bir olaydır ve ağırlıkla tarım ürünlerindeki artışı ifade eder. Üretim artışını sağlayan en önemli faktör doğa koşullarıdır. Fizyokratlara göre, sanayi ve ticaret kısır sektörlerdir, tek üretici sektör tarımdır. Çünkü toprak, kendine harcanan emekten daha fazlasını yaratma özelliğine sahiptir. Bu görüş, klasik dönemin başlangıcına kadar hakim olmuştur.

Günümüz iktisadi büyüme teorilerinin temelleri,klasik ekolün temsilcileri olan ekonomistlerin, Adam Smith (1776), David Ricardo (1817) ve Thomas Malthus (1798)

ve çok sonra Frank Ramsey (1928), Allyn Young (1928), Frank Knight (1944) ve Joseph Schumpeter (1934) sunduğu önerme çözümlemeler üzerine inşa edilmiştir.

Toprağın sabit olarak alındığı sermaye ve işgücünün yer aldığı klasik üretim fonksiyonunu kullanan klasik iktisatçılar, sermaye birikimi, kişi başına düşen gelir ve nüfus artışı, rekabet şartları, genel denge dinamikleri, işgücünün uzmanlaşması, yeni üretim metotlarının keşfinde teknolojinin rolü, azalan verimler yasası ve fiziki sermayenin oluşumuna katkısı gibi modern iktisadi büyüme teorilerinin temel olarak yer aldığı konularda genel ekonomik denge içinde büyüme perspektifini belirlemişlerdir.

A. Smith, kar amacı güden girişimcilerin, tasarruf ve yatırımlarıyla sağlanan sermaye birikiminin, iş bölümü ve uzmanlaşmaya yol açacağını savunmuştur. Piyasanın genişlemesi, iş bölümü ve uzmanlaşmanın artması, içsel ve dışsal ekonomiler yaratacak, böylece emekte azalan verim değil aksine artan verimler kanunu geçerli olacaktır (Hiç, 1992, s.27). A. Smith’ e göre, büyüme kendi kendini besleyen bir süreçtir. Bu sürece giren ekonomilerde sermaye birikimi, nüfus ve gelir artıkça artan bir hızla artar, ancak artan verim, sonuna kadar devam etmez; karlar er geç sıfıra düşecek, sermaye birikimi ve bununla birlikte, nüfus ve gelir artışı duracak, böylece ekonomi durgunluk safhasına girecektir.

K.Marx’ a göre büyümenin temelini, yarattığı artı değer ile emek oluşturmaktadır. Kapitalist ekonomi, sermaye birikiminin hızlanması ve üretim tekniğindeki değişmelerin (yeniliklerin) uygulamaya konması için gerekli şartları yaratmaktadır. Üretim tekniğindeki değişmeler ise “işgücü tasarruf edici” niteliktedir.

Kapitalist daha az sayıda emeği daha verimli çalıştırarak toplam karını artıracaktır.

Dolayısıyla üretimde emeğin payı azalırken, karın payı artacak ve bu durum uzun dönemde bir talep yetersizliğine neden olarak, sistemi çöküntüye götürecektir (Acar, 2002, s.70). Kapitalist sistem yerini sosyalizme bırakacak ve büyümenin sürdürülebilmesi, bütün üretim araçlarının kamuya devredilmesi, kamu eliyle artı değerin işçi sınıfı adına büyümeyi gerçekleştirmesi ile mümkün olacaktır.

J. Schumpeter’ de kapitalist sistemin gelişmesini sağlayan ve dalgalanmalara neden olan unsurlar yenilikler1 ve girişimcilerin rolüdür. Schumpeter, beş tip yenilik tespit etmiştir: 1. Piyasaya yeni bir malın yada mevcut bir malın yeni bir tipinin kalitesinin sürülmesi 2. Yeni bir üretim tekniği kullanılması 3. Yeni bir piyasanın açılması 4. Yeni bir hammadde yada yarı mamul kaynağının bulunması 5. Sanayinin yeniden organizasyonu; Tröstlerin kurulması, tekelleşme yada tekelin kırılması gibi.

