• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE DE SOSYALİST DÜŞÜNCE VE HAREKETLERİN İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİSİ ( ) FABRİKA İŞGAL EYLEMLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TÜRKİYE DE SOSYALİST DÜŞÜNCE VE HAREKETLERİN İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİSİ ( ) FABRİKA İŞGAL EYLEMLERİ"

Copied!
349
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE SOSYALİST DÜŞÜNCE VE HAREKETLERİN İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİSİ

(1968-71) FABRİKA İŞGAL EYLEMLERİ

Doktora Tezi

Ceren KALFA ATAAY

Ankara-2008

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE SOSYALİST DÜŞÜNCE VE HAREKETLERİN İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİSİ

(1968-71) FABRİKA İŞGAL EYLEMLERİ

Doktora Tezi

Ceren KALFA ATAAY

Tez Danışmanı Prof.Dr. Tülin ÖNGEN

Ankara-2008

(3)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE SOSYALİST DÜŞÜNCE VE HAREKETLERİN İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİSİ

(1968-71) FABRİKA İŞGAL EYLEMLERİ

Doktora Tezi

Tez Danışmanı :

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

Tez Sınavı Tarihi ...

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı

………

İmzası

………

(5)

ÖZET

Bu çalışma, Türkiye’de 1968-71 döneminde gerçekleşen fabrika işgal eylemlerinde sosyalist düşünce ve hareketlerin etkisini incelemeyi hedeflemiştir. Çalışmada, tarihsel materyalist kuramın işçi sınıf hareketi ve sosyalist hareket ilişkisi üzerine geliştirdiği klasik çerçeve kullanılarak 1968-71 döneminde TİP, Yön ve MDD özelinde sol hareketin Türkiye işçi sınıfı hareketiyle öncülük ilişkisi kurup kuramadığı araştırılmış ve klasik Marksizmin öncü örgüt ve siyasal mücadeleye dayanan kuramının Türkiye’de hayata geçirilemediği ortaya konmuştur.

1968-71 dönemi, Türkiye’de sosyalist solun hem toplumsal meşruiyetindeki hem de eylemliliğindeki artışla yükselişe geçtiği 1960’ların son dönemini temsil etmektedir. 1968- 71 yılları arasındaki dönem, aynı zamanda solun yükselişine eşlik eden işçi sınıfı eylemliliği ile karakterize edilebilecek bir dönemdir. Bu dönemin işçi hareketi açısından özelliği, işçi eylemleri arasında en radikal pratiklerden biri olan fabrika işgal eylemlerinin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıdır. Fabrika işgal eylemleri, daha önce seyrek de olsa görülmekle birlikte, Türkiye’de ilk defa bu dönemde bu derecede gündeme girmiş ve bir daha yakalanmayan bir yoğunlukta gerçekleştirilmiştir. Bu eylemlerin ortaya çıkmasında sosyalist solun işçi sınıfı ile toplumsal formasyonun bütünü üzerinden kurduğu ilişkinin etkisi yadsınamaz. Ancak sosyalist hareket ile işçi sınıfı hareketi arasında yakalan bu eşzamanlı yükseliş, iki hareketin sosyalist siyasal mücadele etrafında birleşerek bir ivme kazanmasına yetmemiştir. Sosyalist hareket çalışmada ileri sürülen nedenlerle işçi sınıfına gerekli öncülüğü sağlayamamış ve işçi sınıfı hareketinin ekonomik mücadeleden siyasal mücadele aşamasına geçebilmesi için yeterli zemin oluşturulamamıştır. 1968-71 dönemi özelinde, işçi sınıfının kendiliğinden hareketi ile siyasal partinin iradi hareketi arasındaki bağ kurulamayarak tarihi bir fırsat kaçırılmıştır.

(6)

ABSTRACT

This study aims to analyze the role of socialist ideology and movements on the factory occupations that took place between the years 1968-71 in Turkey. In the study, historical materialist theory on the relation between the working class movement and socialist movement is used in order to answer the question if the Turkish socialists and socialist organizations TİP, MDD and Yön of 1968-71 period have established a vanguard relation with the working class movement. And at the end of this inquiry, this study discovered that the classic Marxist theory about the vanguard party and political struggle of working class has not been put into practice in Turkey 1t 1968-71 period.

The period between 1968-71 is a special moment that the socialist organizations and ideology have gained social acceptance and powerful political role in Turkey as has never been before that time. At the same time, the Turkish working class movement as being the first in its history, have improved and got power so much that it has practiced the radical action of factory occupation and has marked the political agenda with its actions. Factory occupations in that period have took place in a very intensive way that had never been before and will never be again in the history of Turkish working class. This activism owes a lot to the legitimacy and activities of socialist left in the general sense of the social formation. However the same can not be claimed in the organizational sense. It is because that the socialist movement could have not used the potential of working class to carry its struggle from economic stage to political and did not lead the class as a vanguard, so the simultaneous rise of the working class movement and socialist movement did not end with the establishment of common political struggle.

(7)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ

………...1

BİRİNCİ BÖLÜM

MARKSİST KURAMDA İŞÇİ SINIFI HAREKETİ VE ÖRGÜTLENME ARASINDAKİ İLİŞKİ

.………...7

I. Sınıflar Mücadelesinde İşçi Sınıfının Konumu………...9

II. İşçi Sınıf Hareketi Konusunda Marx ve Engels’in Yaklaşımı …………...…17

A) Proletaryanın Bilinçlenmesinde Siyasal Partinin İşlevi …………….....21

B) Sendikalar ve Ekonomik Mücadelenin Sınırları ...………..28

C) Paris Komünü’nün İşçi Sınıfının Siyasal Mücadelesi Açısından Değerlendirilmesi ………...………....32

III. Lenin ve Öncü Parti Kuramı………35

A) Sendikalar ve Kendiliğinden Sendikal Faaliyet ……………....…39

B) Bilincin Eşitsiz Gelişimi ve Öncüye Duyulan İhtiyaç ……….41

C) Öncü Örgütü Olarak Partinin Görevleri …………..……… ………...48

D) Komün, Sovyetler ve İşçi Birlikleri ……….52

IV. XX. Yüzyıl Marksistlerinin Yaklaşımları Leninist Örgüt Anlayışına Katkı Ve Eleştiriler.......57

A) İşçi Sınıfı Hareketinin Gelişimi ve Örgütlenme ………..………....60

B) Luxemburg ve Kendiliğindenlik - Merkeziyetçilik İkilemi ………70

C) Troçki’nin Lenin’in Parti Anlayışına Eleştirisi ………...75

D) Gramsci ve Parti - Konsey İlişkisi ………...…………80

İKİNCİ BÖLÜM

1968-71 DÖNEMİ SOSYALİST DÜŞÜNCE VE HAREKETLERİN İŞÇİ SINIFI İLE İLİŞKİSİ

………...90

I. Dünya ve Türkiye’de 1968 -71 Döneminin Özellikleri: İşçi Hareketinin Ekonomik, Siyasal Ve Toplumsal Temelleri….………...95

A) Dünya Siyasal Konjonktüründe Toplumsal Muhalefet ve Sol..………..98

B) Türkiye’de İthal İkamecilik Dönemi ve Üstyapının Dönüşümü……..………..105

(8)

II. Türkiye’de 1968-71 Dönemi Sosyalist Akım ve Hareketlerin Özellikleri..117

A) Türkiye İşçi Partisi ………..…………..124

1) Sosyalizm ve Siyasal Mücadele Anlayışı ........125

2) İşçi Sınıfı ve Siyaset İlişkisine Yaklaşımı .………...……….142

B) Yön - Devrim Çizgisi ………...154

1) Milli Devrimci Kalkınma Yolu Olarak Sosyalizm ……...155

2) Yön ve İşçi Sınıfı…….……...163

C) Milli Demokratik Devrim Akımı ……….168

1) Milli Demokratik Devrim Stratejisi ………..169

2) Öncülük ve Sınıf Hareketi …….………..…...179

D) İşçiler ve İşçi Örgütleri ile İlişki Kurma Yolları Açısından Sol Akımlar ……….184

1) FKF’den Dev-Genç’e Sosyalist Öğrenci Örgütlerinin İşçi Sınıfı İle İlişkisi …201 2) İşçilerle Bir İlişki Kurma Biçimi Olarak Dergi ve Gazeteler …….……...211

III. Türkiye İşçi Sınıfı Hareketinin Gelişimi ve Karakteri……….219

A) 1960’lı Yıllara Kadar İşçi Sınıfı Hareketi ve Sosyalist Hareketlerle İlişkisi ….....221

B) 1960 Sonrası İşçi Sınıfının Nicel – Nitel Gelişimi ve Örgütleri ………...230

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İŞÇİ SINIFI HAREKETİNİN YÜKSELİŞİ VE 1968-71 İŞGAL EYLEMLERİ

………..243

I. Araştırma Yöntemi………...245

II. İşyeri İşgal Eylemlerinin Genel Tanımı ……….250

III. İşçi Komiteleri ve Bazı Ayrımlar ………...261

IV. Küresel ’68 Hareketi İçinde İşçi Sınıfı ve İşgal Eylemleri ………..267

V. 1968-71 İşgal Eylemleri ..………...271

A) İşgal Eylemlerinin Ortaya Çıkışını Hazırlayan Sebepler ..……….273

B) İşgal Eylemleri Sürecinin Gelişimi ………276

C) DİSK ve İşçi Komiteleri .………...…283

SONUÇ

………..295

EKLER ………..307

KAYNAKLAR ……….320

ÖZET ……….343

ABSTRACT ………..344

(9)

GİRİŞ

Türkiye’de, 1960’lı yılların karakteri planlı sanayileşme ile birlikte hız kazanan kapitalistleşme süreci tarafından belirlenmişti. Kapitalistleşme sürecinin hızlanması Türkiye’yi, uluslararası kapitalizme giderek daha fazla bağımlı bir ülke hale getiriyordu.

