• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DE 1968–71 DÖNEMİ SOSYALİST HAREKETLERİN İŞÇİ HAREKETİ İLE İLİŞKİSİ

B) Yön ve Devrim Dergileri Çizgisi

1960’lı yılların başında sosyalist ve Kemalist aydınları biraraya toplayan önemli bir başka sol akım, 27 Mayıs düşüncesini ve ilkelerini yerleştirme amacında olduğunu iddia eden Yön Dergisi etrafında biçimlenmişti.59 1961 yılının Aralık ayında yayınlanmaya başlayan Yön, ilk başlarda daha çok sol içi bir tartışma platformu işlevi görmüş ve ileride farklı görüşleriyle birbirinden ayrı gruplar içinde yer alacak pek çok aydını aynı çatı altında toplamıştı. Bu durumu 12. sayıda ele alan Yön, derginin farklı düşüncelere sahip birçok aydının “ortak payda” etrafında birleşerek Yön bildirisine imza koyduklarını tespit etmekteydi (Yön, 1962a: 10-11). E. Aydınoğlu, bu özelliği nedeniyle Yön’ü merkezden aşırı uçlara 60’lı yıllara ait tüm Türkiye solunun yer aldığı bir mayalanma ortamı olarak nitelendirmektedir (Aydınoğlu, 1992: 42). Katılımcılarının bu politik ve ideolojik çeşitliliği

Bilimsel sosyalist kanadın partiye hakim olduğu 1970 yılıyla birlikte parti Marksizme daha fazla yaklaşmıştır.

59Doğan Avcıoğlu’nun teorisyenliğini ve örgütleyiciliğini yaptığı Yön’ün yazarları arasında Şevket Süreyya Aydemir, Çetin Altan, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, Bahri Savcı, Yalçın Küçük, Sencer Divitçioğlu, İdris Küçükömer, Sadun Aren, Muammer Aksoy, Turan Güneş, Çoşkun Kırca, Muzaffer Erdost, Atilla İlhan, Abdi İpekçi, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Melih Cevdet Anday ve Kemal Tahir gibi isimler bulunmaktadır (Lipovsky, 1992: 88). Avcıoğlu tarafından yazılan ve birinci sayıda 531 aydının imzasıyla yayınlanan çıkış bildirisine gönderilen imzaların sayısı daha sonra 1042’yi bulmuştur. Haftalık çıkan Yön, yirmi bine ulaşan okuyucu sayısıyla bir dönem solun tartışma gündemini belirleyen oldukça etkili bir dergi olmuştur.

nedeniyle ilk sayılarda net bir ideolojik konum sergileyemeyen derginin zamanla temel görüşleri açıklığa kavuşmaya başlamış, bu durum dergiden kopuşları da beraberinde getirmişti. Bu kopuşlar aynı zamanda Yön’ün düşünsel çizgisinin iyice belirginleşmesine de katkıda bulunuyordu.

Yön’ün sahip olduğu ideolojik konum, dönemi inceleyen pek çok araştırmacı tarafından ‘sol Kemalizm’, ‘radikal Kemalizm’ ya da ‘Kemalist devrimcilik’ olarak değerlendirilmektedir (Akdere ve Karadeniz, 1994: 221; Aydınoğlu, 1992: 39; Yerasimos, 1992: 465; Yetkin, 1998: 20). Bunun temel nedeni Yön’ün, Türkiye’nin gelişmesinin Kemalist yolun izlenmesine bağlı olduğunu savunmasıydı. Derginin baş yazarı Yön’ün temel siyasal - ideolojik çizgisini şu satırlarla ortaya koymuştu:

“Türkiye’mizin içinde bulunduğu şartlarda hızlı kalkınması ve çağdaş uygarlık düzeyine bir an önce ulaşması için tek çare olarak gördüğümüz “milli devrimci kalkınma yolu” Kemalist tezin temele indirilmesinden ve böylece Atatürk devrimlerinin devam ettirilmesinden başka bir şey değildir” (Avcıoğlu, 1977: 1224)