Schumpeter’ e göre başlangıçta ekonomi durgun bir yapıya sahiptir. Karın veya faizin çok düşük olduğu bu safhada girişimci bir yenilik yoluyla ekonomide bir hareket yaratır. Bu hareket ekonominin diğer kesimlerine de yayılır. Bu şekilde başlayan gelişme süreci içinde firmalar giderek büyür, sermayedarları çoğalır ve mülkiyet tabana yayılmaya başlar.

Keynes’in makro ekonomik denge modeli ise getirdiği tüm yeniliklere karşın statik bir yapıya sahiptir. Bu modelle uzun dönemli ekonomik sorunları incelemek güçtür. Çünkü Keynes çağının başlıca sorunu olan yaygın ve sürekli işsizliğin hızla yok edilmesi gereğine daha çok önem vererek yatırım harcamalarının gelir ve talep artırıcı yönü üzerinde durmuştur.

Kronolojik olarak modern büyüme teorisinin hareket noktasını Ramsey’ in klasik makalesi oluşturmaktadır. Ramsey, hane halkının optimizasyon davranışının zaman içindeki analizini büyüme teorisi çerçevesinde incelemektedir. Ramsey’ in zamanlar arası fayda fonksiyonu Cobb-Douglas üretim fonksiyonunda göz önüne alınmıştır. Bununla birlikte Ramsey’ in yaklaşımı 1960’lara kadar iktisatçılar tarafından fazlaca ön plana çıkarılmamıştır (Baro ve Sala-i Martın, 1995,s.iv.)

Ramsey’ le 1950'li yılların sonlarına kadar Harrod (1939) ve Domar(1946) Keynesgil analize ekonomik büyümeyi monte etmeye çalışmışlardır. Harrod-Domar büyüme modeli, girdiler arasındaki ikame oranının küçük kabul edildiği bir üretim fonksiyonuyla, kapitalist sistemin kararsız bir yapıya sahip olduğunu belirtmişlerdir.

1929 ekonomik bunalımının ardından geliştirilen bu modeller, sonraki yıllarda

1 Yenilikler, herhangi bir keşif yada icadın ticari alanda uygulanmaya başlamasını ifade eder. Halbuki

ekonomistler arasındaki popülaritesini yitirmiş olsa da sonraki bölümde Harrod ve Domar’ ın modelleri daha ayrıntılı ele alınacaktır.

Büyüme teorisine en önemli katkıyı Solow(1956) ve Swan (1956) yapmıştır.

Solow büyüme modelinin (SBM) temelini, girdilerin azalan verimlere sahip olduğu ve ölçeğe göre getirinin sabit varsayıldığı neoklasik üretim fonksiyonu oluşturmuştur. Bu üretim fonksiyonu, ekonominin basitleştirilmiş bir genel denge modelini kurmak amacıyla, sabit tasarruf oranı varsayımıyla birleştirilmiştir. Neoklasik büyüme yaklaşımı olarak adlandırılan bu modele göre başlangıçta GSYİH’ leri göreli olarak düşük olan ülkeler, daha büyük büyüme oranlarına sahip olacaklardır. Bu sonuca, sermayenin azalan verimlere tabi olarak çalıştığı varsayımından hareketle ulaşılmaktadır. Yani işgücü başına daha az sermayeye sahip olan ülkeler, daha yüksek sermaye getiri oranına ve dolayısıyla büyüme oranına sahip olacaklardır ve gelişmiş ekonomilerin ulusal gelirlerine yakınsayacaklardır. Bu yakınsama(convergence) süreci literatürde ‘tam yakınsama’ (absolute convergence) olarak adlandırılmaktadır.