Emperyalizme bağımlı olarak hızlı bir gelişme içine giren Türkiye kapitalizminde, bir yandan sınıf çelişkileri yoğunlaşırken öte yandan işçi sınıfının gelişimi hem nicelik hem nitelik açısından hızlanmıştı. Sınıflar arası çelişki ve çatışmanın belirginleştiği bu dönemde toplumsal muhalefet de hızla yükseldi. Türkiye işçi sınıfı ise, bu muhalefetin en önemli parçası olarak siyaset sahnesinde yerini almıştı. İşçi sınıfı, grevler, fabrika işgalleri, direnişler ve mitingler gibi radikal eylemler yoluyla siyasallaşırken, öğrenci gençlik ile köylüler de boykot, yürüyüş, protesto gösterileri ile toprak ve üniversite işgalleri aracılığıyla siyasal taleplerini dile getiriyorlardı. Emekçi sınıfların sendikal örgütlülüğü giderek yoğunlaşmış, aynı zamanda sosyalist aydınlar YÖN ve TİP etrafında biraraya gelmişti. Böylece sol yönelimli bir muhalefet, ülke tarihinde ilk kez gerçek anlamda yaygınlık kazandı. 1961’de TİP’in 1967’de DİSK’in kuruluşu bu koşullar altında gerçekleşti; her iki örgüt de kurulduktan sonra sınıf mücadelesi içinde kendi yerlerini edinecek ve özgün etkilerde bulunacaktı. Bu iki örgüt yanında, daha sonra DEV-GENÇ’e dönüşen TİP’e bağlı Fikir Klüpleri’nin ve o dönemde parti merkezi yurtdışına taşınmış da olsa TKP üyelerinin, sol ideolojinin yaygınlaşması ve giderek işçi sınıfı içinde örgütlenerek eylemlere rengini vermesi yolunda gösterdiği çabalar da, sınıf savaşımının yönünü belirleyen önemli etkenler olmuştu.

Özellikle, 1968 sonrası, işçi hareketinin hızla radikalleştiği ve sınıfın özsavunma pratiklerini geliştiren eylem biçimlerinin ortaya çıktığı bir dönem oldu. 1968–71 arası

(10)

dönemin en karakteristik özelliği, sınıf mücadelesinin en militan pratiklerinden biri olan fabrika işgal eylemlerinin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıdır. Bu eylemler, içinde gerçekleştikleri toplumsal ortam ve koşulların ana çizgilerini yansıtmaktadır. İşçi sınıfının bilinç durumu ve toplumsal psikolojisi, hem bu koşulların, hem de sol-sosyalist hareketin toplumsal etkisinin izlerini kaçınılmaz olarak taşımaktadır. 1968–71 arası dönemin politik sınıf mücadelesi bakımından ileri bir nokta olarak değerlendirilmesinin en önemli nedeni, 1960’lar Türkiye’sinde sosyalizmin bütün eksikliklerine rağmen işçi sınıfıyla ilişkisini toplumsal formasyonun bütünü üzerinden kurabilmiş olmasında aranmalıdır (Yurtsever, 1992: 146). Ancak, aynı ilişkinin, sosyalist hareketler ile işçi sınıfı örgütleri arasında yeterli düzeyde kurulabildiğini iddia etmek mümkün değildir. Bu durum dönemin en büyük eksikliği olarak ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde Türkiye sosyalist hareketi, ideolojik, siyasal ve örgütsel bütünlüğün bileşkesi olan bir öncü partiyi hala oluşturamamış, işçi sınıfı hareketinin kendisine en çok gereksinim duyduğu, devrimci mücadele için olanaklar sunduğu dönemlerde doğrudan müdahale gücü olmayı hala başaramamıştır. Ama şu nokta da açık olmalıdır ki, ele aldığımız eylemlere öncülük eden işyeri aktivistleri, sendikacılar, eylemlere kararlılıkla, militanca katılan işçiler başka her şeyden çok, Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin çocuklarıdır (Öztürk, 2001; 384).

İşçi sınıfı hareketinin niteliği ve gelişmişliği, yalnız emekle sermaye arasındaki mücadelenin düzeyine göre değil, toplumdaki bütün mücadelelerin, öteki sınıf ve katmanların da içinde yer aldığı sınıflar mücadelesinin gelişmişlik düzeyine göre şekillenmektedir. 15–16 Haziran Olaylarını da içine alan 1968–71 eylemleri, Türkiye işçi sınıfının bugüne dek ulaştığı en yüksek eylemlilik düzeyinin bir ifadesidir. Bu üstünlüğü

(11)

yaratan nedenlerin en önemlisi, bu dönemde sol ideoloji ve muhalefetin meşru ve etkili bir konumda bulunmasıdır. Bu etki ve meşruiyet, 60’lı yılların başından bu yana hazırlanan ve giderek gelişen ideolojik ortamın bir meyvesidir.

Doktora tez çalışması olarak hazırlanan bu araştırmanın amacı da, Türkiye’de 1968–71 arası dönemde ortaya çıkan işçi sınıfı hareketini, sınıf eyleminin en radikal biçimlerinden biri olan fabrika işgal eylemleri üzerinden incelemektir. Dolayısıyla çalışma, Türkiye’de 1968 sonrasından 12 Mart 1971’e kadar olan dönemde işçi sınıfı eylemliliğinde yakalanan yükseliş ve bu yükselen eylemlilikte sosyalist düşünce ile hareketlerin etkisini konu almaktadır. Tezin hedefi, dönemin sosyalist düşünce ve hareketlerinin işçi sınıfı ve hareketi ile ilişkisini ve karşılıklı etkileşimlerini ortaya çıkarmaktır. Bu yolla çalışma, bir anlamda sınıf-siyaset ilişkisinin Türkiye’de nasıl şekillendiğini belli bir dönem üzerinde incelemeyi, öte yandan işçi sınıfının toplumsal bir özne olarak gücünün farkına varıp içinde bulunduğu politik yabancılaşmayı aşarak örgütlü siyasal eylemlilik içine girmesi olgusuna yakından ışık tutabilmeyi hedeflemektedir.

Tezin temel problematiği, Türkiye işçi sınıfı eylemliliğinde sosyalist düşüncenin, hareketlerin ya da partilerin etkisinin içeriğini ve derecesini belirleyebilmektir. Bu bağlamda işçi sınıfı ve sosyalist düşünce konusunda bugüne kadar ortaya konan literatürde, özellikle Türkiye’de işçi sınıfı ile bu sınıfın sahiplenmesi beklenen sosyalist ideoloji ve düşünce çerçevesi arasındaki mesafenin hiç bir zaman aşılamadığı, bu nedenle hem işçi sınıfı hareketinin hem de devrimci sosyalist hareketin birbirinden ayrı düşerek başarısızlığa uğradığı düşüncesinden hareket edilmektedir. Bu genel düşünceye rağmen, elinizdeki çalışma, sınıf ve siyaset arasındaki mesafenin kimi dönemlerde bir ölçüde aşıldığını, işçi sınıfı içinde sosyalist düşünce ve fikirlerin etkili olduğunu, dolayısıyla bu dönemlerde

(12)

sınıfın siyasallaşmasının yoğunlaştığını kabul etmektedir. İşte bu çalışma, bu düşüncenin geçerliliğini araştırmaya dönüktür; çünkü Türkiye’de işçi sınıfı ve sosyalist düşünce arasındaki mesafenin göreli olarak kapandığı dönemler görülmüştür. Bu nedenle mesafenin en aza indiği bir dönem olarak düşünülen 1968–71 arası yıllar ele alınacaktır. Bu bağlamda bu dönemdeki işçi sınıfı hareketi içinde sol düşünce ve hareketlerin ne ölçüde, nasıl, hangi araçlarla etkili olduğu araştırılacaktır.

Çalışma, kapsam ve nitelik bakımından anlam ifade eden tüm işçi hareketlerinin, sınıf mücadelesini şiddetlendiren nesnel koşulların etkisi altında, ancak kendisini hazırlayan bir sosyalist örgütlülük ve düşünsel ortamın şekillendirmesi yoluyla varolabildiği ve bu ortamın yaygınlığı oranında güç kazanabildiği varsayımından yola çıkmaktadır. Amaç, bu şekillendirme ilişkisinin varlığını saptayabilmek, ardından ilişkinin nasıl kurulduğunu, araç ve yöntemlerini, ilişkinin düzeyleri ile sınıf üzerindeki etkisini ayrıca sınıfla kurulan ilişkinin sol hareketler üzerindeki etkisini belirleyebilmektir. Bu nedenle özellikle en radikal eylemliliğin gözlendiği fabrika işgal eylemlerinin incelenmesi tercih edilmiştir. Böylece, bu radikalizmi hazırlayan etkenler içinde, sol düşünce ile işçi sınıfının politik bilinç kazanmasında etkili olan ideolojik ve politik koşulların rolü tanımlanmaya çalışılacaktır.

