• Sonuç bulunamadı

2.2. NEOKLASİK BÜYÜME KURAMLARI

2.2.1. SOLOW-SWAN MODELİ

2.2.1.6. MODELİN EKSİKLİKLERİ VE YÖNELTİLEN

özetleyebiliriz (Ateş,1998, s.5):

∗ Ekonomi uzun dönemde, başlangıç koşullarından bağımsız olarak durağan duruma yakınsar.

∗ Durağan durum düzeyi, tasarruf oranı ve nüfus artış hızına bağlıdır:

dy* / ds >0 ve dy* / dn < 0

∗ Kişi başına durağan durum gelirinin büyüme hızı ise, yalnızca teknolojik gelişme hızına bağlıdır.

∗ Durağan durumda sermaye stoku, gelir artış hızına eşdeğerde büyür ve bu nedenle k / y oranı sabittir.

∗ Durağan durumda sermayenin marjinal verimliliği sabit, buna karşın işgücünün verimliliği, teknolojik gelişme oranı ölçüsünde büyür.

∗ Ele alınan tüm ekonomiler için başlangıç koşulları aynı varsayılırsa, yakınsama süreci “tam yakınsama” olarak gerçekleşir. Aksi halde yakınsama “koşullu yakınsama” dır ve yakınama hızının belirlenmesi, her ülkenin başlangıç koşullarına ve dışsal tesadüfi şoklara bağlıdır.

NBM’ nin eksikliklerini şöyle sıralayabiliriz:

∗ Ülkelerarası Farklılıkların Önemi: Bunun için farklı kişi başına gelir düzeyine sahip iki ülke varsayalım. Eğer ülkelerden birinin tasarruf oranı diğerine göre dört kat daha büyükse, durağan durum değeri de iki kat daha büyük olacaktır. Bu sonuçlar nüfus artış hızı için de söylenebilir. Mankiw’ e (1995) göre, ülkelerarası karşılaştırmalı analiz bu sonuçları doğrulamamaktadır. Eğer geri kalmış ülkeler için temel sorunlardan biri teknolojik geri kalmışlık ise, bu ülkeler sermaye yada işgücünün artırmadan, gelişmiş ülkelerden ileri teknolojiyi taklit ederek hızla büyüyebilirler.

Ancak ileri teknolojinin kısa sürede taklit edilmesi ve uygulamaya geçirilmesi, bu ekonomilerin kıt beşeri sermaye stokları nedeniyle kolay değildir.

∗ Yakınsama Oranı: NBM’ ye göre, her ülkenin durağan durum büyüme oranı, başlangıçtaki parametrelerin alacağı değerlere bağlıdır. Bu durağan durum büyüme oranı, yakınsama sürecine yol açmaz. Ancak aynı durağan durum büyüme oranına sahip ekonomilerin gelişme çizgisi, neoklasik modelde belirlenebilmektedir.

Başlangıç parametrelerinden tasarruf oranı ve nüfus artış hızları dikkate alındığında, ülkelerin gelişme çizgisine ilişkin olarak, “koşullu yakınsama” sürecinden söz edilebilir.

Bazı çalışmalar, yaklaşık %2 oranında koşullu yakınsama saptamıştır (Barro,1991;

MRW, 1992). NBM’ de durağan duruma yakınsama, y. =−β (yy*) eşitliğindeki β katsayısınca belirlenmektedir ve durağan durum değerinden sapmanın, zamana ne ölçüde yayılacağını ölçmektedir. n, g ve d değerleri yüzde olarak tanımlanmışsa, β, sapmanın ölçüsünü % olarak belirler. Örneğin bir ülke için α, 1/3; n, %1; g, %2 ve d, %3 kabul edilirse, β değeri yıllık ortalama %4 tür ve bu değer, örnek ekonominin durağan durum düzeyine 17.5 yılda ulaşılacağını ifade etmektedir. Bu koşulsuz yakınsamadır ve koşullu yakınsama bağlamında düşünüldüğünde, süre çok daha uzun olacaktır.

∗ Getiri Oranı: NBM’ ye göre yoksul ülkelerin sermaye stoku küçük olduğundan, sermayenin marjinal getirisi yüksek, dolayısıyla kâr ve faiz oranı da yüksektir. Bu nedenle sermaye gelişmiş ülkelerden, yoksul ülkelere doğru hareket eder.

