• Sonuç bulunamadı

Proletaryanın bilinçlenmesi, siyasal eylemlilik açısından en temel problemdir.

Bilinçlenme kendine özgü dinamikleri olan örgütlenme ile ilişkili fakat ondan bağımsız bir süreçtir. Marx, proletaryanın bilinç kazanmasının eylemlilik yani mücadele içinde gerçekleştiğini vurgulamıştır. Alman İdeolojisi’nde, yığınlar arasında komünist bilincin yaratılması için, insanların kendilerinin değişmelerinin zorunlu olduğunu kavramaları gerektiğini ve değişmenin ancak pratik bir hareket içinde gerçekleşebileceğini yazmıştır (Marx, 1999: 66). Bu kitabın materyalist tarih anlayışının zorunlu sonuçlarını ele aldığı bölümünde ise, üretici güçlerin gelişmesiyle işçi sınıfının zorunlu olarak o zamana kadar hükmetmiş olan sınıfa karşı açık bir muhalefet durumuna gelerek köklü bir devrim zorunluluğunun bilincine ulaşacağını savunmuştur. Üretici güçlerin gelişiminde öyle bir aşama gerçekleşmiştir ki, bir sınıf bu güçlerin sağladığı tüm zenginliklerden yararlanırken, aynı zamanda bu üretim araçlarını diğer sınıfları ezmek ve haklarına el koymak için kullanmaktadır. Bu durum, işçi sınıfını doğal olarak üretim araçlarının bu şekilde kullanımına sebep olan sistemin ve egemen sınıfın karşısına konumlandırır. Böylece işçi

sınıfında sistemin değiştirilmesi gerektiğine dair bilinçlenmenin ilk uğrağı oluşur. Ancak Marx’ın da belirttiği gibi, bu muhalif konumun devrimci bilince dönüşmesi ve bunun bir sonuca ulaşabilmesi ancak devrimci eylem içinde gerçekleşebilir.

Yığın içinde bu komünist bilincin yaratılması için ve gene bu işin kendisinin de iyi bir sonuca götürülebilmesi için insanların yığınsal bir değişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortaya koyar, böyle bir biçim değişikliği ise ancak pratikteki bir hareketle, yani bir devrimle yapılabilir; bu devrim, demek ki yalnızca egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine bulaştırdığı pislikleri süpürmek ve toplumu yeni temeller üzerine kurmaya elverişli bir hale gelmek olanağını ancak bir devrim vereceği için de zorunlu olmuştur (Marx,1999: 67). [vurgular bana ait]

Ancak, genel olarak kabul edilenin tersine, bu gelişme Marx tarafından kendiliğinden bir süreç olarak görülmemektedir. Aktarılan paragrafta Marx, proletarya içinde “komünist bilincin yaratılması”ndan bahsetmekte, böylece bilincin dışardan bir etkiyle yaratılmasından sözetmektedir. Sadece Marx değil, Engels de bu noktayı vurgulamaktadır.

İnsanların gelişmek için zamanı ve fırsatı olmalıdır: “Bu fırsatı da ancak kendilerinin bir hareketi olunca elde ederler; bu hareket içinde onlar, kendi yanlışları ile ileriye doğru itilecekler, zarara uğrayarak akıllanacaklardır” (Marx, Engels ve Lenin, 1993: 119). Ama eğer “ (…) onlara kendi yanlışlarının sonuçlarını önceden söyleyebilecek, (…), teorik yönden aydınlık kafalar varsa, o zaman bazı saçmalıklardan kaçınılabilir ve süreç önemli ölçüde kısaltılır” (Marx, Engels ve Lenin, 1993: 120). Dolayısıyla Marx ve Engels için, işçi sınıfı eylem ve örgütlerinin “teorik yönden aydınlık kafalar” tarafından yönlendirilmesi düşüncesi yabancı bir düşünce değildir. Bu durumda Marx ve Engels’in adı konmamış olmakla ve Lenin’le kıyaslandığında fazla vurgu yapılmış olmamakla beraber, işçi sınıfı hareketinde bir öncü fikrine sahip oldukları sonucunu çıkarmak yanlış olmayacaktır.