1960–71 dönemi sınıf mücadelesi ve sosyalist hareketlerin yükselişi bakımından başlı başına ele alınması gereken bir dönemdir. Dönemin, konumuz açısından önemi bu yıllarda toplumun bütün sınıf ve katmanlarının büyük bir hareketlilik ve siyasallaşma içine girmesi, özellikle de Türkiye emekçilerinin tüm cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez bu ölçüde yığınsal ölçekte sınıfsal eylemlilik göstermesidir (Yurtsever, 2003). Daha da özele inildiğinde, 1968–1971 döneminin, Türkiye işçi sınıfının ülke çapında tüm işkollarını

(13)

kapsayacak şekilde gerçekleştirdiği eylemlerle dolu olduğu görülmektedir. Bu eylemler, katılan işçi sayısı, eylemin niteliği ve biçimi bakımından daha önceki eylemlerle karşılaştırılamayacak kadar hareketli ve canlıdır. Daha da önemlisi, işçi sınıfının Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bağımsız bir güç olarak siyaset sahnesinde varlığını hissettirmeye başlamış olmasıdır (Koç, 2003: 166). 1960 sonrası işçi sınıfı, dönemin gelişmelerinin de etkisiyle kendi aydınları ile buluşmaya ve kendi mücadelesini yükseltmeye başlamıştır. Giderek bilinç düzeyi yüksek bir öncü işçi kitlesinin ortaya çıkması ve sosyalist düşünceler ile buluşması eylemlerin sertleşmesine ve yoğunlaşmasına neden olmuştur. Böylece, 1960’lı yıllara kadar örgütsel planda burjuvazinin hegemoyasında kalan işçi sınıfı, bu tarihten başlayarak bağımsızlaşma yolunda önemli mesafeler kat etmiştir (Akkaya, 2004; 147).

1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi ile dönem boyunca gelişen sosyalist hareketin, bu gelişmelere önemli katkıları olmuştur. Türkiye’de 1960’lara kadar oldukça ağır bir baskı altında tutulan sosyalizm, 1961 Anayasası ile belirli yasal sınırlamalar devam etmekle birlikte, örgütlenme imkânına kavuşmuştur. Anayasanın 141–142. maddelerinin kısıtlayıcılığına rağmen bu dönem, solun Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığı en serbest dönem olmuştur (Belge, 1989: 1955). Bütün bu sebeplerle seçilen 1968–71 arası eylemlilik dönemi, hem Türkiye solu hem de işçi sınıfı tarihinde önemli bir kesişme dönemidir. Bu araştırmanın önemi de buradan kaynaklanmaktadır: Çalışma, üzerinde bolca tartışılan ve yazılan, ama daha önce bilimsel bir çalışma tarafından ele alınmamış olan bu dönemi incelemeyi amaçlamaktadır. Daha da önemlisi, konuyu değerli hale getiren bir diğer sebep de, sınıf-siyaset ilişkisini ele almaya imkân vermesidir.

(14)

Toplumsal bir özne olarak işçi sınıfına ve hareketine veda eden söylemlerin yaygınlık kazandığı bir dönemde yaşıyoruz. Gerçekten de içinden geçmekte olduğumuz bu dönem, ne işçi sınıfı, ne de öteki sınıf ve katmanların kendiliğinden hareketinin fışkırdığı bir dönemdir. Siyasetsizleşme ve örgütlülükten kaçış egemen eğilim olarak sürmekte, bu durumun işçi sınıfı üzerindeki pasifize edici etkisi de artmaktadır. Ancak, Türkiye işçi sınıfı tarihinde bilinç düzeyinin yükseldiği ve siyasallaşmanın gerçekleştiği dönemler de yaşanmıştır. Bu dönemleri ortaya çıkarmak, hatırlatmak ve onlardan dersler çıkartmak sınıf hareketi adına kendi başına büyük bir önem taşımaktadır. Ayrıca, sınıf ile sol düşünce ve siyaset arasındaki mesafenin aşıldığı bu dönemlere ait özgünlüklerin açığa çıkartılması;

sınıf siyaset ilişkisinin kurulma tarzı, koşulları ve yöntemi üzerinde yeniden düşünmemizi ve geleceğe dönük çıkarımlarda bulunmamızı da sağlayacaktır.

Çalışma, temel olarak üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde, tezin kuramsal çerçevesini oluşturmak üzere işçi sınıfı hareketi ve örgütlenme ilişkisini ele alan Marksist kuram incelenmiştir. Böylece çalışmanın kuramsal çerçevesi klasik Marksist düşünürlerin teorileri üzerine kurulmuştur. Marksist kuramın tercih edilmesinin nedeni, onun tam da sosyalist hareket ve işçi sınıfı ilişkisini merkeze alan bir kuram olmasıdır. İkinci bölüm, bu çalışmanın birinci ayağını oluşturan sosyalist hareketler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu bölümde sosyalist hareketlerin işçi sınıfı ile nasıl ilişkilendikleri onların sosyalizm ve siyasal mücadele anlayışları ile birlikte incelenmiştir. Bu inceleme sosyalist hareketlere ait dergi, kitap vs. gibi yayınların taranması, liderlerinin konuşma ve yazılarının değerlendirilmesi ve onların örgütlenme biçimlerinin ortaya konulması yoluyla yapılmıştır.

Üçüncü bölümde ise, örnek olay olarak incelediğimiz 1968-71 Fabrika işgal eylemleri ele alınmış ve bu eylemler sırasında sosyalist hareketlerin rolü anlaşılmaya çalışılmıştır.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

MARKSİST KURAMDA İŞÇİ SINIFI HAREKETİ VE ÖRGÜTLENME ARASINDAKİ İLİŞKİ

Sınıf siyaset ilişkisini ele alan bu çalışma, sınıfın toplumsal yaşamda temel belirleyici etkenlerden biri olduğunu öne süren Marksist kuramı benimsemektedir. Çünkü Marksist kuram, adalet ve eşitliğe dayalı bir toplumsal düzenin kurulmasının, işçi sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesi ile mümkün olduğunu vurgulamakta ve bilimi bu amacın gerçekleştirilmesi yolunda anlamlandırmaktadır. Marksizm, sınıf olgusunun toplumsal yaşamın kritik etkenlerinden biri olduğu konusunda ısrarlı ve gerçekçi bir yaklaşım olmakla kalmaz (Miliband, 1987: 35), aynı zamanda toplumsal bir özne olarak işçi sınıfının irade ve eylemini geliştirmesinin kanallarını keşfetmek (ya da yaratmak) için uğraşır. Bu nedenle çalışmada, Marksist kuramın işçi sınıfı hareketleri üzerine geliştirdiği literatür esas alınmış ve temel kuramsal çerçeve olarak seçilmiştir. Bununla paralel olarak, çalışmada tarihsel materyalist yöntem kullanılmıştır. Bu çerçevede, sınıf ilişkilerinin belli bir tarihselliğe sahip olduğu ve diyalektik yasaları dâhilinde bir gelişme izlediğine dair tarihsel materyalist tezler, çalışmanın temel hareket noktasını oluşturmaktadır. Çalışmanın kuramsal bölümü, bu anlayış çerçevesinde kurgulanmış ve buradan elde edilen öncüller, ikinci ve üçüncü bölümlerde Türkiye işçi sınıfı hareketinin değerlendirilmesinde kullanılmıştır.

Çalışmanın birinci bölümü, Marksist kuramda işçi sınıfı hareketi ve örgütlenme arasındaki ilişkinin incelenmesine ayrılmıştır. Bu literatür, asıl olarak Marx’ın sınıf siyaseti ve Lenin’in işçi sınıfı hareketi ile ilgili teorik çıkarımlarına dayanmaktadır. Bununla birlikte, Luxemburg, Gramsci ve diğer düşünürlerin de katkıları literatürün önemli ölçüde gelişmesini sağlamıştır. Ancak, Marksist kuramın işçi sınıfı hareketi hakkında sistematik

(16)

bir çerçeveye sahip olduğu iddia edilemez. İşçi sınıfı hareketi ve örgütleri arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği yolundaki Marksist literatürde, birbirini izleyen değişik dönemlerde farklı yaklaşımlara rastlanır. İşçi sınıfının somut deneyimleri ile ilişkili olarak gelişen bu teori, pratiğin ihtiyaçları tarafından yeniden biçimlendirilmiştir. Bu nedenle, işçi sınıfı hareketi ile ilgili Marksist literatür tarihsel olarak ardışıklık içinde belirlenmiş ortak ilkeler ve çıkarımlar etrafında şekillenen, ancak sistematik olmayan bir kuramsal çerçeveye sahiptir. Bu yüzden çalışmada, kuramsal yaklaşım, kronolojik ve serimleyici yöntemle ele alınıp incelenecektir. İşçi sınıfı hareketi üzerine Marksist literatürün incelenmesinde düşünürlerin analiz ve önermelerinin tarihsel ardışıklık içinde serimlenmesi değerlendirme açısından en isabetli yöntem olarak görünmektedir.

Çalışma, siyasal alanda etkili olabilen işçi hareketlerinin, kendiliğinden ve iradi olmak üzere iki temel faktörün bir araya gelmesi ile oluştuğu öncülüne dayanmaktadır.