Ülkelere ilişkin veriler gözlendiğinde, K/Y oranı gelişmiş ülkelerde, yoksullara göre iki kat daha fazladır. Bu gözlemden sermayenin de iki kat daha yüksek olduğu gerçeği ortaya çıktığından, bu sonuç NBM ile tutarlıdır. Ancak yeni yaklaşımlara göre, sermayenin getirisinin ulusal gelirdeki payı, NBM’ nin ortaya koyduğundan çok daha büyüktür (Baro ve Sala-i Martin, 1995).

Yukarıda ortaya konulan NBM’ nin üç temel sorununda ortaya çıkan ortak nokta, sermayenin ulusal gelirdeki payının, anahtar rol oynamasıdır. Çünkü, sermayenin payı üretim fonksiyonunu da belirlemektedir. Bu pay ne kadar büyük olursa, ortalama

çıktıdaki azalma da o denli yavaşlar. Böylece, daha büyük bir α oranının varlığı, tasarruf oranındaki bir değişikliğin, durağan durum değerini daha büyük ölçüde etkilemesine yol açacaktır. Örneğin α, 2/3 kabul edilirse, yakınsama katsayısı (β), yukarıda hesaplanan değerin 1.5 katı olacaktır. Yeni içsel büyüme modellerine (İBM) göre sermayenin getirisinin ulusal gelirdeki payı, NBM’ nin öngörüsünden çıkan yaklaşık 1/3’den daha büyüktür (MRW, 1992). Bu yeni modellere göre, sermayenin getirisini 2/3 gibi bir orana çıkarmanın yolu, pozitif dışsallıkları tüm topluma mal etmektir. Pozitif dışsallığın ilk kuşak yaklaşımlarda ele alınışı (Romer, 1986; Lucas 1988), bilgi yoluyla olmuştur. Sonraki yaklaşımlarda sermaye bileşik bir tanıma genişletilerek (fiziksel sermaye artı beşeri sermaye) bu sonuç elde edilmiştir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.İÇSEL (ENDOJEN) BÜYÜME TEORİLERİ 3.1. İÇSEL BÜYÜME KAVRAMI

Ekonomik literatürde içsel büyüme teorisinin temellerinin Romer (1986) ve Lucas’ ın (1988) çalışmalarına dayandığı konusunda görüş birliği bulunmaktadır (Grossman ve Helpman 1994, s.27; Pack 1994, s.55; Solow 1994, s.45). Bu alandaki çalışmalar büyümenin, ekonomik sistemin kendi dinamikleri içinde, bir takım faktörlerin etkileşimiyle içsel olarak gerçekleştiğini ileri sürmesi bakımından, büyümeyi, tanımlanan model ve dolayısıyla ekonomik sistem dışındaki etkenlere bağlayan neoklasik büyüme yaklaşımından önemli ölçüde ayrılmaktadır (Ercan, 2000, s.129).

1950’li yıllarda Solow ile başlayan ve 1980’li yıllara kadar etkisini sürdüren neoklasik yaklaşım, ekonomik büyümeyi dışsal faktörler tarafından belirlenen bir kavram olarak ele almaktaydı. Ancak, 1980’li yıllarda eğitim, araştırma ve geliştirme, teknolojik yenilikler ve devletin yeniden keşfedilmesi ekonomik büyüme kavramının ve belirleyicilerinin tekrar ele alınmasını gerektirmiştir. Bu konudaki araştırmaların başlangıcı kabul edilen Romer (1986) ve Lucas (1988)’in çalışmaları, Arrow (1962)’un yaparak öğrenme (learning by doing) fikrini kullanmaktadır. Romer ve Lucas’ ın ilgili çalışmalarında, fiziki sermaye birikiminden ziyade, beşeri sermaye ve bilgi birikimi ön plandadır.

Yeni veya içsel büyüme modellerinin temel çıkış noktası, neoklasik büyüme teorisinin pratikteki somut gelişmeleri ve ülkeler arasındaki büyüme hızlarındaki farklılıkları açıklamakta yetersiz kalması olmuştur. İçsel büyüme teorileri neoklasik büyüme teorisinden şu noktalara ayrılmaktadır:

- Neoklasiklerin aksine, ekonomik büyümenin iktisat içi unsurların ürünü olduğu, sistemi dışarıdan etkileyen güçlerin sonucu olmadığı savunulmaktadır.