Nitekim Marx da, kendi konumunu bu çerçevede tanımlamaktadır (Marx, 1996: 24–5):

Toplum örgütlenmesinin tümüyle dönüşümünün söz konusu olduğu yerde, yığınların kendilerinin de içinde yer almaları, neyin söz konusu olduğunu, kendilerinin ne için işe karıştıklarının bedenleri ile, ruhları ile önceden anlamış olmaları gerekir (…) Ama yığınların ne yapılması gerektiğini anlaması için, uzun, direşken bir çalışma gereklidir; ve işte şimdi bizim yaptığımız da bu çalışmadır.

Bu satırların netliğine rağmen, Marx ve Engels’in yazdıklarından, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden karakterini vurguladıkları sonucunu çıkaran yorumlar da bulunmaktadır. Bunlara göre, her ikisi de, politik bilincin esas olarak ekonomik koşullardan ve işçilerin mücadelesinden kendiliğinden çıkıp geliştiği görüşünü savunmaktaydılar (Molyneux, 1991; Özdemir, 1994a).10 Yine bu yorumu yapan yazarlara göre, Marx’ın kendiliğindencilik hatasına düşmesinin nedeni, yaşadığı dönemde işçi sınıfı hareketinin daha yalın bir görünüm sergilemesiydi. Marx, 19. yüzyıl sonrasında, işçi hareketinin kapitalist sistemin kurumsal düzenlemelerine adapte olduğunu görmemişti.

Dolayısıyla onlara göre, Marx işçi sınıfının kendiliğinden hareketi konusunda fazla iyimserdi.

Marx’ın 20. yüzyılın işçi hareketlerini görmediği doğru olmakla birlikte, hem onun hem de Engels’in 1848 hareketleri ile Paris Komünü başta olmak üzere neredeyse tüm Avrupa’da işçi hareketlerini yakından izledikleri unutulmamalıdır. Dahası bu hareketler içindeki eğilimlerin ve bunların sonuçlarının farkında oldukları, her iki düşünürün yazılarından ve yaptıkları uyarılardan anlaşılabilmektedir.

10 Marx ve Engels’in işçi hareketinde örgütlenme konusundaki düşüncelerini sistematik bir şekilde geliştirmemiş olmaları, bu tür yorumların yapılmasına yol açmaktadır. Bunun yanısıra proleter hareketin kendiliğinden gelişimi üzerine yaptıkları bazı incelemelerden farklı yorumlar çıkarılabilmektedir. Ancak, şuna dikkat edilmelidir ki; işçi hareketlerinin gelişimini incelediği yazılarında doğal olarak işçi sınıfının yapısal potansiyelini ve o dönemdeki işçi hareketlerinin kendiliğinden karakterini ortaya koyan Marx, hiçbir yerde bu kendiliğinden karakterin ya da sahip olunan potansiyelin işçi sınıfını otomatik olarak başarıya ulaştıracağına dair net bir düşünce belirtmemiştir.

Marx’ın politik bilincin mücadele içinde kendiliğinden gelişeceği düşüncesine sahip olduğuna dair ileri sürülen en önemli kanıt 29.11.1871 tarihli Bolte’a mektubundan yapılan yukarıda da bahsi geçen alıntıdır (Marx, vd. 1979: 69): “….işçilerin her yerde birbirinden ayrı iktisadi hareketleri siyasal bir hareket doğurur, yani kendi çıkarlarını, genel bir biçimde gerçekleştirmek, toplumsal olarak zorlayıcı genel bir güce sahip olan bir biçim gerçekleştirmek üzere bir sınıf hareketi doğururlar.” Kanımızca bu cümle sınıf hareketinin nasıl ve hangi etkiler yoluyla gelişeceğini değil, nereden başlayarak gelişeceğini betimleyen bir cümledir. Bu nedenle işçi hareketinin ekonomik hareket ve taleplerden gelişeceğini söylemekle birlikte, bunun kendiliğinden olacağına dair kesin bir vurgu içermemektedir. Öte yandan Marx bizzat bu mektubun devamında şu satırları da yazmıştır:

…işçi sınıfını egemen sınıf tarafından politika alanında benimsenmiş tutuma karşı, bize düşmanca olan tutuma karşı daimi propaganda ile harekete geçirmek gerekir. Eğer bu yapılmazsa işçi sınıfı onların elinde bir oyuncak durumuna düşer (Marx, vd. 1979: 69).