Yakınsamanın kısıtlı olmasının nedeni, işgücü başına sermaye ve üretimin durağan durum düzeylerinin tasarruf oranı, nüfus artış hızı ve üretim fonksiyonuna bağlı olmasıdır. Neoklasik büyüme modelinden çıkan bir başka sonuca göre de, teknolojik gelişmelerde sürekli gelişmelerin sağlanamaması durumunda, büyüme giderek yavaşlayacaktır. Bu sonucun nedeni, kökenlerini Ricardo ve Malthus’ da bulan sermayenin azalan verimliliği varsayımıdır. Nüfus artış oranının yanı sıra, uzun dönem ekonomik büyüme oranını belirleyen en önemli unsur olan teknolojik gelişmenin yer almadığı Solow ve Swan modeli uzun dönemde büyüme denklemine açıklık getirmemektedir.

Cass(1965) ve Koopmans(1965) Ramsey’ in tüketici optimizasyonunu yeniden neo-klasik model çerçevesinde ele almaktadır ve böylece tasarruf oranının içsel olarak alınmasını sağlamaktadır. Bu genişletme koşullu yakınsama hipotezini muhafaza ederken daha zengin geçişlilik dinamiği sağlamaktadır. Tasarruf oranının içselliği uzun dönem kişi başına büyüme oranının dışsal teknolojik gelişmeye bağımlılığını ortadan kaldırmaktadır. Neoklasik büyüme modelinin Cass-Koopmans yorumunda, marjinal ürünlerine göre ücretleri ödenen emek ve sermaye gibi üretim faktörlerini içeren bir

ademi merkeziyetçi ve rekabetçi sistemle denge bağdaşmaktadır. Toplam gelir ölçeğe göre sabit getirili bir üretim fonksiyonu hipoteziyle bağdaşmaktadır. Ayrıca bu ademi merkeziyetçi sonuçlar pareto anlamında optimaldir.

Arrow (1962) ve Sheshinsky (1967) fikirlerin üretim ya da yatırım istenmeden oluşan yan ürün olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu mekanizmaya ‘yaparak öğrenme’

adı verilmektedir. Bu modellerde her bir bireyin buluşu anında bütün ekonomiye yayılmaktadır. Bilginin bu şekilde anında ekonomiye yayılmasının nedeni, bölünemez oluşunun bir sonucudur. Daha sonraları, Paul Romer (1986) teknolojik ilerlemenin bir denge oranını belirlemek için rekabetçi bir çerçevenin oluşabileceğini göstermiştir.

Ancak bunun sonucu olarak ortaya çıkacak teknik ilerleme oranı pareto optimumu içermeyecektir. Daha genel bir şekilde söylemek gerekirse, buluşlar kısmen bir gönüllü ar-ge çabasının sonucu ise ve eğer bir bireyin buluşu diğer üreticilere kısmen yayılıyor ise rekabetçi çerçeve değişecektir. Bu daha gerçekçi bir çerçeve içinde ele alınırsa , neoklasik büyüme teorisinde temel değişikler gerektirmektedir ve teoriye eksik rekabetin sokulması gerekir. Bu ise Romer’ den önce (1987,1990) yapılmamıştır.

1960’lı yılların ortalarında itibaren teori ve ampirik uygulamalara uzunca bir süre yer verilmemiştir. 1970’li yıların başlarına doğru olaylarla arasındaki bağın olmaması nedeniyle büyüme teorisi bir araştırma alanı olmaktan adeta çıkmıştır. 1970’li yılların başlarında petrol krizi bütün dünyayı alt üst etmiş ve makro ekonomide bir rasyonel bekleyişler devrimi yaşanmıştır. Dolayısıyla 15 yıl boyunca makro ekonomik araştırmalar yalnızca konjonktür-dalgalanmalar üzerine yoğunlaşmıştır.

1980’li yılların ortalarından itibaren büyüme teorisinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu döneme öncülüğü Paul Romer(1986) ve Robert Lucas(1988) yapmıştır.