Bu ideolojik çizgi nedeniyle Yerasimos’un kategorilerinden ikincisi içinde değerlendirilebilecek olan Yön, onun belirttiği gibi küçük burjuva kökenli aydınların siyasal tercihlerini yansıtmaktaydı. Yön’ün sosyalizm anlayışı da Kemalizm’le ilişki içinde şekillenmişti. Sosyalizmi Atatürkçülük’ün en doğal sonucu ve devamı olarak gören Avcıoğlu, Atatürk devrimlerini geliştirme ve ileri götürmenin biricik yolunun sosyalizm olduğunu savunuyordu (Avcıoğlu, 1962a: 3). Yöncüler, sosyalizmin gerçekleştirilmesinin de ancak ilerici orta sınıfların öncülüğünde oluşturulacak bir milli cephenin vereceği antiemperyalist mücadele yoluyla mümkün olduğuna inanıyorlardı. Yön’ün 1967 yılında

kendi görevinin sona erdiğini iddia ederek kapanmasından sonra Devrim60 dergisinde sürdürülen bu çizginin temel hedefi Türkiye’de kalkınma ve gelişmeyi gerçekleştirmekti.

1) Milli Devrimci Kalkınma Yolu Olarak Sosyalizm

Yön’ün çıkış bildirgesi, Atatürk devrimleriyle hedeflenen uygarlık seviyesine ulaşmak için öncelikle ulusal üretim düzeyinin arttırılması gerektiğinin altını çizmekteydi (Yön, 1961a: 12-13). Bu da, ancak, sosyalizm yoluyla mümkün olacak bir gelişmeydi.

Çünkü sosyalizm, Yöncüler, özellikle de Avcıoğlu tarafından, sosyal adalet içinde hızla kalkınmayı sağlayacak ve Türkiye’yi içinde bulunduğu çıkmazdan kurtaracak tek yol olarak görülmekteydi (Avcıoğlu, 1962a: 3). Yöncüler için, sosyalizm elbette ki özgürlük, adalet ve demokrasi ilkelerini içeriyor, ama onlar kadar belki de onlardan daha çok milliyetçilik vurgusunu taşıyordu. Yön dergisi yazarları sosyalizmin milliyetçi idealleri gerçekleştirebilecek tek yol olduğu konusunda hemfikirdiler. Hatta, Avcıoğlu sosyalizmin en büyük milliyetçilik olduğunu iddia edebiliyordu. Aslında, sosyalizm, “yalnız sanayi ve ekonomiyi değil, milli hayatın her cephesini, Atatürk’ün çeşitli demeçlerinde yer alan ilkeler dahilinde düzenlemekten” başka bir şey değildi (Aydemir, 1962c: 7).

Yön teorisyenleri, sosyalizmin gerçekleştirilmesini kalkınma ve gelişmenin gerçekleştirilmesine bağlamışlardı. Çünkü, ancak ekonomik gelişme tamamlandıktan sonra bunun getireceği zenginlik eşit olarak paylaştırılabilecek ve böylece sosyal adalet

60Devrim yine Avcıoğlu tarafından Yön’ün kapanmasından bir buçuk yıl sonra çıkartılmaya başlandı. Dergi yayın hayatını 1969-71 arasında iki yıl sürdürdü. Yön ve Devrim dergilerinin adları, bu siyasal hareketin gelişme aşamalarını vurgulamak amacıyla seçilmişti. Yön, hareketin siyasal ve ideolojik yönünün ortaya konulması aşamasını temsil ederken, Devrim artık yaklaştığı düşünülen devrimin programını belirleme ve iktidara hazırlanma aşamasını anlatmaktaydı (Akdere ve Karadeniz, 1994: 243) “Nitekim Doğan Avcıoğlu, iki dergisini mukayese ederken ‘1960’larda Yön’le Türkiye’nin yönünü belirledik. Devrim’le devrimi yapacağız’

demişti” (Atılgan, 2007: 610).