Marx’ın işçi sınıfının örgütlenme zorunluluğu konusunda yaptığı vurgunun, bu örgütlenmeyi otomatik bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkacak bir gelişme olarak gördüğü anlamına gelmediği açıktır. Marx, örgüt konusunu daima işçi sınıfı ile ilişki içinde ele aldığı ve işçi sınıfını da temelde üretim araçlarıyla ilişkisi içinde tanımladığı için, onun açısından anahtar sorun ekonomi ile politika arasındaki, özgül olarak da işçi sınıfının ekonomik mücadeleleri ile onun politik bilincinin ve örgütlenmesinin gelişmesi arasındaki ilişkinin niteliği idi (Molyneux, 1991: 32). Marx’ın, politik bilincin ekonomik mücadele içinde gelişebileceği düşüncesine sahip olduğu söylenebilirse de, buradan onun politik bilincin mücadele içinde kendiliğinden gelişeceği inancına sahip olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olacaktır. Tam tersine Marx, Chartist deneyim üzerine yaptığı

incelemelere dayanarak işçilerin yürüttükleri iktisadi mücadelelerin giderek politikleşmesinin ve bu mücadeleler sırasında kurulan örgütlenmelerin işçi sınıfının siyasi hareketinin hazırlayıcısı olduklarını tespit etmiştir (Marx ve Engels, 1998: 116–130).

Ekonomik mücadeleden muzaffer sonuçlar beklenemez; ancak, bu mücadelelerin asıl amacı, işçilerin kapitalist sistemin geneline dair politik bir bilince ulaşmalarını sağlamaktır.

Çünkü bu sömürü düzenine ancak işçi sınıfı politik bilince sahip olduğu zaman son verilebilecektir.

Marx, sanayinin gelişmesiyle proletaryanın yalnız sayıca artmakla kalmadığını bunun yanında büyük yığınlar halinde yoğunlaştığını, gücünün büyüdüğünü ve bu gücü daha çok hissetmeye başladığını belirtmiştir. Böylece, “tek tek işçiler ile tek tek burjuvalar arasındaki çatışmalar, giderek daha fazla iki sınıf arasındaki çatışma niteliğini alır….

Savaşım, ayaklanma olarak patlak verir. Zaman zaman işçiler galip gelirler, ama ancak bir süre için. Savaşımlarının gerçek meyveleri, o andaki sonuçlarda değil, işçilerin durmadan genişleyen birliğinde yatar” (Marx ve Engels, 1998: 126). Genişleyen birlik, sadece mücadeleye katılan işçilerin sayısında değil, aynı zamanda bu işçilerin mücadelenin hedeflerine yönelik bilinçlerindeki bir artışa da işaret etmektedir. Tek tek işçiler ile tek tek burjuvalar arasında süren savaş, işçinin giderek, iki tarafın farklı çıkarlara sahip farklı sınıflar olduğu gerçeğini kavramasını sağlar.11 Böylece ekonomik düzeyde yer alsa bile, işçi sınıfının dahil olduğu her mücadele onun siyasallaşmasına katkıda bulunur.