- Teknolojik gelişme, ekonomik sistemin içinde oluşmakta ve ekonomik kararlardan etkilenmektedir. Yani içsel büyüme teorileri çerçevesinde teknolojik gelişmenin içselleşmesi söz konusudur.

- Azalan verimlere dayalı neoklasik üretim fonksiyonu yerine, artan verimlere dayalı üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. Bu varsayımın temelinde, Romer’ in yatırım ve üretim sürecinde sadece fiziksel ürünün değil aynı zamanda yeni üretim bilgisinin de ortaya çıktığı şeklindeki görüşü yatmaktadır. Romer’ e göre üretim ve yatırım sürecinde bir yan ürün olarak ortaya çıkan bilgi, sadece o şirket için değil, ekonomi genelinde de verimlilik artışları sağlayacaktır (Barro, Martin, 1995, s.227).

- İçsel büyüme teorilerinde tam yakınsama hipotezi reddedilmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler gerekli olan önlemleri almazlarsa gelişmiş ülkeler ile aralarındaki gelir farkları gittikçe artabilecektir.

- Neoklasiklerin aksine, eğitim düzeyi, kamu politikaları ve kamu hizmetleri, dış ticaret, vergi, gelir dağılımı, bölgesel faktörler, kültürel yapı, dinsel faktörler, doğurganlık oranı, yönetim şekli, sağlık, enflasyon, yatırım oranı gibi faktörlerin uzun dönemde ekonomik büyüme üzerinde etkileri söz konusudur.

- Son olarak da, içsel büyüme teorilerinde, optimal büyüme oranına ulaşılabilmesi için devlet müdahalesi zorunlu bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.

3.2. İÇSEL BÜYÜMENİN BELİRLEYİCİLERİ

Endojen büyüme teorilerinin ortaya çıkı aşamasında, teknolojik bilgi üretimi hakkında birbirleriyle yakından ilgili şu kavramlar üzerinde önemle durulduğu dikkat çekmektedir.

(1) Bilgi (Knowledge), kısmen veya tamamen gizli bir kamusal mal (latent public good) niteliğindedir. Bilginin kullanımında tüketiciler açısından “birbirine rakip olmama” ve “kimsenin dışlanamaması” söz konusudur (Romer, 1986, s.1003).

(2) Teknolojik gelişme sonucu ortaya çıkan bilgiden diğer ekonomik birimlerin ne ölçüde yararlanılabildikleri (teknolojik dışsallıklar veya taşmaların derecesi) hayati bir öneme sahiptir.

(3) Ortada bir dışsallık varsa, bilginin üretimine özel kesimin yanaşmak istemeyeceği ve böylece piyasanın aksayacağı bir gerçektir4.

(4) Teknolojik gelişme (veya bilgi üretimi) ile, fiziki ve beşeri sermaye yatırımları arasında bir bağlantı/etkileşim bulunmaktadır.

İçsel büyüme sürecinde, büyümenin belirleyicileri ve bu belirleyici politikaların yarattığı sonuçlardan oluşan etkileşim bir bütün halinde Şekil 3.1’den izlenebilir.

Şekil 3.1. Yeni Modeller Çerçevesinde İçsel Büyüme ve Belirleyicileri

Yatırımlar Yatırımlar Yatırımlar

Yatırımlar Yatırımlar

Kaynak: Kibritçioğlu, 1998, s.11

4 Özellikle yüksek teknolojik (high-tech) endüstrilerinde ölçek ekonomilerinden kaynaklana piyasa aksamalarının var olması, korumacılık (protectionism) argümanların geliştirilmesine yol açmaktadır.

Kültürel,

Şekilden de anlaşılacağı gibi sağlık, eğitim ve teknoloji politikaları, beşeri sermaye birikimi ve ar-ge sektörüne katkıda bulunmaktadır. Ülkelerin sahip olduğu kültürel, dini ve sosyolojik etkenler de dolaylı olarak içsel büyüme sürecinde etkin rol oynamaktadır. Romer’ in de (1986 ve 1990) çalışmalarında belirttiği üzere, araştırma ve geliştirme sektöründeki beşeri sermayenin içerilmemiş teknolojik buluşları, büyümenin itici gücüdür. Bunun yanında, bilgi üretimindeki artışın “dağılma (spillover)” etkisiyle ve “yaparak öğrenme (learning by doing)” yoluyla tüm ekonomiye sağlayacağı katkı, firma özelindeki kazanımlardan çok daha fazla olacaktır. Tüm bu kazanımlar sonucunda Schumpeteryan anlamda yenilik oluşmakta; başka bir deyişle yeni ürünlerin, yeni üretim tekniklerinin keşfi ya da bir ünün farklı dizayn ve süreçlerinin bulunması yoluyla iktisadi büyüme gerçekleşmektedir.

