• Sonuç bulunamadı

YÛNUS EMRE NİN ESERLERİNDE DİN VE DEĞERLER EĞİTİMİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YÛNUS EMRE NİN ESERLERİNDE DİN VE DEĞERLER EĞİTİMİ"

Copied!
182
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YÛNUS EMRE’NİN ESERLERİNDE

DİN VE DEĞERLER EĞİTİMİ

Rıdvan DEMİR

(2)

YÛNUS EMRE’NİN ESERLERİNDE

DİN VE DEĞERLER EĞİTİMİ

Rıdvan DEMİR

GENİŞLETİLMİŞ İKİNCİ BASKI

(3)

Copyright © 2020 by iksad publishing house

All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, distributed or transmitted in any form or by

any means, including photocopying, recording or other electronic or mechanical methods, without the prior written permission of the

publisher, except in the case of

brief quotations embodied in critical reviews and certain other noncommercial uses permitted by copyright law. Institution of

Economic Development and Social Researches Publications®

(The Licence Number of Publicator: 2014/31220) TURKEY TR: +90 342 606 06 75

USA: +1 631 685 0 853 E mail: iksadyayinevi@gmail.com

www.iksadyayinevi.com

It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules.

Iksad Publications – 2020©

ISBN: 978-625-7279-09-3

Cover Design: İbrahim KAYA

October / 2020

Ankara / Turkey

Size = 16 x 24 cm

(4)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ... i

ÖNSÖZ ... v

KISALTMALAR ... vi

Giriş ... 7

Çalışmanın Amacı ve Önemi ... 8

Yöntem ... 10

1. YÛNUS EMRE’NİN HAYATI VE ESERLERİ ... 12

1.1. Doğum Tarihi, Yaşadığı Devir ve Çevresi ... 12

1.2. Adı ve Mahlası ... 12

1.3. Ailesi ve Çocukları ... 13

1.4. Tahsili ... 13

1.5. Mürşidi ... 14

1.6. Vefat Tarihi ve Mezarı ... 14

1.7. Sanat’ı ve Şiiri ... 14

1.8. Eserleri ... 15

BÖLÜM II ... 18

YÛNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDE İMAN ESASLARINA DAİR MOTİFLER ... 18

2. Yûnus Emre’de İman Esasları ... 19

2.1. Allah’a İman ... 19

2.2. Meleklere İman ... 27

2.2.1. Dört Büyük Melek ... 30

2.2.2. Diğer Melekler ... 33

2.3. Kitaplara İman ... 36

2.4. Peygamberlere İman ... 39

2.5. Ahiret Gününe İman ... 45

2.6. Kadere, Hayır ve Şerrin Allah’tan Geldiğine İman ... 54

BÖLÜM III ... 61

3. YÛNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDE İBADETLERE DAİR MOTİFLER ... 61

3.1. Terk-i Dünya ... 62

3.2. Tâ’at ... 66

3.3. Amel ... 68

3.4. Kelime-i Şehâdet ... 71

3.5. Namaz ve İlgili Kavramlar ... 72

3.5.1. Abdest ... 82

3.5.2. Kıyam, Rükû ve Secde ... 83

(5)