sağlanacaktı. Sosyalizmi zenginliklerin eşit paylaşımına dayalı bir adalet anlayışına indirgeyen bu yaklaşım açısından en önemli sorun işçi sınıfına yönelik sömürünün sona erdirilmesi değil, ulusal kalkınmanın sağlanmasıydı. Sosyal demokrasiye daha yakın duran bu anlayışın sahibi olan Yön yazarları, zaten sık sık kapitalizm kadar komünizme de karşı olduklarını dile getiriyorlardı. Dolayısıyla, Yön çevresi için sosyalizm işçi sınıfı iktidarı ya da komünizmle olan ilişkisinden soyutlanarak61Türkiye’nin kalkınmasını kapitalizme göre daha etkin bir şekilde ve eşitlikçi bir yoldan gerçekleştirecek sistem anlamına geliyordu.

Yine de, bu sosyalizm anlayışında işçi sınıfı tamamen dışlanmış değildi. Avcıoğlu, sosyalizm ile sağlanacak sanayileşmenin işçi sınıfını da geliştireceğini ve ancak sosyalizmin kurulmasından sonra sendika ve işçi liderlerinin vereceği eğitimle işçi sınıfının da sosyalizm projesine kazanılacağını umuyordu (Avcıoğlu, 1970c).

Avcıoğlu, sosyalizm hakkındaki düşüncelerini özetlediği “Sosyalizm Anlayışımız”

adlı makalesinde sosyalizm idealinin tek olduğunu vurgulamıştı. Bununla beraber pek çok yerde farklı sosyalizmlerden sözedilmekteydi.62 Bunun sebebi “tek ve belli olan sosyalist düzene varış yollarının” ülkeden ülkeye değişiklik göstermesiydi (Avcıoğlu, 1962a: 3).

Sosyalizm uygulamalarının temel olarak “Doğu sosyalizmi”, “Batı sosyalizmi” ve

“azgelişmiş ülkeler sosyalizmi” olmak üzere üç başlıkta toplanabileceğini yazan

61 Ş. S. Aydemir bu durumu “(M)emleketçi sosyalizm XIX. yüzyılda Marx’ın müşahede ve izah ettiği çerçevede bir sosyalizm değildir” sözleriyle özetliyordu (Aydemir, 1963:16).

62Batı sosyalizmi, gelişmiş bir ekonomiye ve örgütlü geniş işçi sınıfına sahip ülkelerin çok büyük değişikler içine girmeden barışçıl bir şekilde gerçekleştirdikleri sosyalizm türüydü. Sovyet sosyalizminin bir örneği olduğu Doğu sosyalizmi ise, azgelişmiş memleketlerin hızlı kalkınmasını sağlamakta başarılı olan ancak totaliter bir yönetimi gerektiren sosyalizm şekliydi. Azgelişmiş ülkeler sosyalizmi de, sosyalizmde gerekli sermayenin yaratılması için geniş bir devletçilik uygulamasını içeriyordu. Bu sosyalizm, Batı sosyalizmi gibi yumuşak, Doğu sosyalizmi gibi de totaliter değildi. Azgelişmiş ülkelerin gelişmiş kapitalist ülkeler gibi doğrudan sosyalizme geçme şansları yoktu. Sosyalizme geçmeden önce sermaye birikimini tamamlamak ve hızlı kalkınmayı sağlamak zorundaydılar. Bu da, onların, “kapitalist olmayan yoldan” kalkınmayı sağlayacak yeni devletçilik anlayışını uygulamalarını zorunlu kılıyordu (Avcıoğlu, 1962a: 3). Bu noktada Avcıoğlu, azgelişmiş ülkelerin kapitalizmi atlayıp sosyalizme geçebilecekleri konusunda Lenin’le hemfikir

