• Sonuç bulunamadı

Sınıf hareketinin örgütlenmesi konusuna özel bir önem veren yazarlardan biri olan Rosa Luxemburg, kendiliğindenliğe yaptığı vurgu ile tanınmaktadır. Ona göre, işçi sınıfının kendiliğinden ortaya çıkan hareketleri, onun mücadele içinde giderek bilinçlenmesine sağlayacaktır. Luxemburg, işçi kitlelerinin, iktidar için açık ve doğrudan mücadele içinde bulunmaları durumunda, kısa zamanda büyük bir deneyim kazanacaklarını ve bu deneyim yoluyla sosyalizmi inşa edeceklerini savunmuştur45 (Luxemburg, 1990b: 28). Onun temel iddiası işçilerin, siyasal mücadeleyi kendi doğru ve yanlışlarını yaparak öğrenmelerinin gerektiği ve bunun için demokratik bir örgütlenmenin oluşturulmasının zorunlu olduğuydu. Luxemburg’un işçi sınıfı kendiliğinden hareketine

45“Kitleler iktidarı kullanmayı, ancak onu kullanarak öğrenirler. Bunu onlara öğretmenin başka yolu yok.

…. proleter kitleleri sosyalistçe eğitmek, onlara konferanslar vermek, broşür ve bildiriler dağıtmak anlamına geliyor. Hayır, sosyalist propaganda okulunda bunların hiçbirine ihtiyaç yok. Onlar eylem içinde eğitilecekler” (Luxemburg, 1979; 163)

duyduğu bu güven, kimi zaman onun yanlış anlaşılmasına ve ortaya koyduğu teorinin siyasal parti düşüncesine karşı olduğu şeklinde yorumlanmasına sebep olmuştur. Ancak böyle bir yorum tüm hayatı boyunca siyasal örgütlülük içinde yer alan Luxemburg’a haksızlık olacaktır. Onun kendiliğinden hareketlere yaptığı vurgunun içeriği, devrime öncülük edilemeyeceği hakkında değil, kaynaklık edilemeyeceği hakkındadır.

Luxemburg, “Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar” adlı kitabında, işçi sınıfı devrimi için temel yöntem olarak kitle grevini önermekteydi (Luxemburg, 1990a). Rus Devrimi’ne tutkulu bir ilgi besleyen ve 1905 Devrimi’ne de militan olarak katılan Luxemburg, burada devrim öncesinde ortaya çıkan grev eylemlerinin etkisi altında, kitle grevini bir mücadele aracı olarak inceleme imkanı bulmuştu. Kendiliğinden gelişen grevlerin, geri bir kapitalist gelişme aşamasında olan çarlık Rusya’sında ortaya çıkması onu heyecanlandırıyor, gelişmiş Almanya’da benzer eylemlerin oluşması yönünde umutlandırıyordu (Flechtheim, 1993: 23). Aslında Almanya’da da büyük kitle grevleri oluyordu ancak, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin izlediği yanlış politikalar nedeniyle Rusya’daki gibi başarılar elde edilemiyordu. Umutları hayal kırıklığı ile sonuçlanan Luxemburg, bu sonucun ortaya çıkmasındaki payları nedeniyle parti ve aydınlara kızıyor ve işçi sınıfının bu kesimin ellerinden kurtarılması gerektiği düşüncesine giderek daha çok sarılıyordu.46

Luxemburg, Rusya’da işçi sınıfının sendikaları olmadan kavgaya atıldığını ve örgütlerini savaşarak kurduğunu gözlemlemişti. Bu nedenle Rusya’daki kitle grevlerinin,

46 II. Enternasyonal ve onun en önemli partisi olan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin içindeki bürokratikleşme eğilimini ve reformizmin gelişimini en erken şekilde teşhis eden ve eleştirenlerden biri Rosa Luxemburg olmuştu. Luxemburg, Parti’nin bürokratik, muhafazakar ve burjuvazi ile işbirliğine hazır doğasını içeriden gözlemleyerek bu eğilimle savaşıma yönelmişti. Batı Avrupa sol hareketi içinde yaptığı gözlemlerden, bürokratikleşme ve revizyonizm olgularının, işçi sınıfı hareketine zarar vereceği sonucuna ulaşan Luxemburg, bu tehlikeye karşı kitlelerin kendiliğinden girişimine güvenmek yolunu seçmişti (Cliff, STMA: 514). Çünkü, Almanya’da sendika bürokratları ve profesyonel devrimciler tutucu bir güç haline

evrensel mücadele biçimi olarak örnek alınmasını istiyordu. Spartaküs Birliği’nin Kuruluş Kongresi’nde yaptığı konuşmada, devrimin gerçek özünün kitle grevi olgusunda yattığını belirtiyor ve “grevlerin gittikçe gelişmesi ve devrimin daha fazla odak noktası ve baş konusu haline gelmesi zorunlu”dur diyordu47(Luxemburg, 1979: 151).