3.3. İÇSEL BÜYÜME KURAMLARI

İçsel büyüme teorileri, küçük bir matematiksel ayrıntıya dayanmakla beraber çok geniş imalara sahiptir. Teori, öncelikle teknolojik gelişmenin neoklasik teorinin aksine ekonomik sistemin içinde oluştuğunu, dolayısıyla ekonomik kararlardan etkilendiğini ima etmektedir. İkinci olarak, yakınsama teorisi reddedilmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler gerekli önlemleri almazlarsa gelişmiş ülkeler ile aralarındaki gelir farkları gittikçe açılabilir. Üçüncü olarak da, bu teorilerde, optimal büyüme oranına ulaşılması için devlet müdahalelerinin gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır (Yülek, 1997, s.2)

Yakınsama öngörüsünün içsel büyüme teorisinde ortadan kalkışı gelişmekte olan Ülkeler için kritik bir öneme sahiptir5. Yeni teori bu farkı kapatmak için, gelişmekte olan ülkelerin aktif politikalar uygulaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu yüzden, öğrenme potansiyelinin yüksek olduğu ve beşeri sermayeye uygun sektörler önem kazanmaktadır.

5 Yakınsama, neoklasik ve içsel büyüme teorilerinin en önemli ayrıt edici özelliği olması açısından,

Şekil 3.2. İçsel Büyüme Modellerinin Türleri ve Varsayımları

Şekil 3.3. Birinci Tür İçsel Büyüme Modellerinin Alt türleri

Kaynak : Kibritçioğlu, 1998,s.12.

Bu ülkeler, statik Rikardiyen mukayeseli üstünlükler yerine dinamik mukayeseli üstünlüklerin oluşturulmasına önem vermelidirler6. Bu açıdan içsel büyüme teorileri, literatürde Uzakdoğu ülkelerinin gelişiminin açıklanmasında da kullanılmaktadır.

6 Bir ülke belli sektörlere yatırım yaptıkça o konuyu öğrenecek, dolayısıyla birim maliyeleri düşürecek, Teknolojik

İçsel büyüme teorilerini savunanlar birbirinden farklı konuları ön plana çıkarmıştır. Bu nedenle, aslında tek bir teoriden bahsetmek zordur. Bunları grup yapan ortak noktalardan biri, büyümenin uzun dönemde içsel olarak belirlenmesi düşüncesidir ki, bunun da birbirinden farklı iktisadi unsurlarla açıklanması söz konusudur. Reel hasılanın büyüme oranlarının uzun dönemde sıfır olmamasını yani iktisadi büyümenin tıkanmamasını ve kendi kendini besleyebilmesini sağlayan modeller, varsayımlarıyla beraber, Şekil 3.2’de verilmiştir. Birinci tür modellerde, neoklasik büyüme modelindeki temel varsayımlardan üçünün tamamen terk edildiği görülmektedir. Alt türleri de Şekil 3.3’de belirtilen bu modellerde, artan getiriye kaynaklık edecek değişik öneriler sunulmaktadır. Özellikle, Lucas (1998), beşeri sermayenin Romer (1986, 1990) Ar-ge çalışmalarını Barro (1990) kamu harcamalarının artan getiri sağlayacağını ileri sürmektedirler. Bu anlamda (1.tür) içsel büyüme teorileri, “beşeri sermaye modelleri”,

“araştırma&geliştirme (bilgi taşmaları) modeli” ve “kamu politikası modeli” olmak üzere üç ana başlık altında sınıflandırılabilir. Az sayıdaki ikinci tür modellerde ise, büyüme sürecinin içselleştirilmesi için teknolojik gelişmeni içselleştirilmesine gerek bulunmadığı, neoklasiklerin teknolojik gelişmenin sabitliği ve ölçeğe göre getirinin sabit olduğuna dair varsayımları saklı tutularak, sadece biriktirilebilen üretim faktörlerinin (kümülatif sermayenin) marjinal verimliliğinin azalmadığının (yani sabit kaldığı veya arttığının) varsayılması yoluyla bile içsel bir büyüme sürecinin ortaya çıkabileceği kurumsal olarak kanıtlanmıştır.