Bununla kastedilen, siyasallaşmaya yönelen işçi hareketlerinin sınıflar mücadelesinin keskinleştiği dönemlerde nesnel koşulların zorlaması altında (kendiliğinden faktör) ortaya çıktığı, ancak bu hareketlerin toplumsal yaşamda dönüşüm yaratacak etkinliğe ulaşabilmelerinin nesnelliğin ötesinde onları destekleyen ve yön veren bir sosyalist örgütlülük ve bilinçli mücadele yoluyla (iradi faktör) mümkün olduğudur. İşçi sınıfı hareketi, kendiliğinden ve iradi faktörler bir araya geldiği oranda, başka bir deyişle işçilerin yükselen mücadele kararlılığı, sol siyasal perspektife sahip bir örgüt ve düşünsel ortamın yardımıyla yaygınlaştığı ölçüde güç kazanabilmektedir. Özelikle Lenin, bu iki faktör arasındaki ilişkinin biçimlerini incelemiş ve öncü siyasal örgüt adı altında geliştirdiği kuramında bu iki faktörün diyalektik bir şekilde birbirini belirlediğini ortaya koymuştur. Ona göre, işçi sınıfı hareketi ve siyasal örgütü arasında kurulacak ilişkide en

(17)

büyük yanlış, faktörlerden birini mutlak olarak vurgulamak adına, diğerini baskı altına almak ya da ikinci plana itmektir. Bu yanlışın üstesinden ancak diyalektik bir yaklaşımla gelinebileceğini hatırlatan Lenin, işçi hareketinin içinde bulunduğu uğraklara göre faktörlerden birinin ağırlığı dönemsel olarak artsa da, iki faktörün diyalektik bağının sağlanması gerektiğini vurgulamaktadır. Birinci bölümde, bu kuramsal sonuca varılmasını sağlayan literatür incelemesi yapıldıktan sonra, elde edilen önermeler ilerleyen bölümlerde, 1968–71 Türkiye işçi sınıfı hareketini açıklamakta kullanılacaktır.

I. Sınıflar Mücadelesinde İşçi Sınıfının Konumu

Marksist kuramın temel sorunsallarından biri, tarihsel süreçte toplumsal çatışmanın ana kaynağının ve temel biçiminin ne olduğudur. Bilindiği gibi, Marx ve onu izleyenler için, toplumsal mücadelelerin temelinde sınıflar arası çatışma bulunur. Marksist toplum kuramı, bu nedenle tarihsel ilerlemeyi sınıflar mücadelesine bağlar. Kısacası tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir1 (Marx, 1998; 116). Dolayısıyla, Marx için sınıflar değişmez statik varlıklar değil, aksine tarihsel süreç içinde oluşan toplumsal öznelerdir ve sınıflar, kendilerini çatışma yoluyla kurarlar. Marksist kurama göre, antik çağlardan modern zamanlara kadar tüm toplumlarda, birbiriyle çatışma halinde olan ve sömüren ve sömürülen olmak üzere ayrılan iki temel sınıf bulunmaktadır. Tarih boyunca farklı adlar alan bu iki sınıfı, günümüzde işçi sınıfı ve sermaye sınıfı temsil etmektedir.

1 Marksist kuramın sınıfı merkez alan bu tarih anlayışı, onun en çok eleştiri alan noktalarından biridir.

Marksist tarih anlayışının tarihi bir zorunluluk çerçevesinde ele aldığı ve bu nedenle determinist ve özcü bir niteliğe sahip olduğu iddiası buradan kaynaklanmaktadır (Öngen, 2002: 9). Halbuki Marx, sınıfın özne konumuna gelmesinin kendiliğinden ve mutlak zorunlu bir şekilde ortaya çıkacağını hiçbir yerde savunmamıştır. Marx’ın tarihteki toplumları inceleyerek ulaştığı sonuç bunun tam tersini vurgulamaktadır.

Ona göre tarihe şekil veren insan aynı zamanda tarihsel koşulların çizdiği çerçeve içinde hareket etmek

(18)

Marx, bütünlüklü bir sınıf kuramı geliştirmiş olmamakla beraber, sınıfları ve aralarındaki ilişkiyi, üretim ilişkileri temelinde ele alan bir yaklaşım ortaya koymuştur.

Sınıfları nesnel olarak üretim süreci içindeki yerlerine göre tanımlayan Marx’a göre, sınıflar mücadelesinin temelinde de üretim ilişkileri yatmaktadır. Marx’ın ortaya koyduğu tarih anlayışı çerçevesinde, sınıflar mücadelesinin gelişimi, üretici güçlerin gelişimine bağlıdır. Belli bir toplumsal formasyondaki sınıf ilişkilerini belirleyen de verili üretim ilişkileri sistemi içindeki toplumsal işbölümü yapısıdır. Ancak, buradan Marx’ın tek yönlü bir ekonomik determinizmi işaret ettiği sonucuna varılamaz. Tam tersine Marx, tüm ekonomik ve sosyal olguların sınıf ilişkileri çerçevesinde gerçekleştiğini ve bu çerçeveden ayrılamayacaklarını da vurgulamaktadır. Sınıflar mücadelesi, varolan üretim ilişkileri sisteminin bir ürünü olduğu kadar, bu ilişkiler sistemini dönüştürmenin itici gücünü de oluşturmaktadır. Dolayısıyla üretim ilişkileri ile sınıflar mücadelesi arasında diyalektik bir ilişki bulunmaktadır; her ikisi de karşılıklı olarak birbiri üzerinde etkili olmakta ve diğerinden etkilenmektedir.

Öte yandan sınıflar mücadelesi, ekonomik ve siyasal çatışma biçiminde birbirinden ayrı süreçler değil, tüm toplumsal alanlarda birden yürüyen tek ve bütüncül bir süreçtir.

Kapitalizmin, ortaya çıkış aşamasında, üretici güçleri geliştirme kapasitesine sahip olduğunu ve bu gelişmeyle uyumlu bir toplumsal ilerlemeye yol açtığını belirten Marx, aynı zamanda, bu gelişmenin yarattığı üretim ve dolayısıyla sınıf ilişkilerinin de, kapitalist üretim güçleri üzerinde etkili olmaya başladığına dikkat çekmiştir. Burada da görüldüğü gibi, Marksist toplum kuramının en önemli özgünlüğü, toplumsal gelişmeyi belirleyen faktörler arasında diyalektik bir ilişki olduğunu ortaya koyması ve bu ilişkileri incelerken de diyalektik yaklaşımı kullanmasıdır.

(19)

Marx’ın sınıf anlayışının bir başka önemli özelliği, sınıf olgusunun nesnel olarak ve toplumsal bir ilişki biçiminde kavranmasıdır. Kurama göre, bireylerin sınıfsal konumları, üretim sistemi içindeki yerleri ile ilişkili olarak ortaya çıkmaktadır. Marx bu noktayı şu çarpıcı satırlarda özetlemektedir:

Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu aşamada, mevcut ilişkiler çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen (makineler ve para) üretici güçler ve karşılıklı ilişki araçları doğar, ve bu bir önceki olaya bağlı olarak, kazançlarından yararlanmaksızın toplumun bütün yükünü taşıyan, toplumdan dışlanmış ve zorunlu olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir sınıf doğar (Marx, 1999: 66)

Bu sınıf, toplum üyelerinin çoğunluğunu oluşturan doğrudan üretici sınıftır. Köklü bir sistem değişikliğine (devrime) yönelen müdahale bilinci, bu sınıfın içinden fışkıracaktır. Marx, nesnel sınıf konumlarının sebep olduğu çıkar çatışmasının şu ya da bu biçimde siyasal alana da yansıdığını vurgular. Böylelikle Marx tarafından, proletarya, kapitalist toplumsal ilişkileri alaşağı edecek olan biricik siyasal özne olarak görülmektedir.

Proletaryanın buna muktedir olmasının nedeni, üretici güçlerin gelişiminin böyle bir görevi tarihin gündemine yerleştirmesidir2 (Fernbach, 2004; 41). Bununla birlikte Marx, işçi sınıfının nesnel konumunun dolayımsız ve mutlak bir şekilde siyasal alana yansıyacağını hiçbir şekilde ima etmemiştir.

Marx’a göre, sınıfın siyasal bir özne haline gelmesi onun nesnel konumu ile değil, öznel konumu ile ilgilidir. Çünkü Marx için sınıflar, sadece üretim ilişkileri içindeki nesnel konumlarından ibaret olgular değil, aynı zamanda toplumsal bir ilişkinin ifadesidirler.

2Marx için, proletaryanın toplumsal bir güç olma özelliği, kapitalist üretim biçimindeki özel yerinden ve bu üretim biçiminin hareket kanunlarının bu sınıf için doğurduğu sonuçlardan ileri gelir. Sermaye birikiminin arttırılması üzerine kurulu kapitalist üretimde, sermaye ücretli emeğin üretimine el koyabildiği oranda birikir.

Dolayısıyla sermayenin büyümesi için, mülksüzleşmenin ve ücretli emek biçiminin sürekli olarak yaygınlaştırılması gerekir. Böylece kapitalist toplumda, sayıca artma özelliğine karşın giderek üretim

(20)

Dolayısıyla işçi sınıfının siyasal özne haline gelme kapasitesine sahip olması ile bu kapasiteyi gerçekleştirmesi farklı durumlardır. Bu kapasitenin gerçekleştirilmesi, işçi sınıfının “kendi için sınıf” haline gelebilmesi ile ilişkilidir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Marx, ekonomik yapı ile siyasal mücadele arasında dolayımsız bir ilişki olduğunu kabul etmez. Başka türlü söylemek gerekirse, Marx, siyasal mücadele süreçlerinin yalnızca üretim ilişkileri tarafından belirlendiği düşüncesine sahip değildir. Dolayısıyla sınıflar mücadelesi, sadece üretim süreci içindeki çatışmalara indirgenemez. Üretim süreci düzeyinde şekillenen sınıfsal çıkar çatışmaları, siyasal ve ideolojik düzeydeki çatışmalara eklemlenerek siyasal bir sonuç doğurur. Dolayısıyla, sınıflar mücadelesi sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve ideolojik süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, sınıflar mücadelesi de, sınıfların hem nesnel hem de öznel oluşumları üzerine etki etmektedir. “Bireyler ancak, bir başka sınıfa karşı ortak mücadele içinde yer aldıkları ölçüde bir sınıf oluştururlar” (Marx, 1999: 98–9).