3.5.3. Mescit, Mihrap, Minber, Minare ... 85

3.5.4. İmam, Müezzin ... 87

3.5.5. Ezan, Kamet ve Kıble ... 88

3.5.6. Seccade, Tesbîh ... 89

3.5.7. Dua ve Salavat ... 90

3.6. Oruç ve İlgili Mefhumlar ... 92

3.6.1. Oruç ... 92

3.6.2. İftar ... 93

3.7. Hac ve İlgili Mefhumlar ... 94

3.7.1. Kâbe ... 95

3.8. Zekât- Sadaka ... 97

3.9. Kur’an Okumak ve Dinlemek ... 99

3.10. Kurban ... 100

4. YÛNUS EMRE’NİN ESERLERİNDE DEĞERLER EĞİTİMİ ………..102

4.1. Yûnus Emre’nin Yapılmasını Öğütlediği Değerler ... 104

4.1.1 Sevgi ve Hoşgörü ... 104

4.1.2. Saygı ve İnsana Verilen Değer ... 106

4.1.3. Doğruluk ve Dürüstlük ... 108

4.1.4. Yardımseverlik / Cömertlik ... 110

4.1.5. İyi Ahlak Sahibi Olma / İyilik Severlik ... 111

4.1.6. Adalet ... 112

4.1.7. Vatanseverlik ... 113

4.1.8. Sabır ... 115

4.1.9. Sorumluluk ... 117

4.1.10. Öz Denetim (Kendini Kontrol) ... 118

4.1.11. Ana Baba ve Komşu Hakkı Gözetmek ... 119

4.2. Yûnus Emre’nin Sakınılmasını Öğütlediği Davranışlar ... 120

4.2.1. Kibir ... 121

4.2.2. Kin Tutmak ... 122

4.2.3. Cimrilik (Buhl) ... 123

4.2.4. Yalancılık ... 124

4.2.5. Dedikodu, Gıybet, Kovuculuk ... 125

4.2.6. Hırs, Tama’ (Açgözlülük), Heva ... 127

4.2.7. Haramlar ... 128

4.2.8. Kötü Söz Söylemek ... 129

4.2.9. Ayıpları Araştırmak ... 130

4.2.10. Hor Görmek, Alay Etmek ... 131

4.2.11. Kötülük Yapmak ... 132

(6)

4.2.12. Düşmanlık Etmek ... 132

SONUÇ ... 134

EK 1- İMAN ESASLARIYLA İLGİLİ MATERYALLER ... 138

EK 2- İBADETLER İLE İLGİLİ MATERYALLER ... 145

EK 3- AHLAK VE DEĞERLER EĞİTİMİ İLGİLİMATERYALLER ... 153

KAYNAKÇA ... 162

SÖZLÜK………...170

ÖZGEÇMİŞ ... 175

(7)
(8)

ÖNSÖZ

XIII. yüzyıl Anadolu Türk toplumunda tasavvufi ideallerin en üst düzeyde benimsendiği ve tarikat faaliyetlerinin büyük ivme kazanmaya başladığı bir dönemdir. Sözü edilen dönemde Moğol istila ve saldırıları neticesinde meydana gelen siyasi otorite boşluğu ve çeşitli sosyal bunalımlar karşısında insanlar huzur ve mutluluğu tarikatların manevi huzur dağıtan çatısı altında bulmaya çalışmışlardır. Bu manevi çatının temel direklerini oluşturan şahsiyetlerden birisi de büyük mutasavvıf Yûnus Emre’dir.

Yûnus Emre’nin ortaya çıkışı kendiliğinden değil, XIII. asrın Anadolu’sunda yaşayan tasavvufi hayattan kaynaklanmıştır. O, farklı bölgelerden gelerek Anadolu kavşağında birleşen tasavvufi temayüllerin hepsinden nasibini almış bir Türk mutasavvıftır.

Onun en büyük özelliği bütün varlığıyla teslim olduğu ve gönül verdiği tasavvufi öğretileri muazzam bir ustalıkla son derece tabi ve sade bir Türkçe ile şiirleştirebilmiş olmasıdır. Yûnus, kendi döneminin en önde gelen bilgi aktarma yolu olan şiiri, Hakk’ı halka anlatmada bir amaç olarak değil, bir araç olarak kullanmıştır. Onun temel hedefi büyük bir şair olmak değil Hz.

Peygamberden örnek aldığı tebliğ ve irşad görevini, Hakk gerçeğini kendi döneminin büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen halkına öğretmek ve onları aydınlatmaktır.

Yûnus’un ustalıkla söylediği bu şiirler bulunduğu zamanı aşmış ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bununla birlikte bu öğretici şiirler etkileyici- liğinden şimdi bile hiç bir şey kaybetmemiştir.

