• Sonuç bulunamadı

Dünyada ilk işçi sınıfı hareketlerinin, XVI. yüzyılda, kapitalizmin Avrupa’da kendini göstermeye başlamasıyla birlikte ortaya çıktığı genel olarak kabul edilmektedir (Abendroth, 1992: 11). Yine de XVIII. yüzyılın sonlarına kadar süren manifaktür evresinde, işçi sınıfı hareketi ücretler ve iş saatleri üzerinde süren henüz emekleme aşamasındaki direnişlerle sınırlıydı. İşçi sınıfının ilk radikal tepkisi sanayileşmenin getirdiği makinelere karşı olmuştu. Özellikle dokuma tezgahlarının ortaya çıkışıyla işçiler öfkelerini “makine kırıcılığı” adıyla bilinen eylemle göstermeye başladılar. Makine kırıcılığı, sanayileşmenin hızlı gelişimi karşısında ağır sömürü koşulları altında yaşayan ve sayıları giderek artan işçilerin, kendiliğinden bir tepkisi olarak XVIII. yüzyıl boyuca devam etti.

XIX. yüzyılın başında daha da şiddetlenen işçi sınıfı eylemliliği, “Ludizm” diye anılan toplumsal hareketi ortaya çıkardı. İngiliz işçi sınıfı, tarih sahnesine diğer ülkelerin işçi sınıflarına nazaran oldukça erken çıkmıştı. Sanayi devrimi, İngiltere’de aristokrasi ve burjuvazi arasında çelişkiye neden olmamış, aksine aristokrasi bizzat kendisi burjuvalaşarak ya da burjuvazi ile anlaşarak işçi sınıfına karşı ittifak içine girmişti

(Hobsbawm, 1987: 4). Böylece içinde yaşadığı sömürü koşulları daha da şiddetlenen İngiliz işçileri, fabrika ve atölyeleri işgal etmeye başladılar. İşçilerin, işverenin ve silahlı güvenlik güçlerinin baskısına rağmen buradaki üretim araçlarını tahrip etmesi şeklinde ortaya çıkan Ludizm,39 İngiltere’de 1811-1812 yıllarında politik ve ekonomik amaçlı bir kitle hareketine dönüştü (STMA I, 1987: 166).

Hareketin yayılması, eylemcilerin ölüm ile cezalandırılmasına imkan veren bir kanun yayınlayan siyasal iktidar tarafından engellenemedi. Ancak 1813 ve 1816 yıllarında yükselişe geçen Ludizmin liderlerinin idam edilmesi sonunda hareketin gerilemesine yol açtı. Ludist hareketin gelişmesiyle birlikte, işçiler ilk defa sınıf kimliği ile yaptığı eylemlerde kendi varlığını ortaya koymuş oluyordu (Yaraşır, 2004:28). İşgal eylemleri ise bu tarihten sonra işçi sınıfının önemli mücadele araçlarından biri haline geldi. Tabii ki Ludizm’in gerileyişi işçi sınıfı hareketinin sona erdiği anlamına gelmiyordu, kısa bir süre sonra işçi hareketi Chartizm gibi farklı biçimler altında yeniden canlanmanın yolunu buldu.

Fransız Devrimi’nin Avrupa işçi sınıfları arasında yarattığı uluslararası dayanışma ve demokratik haklar bilinci, kendini Chartizm hareketi ile ortaya koydu. Marx’ın deyişiyle, makinelerle onların sermaye tarafından kullanılmasını birbirinden ayırmaya başlayan işçi sınıfı, tepkisini artık maddi üretim araçlarına değil, bunların kullanılış biçimlerine yöneltmekteydi. Benzer şekilde işçi sınıfı liderlerinin bilincinde siyasal