Sonuç olarak, Marx’ın ekonomi ile siyaset arasında diyalektik bir ilişki varsaydığı ve buna bağlı olarak işçi sınıfını da salt ekonomik bir kategori olarak değil aynı zamanda tüm ekonomik, siyasal, ideolojik etki ve belirlenimlerle oluşan toplumsal bir özne olarak gördüğü açıktır.

Kapitalist toplumda, toplumsal mülk paylaşımından dışlanan proleterler, tam bir yabancılaşmaya uğrarlar. Toplumsal zenginliğin üreticisi olmalarına rağmen, çoğu zaman kendi ürettiklerini sadece uzaktan görme imkânına sahiptirler. Bu durum, onları kapitalist toplum düzeninin karşısına konumlar, ama tek başına bu durum, işçi sınıfını mücadele içine sokmaz. Kendi çıkarlarının gereğini gerçekleştirmek üzere mücadeleye ve örgütlenmeye yönelen bir sınıfın ve fikirlerinin varlığı da, kapitalist toplumun

(21)

belirlenimlerine sımsıkı bağlıdır. Devrimci sınıfların ve devrimci fikirlerin varlıkları, burjuva ilişkilerin evrenselleşmesi, sınai ve kolektif üretimde çok yüksek bir işbölümü düzeyi ve aynı zamanda sömürülen işçi sınıfının üretimde etkin rol oynaması gibi koşullara bağlıdır (Marx, 1999: 13).

Marx, 18. Brumaire’de proletaryanın sosyalizmi yalnız çıkarı olduğu için değil, aynı zamanda bunu gerçekleştirecek kapasitesi olduğu için kuracağını yazmıştır (Marx, 1990).

Proletarya, tarihin sayıca en kalabalık sömürülen sınıfıdır. Bu güç proletaryaya, nesnel olarak devrimci kapasiteyi verir. Ancak proletaryanın asıl gücü, başarıya ulaştığı takdirde yeni bir sınıflı toplum yaratmayacak olmasından, yani bütün sınıfların ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak bir toplumsal düzen yaratacak bir sınıf olmasından gelmektedir. Bu görüş, proletaryanın mücadelesinin kolektif yapısına vurgu yapmaktadır. Birey olarak bir işçinin tek başına işverene karşı hak mücadelesi vermesi, bu mücadeleyi bir sonuca ulaştırmaz.

İşçiler birleşmek ve birlikte mücadele etmek zorundadır. İşçinin temel gücü, birlikte hareket etmesindedir. Kapitalist toplum düzeninin yarattığı sömürüyü ortadan kaldırmak için işçi sınıfının kolektif eylem içinde bulunması gerekmektedir (Molyneux, 1991; 11).

Zenginliğin, üretimin ve insanlığın sahip olduğu maddi altyapının, başlıca yaratıcısı proletaryadır. Bunların tümü, geçmişte ücretli emek tarafından yaratılmıştır ya da şimdi yaratılmaktadır. Böyle bir güce sahip olan işçi sınıfı, kolektif bir eylemle üretimi bıraktığında, tüm ekonomik ve toplumsal yaşamın felce uğrayacağı açıktır. Marx’a göre

“yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır. (.….) Öteki sınıflar, modern endüstri karşısında zayıflıyor ve sonunda yok oluyorlar; proletarya ise modern endüstrinin özel ve temel ürünüdür” (Marx, 1998: 128). Tüccar, zanaatkâr, küçük çiftçi, köylü bunların hepsi kapitalizmin yayılmasıyla zayıflarken, proletarya gelişmiştir. Çünkü “Proletarya, modern

(22)

işçi sınıfı, burjuvazinin, yani sermayenin gelişmesiyle aynı oranda geliş[miştir]” (Marx, 1998: 123).

Proletarya ile karşılaştırıldığında köylülerde bir sınıf olma ve kolektif olarak hareket etme potansiyeli yoktur.3 Marx’ın 18. Brumaire’de belirttiği, köylülükte bulunmayan bu birlikte hareket edebilme yeteneği, proletaryanın sahip olduğu bir özelliktir. Ancak, işçi sınıfının bu yeteneğe sahip olduğunu söylemek, onun, her durumda bu yeteneği hayata aktardığı anlamına gelmez. İşçi sınıfının sahip olduğu bu potansiyelin nasıl ortaya çıkarılacağı, Marksizmin başından beri cevabını aradığı temel sorulardan biri olmuştur.

‘Bir sınıf olarak hareket etme’ sorunu, Marksist kuram içinde, en tartışmalı alanlardan biridir. Üretim süreci içindeki yerlerine göre tanımlanmış sınıfların, mücadele içindeki kolektif aktörlere dönüşmesi sorunu, kuram içinde ‘kendinde (kendiliğinden) sınıf’tan ‘kendi için sınıf’a dönüşme olarak adlandırılmaktadır. Sınıf olgusu, belli bir üretim biçimi temelinde nesnel bir konum olarak ortaya çıkar. Ama bir sınıf, ancak o sınıfa dâhil bireyler, kendi maddi varoluşlarının, ekonomik, toplumsal ve siyasal tüm boyutlarıyla birlikte farkına vardıkları ve bu farkındalıkla hareket etmeye başladıkları anda bir toplumsal güç haline gelebilir. Doğal olarak bu farkındalığın oluşumu, sınıf bilincinin gelişmesi ile doğru orantılıdır. Kuram içinde, hem sınıf bilincinin gelişim düzeyinin ölçülmesi ile hem de sınıf bilincinin düzeyine bağlı olarak sınıfların tanımlanması ile ilgili kendi başlarına birer literatür yaratacak genişlikte tartışma ve araştırmalar mevcuttur. Bu

3 Köylüler, üyelerinin hepsi aynı koşullar içinde yaşayan ama birbirleriyle gerçek ilişkilerle birleşmemiş bulunan büyük bir kitle meydana getirir. Onların üretim tarzları, onları, karşılıklı ilişkiler kurmaya götüreceği yerde birbirlerinden ayırmaktadır. “Milyonlarca köylü ailesi, onları birbirlerinden ayıran ve onların yaşayış tarzlarını, onların çıkarlarını ve onların kültürlerini toplumun öteki sınıflarınınkilerle karşı karşıya getiren ekonomik koşullar içinde yaşadıkları ölçüde, bir sınıf meydana getirirler.” Ancak bu küçük köylüler arasında sadece yerel, yani yaşadıkları yerden ileri gelen bir bağ olduğu ve onların çıkarlarının benzeşmesi onlar arasında hiçbir ortaklık, hiç bir ulusal bağ, hiç bir siyasal örgütlenme yaratmadığı için bir sınıf olarak birlikte hareket edemezler (Marx, 1990: 138).

(23)

tezin teorik çerçevesi, kendini Marksist kuramda işçi sınıfı hareketi ve örgütlenme sorunu ile sınırladığından sınıfların tanımlanması ve sınıf bilinci ile ilgili tartışmalara burada yer verilmeyecektir.4

Nesnel sınıf çıkarları, sınıf mücadelesi açısından büyük önem taşımaktadır. İşçi sınıfının kolektif bir özne olarak eyleme geçmesi bu ortak çıkarların farkına varmasıyla bağlantılıdır. Ancak, nesnel sınıf çıkarlarının varlığı, kimi yaklaşımlar tarafından reddedilmektedir. Post-marksist ya da post-modern olarak adlandırılan yaklaşımlar, sınıf çıkarı denen olgunun ulusal, dinsel, etnik vs. çıkarlar gibi daha çok söylem yoluyla kurulduğunu, bu nedenle nesnelliğe sahip olmadığını savunmaktadırlar. Buradan çıkan sonuç, verilecek mücadelenin de söylem düzeyinde olması gerektiğidir. Bu yaklaşımın kabulü sınıfların varlığının reddini beraberinde getirir. Oysa sınıf olgusunu maddi bir olgu ve sosyolojik bir gerçeklik olarak ele alan Marksizmin, verilecek mücadelenin biçimi konusundaki vurgusu doğal olarak tamamen farklı yöndedir. Marksizmin siyaset anlayışı, sınıfların maddi varlığının kabulü temelinde biçimlenmektedir.

Marksist sınıf kuramı, her sınıfın, ona dâhil olan bireyler bilincinde olsun ya da olmasın, ortak çıkarlara sahip olduğu düşüncesine dayanır. Bir sınıfın üyelerinin, kendilerini ait oldukları sınıfın bir parçası olarak görmeleri, ortak çıkarlarının farkına varmaları dahası buna uygun siyasal tutum ve talepler geliştirmeleri gerçekte zorlu ve karmaşık bir süreçtir. Sınıf çıkarlarının farkına varılması, ilk önce üretim süreci içinde

4 Sınıf hareketinin nasıl ortaya çıktığı, iki farklı açıdan incelenebilir. İşçi sınıfının, kendi çıkarları için mücadele eden kolektif bir özne haline gelmesi sorununu, ‘sınıf bilinci’ kavramı etrafında sorunsallaştırarak ele almakla, aynı sorunu örgütlenme ve mücadele kavramları çerçevesinde incelemek iki farklı yaklaşımı temsil etmektedir. Konuya sınıf bilinci yaklaşımı içinden bakanlar, sorunu daha çok kültürel, ideolojik ve düşünsel süreçler açısından değerlendirmektedir. Örgütlenme yaklaşımı ise, siyasal süreçler üzerinde yoğunlaşırken eylem ve pratiğe yönelik vurgularda bulunmaktadır. Her iki yaklaşımın da belli yararları olduğu ve birbiriyle ilişkili olarak işçi sınıfı hareketinin çözümlenmesine katkıda bulundukları yadsınamaz.

