• Sonuç bulunamadı

Sınıf bilincinin gelişiminin, sınıfın bütünü açısından üretim ilişkilerinin ve tarihsel bağlantılarının kavranması ile mümkün olduğunu gören Lenin, buradan işçi sınıfının kendisini mücadelenin merkezine yerleştirmesinin, öncü örgütlenme olmaksızın mümkün olmadığı sonucuna varmıştır: “Tarihte hiçbir sınıf hareketi, örgütlemeye ve yönetmeye yetenekli kendi siyasal önderleri, kendi ilerici temsilcileri olmaksızın iktidara gelememiştir” (Lenin, 1993b: 153). Böyle bir önderlik olmadığı sürece, işçi hareketi bilinçli sınıf savaşımı için yeterince güçlü değildir. “Sıkı örgütlenmiş bir parti varsa, herhangi bir grev, siyasal bir gösteriye, hükümete karşı kazanılmış siyasal bir zafere dönüşebilir. Sıkı örgütlenmiş bir parti varsa, yerel sınırlılıkta bir ayaklanmadan zafere ulaşan bir devrim meydana gelebilir”21(Lenin, 1993b: 154).

Lenin’in örgüt teorisi, birbiriyle bağlantılı iki öncüle dayanır. Bunlardan birincisi Lenin’in işçi sınıfı hareketine ve onun içgüdüsel sistem karşıtlığına olan güvenidir. Lenin sürekli olarak işçi sınıfı eyleminin beklenmedik yani kendiliğinden bir şekilde yükselişe geçebileceğini ve bu eylemin işçi sınıfını kendisini sömüren sistemle karşı karşıya getirebileceğini vurgulamaktadır. Ancak bu güvenin yanı sıra Lenin, teorinin dolayısıyla, bunun taşıyıcısı olarak örgütün önemini de hiç tartışmasız savunmaktadır (Harman, 1998:

21“İddia ediyorum ki: 1. Sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2. hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları savaşıma kendiliklerinden ne kadar büyük sayıda sürüklenirlerse, böyle bir örgüte gereksinim o ölçüde ivedileşir, ve bu örgütte o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini arkalarında sürüklemeleri

19-21). Lenin bu görüşünü, “devrimci teori olmadan devrimci pratik olamaz” sözleriyle özetlemektedir. İlk bakışta, bunlar çelişkili düşünceler olarak görünebilir. Bu iki görüşü birbirine bağlayan nokta, mücadele bilincinin işçi sınıfı içinde eşitsiz gelişmekte olduğu gerçeğinin kabulüdür. Bu nokta, Lenin’in örgütlenme konusunda karşılaştığı en temel sorundur: İşçi sınıfının içinde bilinç düzeyi hiçbir zaman homojen değildir. Farklı işçi grupları, farklı zamanlarda farklı etkilerle sisteme karşı mücadeleye geçer. Tüm sınıfın aynı anda eyleme geçtiği durumlarda bile, sınıfın belli bir kısmı diğerine göre daha ileride olabilir. Geri kalan çoğunluğun onları yakalaması ise, ancak bilinçli devrimcilerin müdahalesiyle gerçekleşebilir. Aksi halde, bu çoğunluğun içinde yaşadıkları burjuva ideolojisinin etkisine tekrar girmeleri zor olmayacaktır. Buradan hareketle Lenin, sınıf içi eşitsiz gelişme yüzünden ortaya çıkan bilinçlilik ve kendiliğindenlik ayrımına paralel olarak öncü örgüt ve sınıf hareketi arasında bir ayrım yapmaktadır.