Luxemburg’a göre, kitle grevi, her büyük proleter devrimci hareketin ilk doğal ve kendiliğinden oluşan biçimiydi. Kitle grevi, ona, “ (..) hem en geniş proleter katmanlarını bizzat kazanacak, devrimcileştirecek ve örgütleyecek doğal bir araç olarak, hem de aynı zamanda, eski devlet baskısını dibinden budayacak, devirecek ve kapitalist sömürünün önüne geçecek bir araç olarak görünüyor”du (Luxemburg, 1990a: 70). Ardı ardına tekrarlanan deneyimler süreci içinde işçilerin eğitilmelerini sağlayan kitle grevleri genel açık bir isyana dönüşerek devrimci hareketin mantıksal gelişimini tamamlayacaktı (Luxemburg, 1990a: 42).

Luxemburg’a göre, sosyal demokratların devrime hükmetmek gibi bir amacı olamazdı çünkü, sosyal demokrasi kitlelerin doğrudan örgütlenmesine ve bağımsız eylemine güvenme bakımından sınıflı toplumların tarihinde ilkti. Bu nedenle sosyal demokrasi, devrimi kendi ellerine almak isteyen Jakobenler ya da Blankistler gibi daha erken devrimci hareketlerden farklı bir örgütsel anlayışa sahip olmalıydı (Luxemburg, 1961: 86). Doğal olarak sosyal demokrasinin örgütsel anlayışı, merkezileşmiş bir örgütün işçi hareketine talimatlar yoluyla ne yapacağını öğretmesi yerine, işçi hareketinin gelişmesi için serbest bırakılmasına dayanmalıydı (Luxemburg, 1961: 91).

47 “Sosyalizm mücadelesinde, kitleler savaşmalıdır, kapitalizme karşı göğüs göğüse yalnızca kitleler çarpışmalıdır, her fabrikada, her proleter kendi patronuna karşı mücadele vermelidir. Sosyalist bir devrim ancak bundan sonra gerçekleşebilir. … Sosyalizm kararnamelerle yaratılmayacak ve yaratılamaz da; ve de sosyalizm, ne kadar sosyalist olursa olsun herhangi bir hükümet tarafından kurulamaz. Sosyalizm kitleler tarafından, tek tek her proleterin katılmasıyla yaratılabilir” (Luxemburg, 1979: 151-2)

Merkezi bir komitenin askeri birliklere komuta eder gibi işçi hareketine taktikler öğretmesine son derece karşı olan Luxemburg, böylesi bir örgüt anlayışının bir temsilini de Lenin’in parti anlayışında görmekteydi. Bu nedenle 1904 yılında Lenin’e karşı şiddetli bir polemik başlatan Luxemburg, onun parti anlayışını eleştirmek amacıyla Rus Sosyal Demokrasisi’nin Örgütsel Sorunları48 adında bir makale yayınladı. Bu makalede Luxemburg, Lenin’i, Rus işçi hareketini, “her şeyi bilen ve her yerde mevcut olan bir merkez komitenin gözetimi altında tutma”yı istemekle suçluyordu (Luxemburg, 1961:

107). Luxemburg,a göre Lenin Bir Adım İleri İki Adım Geri makalesinde Rus Sosyal Demokrasisi’nin aşırı merkeziyetçi eğilimine ait görüşleri sistematik bir şekilde dile getirmişti49 (Luxemburg, 1961: 84). Ona göre, bu ‘acımasız bir merkeziyetçilik anlayışı’, merkez komitenin, kendisini kitleden soyutlaması ve kitlenin merkeze körce tabii kılınması tehlikesini taşıyordu (Luxemburg, 1961: 83).

Luxemburg da, Rus Devrimi’nin başarıya ulaşması karşısında, Lenin ve partisi hakkındaki görüşlerini yeniden gözden geçirmişti. 1918 yılında yazdığı makalede, Bolşeviklerin, Rus Devrimi’nin ilk dönemlerinde gerçekten sosyalist siyaset uygulayan tek parti olduğunu savunan Luxemburg’a göre, “Lenin’in partisi gerçekten devrimci bir partiye düşen titizliği ve ödevleri anlayan ve ‘tüm iktidar proletaryaya ve köylülüğe’

sloganını atarak Devrim’in sürmesini sağlayan tek parti oldu” (Luxemburg, 1989: 70).