39Aslında Ludizm ve makine kırıcılık birbirinden farklı dönemlere ait hareketlerdir. Ancak Ludistlerin en çarpıcı eylemleri makine kırmak olduğu için iki terim birbirinin yerine kullanılır hale gelmiştir. Ludizm, İngiliz köylülerinin geleneksel dilini kullanan ve başarılı bir örgütlenme üzerinde yükselen yaygın bir toplumsal harekettir. Hareket önce çorap örücüleri arasında başlamıştır. İşçiler, Nottingham bölgesindeki işverenlere, yeni makine ve tezgahları kullanmaktan vazgeçmezlerse, fabrikalarının yakılacağını bildiren mektuplar yazıyor ve bunları ‘Ned Ludd’, ‘General Ludd’ ya da ‘Kral Ludd’ adlarıyla imzalıyorlardı.

Ludd’un kim olduğu hiçbir zaman tespit edilememekle birlikte hareket bu addan esinle isimlendirilmiştir (STMA I, 1987: 166). Makine kırıcılık ise asıl olarak sanayileşmenin yeni başladığı dönemin İngiltere’sine ait bir hareket olmakla beraber, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdü. 1844 yılında Silezyalı dokumacıların ayaklanmalarında olduğu gibi sanayileşmenin farklı düzeylerinde kendiliğinden bir tepki

egemenliği elinde tutan sınıfa karşı sadece ekonomik mücadelenin yeterli olmadığına dair düşünce yerleşmekteydi (Marx ve Engels, 1998). Böyle bir ortamda Chartizm, sadece işçi sınıfının ekonomik koşullarının düzeltilmesi hedefi ile yetinmeyerek, tüm işçileri genel oy hakkı ve diğer siyasal haklar için hareket geçirmeyi amaçlamıştı (Cole, 1963: 141).

Özellikle siyasal alana ait olanların önplana çıktığı taleplerini, üç ayrı bildirge ile İngiliz parlamentosuna sunan işçiler, bu taleplerinin reddedilmesini büyük bir grev dalgası ile cevapladı. Chartist hareket, 1847 yılında yasal işgünü yasasının kabul edilmesi gibi bir çok işçi sınıfı kazanımının yolunu açtı.40

1840’lı yılların sonunda giderek zayıflayan Chartizm, Komünist Manifesto’da gerçek bir siyasal işçi hareketinin örneği olarak değerlendirilmektedir (Marx ve Engels, 1998).

Ancak işçi sınıfının kendi önderliğini yaratamaması nedeniyle harekete Owen’cılar gibi orta sınıf radikalleri damga vurdular. Bu durum hareketin parlamenter taleplerle sınırlı bir perspektife sahip olmasına ve giderek zayıflamasına yol açtı. 1840’lı yılların ikinci yarısı sadece İngiltere’de değil kıta Avrupa’sında da işçi sınıfı hareketlerinin canlandığı bir dönem olmuştu. Fransa işçi sınıfı zaten XIX. yüzyılın ikinci çeyreğiyle birlikte büyük bir eylemlilik içindeydi. Bu dönemde işçi sınıfı, sayı, örgüt ve siyasal güç olarak giderek büyüyordu ancak yine de klasik proletaryadan bahsetmek için oldukça erken bir dönemdi.

Özellikle demir-çelik, kimya ve maden sanayilerinin gelişimi, kenar mahallelerde yaşayan bir emekçi yığını yaratmaktaydı. Ayrıca dokumacılık ve yapı işleri de işçilerin yoğunlaştığı sanayilerdi. 1847-1850 tarımsal krizinin yarattığı kente göç, işçi sınıfı sayısının artışını hızlandırdı. Yine de işçi sınıfı, nüfus içinde köylüler karşısında hala azınlıktaydı.

40 Öte yandan Marx, işçi sınıfının koparabildiği bu ödünlerin sözden ibaret kaldığını da belirtmektedir.

Parlamento işçi sınıfı hareketinin baskısıyla çıkardığı yasaları, çeşitli bahanelerle uygulamaya koymama kurnazlığını göstermiştir (Marx, 2000:271).