Bu ayrım Lenin’in, örgüt teorisinin özünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla Marx’taki komünistler ve proleterler ayrımına benzer bir şekilde Lenin’in de, işçi sınıfı örgütüyle ona liderlik etme görevini yüklediği sosyal demokratların örgütünü birbirinden ayırdığı açıktır.22 Öte yandan Lenin, kendiliğinden hareketlerle bilinçli örgütlülük arasında bir karşıtlık görmez, tersine aralarında her ikisinin de vazgeçilmez yerini aldığı diyalektik bir ilişki tanımlar. Sonuç olarak Lenin’e göre, bilinçlilik ile kendiliğindenlik arasındaki ilişki, çelişkili bir ilişki değildir; kendiliğinden unsur temelde bilinçliliğin tohum halindeki biçiminden ibarettir (Decoufle, 1991: 71) ve iradi faktör adını verebileceğimiz öncü örgüt tarafından tamamlanmaya ihtiyaç duyar.

22“İşçi örgütü, her şeyden önce mesleki, ikincisi mümkün olduğu kadar geniş, üçüncüsü mümkün olduğu kadar az gizli bir örgüt olmalıdır. (…) Buna karşılık, devrimci bir örgüt, her şeyden önce ve asıl olarak mesleği profesyonel devrimcilik olan insanları toplamalıdır. (…) Bu örgütün çok geniş olmaması, mümkün olduğu kadar gizli bir örgüt olması zorunludur.” (Lenin, 1998) sözleriyle iki örgütü birbirinden ayrıştırmıştır

Lenin’in öncü örgütlenme konusundaki görüşleri, işçi sınıfında siyasal bilincin gelişimi üzerine yaptığı incelemeler kadar, kendi ülkesindeki sosyalist örgütlenmelerin kaderi ve işçi sınıfıyla ilişkileri üzerine yaptığı gözlemlere de dayanmaktadır23 (Liebman, 1990: 21). Lenin, kendisinin ve pek çok Rus devrimcisinin, 1905 Devrimi’nden önce yaşadıkları tutuklanma ve sürgünlerin, sosyalist hareketin dağınıklığı ile örgütsel zayıflıklarına bağlı olduğunu gözlemlemiştir. Bu nedenle ülkesindeki devrimci hareketin eksikliği olarak gördüğü siyasal örgütün, kuramsal temellerini geliştirmeye girişmiştir. Ona göre, gerekli olan, kitlelerin ilkel yıkıcı gücüyle ona bir biçim kazandırabilecek olan devrimciler örgütünün bir araya getirilmesidir.

Lenin, sosyal demokrasiden kopmuş bir işçi hareketinin yüzeyselleşip kaçınılmaz olarak burjuva ideolojisine teslim olacağını savunmaktadır (Lenin, 1993b: 151). Aslında Lenin burada, sosyal demokrasi derken, sosyal demokrat yani sosyalist teoriyi sindirmiş lider kadrosunu kastetmektedir. Sosyal demokratların görevi, işçi hareketine edilgin bir biçimde hizmet etmek değil, bir bütün olarak genel hareketin çıkarlarını temsil etmek, bu harekete son hedefini, siyasal görevlerini göstermek yanında onun siyasal ve ideolojik bağımsızlığını korumaktır. Öncü örgüt, tüm çalışmasını işçi sınıfına yöneltmeli24 ve bu arada ondaki tüm iyi güçleri sonuna kadar kendine çekmeli, yığınlarla bağıntının korunup korunmadığını, canlı olup olmadığını her adımda, dikkatle ve nesnel olarak gözden

23Lenin’in devrimci örgütün kuramsal temellerini geliştirme çabaları sonucunda, 1902’de dönemin politik tarihine damgasını vuracak olan Ne Yapmalı eseri ortaya çıkmıştır. Ancak onun örgütlenme konusundaki düşünceleri, yaklaşık aynı dönemde özellikle Iskra’da yayımladığı makaleleri, broşürleri, konuşma ve mektuplarında da sürekli olarak ele alınmaktadır. Bunların bir kısmı, Türkçede İşçi Sınıfı Partisi Üzerine (Sol Yayınları, 1993) adlı derlemede bulunabilir.