3.3.1. AK MODELİ (REBELO MODELİ)

Rebelo (1991) bu modelinde, iktisat politikalarındaki farklılıkların yol açabileceği büyüme farklılıklarına dayalı bir yaklaşım geliştirmektedir. Rebelo’ ya göre ekonomilerin farklı büyüme hızlarına sahip olmaları, önemli ölçüde iktisat politikalarının bir sonucudur. Bu tür modellerde, örneğin gelir vergisi gibi iktisat politikaları, fiziksel sermaye yatırımlarının getiri oranlarını azaltarak sermaye birikim oranını düşürür ve bu nedenle büyüme oranı azalır (Rebelo, 1993, s.912).

Model, 2.bölümde anlatılan Solow modelinden hareketle kolaylıkla

türetilebilmektedir. Dışsal teknolojik gelişmenin olmadığı (yani g≡ 0

.

A=

A ) bir modeli

dikkate alalım. Ancak, üretim fonksiyonu, α=1 durumu için yeniden tanımlayalım:

Y=AK (3.1.1.)

Bu fonksiyonda A, ekonominin teknoloji seviyesini gösteren pozitif, bir sabiti, K ise ekonominin sermaye stokunu göstermektedir. Üretim fonksiyonunun bu biçimdeki yazılışı, modele AK tipi adını vermektedir7. Sermaye stokuna bir dönem içinde yapılan eklemeleri hatırlayalım:

.

K = sY-dK (3.1.2)

Burada s, yatırım oranı; d amortisman oranıdır ve her ikisini de sabit olduğu varsayılmıştır. Basitlik sağlamak amacıyla nüfus artışının olmadığı ve bu nedenle büyük harflerin kişi başına değişkenler olduğunu düşünelim (örneğin ekonominin tek bireyden oluştuğunu düşünelim).

Grafik 3.1 AK tipi Model için Grafik 3.2. Solow Diyagramı Solow Diyagramı

7 AK Modeli, Y=AKαLβ şeklindeki Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonundan esinlenerek türetilmiştir.

Burada α+β=1 (ölçeğe göre sabit getiri) ve α=1 varsayımları altında Y=AK üretim fonksiyonuna sY

dK

> > > > K

K0 k*

(n+d)k sy

k

Grafik 3.1’de Solow grafiğine benzer bir grafik bu model için oluşturulmuştur.

dK çizgisi, sermaye stokunun aşınan kısımlarını yerine koymak amacıyla gereken yatırımı miktarını yansıtmaktadır. sY eğrisi de, sermaye stokunun bir fonksiyonu olarak toplam yatırımı göstermektedir. Y, K’ ye göre doğrusal olduğundan, sY düz bir doğrudur ve AK modelinin temel bir özelliğini oluşturur. Şekilde çizildiği gibi, toplam yatırımın toplam amortismandan daha büyük olduğunu varsayıyoruz.

K0 noktasında harekete başlayan bir ekonomiyi dikkate alalım. Bu ekonomide, toplam yatırımlar, toplam amortismandan büyük olduğundan, sermaye stoku büyüme gösterir. Bu büyüme zaman içinde sürer: K0’ın sağındaki her noktada da sermaye stoku sürekli büyür ve modelde büyüme asla kesilmez.

Büyümenin bu şekilde sürekli olmasının açıklanması, Grafik 3.1 ile Grafik 3.2’

deki Solow diyagramı karşılaştırıldığında görülmektedir. Solow diyagramında α<1 olduğundan, sermaye birikim süreci, azalan getiriye göre çalışmaktadır. Ekonomiye katılan her yeni bir birim sermaye, öncekinden daha az üretkendir. Bu, toplam yatırımların sonunda amortisman düzeyine düşeceğini ve (işçi başına) sermaye birikiminin ortadan kalkacağını anlatmaktadır. Bu modelde ise, sermaye birikimine göre sabit getiri vardır. Her bir birim sermayenin marjinal ürünü, her zaman A’ dır. Yeni sermayenin eklenmesi, sermayenin marjinal ürününü azaltmamaktadır.