Avcıoğlu’na göre, aslında sosyalizm hiçbir ülkede gerçek anlamda “bütün şümulüyle (kapsamıyla) kurulmuş değildi” (Avcıoğlu, 1963: 3). Üretim seviyesi çok yüksek ülkelerde dahi, hatta adına sosyalist denen ülkelerde bile gerçek anlamda sosyalizm henüz kurulamamıştı. Bu anlamda dünya çapında sosyalizm uygulama açısından hala yarı yolda sayılmaktaydı.

Yön dergisi, Türkiye’de sosyalizm kavramının tanınmasının ve bir sempati içinde yaygın bir şekilde kullanılmasının önünü açmış olmakla beraber, yukarıdaki satırlardan anlaşıldığı üzere derginin savunduğu sosyalizm anlayışının içeriği bulanık kalmıştı (Akdere ve Karadeniz, 1994: 240). Türkiye’ye özgü bir ‘milli sosyalizm’ anlayışı geliştirmek hevesini taşıyan Yön yazarları, özel teşebbüsten tamamen vazgeçilmeyen karma bir ekonomik sistemi savunuyorlardı. Bu özgün sosyalizm için temel kaynağı da Atatürk ilkelerinde bulmuşlardı. Özellikle de, halkçılık ve devletçilik ilkelerinin Türkiye’ye sosyalist bir yol çizdiğini savunan Yön yazarları, milli sosyalizmin hedefleri olarak “…ekonomik bağımsızlığın sağlanması, …, toprak reformunun gerçekleştirilmesi,

…, anayasada tanınan hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesi ve korunması”nı gösteriyorlardı (Avcıoğlu, 1962b: 20). Avcıoğlu’na göre, gerekli olan, Kemalist kadronun verdiği anti-emperyalist ve anti-feodal mücadelenin sosyalizmle tamamlanmasıydı.

Bu anlayış, dergi çevresinin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal girişimlere de yansıyordu. Çoğunluğunu Yöncüler’in oluşturduğu Sosyalist Kültür Derneği’nin (SKD) kuruluş bildirgesinde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında sınıfsız toplum yaratma ilkesinin benimsendiği, ancak bu ilkenin yeterince uygulanamaması ve giderek terk edilmesi yüzünden Türkiye’de keskin sınıf farkları yaratan bir ekonomik gelişme izlendiği tespiti yapılmaktaydı (SKD, 1962: 339). Bu durum, sınıflar arasındaki çelişkileri arttırmış ve sınıf

çatışmalarına daha da elverişli bir ortam yaratmıştı. Oysa, sosyalist gelişme yolu izlenseydi, sınıfsal çelişkiler bu denli keskin olmayacaktı. Sınıf çatışmalarını demokratik yollarla önlemenin tek yolu milliyetçi, hürriyetçi ve demokratik ilkelere dayanan bir sosyalizmdi. Zaten, sosyalizmin amacı, insanları, üretim araçlarına sahip olan veya bu araçlara hükmeden azınlığa bağımlı olmaktan kurtarmaktı (SKD, 1962: 342).

Yön çıkış bildirgesinde de, kalkınma ve ekonomik gelişme hedeflerinin sadece özel teşebbüs yoluyla gerçekleştirilmesine imkân olmadığı savunulmaktaydı. Dahası kalkınmanın ancak ‘yeni devletçilik’ anlayışının hayata geçirilmesiyle başarılabileceği iddia ediliyordu. Yöncüler 1929–1932 yılları arasında uygulanan ve Kadro dergisi tarafından savunulan devletçilik anlayışının, özel sektörü destekleyen ve sermaye birikimine yardım eden sonuçlar yaratmış olduğunu kabul ediyor ve bundan rahatsızlık duyuyorlardı. Bu nedenle, kendi devletçilik anlayışlarını bu eski devletçilik anlayışından farklılaştırmaya çalışmış63 ve yeni devletçilik adı altında sosyal adalet ve kalkınmayı destekleyen bir devletçilik yaklaşımı ortaya atmışlardı. Stalin sonrası Sovyet kuramcıları tarafından formüle edilen kapitalist olmayan yoldan kalkınma teorisine dayanan bu yeni devletçilik anlayışı,64 ekonomik hayatın tümüyle devlet tarafından planlandığı bir