Bu çalışmada Yûnus’un şiirlerinden hareketle onun inanç ve ibadet anlayışla, dini, insani ve toplumsal değerlere ilişkin fikirlerinin tespit edilmesi ve din eğitiminde bir öğretim materyali olarak onun şiirlerinden yararlanılması hedeflenmiştir. Daha önce Nobel Yayınları tarafından neşredilen bu çalışma, gelen öneriler çerçevesinde tekrar gözden geçirilerek ve Yûnus’un şiirlerinin de içerisinde yer aldığı materyaller ile desteklenerek yeniden yayınlanmıştır.

Rıdvan DEMİR Hatay / 2020

(9)

KISALTMALAR

A.s :Aleyhi Selam Bkz :Bakınız C. :Cilt Çev. :Çeviren D. :Divan

DKAB :Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ed. :Editör

H. :Hicri Hz. :Hazreti

İ.A. :İslam Ansiklopedisi M. :Miladi

MEB :Milli Eğitim Bakanlığı R.N :Risaletü’n-Nushiyye S.a.v. :Sallallâhu aleyhi ve sellem TDV :Türkiye Diyanet Vakfı Vb. :Ve bunun gibi

Vd. :Ve devamı ve diğerleri

Vs. :Ve sair

(10)

GİRİŞ

Din insanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olan bir olgu olarak her toplumda varlığını sürdürmüş bir gerçekliktir. Ruh ve bedenden oluşmuş olan insan da toplumun bir üyesi olarak dinden ve dinin ortaya koymuş olduğu her türlü mefhumdan etkilenmektedir. Bu nedenle insan bedeni ihtiyaçlarını fiziki âlemden sağlarken ruhi gereksinimleri için de birçok yola başvurur. Bunlardan biri de şüphesiz dindir (Acuner ve Güneş, 2013: 84).

İnsanın doğumundan itibaren içinde yetiştiği ailenin ve toplumun dinini, ahlaki kurallarını ve toplumsal değerlerini öğrenip benimsemesi ve davranışlarında uygulaması eğitim sonucu oluşmaktadır. Günümüzde eğitim, modern eğitim kurumları dediğimiz okullarda sürdürülmektedir. Bireyin dini davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istenilen değişimleri meydana getirme süreci olarak

(

Tosun, 2001: 25) ifade edilen din eğitimi de okullarda eğitimin bir parçası olarak verilmektedir. Din eğitiminin genel amacı, bireyin dinî eğitilmişlik düzeyini, yani dinin sosyal yönünü içinde gerekli davranışları kazanmış ve bunları davranışa dönüştürmüş (Keyifli, 2013: 122) iyi ahlaklı ve erdemli insanlar yetiştirmektir (Tavukçuoğlu ve Erdem, 2005: 49). Din eğitiminin gerçekleştirmek istediği nihai amaç ise

“iyi insan”dır. Bu iyi insan, İslam inancının teorik temeli içinde ifadesini bulan “Kur’an Ahlakı ile Ahlaklanmış” insan ya da “İnsan-ı Kâmil”’dir (Keyifli, 2013). Din eğitimi bu noktada tasavvuf ile buluşmaktadır. Zira her ikisinin de esas gayesi insanın “insanı kâmil” olarak yetişmesini sağlamaktır.

Bu noktada tasavvuf ve din eğitimi insanın bireysel ve manevi olarak gelişimini sağlamayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla iki alanın da ortak konusu insan ve insanın eğitimidir (Göktaş, 2011: 138).

Ülkemizde din ve ahlak eğitimi anayasanın 24. maddesi gereği devletin gözetim ve denetimi altında yapılmakta ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer almaktadır. Ayrıca Din, Ahlak ve Değerler adı altında seçmeli dersler ile isteyen öğrencilere seçmeli olarak din eğitimi verilmektedir. Din eğitimi ile ilgili derslerin programlarına bakıldığında dini ve ahlaki bilgilerin yanında birçok tutum, alışkanlık ve değerlerle ilgili davranışların da kazandırılmasına yönelik duyuşsal alanla ilgili amaçlar bulunduğu görülmektedir. Diğer taraftan din eğitiminde öğrencilere içerisinde yoğun duyuşsal alana ait