Bu çalışmada yapılan tercih, ikinci yaklaşım diğerine üstün görüldüğü için değil, çalışmanın amacı açısından

(24)

gerçekleşir. İşçilerin üretim sırasında karşı karşıya kaldıkları yoğun ve kötü koşullarda çalışma, düşük ücret, üretim ile ilgili kararlara katılamama gibi sorunlar, onları bu konularda mücadele etmeye yöneltir. Marx, bu şekilde işçilerin tek tek ekonomik hareketlerinden bile siyasal bir sonuç, yani sınıf çıkarlarını kabul ettirebilmeyi amaçlayan bir sınıf hareketi gelişebileceğini belirtmektedir. Örneğin, herhangi bir işyerinde grev yaparak kapitalistleri çalışma süresini kısaltmaya zorlamak, özünde ekonomik taleplerle sınırlı bir hareket iken, sekiz saatlik işgünü yasasını kabul ettirmeyi hedefleyen bir hareket siyasal nitelik kazanacaktır (Marx, 1979).

Aslında, işçi sınıfının iktidarı elinde tutan sınıfların karşısına bir toplumsal sınıf olarak çıktığı ve onları dışarıdan baskı yaparak zorlamaya çalıştığı her türlü hareket özünde siyasal bir harekettir. Bu noktada, giderek gelişen ve siyasal nitelik kazanan işçi sınıfı hareketinin hedefinin ne olması gerektiği sorunu ortaya çıkmaktadır. Marx’ın proletaryanın mücadelesinin, siyasal iktidarı hedeflemesi gerektiği konusundaki tavrı nettir.5 Çünkü ancak böylece işçi sınıfının içinde bulunduğu yabancılaşma sona erdirilebilecek, ayrıca tüm sınıfların ortadan kaldırılmasıyla kapitalist sömürünün de yok edilmesinin yolu açılabilecektir. Uluslararası İşçi Derneği Geçici Tüzüğü’nü hazırlayan Marx burada, işçi sınıfının ekonomik kurtuluşunun başlıca amaç olduğunu, her siyasi hareketin araç olarak bu amaca hizmet etmesi gerektiğini yazmıştır (Marx, 1993b: 58–9). Çünkü toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilmek açısından siyasal iktidarın ele geçirilmesi büyük önem taşır.

Sınıfların ortadan kaldırılması amacını gerçekleştirmenin yolu, proletaryanın siyasal egemenliğinin sağlanmasıdır (Engels, 1993: 73–74). Bu egemenliğin sağlanması ise, işçi

5 “Mülk ve toprak sahipleri ile sermaye sahipleri, kendi ekonomik tekellerinin savunulması ve ölümsüzleştirilmesi için siyasal ayrıcalıklarını her zaman kullanacaklardır. Emeğin kurtuluşunu desteklemek yerine, onun karşısına olabilecek her engeli çıkarmayı sürdüreceklerdir. (……) Bundan dolayı siyasal iktidarı ele geçirmek, şimdi işçi sınıfının en büyük ödevidir” (Marx, 1993a: 56).

(25)

sınıfının örgütlenerek mücadele etmesi yoluyla gerçekleşecektir. Ayrıca, iktidar mücadelesi veren bir sınıf olarak işçi sınıfı, kendisini egemen sınıf karşısında tüm ezilenlerin temsilcisi olarak sunabilmeli, kendi egemenliğini mevcut egemen sınıfın egemenliğinden daha geniş bir toplumsal zemin üzerine oturtabilmelidir 6 (Marx, 1999:

77). Bir başka deyişle, işçi sınıfı egemen sınıfın toplum üzerindeki hâkimiyetini kırmalı ve kendi düşüncelerini evrenselleştirerek egemen sınıfın kabul ettirdiği düşünce kalıpları yerine geçirebilmelidir. İşçi sınıfı, bu zorlu işi ancak örgütlenerek başarabilecektir. İşçi hareketi, önceden oluşmuş belli bir örgütlenmeyi öngörüyorsa da, kendisi de en az o ölçüde bu örgütlenmenin gelişiminin aracıdır (Marx, vd. 1979: 68–9). Bu konuda Engels’in sözleri en güzel vurguyu yapmaktadır: “Devrim politikanın en yüksek edimidir ve devrim isteyen herkes, (……) aracını da istemek zorundadır”7(Engels, 1989)

II. İşçi Sınıf Hareketi Konusunda Marx ve Engels’in Yaklaşımı

Marx ve Engels’in işçi sınıfının mücadelesinin niteliği ve hedefleri konusundaki görüşleri, işçi sınıfının iktidarı hedefleyen bir siyasi harekete yönelik bir örgütlenme içinde olması gerektiği vurgusunu içerir. Marx, Bolte’a yazdığı mektubunda, “İşçi sınıfının siyasal hareketinin son amacı, doğal olarak siyasal iktidarı kendi hesabına ele geçirmektir ve bunun için elbette ki, işçi sınıfının önceden örgütlenmesi, belli bir gelişme aşamasına ulaşmış ve doğrudan doğruya işçi sınıfının iktisadi savaşımlarından çıkıp gelen bir örgütlenme zorunludur.” demektedir (Marx, vd. 1979: 68). Bu vurgulamalarına rağmen,

6 Marx’ın Alman İdeolojisi adlı eserinde yer verdiği hegemonya kavramının temelini atan bu düşünceler, örgütlenme konusuyla birlikte daha sonra diğer Marksist düşünürlerce özellikle de Lenin ve Gramsci tarafından ele alınarak geliştirilecektir.

7Engels’in Uluslararası İşçi Derneği’nin (I. Enternasyonal) topladığı Londra Konferansı’nın 21Eylül 1871

(26)

örgütlenme konusunda, Marx ve Engels’den bütünlüklü bir kuram devralındığı söylenemez: Çünkü her ikisi de işçi sınıfı örgütlenmesinin niteliği ya da biçimleri konusundaki görüşlerini sistematik bir şekilde geliştirmemiştir. Bununla birlikte, yine de kimi eserlerinde ve çeşitli dönemlerdeki örgütsel gelişmelerle ilgili görüşlerini aktardıkları yazılarında, bu konuda ilkesel hareket noktaları ortaya koymuşlardır. Özellikle Komünist Manifesto ve Marx tarafından kaleme alınan Enternasyonal kararları bu konuda ana metinler olarak dikkat çekmekle birlikte, diğer eserlerinde de örgütlenme konusunu ele aldığı bazı bölümlere rastlanmaktadır.

Marx’ın yaklaşımında örgütlenme ile ilgili üç temel ilke ön plandadır. Birinci temel ilke, çokça bilinen, işçi sınıfının kurtuluşunun bizzat işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilmesi gerektiği düşüncesidir.8 “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” önermesinden yola çıkan Marx, bununla sınıfın birliğinin sağlanması zorunluluğuna işaret etmektedir (Marx, 1993b: 58). İşçi sınıfı başarılı olabilmek için birleşmek, tüm güçlerini biraraya getirmek zorundadır. İşçi sınıfının kurtuluşunu hedefleyen daha önceki girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedeni, çeşitli iş kolları ve dolayısıyla işçiler arasında birliğin sağlanamayışıdır. Öyleyse, bundan sonraki görev, tüm işçi birliklerini (hangi biçim ve ad altında olursa olsun) bir araya toplamak olmalıdır. Böyle bir birlik yerel olamayacağı gibi, tüm ulusal sınırları da aşarak uluslararası alanda, evrensel bir şekilde işçileri birleştirmelidir. Buradan hareket eden Marx ve Engels, daha sonra I. Enternasyonal adını

8Bu ilke, Marx tarafından Uluslararası İşçi Derneği için kaleme alınan Geçici Tüzüğün açılış cümlesidir.

Tüzüğün gerekçe kısmında uluslararası bir işçi derneği kurulmasına neden ihtiyaç duyulduğunu anlatan Marx, ilk paragrafta şöyle yazmıştır; “İşçi sınıfının kurtuluşunun bizzat işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini; işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinin sınıf öncelikleri ve tekeller konusundaki bir mücadele değil, eşit haklar ve yükümlülükler, sınıf egemenliğinin yok edilmesi için mücadele olduğunu;

(…..) dikkate alarak (…) .aşağıda imzası bulunan üyeler Uluslararası İşçi Derneği’nin kurulması için gerekli adımları atmışlardır.” 1 Kasım 1864 tarihinde geçici konsey tarafından kabul edilen tüzük, 1866’da yapılan Cenevre Kongresi’nde onaylanmıştır (Marx, 1993b: 58–9).

(27)

alacak olan Uluslararası İşçi Derneği’nin kuruluşunda ve kararlarında aktif rol oynamışlardır.

İkinci olarak, tek tek bireylerin ancak bir başka sınıfa karşı ortak mücadele içinde yer aldıkları ölçüde bir sınıf oluşturdukları (Marx, 1999: 98) düşüncesi, üçüncü ilke olan proletaryanın ancak ayrı bir siyasal parti kurarak bir sınıf olarak hareket edebileceği düşüncesine bağlanır. Marx, anarşistlerle yaptığı tartışmalar sonucunda, I.