63 Yön’cüler kendilerinin Kadro dergisi çevresinden farklı olduklarını ısrarla vurguluyorlardı. Fark şöyle ortaya konuyordu: “ Kadro siyasi bağımsızlığa kavuşmuş azgelişmiş memleketleri otarşik bir düzen içinde iktisadi bağımsızlığa kavuşturma yollarını arıyordu. Kadro’nun bu gayretlerini takdirle hatırlıyoruz. Fakat Kadro’nun halkçık cephesini zayıf buluyoruz. Devletçiliğin emekçiden yana cephesi iyice belirtilmiş değil.

Sınıf mücadelesinin ve sınıf hakimiyetinin tasfiyesi … sömürülenlerin susturulması anlamına gelir. Yön ise … iktisadi bağımsızlığın yanısıra içerdeki her türlü sömürüye karşıdır. İç sömürü düzeninin tasfiyesi ve halkçı bir idarenin kurulması için savaşmaktadır” (Yön, 1962b: 12-13). Ancak, Kadro ile Yön arasındaki benzerlik günümüzde bile hala tartışılmaktadır. O dönemde de Yakup Kadri Karaosmanoğlu yeni devletçilik ile eski devletçilik arasındaki ayrımların net olmadığı noktasına dikkat çeken isimlerden biri olmuştu (Karaosmanoğlu, 1962: 11).

64Yön Bildirgesinde şöyle söylenmişti: “Kalkınma felsefemizin hareket noktaları olarak bütün imkânlarımızı harekete geçirmeyi, yatırımları hızla arttırmayı, iktisadi hayatı bütünüyle planlamayı, kütleleri sosyal adalete kavuşturmayı, istismarı kaldırmayı ve demokrasiyi kütlelere mal etmeyi zaruri sayıyoruz. Varmak istediğimiz

ekonomiyi hedeflemekteydi. Bu devletçilik anlayışında, ekonomik önlemler yeterli görülmüyor ve sömürünün kaldırılması, demokrasi ve sosyal adaletin kitlelere mal edilmesi gibi politik önlemler de kalkınmanın gerçekleştirilmesi için zaruri sayılıyordu65 (Yön, 1961a: 12-13).

Türkiye ekonomisinin uluslararası kapitalizme bağımlılığına son vermek üzere finans ve dış ticaret kurumlarının devletleştirilmesi, ülke pazarının korunması gibi önlemler de Yön’ün devletçilik anlayışının bir başka görünümüydü. Dönemin Keynes’çiliği ve devlet müdahalesini savunan iktisat politikalarının yükselişi ile de paralellik gösteren bu devletçilik anlayışı, gerçekte devletin sınıfsal niteliğini göz ardı etmekteydi. Çünkü, Yön yazarları devletçiliğin uygulanması için iktidar değişikliğini zorunlu görmüyorlardı.

Dahası, onlar için, devletçilik, sadece sosyalizmin kurulmasından sonra değil, aynı zamanda sosyalizme geçiş öncesinde onu hazırlamak üzere uygulanacak bir program anlamına geliyordu. Dolayısıyla, bu anlayış, devlet iktidarını elinde tutan gücü değiştirmeden sosyal adalet ile kalkınma gibi hedeflerin gerçekleştirilebileceği iddiasını seslendiriyordu.66Yön tarafından ortaya konan bu program, sosyalist bir program olmaktan çok, sosyalizme geçişi sağlayacak bir devlet kapitalizminin çerçevesini çizmekteydi.