11Marx, 14 Temmuz 1853 tarihinde New York Daily Tribune’a yazdığı makalede, grevlerin yararsızlığını savunanlara karşı şu satırlarla cevap vermektedir: “….ben tam da tersine şuna ikna oldum ki; sanayinin günümüzdeki örgütlenmesi içinde patronlar ve çalışanlar arasında süregelen çatışmalardan kaynaklanan, ücretlerdeki artma ve azalmalar, emekçi sınıfın ruhunu birarada tutmanın, onları egemen sınıfın tecavüzlerine karşı büyük bir örgüt halinde birleştirmenin ve şöyle ya da böyle üretimin ilgisiz, düşüncesiz birer enstrümanı haline gelmelerini engellemenin vazgeçilmez bir aracıdır…… Grevlerin ve çatışmaların değerini doğru biçimde anlayabilmek için, kendimize, onların ekonomik sonuçlarının önemsiz görünüşü yüzünden körleşme izni vermemeliyiz, her şeyden önce onların politik ve ahlaki sonuçlarını göz önünde

Buradan hareketle Marx, birbirinden bağımsız iktisadi mücadelelerin ancak politik düzeyde birleşebileceğini ve bu birleşmenin sınıfın birliğinin sağlanması yolunda zemin oluşturacağını ileri sürmüştür. Bu nedenle de, gerek Komünistler Birliği’nin oluşumunda, gerekse de I. Enternasyonal’in kurulması sırasında, varolan tüm işçi örgütlerinin birleştirilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. Ona göre, proletarya hareketini, başlarda kapitalist sistemden ziyade üretim araçlarına karşı geliştirilen münferit ve iptidai bir isyan hareketi (örneğin makine kırıcılık) olmaktan çıkartıp, onun süreklilik kazanan bir kitle örgütü olarak gelişmesini teşvik eden olgu, işçileri büyük kitleler halinde bir araya getiren makineleşmenin kendisi, yani üretim araçlarının gelişmesidir. Böylelikle aslen kapitalistlerin kendileriyle ücretler konusunda pazarlık yapmak üzere kurulmuş olan işçi birlikleri büyür ve gelişir; ve işçilerin birliği tüm sınıfı kapsayacak şekilde genişlediğinde, işçilerin mücadelesi, giderek siyasal bir mücadele haline gelir (Fernbach, 2004: 41).

Marx’ın kuramında siyasal mücadeleye yön verecek örgütsel biçim hiçbir yerde net olarak ele alınmamış olmakla beraber, Enternasyonal’in Londra Konferansı’nda Marx ve Engels’in de katkısıyla alınan kararda ortaya konulan tavır nettir: “Proletarya ancak ayrı bir siyasal parti kurarak bir sınıf olarak hareket edebilir” (Marx, 1993b: 58–9). Daha önce de belirttiğimiz gibi Marx, pek çok yerde, proletaryanın ancak mülk sahibi sınıfların bütün eski parti kuruluşlarına karşıt, ayrı bir siyasal parti çatısı altında birleştiği takdirde amacına ulaşabileceğini yazmıştır. Aksi takdirde, yani proletaryanın siyasal parti olarak bu kuruluşu olmadan, toplumsal devrimin zafere ulaştırılamayacağının altını çizmiştir (Marx, 1979:

160). Buna rağmen, Marx’ın pek çok kere kullandığı parti kavramı ile neyin kastedildiği açık değildir. Socialist Register’da yayınlanan çalışmasında, M. Johnstone, Marx’ın parti terimini en az beş farklı anlama gelecek şekilde kullandığını belirtmektedir (Johnstone,

1967: 122).12 Marx’ın tek ve kesin bir siyasal parti tanımı yapmamış olmasının sebebi, onun yazdığı dönemde modern anlamda siyasal partilerin ve benzeri örgütlerin henüz çok yeni oluşumlar halinde bulunması ve yaygın olmamasıdır.13O dönemde yaygın örgütlenme biçimi yerel seçkinleri biraraya toplayan gevşek ve informel örgütler ile entelektüelleri biraraya getiren küçük klüpler ve salonlardır (Molyneux, 1991: 16–7).