(11)

davranışlar bulunan konuların kazandırılmasında eğitimcilerden veya öğretim yöntemlerinden kaynaklanan çeşitli güçlükler yaşandığı yapılan çalışmalardan anlaşılmaktadır (Aydın, 2003: 1-5; Kaya ve Taşkın, 2016:

153; Demir, 2018a: 326). Bu durum öğrencilere din eğitiminde verilen bilgilerin salt bilgi olarak kaldığı ve davranışa tam anlamıyla dönüşemediği (Göktaş, 2011: 413) hususunu gündeme getirmektedir. Bu tıkanıklığın aşılmasında bilgiden çok yaşayışa (kaâlden ziyade hâle) önem veren tasavvuf ve tasavvufi eğitimden istifade edilebilir. Zira tasavvufi eğitimin temelini oluşturan tasavvufî bilgi; amel ve ibadetlere dayanmaktadır (Çakmak İgalçi, 2018: 53). Yani bilgilerin bilişsel düzeyden duyuşsal seviyeye taşınması konusunda tasavvufi eğitimin etkisi göz ardı edilmemelidir. Ayrıca din eğitiminde tasavvufun sevgiye dayalı öğreti ve görüşlerinden istifade edilmesi duyuşsal alandaki öğrenmelerin kalıcılığına ve davranışa dönüşmesine katkı sunması açısından da önemlidir. Bu manada din eğitiminde tasavvufun vereceği mesajlar tamamlayıcı rol oynayacaktır.

Bu yönüyle tasavvuf literatürü, günümüzde lise ve üniversite çağındaki gençlere; iç dünyalarındaki sevgi ile aşkı büyütmeleri, daha iyi bir insan olmaları hususunda ilham verebilecek örnek şahsiyet ve materyallerle doludur (Göktaş, 2011: 152). Bu örnek şahsiyetlerden birisi de Mutasavvıf Yûnus Emre’dir.

Yûnus Emre’nin yedi yüzyılı aşarak zamanımıza ulaşmış ve daha nice yüzyıllara seslenebilecek güçte büyük bir mutasavvıf şair olduğu kaynaklarda üzerinde söz birliğine varılan bir husustur (Karaalioğlu, 1980:

422). Asırlar boyunca insanların dillerinde ilahileri, gönüllerinde de onda tecessüm etmiş aşk anlayışı dolaşıp durmuştur. O, kavga ve kötülüğe karşı muhabbet dersi vermiş kardeşliği, sevgiyi ve insanlığı öğretmiştir. Yûnus, milletin birliği, beraberliği, kaynaşması ve barışı için gayret sarf ederek kendisini hep bu çizgide tutmuş ve diğer insanları da dünya ve ahiret mutluluğunu yakalama noktasında bu yola davet etmiştir.

Çalışmanın Amacı ve Önemi

Şiir, duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici/etkileyici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır (Web, 2020a). Şiir sadece insanın duygusal yönüne hitap etmez, bir öğretim materyali olarak kullanıldığında şiir, öğrencilerin sosyal ve kültürel yönlerinin de gelişmesine

(12)

katkı sağlar. Güneş’in de (2017: 173) belirttiği gibi öğrenciler bütün gelişim dönemlerinde şiire karşı özel bir ilgi duyarlar. Şiir okumakatan, dinlemekten ve ezberlemekten zevk alırlar. Bu nedenle din öğretiminde şiilerin kullanımına özel bir önem verilmesi gerekmektedir. Zira “din ve ahlak eğitimindeşiirle (nazım) anlatım öğrenenin hayal etme, kendini özlü ve duygulu ifade etme, dini duyguyu açığa çıkarma ve açıklamaya müspet katkı sağlar” (Polat ve Tosun, 2013: 373). Diğer taraftan bu olumlu yönlerine karşın “bir öğretim materyali olarak şiirlerin, sınıf ortamında yeterince kullanıldığı söylenemez. Oysa alan ve konuları itibarıyla din öğretimi şiir kullanıma oldukça uygundur. Dini duyguları harekete geçirmede ve öğrencilerin şiirde işlenen konula, yaşamı arasında bir bağ kurabilmesinde şiirler etkili olabilmektedir” (Güneş: 2017: 173). “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” (DKAB) dersilerinin başında veya sonunda bir ilahinin, bir duanın ya da konu ile ilgili bir şiirin, etkili bir biçimde okunması, öğrencileri derse hazırlamaya veya dersin ağırlığını gidermeye yardım edebilir (Bilgin ve Selçuk, 1997: 164). Bu nedenle din ve ahlak öğretiminde şiirler, ders esnasında veya ders dışı etkinliklere yeteri kadar dâhil edilmelidir.