Kendilerini sosyalist olarak adlandırmakla birlikte Yöncüler’in gündeminde yer alan temel sorun sosyalist bir devrim değildi. Onlar için aciliyet arzeden sorun Türkiye’nin

belirttiğimiz amaçlara erişmek için mutlaka başvurulması gereken şuurlu devlet müdahalesi şeklinde anlıyoruz” (Yön, 1961a: 12-13).

65“Mevcut devletçiliği Atatürk, imtiyazsız, sınıfsız bir millet yaratmak için …. [uygulamışsa da] sadece bir iktisadi devlet işletmeciliği olarak [kalmıştır …. Bundan sonra devletçilik her sahayı içine alacaktır. Bu yeni [devletçilik] … yalnız bir iktisadi devlet işletmeciliği değil, özel teşebbüse yer vermekle beraber milli hayatın her sahasını içine alan bir sosyal nizam olmalıdır” (Aydemir, 1962d: 14).

66Türkiye’ye “aşırı sınıf farklılaşmaları ve sonunda sınıf kavgaları, hatta sınıf ihtilalleri yerine, bu sınıflar arasında keskin çatışmaları önleyecek, ayarlayacak sosyal bir devletçilik” gerekliydi. Çünkü zaten

“çağımızın toplum yapısında … devletin bir sınıfın organı olmak vasfı zayıflamıştı ve devlet iktisadi hayata toplum yararına olarak müdahaleci olmuştu” (Aydemir, 1963: 16 ve Aydemir, 1962a: 20)

kalkınmasının önündeki engelleri kaldıracak antiemperyalist içerikli ve milliyetçi bir mücadelenin başarıya ulaştırılmasıydı. Yöncüler’e göre, temel mesele emperyalizmle mücadeleydi ve bu anlamda milliyetçi mücadele ile sosyal mücadele tamamen birleşmekteydi. Sömürge kapitalizminin ve onun içerideki ayakları olan komprador burjuvazi ile toprak ağalarını tasfiye edecek milliyetçi bir hareket, “köklü sosyal ve ekonomik reformlara yönelmiş halkçı ve devletçi bir gidişe açıldığı için” aynı zamanda sosyal bir mücadele olacaktı (Avcıoğlu, 1966c: 3). Böyle birleşik bir antiemperyalist hareket ise, “işçisi, köylüsü, aydını, gençliği, esnafı ve milli sanayicisi ile birlikte” bütün milliyetçilerin mümkün olan en geniş cephede toplanmasını gerektiriyordu. Yöncüler, antiemperyalist mücadelenin, ilerici küçük burjuvazinin de içinde yer alacağı hatta öncülük edeceği milliyetçi bir geniş cephe kurulması yoluyla verilebileceğini savunuyorlardı.

Kendi programlarını “sosyal adalet ve bağımsızlık içinde hızlı kalkınma” olarak özetleyen Yön teorisyenleri bu hedefin gerçekleştirilmesinde ilerici Türk küçük burjuvazisinin devrimciliğine güvenmekteydi. Bu geniş cephenin politik öncülüğünü yapacak milliyetçi küçük burjuvazinin en önemli kesimi ise CHP’nin sol kanadında yer alan devrimci sivil-asker bürokratlardan oluşuyordu. Yöncüler bu kesimi anlatmak üzere,

“ara tabakalar” deyimini kullanıyor ve onların içinden çıktıkları sınıflardan bağımsızlaşarak milli devrimin öncüsü olacak nitelikleri taşıdıklarını iddia ediyorlardı.