Öte yandan, 1860’larda yaşanan iktisadi kriz, konut ve besin fiyatlarını yükseltirken, işçilerin ücretlerini ve dolayısıyla satın alma güçlerini azaltıyordu. İşçi sınıfının sayısal artışına eklenen yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi, işçileri kendi kurdukları ya da varolan işçi örgütleri içinde haklarını aramaya yöneltiyordu. İşçi örgütleri giderek gelişiyor ve işçi dernekleri, sendika odaları, halk toplantıları yaygınlaşıyordu. 1860’lı yıllara artan toplumsal gerginlikler ve üç büyük grev dalgası (1864, 1867 ve 1869-1870 grevleri) damga vurdu (Rougerie, 1993: 16). 1871’de Paris Komünü’nün kurulmasını da içine alan bu eylemlilik dönemi, işçi sınıfının kendiliğinden örgütlerinin büyük bir yoğunlukta ortaya çıktığı bir dönem oldu. Avrupa ardı ardına 1830, 1848 ve 1871 Devrimleri ile sarsılırken işçi sınıfının da giderek kendine güveni artıyordu.

İşçilerin başında büyük liderler yoktu ama, hem gizli derneklerle komitelerin sayısı hem de grevlerle işçi ayaklanmalarının sıklığı giderek artmaktaydı. Üretim ve tüketim kooperatifleri, dayanışma dernekleri, gizli komiteler ve sendika odaları dönemin yaygın işçi örgütlenme biçimleriydiler. Bunlar işçi birlikleri federasyonları ya da bölgesel federasyonlar altında birleşiyordu (STMA II, 1988: 346). İşçi hareketi, 1860’lı yıların başında, özellikle de Enternasyonal’in kurulduğu yıl olan 1864’de Fransa’da grev hakkının tanınmasıyla birlikte güç kazandı (Rougerie, 1993: 14). İşçi örgütlerinin çoğu Enternasyonal ile dolaysız bir ilişki içindeydiler.

İşçi sınıfı hareketinin güçlenmesi ile kendiliğinden gelişen işçi örgütlenmeleri daha çok komün, konsey ve halk meclisleri biçimini alırken sosyalistler de siyasal klüpler ve seksiyonlar altında örgütleniyorlardı (Anweiler, 1990: 31). Pek çok farklı siyasal akımın kendi klüpleri vardı. Ancak henüz hiçbirisi parti olma yoluna girmemişti. Sosyalist gruplar, klüpler altında süren faaliyetlerin yaygınlık ve çeşitliliğine rağmen bir sosyalist parti ortaya

çıkaramamışlardı. Dolayısıyla Avrupa işçi sınıfı henüz proleter bir partiye sahip değildi.

Ancak sonunda Enternasyonal etkisi altındaki Alman işçileri, 1869’da bir parti örgütlemeyi başardılar. Fransa’da ise işçiler arasında yaygın olan Proudhonculuk, parti benzeri merkezi örgütlerin küçümsenmesine neden oluyordu. Fransa’da proleter bir programa sahip bir işçi partisinin henüz kurulamamış olması, halkın yoğun desteği ile işçilerin coşku ve gayretliliğinin gerektiği şekilde örgütlenmesini ve 1871’de kendiliğinden hareketin yükselişi ile ortaya çıkan Paris Komünü’nün başarılarının sürekli kılınmasını önledi.

1864 yılında Londra’da, o zamanki adı Uluslararası Emekçiler Derneği olan I.

Enternasyonal’in kurulması, Avrupa işçi sınıfı içinde büyük yankı uyandırmıştı (Bourgin, 1987: 11). İşçiler, Enternasyonal’in yerel şubelerinin lokallerinde toplanıyorlar ve kendi örgütlerini oluşturmaya çalışıyorlardı (DKDA I, 1987: 7). Böylece Enternasyonal’de benimsenen düşünce ve görüşler bu şubelerde Avrupa işçilerine yayılabiliyordu. Bu ve benzeri toplantılarda, işçilerin sorunları, çalışma koşullarına yönelik talepler, örgütlenme ve eylem biçimleri, devlet sorunu, devletin ortadan kaldırılması ya da yetkilerinin kısıtlanması gibi konular tartışılmaktaydı. Bunlara ek olarak, Enternasyonal şubeleri, yerelde grevlerin örgütlenmesine yardım ediyor ve eylemler arasında eşgüdüm sağlıyordu.