Bu çalışmada Yûnus Emre’nin düşüncelerinden izler taşıyan “Divan” ve

“Risaletün Nüshiyye” adlı eserlerindeki şiirlerinden hareketle onun inanç ve ibadet anlayışla, dini, insani ve toplumsal değerlere ilişkin fikirlerinin tespit edilmesi ve din eğitiminde bir öğretim materyali olarak onun şiirlerinden yararlanılması amaçlanmıştır. Bu amaçla onun eserlerinde verdiği öğretici bilgilerden yola çıkarak şiirlerinde yer alan iman, ibadet ve değerler eğitimi konularının din eğitimi açısından değerlendirmesine gayret edilmiştir.

Ayrıca çalışma sonucunda DKAB dersi öğretim programı çerçevesinde sınıf düzeylerine göre ünite ve kazanımlar göz önünde bulundurularak çeşitli materyaller oluşturulmuştur.

Günümüzde maddeciliğin katı ve duyarsız ortamından bunalan insan yeni arayışlara girmek mecburiyetini hissetmiş ve bu durumdan ruhunu doyuracak, ferahlatıp mutlu olmasını sağlayacak şeylerin peşine düşmüştür.

Bunun sonucunda da özellikle manevi yönü ağır basan mesajlara kulak verir hale gelmiştir. Bu kapsamda Yûnus’ un yukarıda ifade edildiği üzere insanlar arası ilişkilere yönelik mesajlarının yanında, insanların ebedi mutluluğu kazanmalarına yönelik, iyi bir insan olmaya, uyumlu ve düzenli bir yaşam sürmeye, ibadetlerini gerektiği gibi yapmaya yönelik fikir ve

(13)

düşüncelerinin tahlil edilerek konu ile ilgili yaklaşımlarının belirlenmesi önem arz etmektedir. Çünkü Yûnus Emre’nin şiirlerinde dini inanç, ibadetler ve toplumsal değerler belirgin bir şekilde işlenmektedir. Diğer taraftan o’nun şiirlerindeki dinî inanç ve değerlere ait motiflerin ortaya konularak anlaşılmasının onun yaşadığı dönem bağlamında Türklerin dînî-itikadî anlayışını öğrenmemizi sağlaması açısından da önemli olduğu belirtilebilir.

Zira Yûnus göçebe halinde yaşayan Türk toplulukları arasında Türk kültürü ve inançlarının benimsenip yaygınlaşmasına başla bir deyişle Anadolu Türk- İslâm kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkı sağlayan önemli bir şahsiyettir (Oral, 2016: 71).

Yûnus Emre’nin eserleri Müslümanlığı benimsemiş Türklerin sosyal hayatından, kültüründen, ahlakından izler taşıyan başka bir ifadeyle Milli ve dini değerleri başarılı bir şekilde kaynaştıran bir yapıda olup bu eserlerdeki öğretilerden istifade edilmesi şüphesiz bu konuda çalışanlara katkı sağlayacaktır. Bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığınca son güncellenen öğretim programlarında derslerin öğretiminde, eğitimcilerden “ünite konularının özelliklerine göre başta ayet ve hadisler olmak üzere edebiyatımızdan atasözü, vecize, beyit, ilahi, nefes ve deyişlerden yararlanılması istenmektedir” (MEB, 2018: 10). Bu noktada Yûnus Emre’nin kendine has üslubu ile söylediği ve kendi zamanını aşarak bugüne ulaşan iman, ibadet, ahlak ve değerler eğitimine dair kuşatıcı ve etkileyici beyitleri günümüze ışık tutmakta olup din öğretiminde onun öğretici şiirlerinden yararlanılmasının alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Yöntem