Çıkarları hızlı kalkınma ve modernleşmeden yana olan ara tabakalar, toplumun ilerici kesimini temsil etmekteydiler (Avcıoğlu, 1966d: 8-10). “Toplum hayatında önemli rolleri dolayısı ile, öncü bir rol oynamaya, kendilerini özel çıkarların üstüne çıkmaya zorlayan tarihi bir misyona sahip saymak eğiliminde” olan bu ara tabakalar, gerçekten de Türkiye’nin gelişmesinde geleneksel olarak her zaman önemli roller oynamışlardı

(Avcıoğlu, 1967a: 16). Ayrıca, Avcıoğlu’ya göre, “eğer bugün emperyalizm-ağa-komprador ittifakı anayasayı tamamen rafa kaldıramıyor ve Türkiye’yi Güney Amerika ülkelerine benzetemiyorsa, bu proletaryanın değil, ara tabakaların direnişi sayesinde”

oluyordu (Avcıoğlu, 1966d: 9).

Yön’ün temel stratejisi bu devrimci ara tabakaların sanayi burjuvazisinin desteğini alarak, ticaret burjuvazisiyle ittifak içindeki toprak ağalarına karşı vereceği mücadeleye dayanmaktaydı. Çünkü, bu kapitalizm öncesi feodal güç, Türkiye’nin kalkınması ve sanayileşmesi önünde en büyük engeli oluşturmaktaydı. Toprak ağaları ve sömürgeci güçlerle ittifak halinde olan ticaret burjuvazisi de, Türkiye’nin geri kalmasında çıkarı olan bir başka sınıfı oluşturmaktaydı. “Milliyetçi devrimciler ise, burjuvazinin sol yanı olarak nitelenen bir çevreden çıkan asker-sivil aydınlar toplumu” idi (Avcıoğlu, 1966c: 3).

Benzer şekilde, sanayi burjuvazisi de Türkiye’nin ekonomik olarak gelişmesine destek olduğu için ulusal ve devrimci bir güç olarak ele alınmaktaydı.67 Bu nedenle, Yöncüler’e göre, Türkiye’de temel çelişki, çıkarları Türkiye’nin gelişmesinde olan ilerici burjuvazi ile çıkarları Türkiye’nin geri kalmasında olan kapitalizm öncesi güçler ve onun ittifakları arasında yer alıyordu.68 Bu noktada, emperyalist güçler de Türkiye’de sanayileşmenin gelişmesini engelleyici rolü ve toprak ağaları ile işbirliği içinde olması nedeniyle mücadelenin yönlendirileceği ikinci hedef olarak görülüyordu. Burada, işçi sınıfı ve köylülüğe biçilen rol ise sadece bu devrimci burjuvaziye destek olmaktı. İşçi sınıfının

67Bu noktada Avcıoğlu’nun, burjuvaziye karşı takınılacak tutumu dikkatle incelemek gerektiği uyarısında bulunduğunu belirtmek gereklidir. Avcıoğlu, burjuvaziyi bir blok olarak karşıya almaktan kaçınmakta ve burjuvazi – küçük burjuvazi ayrımı yapmak gerektiğini vurgulamaktadır (Avcıoğlu, 1962b: 20). Küçük burjuvazinin devrimci kanadını milliyetçi ideallere yakın bulurken, burjuvazinin özellikle ticaret burjuvazisinin milliyetçiliğinden şüphe etmektedir.

68Burada aktarılan görüşler, daha sonra iyice berraklaştırılacak olan MDD’ci “antiemperyalist ve antifeodal bir devrimin öncü bir küçük burjuva kadro tarafından gerçekleştirilmesi” tezinin ilk formudur. Asker sivil aydın zümrenin öncülük ettiği ulusal devrim anlayışı, Milli demokratik devrimcilerin sahip çıktığı Türkiye soluna damga vurmuş bir akımdır.

öncülüğü Yöncüler tarafından teorik olarak kabul ediliyor olsa da, Türkiye işçi sınıfının bilinç ve örgütlenme düzeyi açısından oldukça geri olması nedeniyle pratikte bu öncülüğün uygulanamayacağına inanılıyordu. Yön için toplumsal mücadelenin öncüsü olan küçük ve orta devlet memurları ile ordunun genç subaylarından oluşan aydın ara tabakalar aynı zamanda işçi sınıfının gelişmesini sağlayacak adımları da atacaklardı.