Enternasyonal’in Londra Konferansı’nda alınan kararlara, işçi sınıfının ancak bağımsız bir parti kurarak bir sınıf olarak hareket etmiş olacağını belirten maddenin eklenmesini sağlamıştır9 (Molyneux, 1991: 13). Bu siyasi partinin kuruluşu, işçi sınıfı hareketinin en yüksek hedefinin yani sınıfların ortadan kaldırılmasının başarısının güvence altına alınması için zorunludur. Böylece Marx, işçi sınıfının, sınıflı topluma son verebilmek için kendi çıkarlarının bilincinde bir sınıf olarak ve siyasal iktidarı ele geçirmek üzere örgütlenme zorunluluğuna dikkat çekmektedir. Marx buradan, işçi sınıfı mücadelesinin, ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak egemen sınıftan bağımsız bir işçi hareketi üzerinde yükseleceği sonucuna varmıştır.

Ernest Mandel’e göre, Marx’ın politikada yaptığı devrimci dönüşümün önemi, bireylerin devrimci eylemi ile işçi sınıfının örgütlenmesini birleştirme gayretinde yatmaktadır. Bu, komünistlerce oluşturulmuş örgütlerin, işçilerin yığın örgütleriyle bütünleştirilmesi anlamına gelmektedir (Mandel, 1991: 88). İşçilerin onları sömüren toplumsal ilişkiler sistemine karşı kendiliğinden tepkileri ile oluşan örgütlülüğün, bu

9Uluslararası İşçi Derneği’nin Eylül 1871’de toplanan Londra Konferansı’nda tartışılan önemli konulardan biri, işçi sınıfının siyasal partisinin kurulmasının gerekliliği olmuştu. Konferansta işçi sınıfının politik eylemi üzerine Marx ve Engels tarafından önerilen ilgili madde, Bakunin taraftarlarının muhalefetine rağmen kabul edilerek IX. madde olarak kararlar arasında yerini aldı. “İşçi sınıfının kavgası sırasında onun ekonomik hareketi ile siyasal faaliyetinin birbirine ayrılmaz biçimde bağlı olduğunu” vurgulayan bu madde Avrupa

(28)

toplumsal ilişkiler sisteminin işleyişi hakkında bilgi sahibi olan aydın bireylerin örgütlülüğü ile birleşmesi gereklidir. Bu aynı zamanda teori ile pratiğin birleşmesidir, çünkü komünistlerin örgütlenmesi, politik bilince sahip çevre ya da kişilerin devrimci bir program ve ilkeler etrafında toplanması ile oluşur. Mandel, Marx’ın ‘komünistler’

sözcüğüyle üst düzeyde bir bilimsel kavrayış ve sınıf bilinciyle sürekli bir şekilde aktif olan öncüyü kastettiğini eklemektedir (Mandel, 1991). Marx’ın Komünist Manifesto’nun

‘Proleterler ve Komünistler’ bölümünde yazdıkları Mandel’in bu düşüncesini doğrulamaktadır:

Komünistler, demek ki, pratik olarak, bütün ülkelerin işçi sınıfı partilerinin en ileri ve en kararlı kesimi, bütün ötekileri ileri iten kesimidirler;

teorik olarak, proletaryanın geri kalan yığını karşısında, proleter hareketin yürüyüş çizgisini, koşullarını ve nihai genel sonuçlarını açıkça anlama üstünlüğüne sahiptirler (Marx, 1998: 131–132).

Dolayısıyla Marx, proletaryanın bilinçlenmesi ve örgütlenmesi süreciyle, komünistlerin yani öncünün örgütlenmesi sürecini birbirinden farklı süreçler olarak ele almaktadır.

Marx ve Engels’in örgütlenme konusundaki düşüncelerinden bahsederken onların, kendileri gibi proleter olmayan, ama proletaryanın çıkarları için çalışan komünistlerle proletarya arasındaki ilişkilere yönelik düşüncelerine de göz atmak gerekir. Marx’ın bu ikisi arasındaki ilişkiye net bir yaklaşım getirdiği yer, Komünist Manifesto’daki yukarda adı geçen ‘Komünistler ve Proleterler’ bölümüdür. Bu bölümde, ‘Komünistlerin bir bütün olarak proleterler karşısındaki tutumu’nun ne olması gerektiğini sorgulayan Marx, öncelikle komünistlerin proletaryanın çıkarlarının dışında ayrı çıkarlara sahip olmamaları gerektiğini belirtmektedir. Komünistler, proleter hareketi biçimlendirmek ve kalıba sokmak üzere kendilerine özgü herhangi bir sekter ilke getirmemelidirler (Marx, 1998:

131).

(29)

Komünistlerin dikkat etmeleri gereken iki önemli noktanın daha, Marx tarafından altı çizilmektedir. Komünistler, farklı ülke proleterlerinin ulusal savaşımlarında, her türlü milliyetten bağımsız olarak, tüm proletaryanın ortak çıkarlarına işaret ederek bunları öne sürmelidirler. Benzer şekilde, işçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşımının geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, her zaman ve her yerde bir bütün olarak hareketin çıkarlarını temsil etmelidirler. Bu ilkeler, Marx’a göre, komünistleri diğer işçi sınıfı partilerinden ve savunucularından ayıran biricik noktalardır (Marx, 1998: 132).

A) Proletaryanın Bilinçlenmesinde Siyasal Partinin İşlevi

Proletaryanın bilinçlenmesi, siyasal eylemlilik açısından en temel problemdir.

Bilinçlenme kendine özgü dinamikleri olan örgütlenme ile ilişkili fakat ondan bağımsız bir süreçtir. Marx, proletaryanın bilinç kazanmasının eylemlilik yani mücadele içinde gerçekleştiğini vurgulamıştır. Alman İdeolojisi’nde, yığınlar arasında komünist bilincin yaratılması için, insanların kendilerinin değişmelerinin zorunlu olduğunu kavramaları gerektiğini ve değişmenin ancak pratik bir hareket içinde gerçekleşebileceğini yazmıştır (Marx, 1999: 66). Bu kitabın materyalist tarih anlayışının zorunlu sonuçlarını ele aldığı bölümünde ise, üretici güçlerin gelişmesiyle işçi sınıfının zorunlu olarak o zamana kadar hükmetmiş olan sınıfa karşı açık bir muhalefet durumuna gelerek köklü bir devrim zorunluluğunun bilincine ulaşacağını savunmuştur. Üretici güçlerin gelişiminde öyle bir aşama gerçekleşmiştir ki, bir sınıf bu güçlerin sağladığı tüm zenginliklerden yararlanırken, aynı zamanda bu üretim araçlarını diğer sınıfları ezmek ve haklarına el koymak için kullanmaktadır. Bu durum, işçi sınıfını doğal olarak üretim araçlarının bu şekilde kullanımına sebep olan sistemin ve egemen sınıfın karşısına konumlandırır. Böylece işçi

(30)

sınıfında sistemin değiştirilmesi gerektiğine dair bilinçlenmenin ilk uğrağı oluşur. Ancak Marx’ın da belirttiği gibi, bu muhalif konumun devrimci bilince dönüşmesi ve bunun bir sonuca ulaşabilmesi ancak devrimci eylem içinde gerçekleşebilir.

Yığın içinde bu komünist bilincin yaratılması için ve gene bu işin kendisinin de iyi bir sonuca götürülebilmesi için insanların yığınsal bir değişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortaya koyar, böyle bir biçim değişikliği ise ancak pratikteki bir hareketle, yani bir devrimle yapılabilir; bu devrim, demek ki yalnızca egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine bulaştırdığı pislikleri süpürmek ve toplumu yeni temeller üzerine kurmaya elverişli bir hale gelmek olanağını ancak bir devrim vereceği için de zorunlu olmuştur (Marx,1999: 67). [vurgular bana ait]

Ancak, genel olarak kabul edilenin tersine, bu gelişme Marx tarafından kendiliğinden bir süreç olarak görülmemektedir. Aktarılan paragrafta Marx, proletarya içinde “komünist bilincin yaratılması”ndan bahsetmekte, böylece bilincin dışardan bir etkiyle yaratılmasından sözetmektedir. Sadece Marx değil, Engels de bu noktayı vurgulamaktadır.

İnsanların gelişmek için zamanı ve fırsatı olmalıdır: “Bu fırsatı da ancak kendilerinin bir hareketi olunca elde ederler; bu hareket içinde onlar, kendi yanlışları ile ileriye doğru itilecekler, zarara uğrayarak akıllanacaklardır” (Marx, Engels ve Lenin, 1993: 119). Ama eğer “ (…) onlara kendi yanlışlarının sonuçlarını önceden söyleyebilecek, (…), teorik yönden aydınlık kafalar varsa, o zaman bazı saçmalıklardan kaçınılabilir ve süreç önemli ölçüde kısaltılır” (Marx, Engels ve Lenin, 1993: 120). Dolayısıyla Marx ve Engels için, işçi sınıfı eylem ve örgütlerinin “teorik yönden aydınlık kafalar” tarafından yönlendirilmesi düşüncesi yabancı bir düşünce değildir. Bu durumda Marx ve Engels’in adı konmamış olmakla ve Lenin’le kıyaslandığında fazla vurgu yapılmış olmamakla beraber, işçi sınıfı hareketinde bir öncü fikrine sahip oldukları sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır.