İşçiler, Marksizmin temel tezlerini, bu dönem boyunca, Enternasyonal şubelerinde yapılan tartışmalar, paylaşılan yazılı materyal, mektup, program ve belgeler yoluyla öğrenme şansı yakalamışlardır (Bach, 1996: 58). Özellikle Marx’ın yazdığı, Enternasyonal Geçici Tüzüğü ve Kuruluş Bildirgesi, kısa sürede Fransızca’ya çevrilmiş ve şubelere gelen işçilere dağıtılmıştı. Marx bir yandan işçi sınıfının kitlesel hareketlerini takip ediyor, bunlardan çıkardığı sonuçları teorik değerlendirmeleriyle harmanlayarak ideolojik ve örgütsel bütünlüğe sahip bir program haline getiriyordu. Bu programın ilkeleri,

Enternasyonal şubelerinden işyerlerine, işçi mahallelerine ve kişisel ilişkiler yoluyla bir işçiden diğerine hızla yayılıyordu. Enternasyonal kuruluşundan itibaren, kongreler, yerel şubeler, basın ve yazılı materyaller aracılığıyla Avrupa’daki işçiler için bir eğitim merkezi olarak işlev gördü41.

Sonuç olarak Enternasyonal’in, güç kazanmaya başlayan Avrupa işçi hareketi için bir katalizör rolü oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki birkaç yıl sonra Engels, bir mektubunda, Paris Komünü’nün Enternasyonal’in çocuğu olduğunu ilan etmiştir (Engels, 1991: 154). Yalnız burada kastedilenin Enternasyonal’in düşünsel anlamdaki etkisi olduğuna dikkat çekilmelidir, çünkü yine Engels’in deyimiyle, Enternasyonal Komün’ü

“oluşturmak için parmağını bile kımıldatma”mıştır (Engels, 1991:154). Dolayısıyla Enternasyonal, Komün için önderlik sağlamak ya da maddi yardımda bulunmak gibi yollarla değil, işçi sınıfı arasında yarattığı etki ve sosyalist fikirlerin yayılmasına yaptığı katkı ile Komün’e destek olmuştur. Buna rağmen Komün’den sonra, Enternasyonal içindeki akımların her biri bu başarıyı kendi adına üstlenmek ve ona kendi damgasını vurmak için uğraşmıştır.

Paris Komünü’nden sonra, işçi hareketinin yükselişe geçtiği en dikkat çekici dönem 1905 ve 1917 Rus Devrimleridir. Özellikle 1917 Devrimi, işçi sınıfının konsey tipi örgütler yoluyla iktidarı ele geçirmeyi başarması ve buna dayanarak sosyalizmi inşa etmesi nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. 1917 Devrimi Sibirya’daki altın madenlerinde yapılan bir grevle başlamıştı. Gösteri yapan 200 kadar işçinin öldürülmesi, ülkedeki tüm işçiler

41I. Enternasyonal’in Paris Komünü ve Fransız işçi hareketi üzerindeki etkisini detaylı bir şekilde ele alan ve buradan önemli stratejik sonuçlar çıkaran oldukça etkileyici bir çalışma için, I.Bach’ın, “Belge ve Programlardaki Marksizm Düşünceleri ve Paris Komünü Etkinliği” adlı makalesine bakılmalıdır. Bu çalışma, Enternasyonal’in belge ve programlarını Komün’ün uyguladığı önlemlerle karşılaştırmak yoluyla, proletaryanın ilk uluslararası kitle örgütü ile ilk proleter devrim arasındaki bağı görünür hale getirmektedir.