48Luxemburg’un bu makalesi, 1904 yılında hem Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin yayın organı Iskra’da hem de Alman Sosyal Demokratların gazetesi Neue Zeit’de yayınlanmıştır. Makale İngilizce’de ‘Leninism or Marxism’ hatalı başlığı altında yayımlandı (Molyneux, 1991: 125). Böyle bir başlığın kullanılması, Luxemburg’un hiç de amaçlamadığı bir şekilde, makaleye Lenin’le Marx’ı karşı karşıya getiren bir anlam yüklemektedir. Oysa makalenin amacı Lenin’in örgütlenme anlayışını eleştirmekten öteye gitmemektedir.

49 Luxemburg’un kendisini yanlış yorumladığını savunan Lenin, liderler ile yığınlar arasındaki ayrılığın, özelikle emperyalist savaşın sonrasında Avrupa’da derinleşmiş olduğu gerçeğini yadsımamaktadır. Hatta II.

Enternasyonal içinde kendilerini doğrudan ya da dolaylı biçimde besleyen burjuvazinin tarafına geçmeye hazır bir işçi aristokrasisinin oluştuğu uyarısında bulunmaktadır. Lenin’e göre, bu durum karşısında, parti ilkesi ve disiplinine daha fazla sahip çıkmak gereklidir. Aksi yönde bir tavır, proletaryayı burjuvazi yararına

Zaten, Luxemburg’un kendiliğindenliğe verdiği önem, partinin tamamen yadsınması anlamına gelmemektedir. Luxemburg, partinin, sınıf hareketi için gerekli olduğunu ve önemli görevleri olduğunu sıklıkla vurgulamıştı. Ona göre, parti, işçilerin tarihsel hedeflerini kavramalarına ve bu hedefler doğrultusunda mücadele etmelerine yardımcı olmalıydı (Luxemburg, 1961: 82-3). Kurucuları arasında bulunduğu Spartaküs Birliği’nin ilkelerini açıklarken, bu birliğin işçi kitlelerinin üzerinde ya da onlar aracılığıyla egemenliği ele geçirmek isteyen bir parti olmadığını belirten Luxemburg, birliğin işçi sınıfına tarihsel görevlerini gösteren, nihai sosyalist hedefi ve ulusal çıkarlar karşısında proleter dünya devriminin çıkarlarını temsil eden, proletaryanın en bilinçli ve amaçlı kesimi olduğunu vurgulamaktaydı. Luxemburg’a göre, parti, proletaryayı içinde bulunduğu atomize durumdan kurtaracak ve onu mücadeleye hazırlayacak yegane yardımcıydı (Luxemburg, 1961: 82).

İşçi sınıfının örgütü konusundaki görüşleri açısından Luxemburg ve Lenin tam bir karşıtlık içindeymiş gibi sunulmakla beraber, tarihsel düzlemde onları karşı karşıya getirmek aslında pek de anlamlı değildir. Çünkü bu konuda pek çok ortak noktaları bulunmaktadır. En önemli ortaklıkları, genel olarak kabul edilen görüşün aksine, partinin öncü işlevi konusunda Luxemburg’un Lenin’le paralel bir anlayışa sahip olmasıydı. Lenin için olduğu kadar, Luxemburg için de proletarya hareketi, örgütlü ve prensip sahibi bir gücün önderliğine ihtiyaç gösteriyordu (Cliff, 1968: 49):

Sosyal demokratlar proletaryanın sınıf bilinci en fazla gelişmiş ve en aydın öncüsünü oluşturur. Sosyal demokrasi kaderci bir şekilde kollarını kavuşturup devrimci ortamın oluşmasını ve gökten kendiliğinden bir halk hareketinin kucağına düşmesini bekleyemez ve beklememelidir. Tam aksine her zaman olduğu gibi olayların gelişiminin önünde koşmak, onları hızlandırmaya çalışmak zorundadır (Luxemburg, 1990a: 68).

Sosyal demokrasi, bu hızlandırma görevini kitleleri zamansız ve gelişigüzel bir şekilde maceraya sürükleyerek değil, en geniş proleter katmanlarına mücadelenin her döneminde koşullara göre taktiği ve hedefleri, sonuçları ve sebepleriyle anlatarak başarabilirdi (Luxemburg, 1990a: 68). Örneğin, kitle grevlerinde proletaryanın azim ve kararlılığına bilinçli idare ve inisiyatif de eklenmeliydi. “İdare gibi inisiyatif de doğal olarak proletaryanın örgütlü, aydın sosyal demokrat çekirdeğine düşer. (…) Burada da inisiyatif ve idare, komuta edenlerin istediği gibi değil, duruma olabildiğince ustalıkla uyum sağlamakla ve kitlenin havasını olabildiğince yakından hissetmekle olur”

(Luxemburg, 1990a: 52).