Çalışmada konunun kuramsal temellerinin oluşturulması aşamasında literatür taraması yapılmıştır. Yûnus Emre’nin eserlerinde iman, ibadet ve değerler eğitimine yönelik düşünce ve deyişlerinin tespit edilmesini din eğitimi açısından değerlendirmeyi amaçlayan betimsel nitelikli bu çalışma, nitel bir desenle hazırlanmış ve doküman incelemesi yönteminden yararlanılmıştır. Eserlerin incelenmesinde içerik analizi tekniği kullanılmıştır.

Doküman analizi sonucu elde edilen bulgular din eğitimi açısından ele alınarak genel bir değerlendirmeye gidilmiştir. Çalışmada şu sorulara cevap aranmıştır. 1- Yûnus Emre’nin şiirlerinde iman, ibadet ve değerler eğitimine yönelik öğretici bilgiler var mıdır? 2- Yûnus Emre’nin şiirlerinde iman,

(14)

ibadet ve değerler eğitimine yönelik öğretici bilgiler bir öğretim materyali olarak din eğitiminde kullanılabilir mi?

Çalışmada Mustafa Tatçı’nın (2008) “Yûnus Emre Divanı” ve “Risaletün Nüshiyye” adlı eserleri (2005) temel kaynak olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında farklı kaynaklarda yer alan konular ile ilgili beyitler de ilgili kaynak belirtilerek çalışmaya dâhil edilmiştir. Beyitlerin sağında yer alan numaralar o beytin kitap içerisindeki yerini ve sırasını işaret etmektedir.

Bu çalışmada öncelikle Yûnus’ un hayatı ve eserleri hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Daha sonra eserin birinci bölümünde, Yûnus’ un İslam’ın inanç esaslarına dair düşüncelerine değinilmiştir. Daha sonra Yûnus’un ibadet düşüncesi, terk-i dünya, tâ’at, amel ve İslam’ın beş temel buyruğunu nasıl anladığı üzerinde durulmuştur. Son olarak ise birey ve toplum eğitiminde çok önemli bir yeri olan değerler eğitimine dair Yûnus’un öğretilerine değinilmiştir. Çalışmanın sonunda ise Yûnus’un şiirlerin de içerisinde yer aldığı iman, ibadet ve değerler/ahlak ile ilgili çeşitli materyallare yer verilmiştir.

(15)

1. YÛNUS EMRE’NİN HAYATI VE ESERLERİ 1.1. Doğum Tarihi, Yaşadığı Devir ve Çevresi

Yûnus Emre’nin yaşamı ve şahsiyeti hakkında çok fazla şey bilinmemektedir.

Tarihi belgelerin yetersiz oluşu Yûnus’un doğum tarihi, tarikatı, yaşadığı çevre, şiirleri, vefat tarihi ve mezarı konusunda çeşitli fikirlerin ortaya atılmasına sebep olmuştur (Kabaklı, 209: 13). Hayatı ile ilgili edinilen bilgiler daha çok “Bektaş-î Velayetnamesi”nde anlatılan ve halk arasında söylenilenlerin de eklenmesi ile ortaya çıkan menkıbelerden öteye geçmemektedir (Yılmaz, 1991: 17).

Yûnus' un 13. yüzyılın ortaları ve 14. yüzyılın başları arasında yaşadığı ile ilgili olan görüşler, belgelerin de desteği ile ağır basmaktadır (Tatçı, 2005:

20). 82 yıl ömür süren Yûnus’un doğum ve ölüm tarihleri tahmini olarak H.

638–720 / M. 1240–1320 şeklinde kabul edilmektedir (Kabaklı, 2009: 14).