Bu araştırmalarda hareket noktası, uzun vadeli ekonomik büyümenin belirleyicileri olan temel etmenlerdir. Bu belirleyiciler, konjonktüre karşı izlenen para ve maliye politikalarından çok daha önemlidir. Daha da önemlisi dışsal teknik ilerlemeye endekslenmiş uzun vadeli kişi başına ekonomik büyümeyi içeren neoklasik büyüme modelinin hakimiyetinden kurtulmak gerekmektedir.

Dolayısıyla son katkılar uzun vadeli büyüme oranını modelin içsel değişkenlerine göre açıklamaktadır. Bu nedenle yeni büyüme teorilerine içsel adı verilmektedir. Büyüme teorisine yeni bir bakış getiren bu araştırmalarda, esasen yeni bir teknolojik değişim teorisi sunulmaktan ziyade, yetkin insan gücünün sermaye olarak tanımlandığı ve geniş anlamda bilginin üretim sürecinde kullanımın yaygınlaştığı varsayımı ile oluşturulan denklemde, sermaye mallarındaki yatırımın verimliliğinin, ekonominin gelişimi ile azalma eğilimine girmeyeceği ve böylece sermaye birikiminin azalan verimliliğinin önlenmesinin mümkün olabileceği öne sürülmektedir.

Romer (1986), Lucas(1988) , Rebello (1991) ‘ nun bu yeni araştırma dalgası önce Arrow (1962) Sheshinsky (1967) ve Uzawa (1965) ’ nın çalışmalarını reel olarak teknolojik değişme teorisini devreye sokmaksızın derinleşmiştir. Bu modellere göre ekonomi geliştikçe, beşeri sermayeyi de içeren sermaye mallarına yapılan yatırımların randımanı düşmediği için sınırsız olarak artmaktadır. Aslında bu fikir Knight (1944) ‘ a kadar gitmektedir. Üreticiler arasında bilgilerin yayılması ve beşeri sermayenin dışsal yararları bu sürece dahil edilmektedir. Böylece bilginin yayılması ve beşeri sermaye birikimi, sermayenin azalan verimlerine bir engel oluşturmaktadır.

Büyüme teorisine ar-ge teorilerinin ve eksik rekabetin eklenmesinin Romer sağlamıştır. Ayrıca, Aghion ve Howitt (1992) ve Grossman ve Helpman (1994) bu bağlamda önemli katkılar yapmıştır. Bu modellerde teknik ilerleme, ar-ge faaliyeti sonucu ortaya çıkmakta ve bu faaliyet belli bir monopol gücüyle ödenmektedir.

Büyüme oranı ve gerisindeki ve altındaki buluşçu faaliyet miktarı mal yaratımına ve yeni üretim yöntemlerine bağlı sapmalar nedeniyle pareto anlamında optimum gerisinde kalmaktadır. Dolayısı ile uzun dönem büyüme oranı kamu müdahalelerinden (vergi,altyapı,fikri hakların korunması v.b.) etkilenebilir. Bu açıdan, devlet potansiyel olarak uzun vadeli büyük bir etkiye sahiptir.

1990’lı yıllardaki büyüme modelleriyle 1980 ve öncesi büyüme teorileri arasındaki en önemli fark, son yıllardaki araştırmaların özellikle teoriyle veriler arasındaki ilişkilerle yakından ilgilenmeleri, bu nedenle de, ampirik değerlendirmelere dayandırılmalarıdır.

İKİNCİ BÖLÜM

2. DIŞSAL (EGZOJEN) BÜYÜME TEORİLERİ

2.1. NEOKLASİK ÖNCESİ BÜYÜME KURAMLARI

Harrod-Domar modeline kadar olan büyüme kuramlarına tarihçede yer verildiğinden bu bölümde tekrar edilmeyecek; Harrod ve Domar’ ın yaklaşımları ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Keynes, tasarruf ve tüketimin gelir seviyesine bağlı olduğunu ileri sürmüş, böylece yatırımların bir çarpan katsayısı ile gelir seviyesini tayin ettiğini tespit etmiştir.