üstünde büyük bir tepki yarattı (Hobsbawm, 1999: 323). Kendiliğinden ve hazırlıksız biçimde başlayan tepki grevleri, 200 bin işçinin katılımıyla neredeyse bir genel greve dönüştü. 27 Şubat’ta, grevi bastırmak için gönderilen askeri birliklerin önemli bir kısmının işçilerin tarafına geçmesiyle hükümetin eli kolu bağlandı ve devrim tüm ülkeye yayıldı.

Çarlık rejimi çökerken yerel ve bölgesel sovyetler, devrimin temel organı olarak işçi sınıfı adına iktidarı kullanmaya başladı. Şubat Devrimi sonrasında bir yanda soyluların ve burjuvazinin girişimiyle kurulan geçici hükümet ile öte yanda işçi ve askerlerin desteklediği Petrograd Sovyeti olmak üzere ikili iktidar yapısı ortaya çıktı. Ekim Devrimi’yle sonuçlanan süreç içinde, Petrograd Sovyeti iktidarı tek başına kullanır hale geldi. Fiili olarak iktidarı elinde tutan Sovyet, hükümet tarafından resmen tanınması ya da yetkilerinin hukuki olarak tescil edilmesi gereğini bile duymuyordu (Anweiler, 1990: 184).

Ekonomik alanda ise, işçiler sanayi bölgelerinde hızla fabrika komiteleri kurmaktaydılar. Carmen Siriani, fabrikalarda oluşturulan komitelerin, 1917 Devrimi’nde şehirli işçilerin en önemli mücadele organı olduğunu belirtmektedir. Dahası işçiler, bu yolla “… devrimci devlet gücüne ilişkin Bolşevik çağrısını destekleyen ilk örgütlü kitle”

haline geldiler (Siriani, 1990: 24). Bu komiteler işçilerin çıkarlarını korumanın yanında, sosyalistlerin katılımıyla işçiler arasında siyasal bilinç yaratılmasına da imkan veriyorlardı.

Bu olanağı en iyi değerlendiren Bolşevizm oldu ve işçi komitelerinin devrimci mücadeleye kazandırılmasını sağladı.

Rus sosyal demokratları 1890’ların sonuna kadar, bir parti şeklinde örgütlenmemişti.

Sosyal demokratlar, kimi zaman Enternasyonal’in geniş kanatları altında işbirliği yapsalar da birbirine rakip gruplar halinde etkinlik gösteriyorlardı (Hobsbawm, 1999: 319). Ancak Marksizm ve Marx’ın Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişimini inceleyen metinleri,

kapitalizmin henüz yeni gelişmeye başladığı Rusya’da aydınlar tarafından yaygın bir şekilde biliniyor ve hatta neredeyse kutsal kitap ilan edilmiş bulunuyordu42 (Anweiler, 1990: 56). Bu dönemde, Bolşevikler, Menşevikler ve bir de Sosyalist Devrimciler olmak üzere üç grup, işçiler arasında inandırıcı sosyalist güçler haline gelmişlerdi. Yine bu dönemde, Bolşeviklerle Menşevikler arasında 1903’deki bölünmeye yol açacak olan fikir ayrılıkları da kendini göstermeye başlamıştı. Sıradan Rus işçisi açısından, sosyalistlerin farklı türleri arasında anlamlı bir ayrım yoktu, hepsi de çarlığa karşı olmaları nedeniyle aynı ölçüde destek görmekteydi (Hobsbawm, 1999: 320). Bolşevikler de bu sosyalist gruplardan biriydi ancak önemli bir farkları iyi örgütlenmiş ve kararlılıklarıyla halkın güvenini giderek daha fazla kazanıyor olmalarıydı.