Nitekim Marx da, kendi konumunu bu çerçevede tanımlamaktadır (Marx, 1996: 24–5):

(31)

Toplum örgütlenmesinin tümüyle dönüşümünün söz konusu olduğu yerde, yığınların kendilerinin de içinde yer almaları, neyin söz konusu olduğunu, kendilerinin ne için işe karıştıklarının bedenleri ile, ruhları ile önceden anlamış olmaları gerekir (…) Ama yığınların ne yapılması gerektiğini anlaması için, uzun, direşken bir çalışma gereklidir; ve işte şimdi bizim yaptığımız da bu çalışmadır.

Bu satırların netliğine rağmen, Marx ve Engels’in yazdıklarından, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden karakterini vurguladıkları sonucunu çıkaran yorumlar da bulunmaktadır. Bunlara göre, her ikisi de, politik bilincin esas olarak ekonomik koşullardan ve işçilerin mücadelesinden kendiliğinden çıkıp geliştiği görüşünü savunmaktaydılar (Molyneux, 1991; Özdemir, 1994a).10 Yine bu yorumu yapan yazarlara göre, Marx’ın kendiliğindencilik hatasına düşmesinin nedeni, yaşadığı dönemde işçi sınıfı hareketinin daha yalın bir görünüm sergilemesiydi. Marx, 19. yüzyıl sonrasında, işçi hareketinin kapitalist sistemin kurumsal düzenlemelerine adapte olduğunu görmemişti.

Dolayısıyla onlara göre, Marx işçi sınıfının kendiliğinden hareketi konusunda fazla iyimserdi.

Marx’ın 20. yüzyılın işçi hareketlerini görmediği doğru olmakla birlikte, hem onun hem de Engels’in 1848 hareketleri ile Paris Komünü başta olmak üzere neredeyse tüm Avrupa’da işçi hareketlerini yakından izledikleri unutulmamalıdır. Dahası bu hareketler içindeki eğilimlerin ve bunların sonuçlarının farkında oldukları, her iki düşünürün yazılarından ve yaptıkları uyarılardan anlaşılabilmektedir.

10 Marx ve Engels’in işçi hareketinde örgütlenme konusundaki düşüncelerini sistematik bir şekilde geliştirmemiş olmaları, bu tür yorumların yapılmasına yol açmaktadır. Bunun yanısıra proleter hareketin kendiliğinden gelişimi üzerine yaptıkları bazı incelemelerden farklı yorumlar çıkarılabilmektedir. Ancak, şuna dikkat edilmelidir ki; işçi hareketlerinin gelişimini incelediği yazılarında doğal olarak işçi sınıfının yapısal potansiyelini ve o dönemdeki işçi hareketlerinin kendiliğinden karakterini ortaya koyan Marx, hiçbir yerde bu kendiliğinden karakterin ya da sahip olunan potansiyelin işçi sınıfını otomatik olarak başarıya ulaştıracağına dair net bir düşünce belirtmemiştir.

(32)

Marx’ın politik bilincin mücadele içinde kendiliğinden gelişeceği düşüncesine sahip olduğuna dair ileri sürülen en önemli kanıt 29.11.1871 tarihli Bolte’a mektubundan yapılan yukarıda da bahsi geçen alıntıdır (Marx, vd. 1979: 69): “….işçilerin her yerde birbirinden ayrı iktisadi hareketleri siyasal bir hareket doğurur, yani kendi çıkarlarını, genel bir biçimde gerçekleştirmek, toplumsal olarak zorlayıcı genel bir güce sahip olan bir biçim gerçekleştirmek üzere bir sınıf hareketi doğururlar.” Kanımızca bu cümle sınıf hareketinin nasıl ve hangi etkiler yoluyla gelişeceğini değil, nereden başlayarak gelişeceğini betimleyen bir cümledir. Bu nedenle işçi hareketinin ekonomik hareket ve taleplerden gelişeceğini söylemekle birlikte, bunun kendiliğinden olacağına dair kesin bir vurgu içermemektedir. Öte yandan Marx bizzat bu mektubun devamında şu satırları da yazmıştır:

…işçi sınıfını egemen sınıf tarafından politika alanında benimsenmiş tutuma karşı, bize düşmanca olan tutuma karşı daimi propaganda ile harekete geçirmek gerekir. Eğer bu yapılmazsa işçi sınıfı onların elinde bir oyuncak durumuna düşer (Marx, vd. 1979: 69).

Marx’ın işçi sınıfının örgütlenme zorunluluğu konusunda yaptığı vurgunun, bu örgütlenmeyi otomatik bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkacak bir gelişme olarak gördüğü anlamına gelmediği açıktır. Marx, örgüt konusunu daima işçi sınıfı ile ilişki içinde ele aldığı ve işçi sınıfını da temelde üretim araçlarıyla ilişkisi içinde tanımladığı için, onun açısından anahtar sorun ekonomi ile politika arasındaki, özgül olarak da işçi sınıfının ekonomik mücadeleleri ile onun politik bilincinin ve örgütlenmesinin gelişmesi arasındaki ilişkinin niteliği idi (Molyneux, 1991: 32). Marx’ın, politik bilincin ekonomik mücadele içinde gelişebileceği düşüncesine sahip olduğu söylenebilirse de, buradan onun politik bilincin mücadele içinde kendiliğinden gelişeceği inancına sahip olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olacaktır. Tam tersine Marx, Chartist deneyim üzerine yaptığı

(33)

incelemelere dayanarak işçilerin yürüttükleri iktisadi mücadelelerin giderek politikleşmesinin ve bu mücadeleler sırasında kurulan örgütlenmelerin işçi sınıfının siyasi hareketinin hazırlayıcısı olduklarını tespit etmiştir (Marx ve Engels, 1998: 116–130).

Ekonomik mücadeleden muzaffer sonuçlar beklenemez; ancak, bu mücadelelerin asıl amacı, işçilerin kapitalist sistemin geneline dair politik bir bilince ulaşmalarını sağlamaktır.

Çünkü bu sömürü düzenine ancak işçi sınıfı politik bilince sahip olduğu zaman son verilebilecektir.

Marx, sanayinin gelişmesiyle proletaryanın yalnız sayıca artmakla kalmadığını bunun yanında büyük yığınlar halinde yoğunlaştığını, gücünün büyüdüğünü ve bu gücü daha çok hissetmeye başladığını belirtmiştir. Böylece, “tek tek işçiler ile tek tek burjuvalar arasındaki çatışmalar, giderek daha fazla iki sınıf arasındaki çatışma niteliğini alır….

Savaşım, ayaklanma olarak patlak verir. Zaman zaman işçiler galip gelirler, ama ancak bir süre için. Savaşımlarının gerçek meyveleri, o andaki sonuçlarda değil, işçilerin durmadan genişleyen birliğinde yatar” (Marx ve Engels, 1998: 126). Genişleyen birlik, sadece mücadeleye katılan işçilerin sayısında değil, aynı zamanda bu işçilerin mücadelenin hedeflerine yönelik bilinçlerindeki bir artışa da işaret etmektedir. Tek tek işçiler ile tek tek burjuvalar arasında süren savaş, işçinin giderek, iki tarafın farklı çıkarlara sahip farklı sınıflar olduğu gerçeğini kavramasını sağlar.11 Böylece ekonomik düzeyde yer alsa bile, işçi sınıfının dahil olduğu her mücadele onun siyasallaşmasına katkıda bulunur.

11Marx, 14 Temmuz 1853 tarihinde New York Daily Tribune’a yazdığı makalede, grevlerin yararsızlığını savunanlara karşı şu satırlarla cevap vermektedir: “….ben tam da tersine şuna ikna oldum ki; sanayinin günümüzdeki örgütlenmesi içinde patronlar ve çalışanlar arasında süregelen çatışmalardan kaynaklanan, ücretlerdeki artma ve azalmalar, emekçi sınıfın ruhunu birarada tutmanın, onları egemen sınıfın tecavüzlerine karşı büyük bir örgüt halinde birleştirmenin ve şöyle ya da böyle üretimin ilgisiz, düşüncesiz birer enstrümanı haline gelmelerini engellemenin vazgeçilmez bir aracıdır…… Grevlerin ve çatışmaların değerini doğru biçimde anlayabilmek için, kendimize, onların ekonomik sonuçlarının önemsiz görünüşü yüzünden körleşme izni vermemeliyiz, her şeyden önce onların politik ve ahlaki sonuçlarını göz önünde

Referanslar

Benzer Belgeler

A) Üçgenler birbirinin bir eksene göre simetriğidir. B) Üçgenler birbirinin bir noktaya göre si- metriğidir. E) Üçgenlerin alanları birbirine eşittir. Sabit iki

1968 ÜSS Sınavı Soru ve

“Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, -küresel

SGK verilerine göre Aralık 2017’de kendi hesabına çalışan kayıtlı esnaf (4/b) sayısı Türkiye genelinde 2 milyon 72 bin olurken, Konya’da 63 bin olmuştur..

Konya’da hizmetler sektöründe faaliyetleri kısıtlayan faktörlerin geçen yıla göre değişimleri incelendiğinde finansal kısıtlardan, talep yetersizliğinden ve

Geçtiğimiz 3 ayda işlerin durumu, önümüzdeki 3 ayda tedarikçilerden sipariş ve istihdam beklentileri hem Aralık 2016’ya göre hem de Kasım 2017’ye göre

Konya’nın Çin’den yaptığı ithalat, geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık yüzde 2 azalarak 16,1 milyon dolar seviyesinden, 15,7 milyon dolar seviyesine gerilemiştir

fonksiyonu olara'k A ve B yenileme tipleri iç in belirleneb ilir. A yenilme tipi ve bir sabi· t yüzey deformasyonu için gevşeme. • düşey düzlemde mey- dana