İşte Rebelo (1991), burada, ölçeğe göre getirinin sabit olduğu varsayımı korunsa bile, sadece, azalan marjinal üretkenlik varsayımı yerine sabit (veya artan) üretkenlik varsayımı yapılarak bile bir tür içsel büyüme süreci elde edilebileceğini göstermiştir (Kibritçioğlu, 1998, s.15).

Bu nokta, matematiksel olarak da görülebilir. (3.1.2) eşitliğindeki sermaye birikim denklemini, her iki tarafı K’ ye bölerek yeniden yazalım.

K d S Y K

K = −

.

(3.1.1)’deki üretim fonksiyonundan Y/K=A dır; buna göre şu denkleme ulaşırız:

d K sA

K = −

.

Son olarak da, üretim fonksiyonunun sırasıyla logaritması ve türevi alınırsa, çıktı büyüme oranının sermaye büyüme oranına eşit olduğu görülebilir ve bu nedenle de,

d Y sA

Y = −

.

yazılabilir. Bu basit matematiksel işlemler AK büyüme modelinin temel özelliğini gözler önüne sermektedir:

Ekonominin büyüme oranı yatırım oranının artan bir fonksiyonudur. Bu nedenle, bu ekonominin yatırım oranını sürekli biçimde artırıcı nitelikteki hükümet politikaları, ekonominin büyüme oranını da sürekli biçimde artıracaktır (Jones, 2001, s.153).

Bu durum, α<1 durumundaki Solow modeli bağlamında da yorumlanabilir. α katsayısı, sY eğrisinin eğiklik derecesini ölçmektedir: α küçükse, eğilme hızı fazladır ve sY, dK’ yi daha düşük K* düzeyinde keser. Diğer yandan, α ne kadar büyükse, durağan durum değeri (K*), K0’dan o kadar uzakta oluşur. Yani durağan duruma geçiş süreci uzar. α=1 durumu ise, geçiş sürecinin sona ermeyeceği uç bir durumdur.

Böylelikle AK modeli, içsel büyümeyi sağlamaktadır ve kişi başına büyümenin varolması için modelde, dışsal bir oranda büyümekte olan teknoloji, nüfus gibi bir değişkenin varsayılması gerekmediğini kanıtlamaktadır. AK modelinde, standart neoklasik modelin aksine, uluslararası bir yakınsama süreci de öngörülmemiş olmaktadır (Barro ve Sala-i Martin, 1995, s.144).

3.3.2. AR-GE MODELİ (ROMER)

1980’lerin ortalarından başlayarak, Paul Romer, yaratıcı fikirler iktisadıyla ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi formüle etmeye çalışmıştır. Bu ilişki aşağıdaki gibi gösterilebilir:

Yaratıcı fikirler → Rekabetçi olmama→ Artan getiri → Aksak rekabet

Romer modelinde büyüme, karlarını maksimize etmeyi amaçlayan firmaların yatırım kararlarından açığa çıkan yaratıcı fikirler (teknolojik gelişme) ile olmaktadır.

Modelde teknoloji ne bir geleneksel mal ne de kamusal mal niteliğindedir.

Teknoloji rekabete konu olmayan (non rival) ve kısmen dışarıya yansıyabilir (excludable) niteliktedir (Romer, 1986, s.1002). Romer’ e göre yaratıcı fikirlerin en önemli özelliği, doğası gereği rekabetçi olmamasıdır. Bu rekabetçi olmama durumu, ölçeğe göre artan getirinin varlığına işaret eder bir amaca yönelik araştırmaların bulunduğu ortamda ölçeğe göre artan getiriyi model çerçevesine ifade etmek, zorunlu olarak aksak rekabeti gerektirir.

Yaratıcı fikirlerin diğer tüm mallardan farklı olması, Romer (1990) tarafından vurgulanan önemli bir gözlemdir. CD çalar ya da avukatlık hizmetleri gibi mal ve hizmetlerin çoğu rekabetçidir. Malın ya da hizmetin biri tarafından kullanılması, diğerinin aynı mal ya da hizmeti kullanımını engeller. Bir kişinin CD çaları kullanması aynı CD çaları bir başkasının kullanmasına ya da birinin 13.00-14.00 arasında avukatla görüşmesi diğerinin aynı avukatla aynı saatte görüşmesine engel oluşturur. Bunlara karşılık yaratıcı fikirler rekabetçi değildir. Bir yaratıcı fikir bir kez üretilince, bu bilginin bilincinde olan herhangi bir kişi bunun avantajından yararlanır. Örneğin Toyota’nın just-in-time yönteminin avantajlarını kullanması, General Motors’ un aynı yöntemi kullanmasına engel olmaz (Romer, 1994, s.11).