1905 öncesi dönem, Rus işçi hareketi açısından kendiliğinden ve dağınık bir karakter sergilemekteydi. Yerel, siyasal hedefleri olmayan, birbirinden bağımsız eylemler 1890’lardan itibaren artan bir şekilde sosyalist ve Marksist aydın ve kuramlarla birleşmeye başladı. Bu süreç yoğunluğunu arttırarak 1917 Devrimi’ni hazırlayan temel etken oldu.

1917 sovyetleri, 1905’inkilerden farklı olarak hemen ve oldukça yoğun bir şekilde sosyalist akımların etkisi altına girdiler. 1905’e göre hem işçi hareketi hem sosyalist örgütler daha gelişmiş hem de aralarında daha sıkı ilişkiler kurulmuştu. Sosyalist düşünce, işçiler arasında artık daha fazla benimseniyor ve sosyalist akımlar arasındaki politik farklar da önem kazanıyordu. 1905’de sosyalist gruplar arasında bir ayrılık göremeyen işçiler artık onları birbirinden ayrı yere koyuyor ve kendilerine yakın gelen fikirlere sahip olan grubun arasına katılıyorlardı. Bu durum sovyet toplantılarını siyasal akımların çatışma yeri haline

42 Anweiler’e göre, Rusya’da sosyalist aydınlar, kapitalizmin ortaya çıkışını ve azgın gelişimini bilerek yaşayacak durumdaydı ve Marksizm sayesinde burjuva egemenliğini daha kurulma aşamasında yıkabildi (Anweiler, 1990: 56-7).

getirmekteydi. Özellikle Bolşevikler, fabrika komitelerini ve sovyetleri, ideal propaganda araçları olarak görmekte ve kullanmaktaydılar.

Menşevikler, başından beri, yaklaşan Rus Devrimi’nin burjuva karakterde olacağını savunuyorlardı. Bu devrimde işçi sınıfının rolü, burjuvaziye destek olmak ve demokratik taleplerde bulunmak idi. Sosyalist devrim için savaş ancak burjuva devrimi tam anlamıyla başarıya ulaştıktan ve kapitalist gelişme evresi tamamlandıktan sonra başlayacaktı.43 Bu açıdan konseyler yoluyla verilen mücadeleye demokratik mücadele gözüyle bakıyor ve bu sınırlar içinde kalmasını arzuluyorlardı. Oysa Bolşevikler, sosyalist devrimin gerçekleştirilmesini ve işçi iktidarının kurulmasını amaçlıyorlardı. Proletarya, burjuva devriminin tamamlanması için bunu tek başına gerçekleştiremeyecek olan Rus burjuvazisine yardım edecekti ama devrim burada kalmayacak bu defa köylülüğün desteğini alan proletarya kendi devrimini gerçekleştirecekti (Carr, 2002: 63).

Bolşeviklerin hem işçi hareketine hem de konseylere yaklaşımları da Menşeviklerinden tamamen farklıydı. Bolşevikler işçileri sosyalizm mücadelesine yöneltmek için her tür çabayı gösterirken konseyleri işçi iktidarının araçları olarak görüyorlardı. ‘Tüm iktidar sovyetlere’ sloganını bu amaçla ortaya atan Bolşevikler bu sloganı, “tüm iktidar işçilere ve soylu köylülere!” sloganıyla birleştirdiler, sovyetler işçi ve köylülerin kendi öz organları olduğu için aslında bu iki slogan aynı anlama geliyordu44 (Anweiler, 1990: 225).

43 Bu nedenle Menşevikler, işçilerin ve sosyalistlerin iktidara gelmesini değil öncelikle burjuvazinin iktidarının kurulmasını amaçlıyorlardı. Menşevikler, iktidarı ele geçirmeyi ya da geçici hükümet içinde yer alarak iktidara ortak olmayı reddediyor ve muhalefette kalmak gerektiğini savunuyorlardı (Carr, 2002: 54).