Komünist Birlik Merkez Komitesinin 1850 yılı Mart ayında açıklanan tebliğinde Marx “ (…) 1848’de olduğu gibi burjuvazi tarafından kullanılmak ve yedeklenmek istemiyorsa, işçi partisinin elden geldiğince örgütlü, elden geldiğince [kendi içinde]

uyumlu ve bağımsız bir biçimde ortaya çıkmasının gerektiği”ni belirtmektedir (Marx, Engels ve Lenin, 1993: 36). Marx ve Engels, modern çağ için tarihi yeniden yapacak öznenin proletarya olduğu tespitini bilimsel olarak ortaya koymakla kalmamış, “bu devrimci failin fiilini nasıl işleyeceğini de” açıklamaya çalışmışlardır (Savran, 1998: 35).

Marx, işçi sınıfının sınıflı topluma son verebilmek için kendi çıkarlarının bilincinde bir sınıf olarak ve siyasal iktidarı ele geçirmek üzere örgütlenmesi gerektiğine işaret etmiştir.

Buna ek olarak Marx ve Engels, işçi sınıfı hareketinin bir aracı olarak partinin, mücadelenin amaç ve olasılıklarını gösteren açık seçik bir programa sahip olması gerektiğini belirtmişlerdir (Tartakovski, 1996: 115–118). Onlara göre, proleter partilerin programları her şeyden önce, çağdaş devrimci teorinin kazanımlarına karşılık düşecek

12Johnstone, Marx’ın parti terimini kendi küçük çalışma grubu, Chartist hareketin örgütleri, ya da komünist dernekleri gibi farklı anlamlara gelecek şekillerde kullandığını belirtmektedir. Marx’ın kendisinin parti terimini kullanışına dair açıklama getirdiği tek yer, 1859 yılında yazdığı bir mektubundan alınan şu cümledir:

“parti derken geniş anlamıyla, tarihsel anlamıyla partiden söz ediyorum.” (Johnstone, 1967) Ancak tarihsel anlamda parti sözü de somut bir biçim tarif etmemektedir.

13 Bugünkü anlamıyla belli bir programı gerçekleştirmeye çalışan, seçimlere katılan ve iktidar olmayı hedefleyen partilerin doğuşu, parlamenter demokrasilerin gelişmesiyle olmuştur. Marx’ın döneminde pek çoğuna kendisinin de katıldığı örgütler ise, daha çok birlik ya da dernek adını kullanmaktadırlar. Bu nedenle parti terimini kullanırken Marx’ın önerdiği örgütsel biçimin somut detayları belirsiz kalmaktadır. Ancak, kastedilen örgütün, sendikalardan farklı olarak siyasal alana ait bir örgütlenme olduğuna kuşku yoktur,

düzeyde Marksist bir temele dayanmalı, ancak soyut açıklamalar ya da salt propaganda metinleri haline gelmemeliydi. Programlar, işçi sınıfının somut savaşım koşullarının çözümlenmesine dayanmalı ve bu çözümleme de, hareketin iyice anlaşılmış uluslararası ortak görevlerini içermeliydi (Tartakovski, 1996: 123). Bu tezler, birlikte yazdıkları Gotha ve Erfurt Programlarının eleştirilerinde açık bir biçimde dile getirilmektedir (Marx ve Engels, 1989). Böyle bir program, işçilerin ideolojik birliğini sağlayacağı gibi, aynı zamanda onlara hareketin yönü konusunda yol da gösterecektir.

Engels’e göre, proletaryanın sermaye ile günlük savaşımlarını yürüttüğü, kendi kendini eğittiği ve günümüzde görülen en kötü gericilik karşısında bile tümüyle bir daha yok edilemeyecek gerçek sınıf örgütleri, işyeri birlikleridir. Ancak, bu birlikler, Marx tarafından tek başlarına değil, partiyle birlikte çalışacak hatta partinin ona biçeceği işlevi görecektir. Bu birliklerin taşıdıkları “önem dolayısıyla, kanımızca programda bunu düşünmek ve gerektiği noktada ona partinin örgütlenmesinde açık bir yer bırakmak mutlaka gereklidir” (Marx, Engels ve Lenin, 1993: 87). Bu noktada, Marx ve Engels’in işçi sınıfının siyasal partisine verdikleri önem ortaya çıkmaktadır.