Bu mücadele stratejisinin gözden kaçırdığı nokta, ilerici olduğu kabul edilen sanayi burjuvazisinin hem ticaret burjuvazisi ve toprak ağaları ile hem de emperyalizm ile çelişkisinin sınıfsal bir temele dayanmadığıdır. Gelişmekte olan milli burjuvazinin çıkarları konjonktürel olarak emperyalizm ve toprak ağalarının o günkü çıkarlarına ters düşse de, Türkiye’de kapitalizm geliştikçe tüm bu güçler ittifak içine girebilecektir. Burjuvazinin farklı kesimleri arasındaki ya da burjuvazi ile emperyalizm arasındaki çelişkiler uzlaşmaz değildir ve bu çelişkiden devrimci bir hedef türetilemez (Marx, 1996). Aslında, bu strateji, yukarıda da tartışıldığı gibi sosyalist bir devrimden ziyade ulusal burjuva devrimini hedeflemektedir. Zaten, amacının, yarım kalan milli burjuva devrimini tamamlamak olduğunu vurgulayan Yön hareketi, Yerasimos’un belirttiği gibi radikal küçük burjuva hareketi özelliğini taşımaktadır.69

2) Yön ve İşçi Sınıfı

69Bu özelliği nedeniyle Yön – Devrim çizgisi kimi yazarlarca sosyalist olarak kabul edilmemektedir. Örneğin Murat Belge Yön için şöyle yazmaktadır: “Yön Dergisi, sosyalist değildi ve o sıraların çok kullanılan formülasyonuyla ‘kapitalist olmayan yoldan kalkınma’yı benimsemişti. Bu dergi ve çevre 1967’den sonra savunduğu yöntemi radikal subayların gerçekleştireceği inancını açık açık söylemeye başlamıştı” (Belge, 2007: 33). Ancak kapitalist olmayan yoldan kalkınma düşüncesi 1960’larda sol içinde genel kabul gören bir yaklaşımdır, hatta TİP’nin ilk programında ve kuruluş tüzüğünde de yer almaktadır. Sadece bu noktaya bakarak Yön – Devrim çizgisinin sosyalist olmadığını iddia etmek doğru bir tanımlama olmayacaktır. Bunun yerine bu çalışmada Yön çizgisi, aralarında sosyalist olmayan katılımcıların da bulunduğu ama ana eğilim

Genel hedefleri söz konusu olduğunda, Yön – Devrim hareketi, kendi anlayışı çerçevesinde bir sosyalizmi inşa etmek konusunda samimiydi. Türkiye’nin kalkınması hedefini sömürüye son vermek, eşitlik ile sosyal adaletin sağlanması gibi amaçlardan ayırmayan Yön yazarlarının çoğu, sınıflar mücadelesini de reddetmiyorlardı. Aralarında Ş.

S. Aydemir gibi sınıflar mücadelesini kabul etmeyen yazarlar bulunmasına rağmen, derginin genel karakteri sınıflar mücadelesinin varlığını veri almak ve sınıflar arasında varolan çatışmayı ortan kaldırmak üzerinde şekillenmişti. Hatta Avcıoğlu, sosyalizme

‘evet’ dendikten sonra, sınıflar mücadelesine ‘hayır’ denilemeyeceğini vurguluyor ve sınıflar mücadelesini reddettiği halde sosyalist olduğunu söyleyenlerin cahil olduklarını

‘evet’ dendikten sonra, sınıflar mücadelesine ‘hayır’ denilemeyeceğini vurguluyor ve sınıflar mücadelesini reddettiği halde sosyalist olduğunu söyleyenlerin cahil olduklarını