44Bolşevikler için sovyetlerin önemi temsil ettikleri sınıflardan gelmekteydi. Bolşeviklere göre sovyetlerin anlamı, proletaryanın siyasal iktidar mücadelesi sorununa bağlıydı. Ancak sovyetlerin iktidar sorununu tek başlarına çözemeyeceğini savunan Bolşevikler, parti tarafından sovyetlere bir program kazandırılmasını gerektiğine inanıyorlardı.

1917 Şubat Devrimi, bir siyasal parti ya da öncülüğün liderliği olmadan başlamıştır.

Ancak bu durum, devrimin hiç hazırlıksız başladığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Devrime yol açan hareketin ortaya çıkmasını sağlayan bilinç, örgütlü ve aktif olarak çalışan devrimcilerin yıllardır verdikleri mücadele ve eğitimin ürünüdür (Siriani, 1990: 24).

Üstelik Şubat Devrimi’nden Ekim’e kadar geçen süre içinde, hem kendi eylemlilikleriyle hem de sosyalistlerin bu eylemlere katılımı ve yönlendirmesi ile gelişen ve bilinçlenen Rus işçi sınıfı, Ekim Devrimi’nde daha planlı ve kendine güvenli bir şekilde hareket etmiştir.

Ekim Devrimi, geçici hükümeti devirip iktidarı işçi sınıfı adına ele geçirmesi dolayısıyla kendiliğinden ve planlanmamış bir hareket olan Şubat Devrimi’nden belirgin bir şekilde farklıdır (Perrie, 2003: 207).

Benzer şekilde fabrika komitelerinin ve sovyetlerin kurulması da büyük ölçüde kendiliğinden bir gelişmedir, önceleri grevi örgütlemek için kurulan komiteler devrimci konjonktürün etkisiyle mücadele örgütlerine dönüşmüşlerdir. Komiteler kendiliğinden ortaya çıkmakla birlikte, sosyalist aydın ve militanlar, genellikle başlangıçtan itibaren fabrika komiteleri hareketinde yer almışlardır (Siriani, 1990: 24-5). Örneğin, Petersburg İşçi Delegeleri Sovyeti, hiçbir siyasal parti ya da sendikal örgüt tarafından hazırlanmış, planlanmış ya da geliştirilmiş değildir. Ancak önce ekonomik amaçlarla oluşturulan komitelerden doğan daha sonra siyasal amaçlara yönelen sovyet, giderek siyasal parti ve grupların etkinlik gösterdiği bir örgüt haline gelmiştir (Cangızbay, 2003: 231).

Ne 1905 ne de 1917 sovyetlerinin başlangıçta devlet iktidarını ele geçirmek gibi bir amaçları olduğunu savunmak, tarihsel gerçekliğe uygun bir açıklama olmayacaktır (Anweiler, 1990: 48). Fakat Rus Devrimi’nin tamamen kendiliğinden bir hareket olduğunu iddia etmek de yanıltıcı olacaktır (Siriani, 1990: 24). Konseyler aracılığıyla iktidarı ele

geçirme düşüncesinin ve sosyalizme yönelişin, işçi sınıfı içinde oluşması ve kabul edilmesi ancak hareketin son döneminde gerçekleşmiştir. Böyle bir yöneliş ancak, sosyalist aydınların işçi sınıfının kendiliğinden örgütlerine katılarak sınıfla buluşabilmesine olanak veren koşulların oluşması (işçi sınıfı mücadelesinin direncini yitirmemesi, devrimci koşulların ortadan kalkmaması, asker ve köylülerin de mücadeleye katılması) sonucunda meydana gelmiştir. Elbette ki bu stratejinin ortaya atılıp geliştirilmesinde ve işçiler tarafından kabul görmesinde esas payın sahibi Lenin ve Bolşeviklerdir. Devrimcilerin eylemleri, sadece işçi hareketinin radikalleşmesine yardım etmekle kalmadı aynı zamanda hareketin devrime yönelmesine ve çarlığın devrilmesine de yol açtı.