Başka bir deyişle, Keynes yatırımların gelir yaratıcı rolünü ortaya çıkarmıştır.

Yatırımların kapasite arttırıcı rolü ise Keynes’in statik olan bu modelinde hesaba katılmamış; Harrod, Domar gibi Keynes sonrası dinamik modellerde ele alınmıştır.

Statik Keynes modelinde yatırım harcamaları efektif talebin bir öğesi olarak ele alınmış fakat yatırım harcamalarının kısa dönem dışında yaratacağı kapasite üzerinde durulmamıştır. Oysa bu kapasite artışı gelecekte kısa dönemli talebin üstünde veya altında bir arz oluşturuyorsa, Keynesgil denge tutturulamamış olur. Harrod ve Domar’ a göre böyle bir durumda artık dengeye dönmenin olanağı da kalmamıştır. Çünkü arzın, talebin altına kaldığı durumda girişimcilerin arzı artırmak için kapasite genişletme yolunda yapacakları yatırım harcamaları kısa dönemde talebin daha da yükselmesine ve arz ile talep arasındaki farkın büyümesine neden olacaktır. Bu fark genişledikçe girişimciler yatırım harcamalarını arttıracaklar, yatırım harcamaları artıkça arz-talep farkı daha da genişleyecek ve böylece dengeden giderek uzaklaşılacaktır. Tersine arz, talebin üstüne çıkarsa, satılmayan mal stokları girişimcileri yatırım harcamalarını kısmaya itecek, yatırım harcamalarının kısılması kısa dönemli talebi daraltıp satışları daha da düşürecektir. Böylece yine dengeden uzaklaşılacaktır. Şu halde, denge için gerekli yatırım artış oranı veya büyüme hızı tek bir artış oranını ifade eder ve veri tasarruf oranı ile sermaye / hasıla oranı arasındaki nispetle belirlenecektir. Bu gerekli büyüme hızından yüksek veya düşük kararlar, dengeden gitgide uzaklaşılmasına neden

olacaktır. Harrod-Domar modelinde ileri sürülen bu sürece bıçak sırtı denge denmesinin nedeni budur.

2.1.1 DOMAR MODELİ

Keynes’in de işaret ettiği gibi, bugünkü yatırım harcamaları seviyesi bugünkü toplam talebi ve bugünkü (yani kısa dönem) denge gelir seviyesini belirler. Fakat, bugünkü yatırımlar bugünkü gelir seviyesini belirlemek yanında, yarın için bir sermaye, yani üretim kapasitesi artışı da meydana getirmektedir. Bu kapasite artışının yarınki toplam talep tarafından tamamen kullanılması gerekir. Çünkü, yarın ortaya boş kapasitenin çıkması karşısında, daha ileriki dönemlerde girişimciler yatırım harcamalarını kısabilirler. Buna bağlı olarak tüketim harcamaları da kısılacağına göre, ileriki dönemlere ait gelir seviyesi büsbütün düşebilir. Şu halde bugün kurulmuş olan

Keynes’in de işaret ettiği gibi, bugünkü yatırım harcamaları seviyesi bugünkü toplam talebi ve bugünkü (yani kısa dönem) denge gelir seviyesini belirler. Fakat, bugünkü yatırımlar bugünkü gelir seviyesini belirlemek yanında, yarın için bir sermaye, yani üretim kapasitesi artışı da meydana getirmektedir. Bu kapasite artışının yarınki toplam talep tarafından tamamen kullanılması gerekir. Çünkü, yarın ortaya boş kapasitenin çıkması karşısında, daha ileriki dönemlerde girişimciler yatırım harcamalarını kısabilirler. Buna bağlı olarak tüketim harcamaları da kısılacağına göre, ileriki dönemlere ait gelir seviyesi büsbütün düşebilir. Şu halde bugün kurulmuş olan