24Ancak, işçi sınıfının dikkatini ve bilincini yalnızca işçi sınıfının kendi üzerine yoğunlaştıranlar eksik bir çalışma yapmaktadırlar; çünkü işçi sınıfının kendi hakkındaki bilgisi, modern toplumun bütün farklı sınıfları arasındaki ilişkilerin yalnızca bütünüyle açık bir teorik kavranışı ile değil, ya da daha doğrusu teorik kavranışından da fazla, politik hayatın deneyimi içinde kazanılmış pratik kavranışıyla ayrılmaz biçimde içiçe geçmiştir (Lenin, 1993c).

geçirmelidir. Ancak bu şekilde, öncü yığını eğitebilir, onun kendi çıkarlarını dile getirerek, ona örgütlenmeyi öğretebilir ve yığının tüm etkinliğini bilinçli sınıf politikası çizgisine yöneltebilir (Lenin, 1993c: 271).

Öte yandan, işçi sınıfı, toplumun çoğunluğunu, toplumu onların çıkarlarına uygun biçimde yönetebileceğine pratik biçimde ikna etme sorunuyla karşı karşıyadır. Yani işçi sınıfı, kendi kurtuluşunu sağlayabilmek için toplumun bütün ezilmişlerine önderlik ederek onların kurtuluşunun da önünü açmak zorundadır. Bu yüzdendir ki, işçi sınıfının kendine ilişkin politik bilinci, bütün diğer ezilen kesimleri da kapsayan baskı ve ezilme biçimlerine ilişkin bir pratiğin anlaşılmasından geçer. Bu, işçi sınıfının diğer ezilenleri kendi etrafında toplaması ve bir ideolojik hegemonya oluşturması anlamına gelir. İşçi sınıfı, tüm sömürülenleri burjuvazinin hakimiyetine karşı kendi hegemonyası altında toplayabildiği oranda siyasal iktidarın etkisini zayıflatıp amacına ulaşabilir.25Bunun tersi yani işçi sınıfını sadece kendi çıkarları ve durumu ile ilgili bir mücadeleye yöneltmek, onu ekonomik alanın içine sıkıştırmak ve korporatizme teslim olmasına yol açmak demektir.

İlk olarak Marx’ın ortaya attığı bu düşünceyi, Lenin geliştirmiştir. Her toplumun hakim sınıfı, ideolojik üretim araçlarını denetlediği oranda diğer sınıfların bilincine de hakim olur. İşçi sınıfı mücadelesi, iktidarın egemen sınıfın elinden alınması kadar bu sınıfın ideolojik hegemonyasını kırmayı da hedeflemek zorundadır. Ezilen sınıflar, iktidardakilerin düşünsel hakimiyetinden özgürleştikçe gerçek özgürlüğün peşinden gidebileceklerdir. İşte burada öncüye görev düşmektedir; öncü egemenlerin ideolojisi ile

25III. Enternasyonal’in ilk iki kongresinde de, işçi sınıfının müttefik ezilen sınıflar üzerinde, hegemonya uygulamak zorunda olduğuna dikkat çekilmişti. Bu yaklaşım, proletaryanın kendi dar çıkarlarının peşine düşmesinin (ekonomik-korporatist aşama) karşıtı olarak ortaya konuyordu. Proletaryanın diğer ezilen sınıflar üzerindeki hegemonyası, onları toplumsal yaşamın tüm alanlarında yönlendirmesi ve geliştirmesi olarak tanımlanıyor, bunun için de toplumsal yaşamın tüm alanlarında faaliyet gösterilmesi gereği vurgulanıyordu (Anderson, 1988).

işçi sınıfının idealleri arasında sürüp giden çatışmayı görünür kılarak işçi sınıfının bilinçlenmesini sağlayacaktır.