Yaratıcı fikirlerin diğer bir özelliği de, en azından kısmen dışlanabilir olmalarıdır. Bir malın dışlanabilme derecesi, sahibinin malı kullanımı için kullanıcıya yükleyebileceği ücrettir. Bir sonraki bilgisayar yazılımını keşfeden firma, en azından

belli bir süre için planların güvenliğini sağlayarak diğerlerinin buna ulaşmasını sınırlandırmaya çalışacaktır. Telif hakları ve patent sistemi, telif ya da patent alan yatırımcılara, bilgilerin kullanımı karşılığında ücret alma hakkı verir.

Şekil 3.4. Seçilmiş Bazı Malların Ekonomik Özellikleri

Rekabetçi Mallar Rekabetçi Olmayan Mallar Yüksek Avukatlık Hizmetleri

CD Çalar Bilgisayar Disketi

Şifreli Uydu TV Aktarıcı

Dışlanabilirlik derecesi

Bilgisayar Yazılım Program Şifreleri

Düşük

Denizdeki Balıklar

Wall-Mart Mağazalarındaki İşletme Talimatı

Ulusal Savunma Temel AR-GE Matematik Kaynak: Jones, 2001, s.76

Şekil 3.4’te farklı ekonomik mallar, dışlanabilirlik derecelerine ve rekabetçi olup olmamalarına göre sıralanmıştır. Rekabetçi olan ve olmayan mallar, dışlanabilme derecelerine göre farklılıklar göstermektedir. CD çalar, bilgisayar disketleri, avukatlık hizmetleri büyük ölçüde dışlanabilir mallardır. Yaratıcı fikirler, rekabetçi değildir ama dışlama derecesi açısından büyük farklar gösterirler.

Örneğin, şifreli uydu TV aktarıcı yüksek, bilgisayar yazılımları ise düşük dışlanabilme derecesine sahiptir. Uydu aktarcıda bilgi sinyalleri çok karmaşık olduğu için sadece cihaza sahip olanlar fayda sağlarken; bilgisayar yazılımları bir CD’ye kopyalanıp kolaylıkla çoğaltılmaktadırlar. Benzer şekilde, Sam Walton’ ın etkin dağıtım

sistemi için hazırlayıp mağazalarına dağıttığı işletme talimatları da Wall-Mart’ ın işletme davranışlarını izleyen kurnaz gözlemciler tarafından kopyalanabilir.

Rekabetçi olmayan malların dışlama özelliği taşımayanlarına kamusal mallar adı verilir. Buna verilen geleneksel örnek, ulusal savunmadır. Bazı bilgiler de, rekabetçi olmama ve dışlanamama özelliklerinin her ikisine birden sahip olabilir. Örneğin AR-GE çalışmalarının bazı sonuçları, doğaları gereği dışlanamama özelliğine sahip olabilir.

(Romer, 1994, s.12) Matematik tıbbi ilaçların bilimsel olarak anlaşılması vb.

Romer’ in varsayımları arasındaki en temel fark, yeni tasarımların sahiplerinin tasarım üzerindeki haklarının korunmuş olması nedeniyle bilginin tam anlamıyla kamu malı haline gelmemesi ve bu yolla buluş yapmanın özendirilmesidir.

Üç sektörlü bir yapıda kurulan modelde AR-GE sektörü, nihai ürün üretiminde kullanılan makinelerin üretim sürecine girdi olan yeni fikir ve geliştirilmiş tasarımları sağlar (Romer, 1990, s.79). Bu çerçevede bilgi üretim sürecine iki kanaldan katkıda

Üç sektörlü bir yapıda kurulan modelde AR-GE sektörü, nihai ürün üretiminde kullanılan makinelerin üretim sürecine girdi olan yeni fikir ve geliştirilmiş tasarımları sağlar (Romer, 1990, s.79). Bu çerçevede bilgi üretim sürecine iki kanaldan katkıda