Lenin’e göre, öncü örgüt ve onu oluşturan kadrolar, belirli zamanlarda hareketlenen ancak sonra sessizliğe gömülen kitle hareketine egemen olan bilinç düzeyinden farklı olarak, tarih bilinci ve siyasal deneyime sahip olan ve bu bilgiyle toplumsal ilişkiler alanına müdahale eden öznel ve iradi bir oluşumdur (Özdemir, 1994b: 48). Öncü, sınıf hareketine tarihsel çıkarlar doğrultusunda perspektif kazandıracak, sınıfsal olanla siyasal olanı birleştirecek olan kuvvettir. Öncünün görevi, sınıfın yerine harekete geçmek değil, işçi sınıfı eylemini bilimsel teorik bilgiyle yönlendirmek, koşulları analiz etmek, strateji ve taktik geliştirmek, kısacası hareketin alt yapısını ve hedefini tayin etmektir. Öte yandan, kitlelerin hareketi ile öncünün siyasal bilinci arasında diyalektik bir ilişki olduğu da unutulmamalıdır. Hareket, beklentinin ötesinde bir atılıma girdiği zamanlarda, öncüyü zorlayıcı ve dönüştürücü etkilerde bulunabilir. Dolayısıyla Lenin, öncünün sınıftan izole olmuş, hareketten kopuk hamlesini değil, öncünün hazırlığı, iradesi ve kararlılığı ile sınıf hareketinin kendiliğinden kalkışmasının çakıştığı bir siyasal eylemi savunmaktadır.

Lenin, Rus sosyal demokratlarının görevlerini açıkladığı 1897 tarihli broşüründe, onlara çalışmalarını her şeyden önce, ussal ve siyasal bakımdan en çok gelişmiş ve sayıca üstünlüğe sahip kentli sanayi proletaryasına yöneltmelerini öğütlemektedir (Lenin, 1993a:

138). Ona göre, sosyalist çalışma, “bilimsel sosyalizmin öğretilerinin propagandasını yapmaktan”, “bugünkü toplumsal ve ekonomik düzen” ile kapitalizmin geçmişi ve geleceği hakkında bilgi aktarmaktan, toplumsal sınıflar ve onlar arasındaki ilişkilerle mücadele ile işçi sınıfının tarihsel rolü konusunda işçiler arasında doğru bir anlayışı yaymaktan oluşur.

Bütün bunların aktarılması işçiler arasında sürekli bir ajitasyon ve propaganda çalışması

anlamına gelmektedir. Bu propaganda, işçilerin günlük ve çalışma yaşamanın sorunlarıyla en sıkı biçimde kaynaştırılmalı ve bu sorunlar karşısında işçilerin doğru bir bakış açısı geliştirmeleri sağlanmalıdır. Dolayısıyla bu tür bir çalışmayı yapacak öncülerin yetiştirilmesi, onların işçi toplulukları içine yerleştirilmesi, bu topluluklarla parti merkezi arasında sıkı bir ilişkinin geliştirilmesi gereklidir.

Ayrıca, işçiler arasında dayanışma bilinci geliştirilmeli, güvenleri kazanılmalı, işçi yayınları çıkartılmalı ve bildiri ve çağrılarla işçiler harekete geçirilmelidir (Lenin, 1993a:

138-9). Lenin’e göre, kendini ‘öncü’ ya da ‘ileri karakol’ olarak ortaya sürmek bir şey ifade etmez, önemli olan “önde yürüdüğümüzü tüm öteki birliklerin kabul edeceği ve kabul etmek zorunda kalacağı gibi de davranmak”tır (Lenin, 1993b: 170-1). Bu o kadar kolay bir iş değildir, öncelikle sistematik bir örgütlenme çalışmasını gerektirir.

İkinci olarak, işçi sınıfı ile yakın bağlar kurulması ve onun içinde bulunduğu sorunların ekonomik, siyasal ve ideolojik boyutlarını anlaması sağlanmalıdır.26Bu nedenle Lenin, işçi sınıfının bilinçlenmesi konusunda yazılı materyallerin, özellikle dergi çevrelerinin faaliyetlerine ayrı bir önem atfetmektedir. Çünkü, yazılı materyaller işçiler arasında yapılacak propagandanın en önemli araçlarından biri olduğu gibi, aynı zamanda sosyalistleri belli ilkeler etrafında şekillenen bir merkezde biraraya getirmekte ve farklı görüşlerin tartışılabilmesine olanak vermektedir. Lenin, arkadaşları ile birlikte yayınladığı Iskra adlı dergiyi de bu amaçla şekillendirmeye çalışmıştır.

26 “Devrimci işçi, elle tutulur sonuçlar vaadeden istemler vb. uğruna savaşım konusundaki gevezelikleri öfkeyle reddedecektir. … kendisine akıl öğretmeye gelenlere şöyle diyecektir: Bizim kendi başımıza pekala üstesinden gelebileceğimiz bir işe böyle aşırı gayretkeşlikle karışmakla, kendinizi boş yere meşgul ediyorsunuz ve asıl görevlerinizden kaçıyorsunuz baylar. … eylemi biz zaten ortaya koyuyoruz … ama bu bize yetmiyor. … Biz ötekilerin tüm bildiklerini bilmek istiyoruz. Siyasal yaşamın bütün yönlerini ayrıntılı olarak öğrenmek ve tek tek her siyasal olaya etkin olarak katılmak istiyoruz. Bunu yapabilmemiz için aydınların, bizzat bizim pek iyi bildiğimiz şeyleri biraz daha az yinelemeleri ve henüz bilmediğimiz şeyleri, fabrikadaki iktisadi deneyimin bize hiçbir zaman öğretemeyeceği şeyleri, yani siyasal bilgileri biraz daha fazla vermeleri gerekir” (Lenin, 1998: 84-85).

Lenin için, öncülük boş bir havuza su taşımak değildir, akmakta olan suyun doğru mecralara yönlenmesini sağlamaktır (Lenin, 1998). Bilgi ve bilinç işçilere aktarıldıkça, onların kendiliğinden hareketi giderek derinleşmekte ve gelişmektedir. Bu noktada, Lenin’in “siyasal teşhirler” dediği olgu önem kazanmaktadır (Lenin, 1998: 67, 80, 83-84).

Otokratik devletin siyasal teşhiri, işçilerin siyasal bilincini geliştirmek ve devrimci eğitimi gerçekleştirmek açısından büyük önem taşımaktadır. Lenin, Rus işçilerinin iktisadi savaşımının, iktisadi (çalışma ve meslek) koşullarını ‘teşhir eden yazın’ın yaratılmasıyla eşzamanlı olarak yaygın bir gelişme gösterdiğine dikkat çekmiştir. Sosyalist dergilerde yayınlanan ve işverenlerin politikalarını teşhir etmeyi amaçlayan bildiriler, fabrika sisteminin ve çalışma koşullarının ağırlığının temel sebeplerini sergileyerek işçilerin bilinçlenmesine katkıda bulunmuşlardır.

Sosyal demokrat dergi çevrelerinin, kendilerine, yoksul yaşamları konusunda, dayanılmaz ağırlıkta çalışma koşulları ve haklardan yoksun oluşları konusunda, bütün gerçekleri açıklayan yeni türden bildiriler sunmaları karşısında, işçiler de, onları fabrika ve atölyelerden gelen mektup yağmuruna tutmaya başlamışlardır. Lenin’e göre, bu bildiriler, gerçekten birer savaş ilanı niteliğindedir, çünkü bu teşhirler, işçileri harekete geçirmiş, onları en göze batan haksızlıkların kaldırılmasını istemeye ve isteklerini grevlerle dile getirmeye yöneltmişlerdir (Lenin, 1998: 65). Lenin bu yolla yönetici sınıfın siyasal teşhirinin de yapılarak işçi sınıfının sorunlarının asıl kaynağı olan sistemin deşifre edilebileceğini ve böylece işçilerin bilinçlendirilebileceğini düşünmüştür. Bu siyasal teşhirler, yığınları devrimci eylem bakımından eğitmenin zorunlu ve temel bir koşuludur (Lenin, 1998: 81). Bu anlamda sosyalist dergi ve gazete yayıncılığının, bu tür teşhirlere yer vermesi işçi sınıfının bilinçlenmesine önemli katkılar yapma potansiyeli taşımaktadır.