Yûnus' un doğum yeri hakkındaki bilgiler yetersiz ve birbirinden farklı rivayetlere dayanmaktadır. Bu konuda elde edilen bulgulardan birisi olan

“Bektaş-î Velayetnamesinde” o’nun Sivrihisar’ın yakınında bulunan Sarıköy’de doğduğu yer almakta ve Yûnus' un mezarının da bu köye yakın bir yerde olduğu ifade edilmektedir (Tatçı, 2005: 23).Köprülü’nün eserinde ise (1976: 265) Yûnus Emre’nin 13. yüzyılın son yarısında Sivrihisar civarında yahut Bolu dolaylarında Sakarya suyu etrafındaki köylerden birisinde yetişmiş bir Türkmen köylüsü olduğuna dikkat çekilmiştir. Yapılan farklı araştırma ve tahminlere göre ise, Yûnus Emre’nin, Sakarya havzasında ya da Karaman, Konya çevresinde veya bir müddet birisinde, bir müddet diğerinde yaşadığı ile sürülmektedir (Kabaklı, 2009: 14).

1.2. Adı ve Mahlası

Yûnus Emre eski kaynaklarda başlayarak günümüze dek bu isim ile anılmıştır. Şair, şiirlerinde mahlas olarak “Yûnus Emre” ismi dışında “Yûnus, Âşık Yûnus, Biçare Yûnus, Tapduk Yûnus, Miskin Yûnus ve Derviş Yûnus”

gibi isimler kullanmıştır (Köprülü, 1976: 261).

(16)

1.3. Ailesi ve Çocukları

Yûnus Emre’nin evlenip evlenmediği çocuk sahibi olup olmadığı tam olarak bilinmemektedir (Rüzgâr, 2013: 6). Bu konuda “Bektaş-i Velayetnamesi”nde geçen bir rivayette Yûnus Hacı Bektaş-i Veli’nin buğday yerine nefes vermeyi söylemesi üzerine “Ben nefesi neyleyeyim ehl-i iyalim var” diyerek nefesi reddetmiştir (Tatçı, 2005: 28). Ayrıca divanında “Bunda dahi virdün bize oğul u kız çift-ü helal” (234/5) dizesine dayanarak onun evli ve çocuk sahibi olduğu hükmüne ulaşılabileceği de ifade edilmektedir (Fuad, 1976:

11).

1.4. Tahsili

Yûnus' un tahsili ile ilgili olarak eski kaynaklar O’nun ümmi olduğunu belirtirler (Tatçı, 2005: 28). Yûnus' un yetiştiği kültür çevresi içerisinde düşünüldüğünde medrese eğitiminin kitabi olması karşısında tekke eğitimi şifahi başka bir deyişle sözlü aktarıma dayanıyordu. O dönemdeki birçok sufi şair yaşadıkları çağın kültürünü şifahen alıyordu. Tüm bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda Yûnus’un tahsilini yetiştiği tekke ve çevresi içinde düşünmek gerekmektedir (Tatçı, 2005: 35). Başka kaynaklarda ise muntazam bir tahsil gördüğü, Arapça ve Farsça’yı İslâmi ilimleri iyi bildiği muhakkak olan Yûnus'un şiirlerinde birçok yeri de gezdiği ifade edilmektedir (Timurtaş, 1990: 199). Şiirleri içerisinde “Ol dost bana ümmî dimiş hem adumı Yûnus komış” diyen Yûnus, ümmi olarak nitelendirilmiştir.

Köprülü (1976: 326) Yûnus hakkında kendi döneminde Türkçeyi çok iyi bir şekilde kullanan ve asla ümmi bir derviş olarak kabul edilemeyeceğini ifade ederken Kabaklı’ya (2009) göre ise Yûnus’un ümmiyim demekten maksadı büsbütün başkadır. O, zahiri bilginin değil hakiki ilmin peşindedir. Ona göre ilim “kendini bilmektir” yani içindeki tanrı cevherini sezmektir. O’nun ümmiliği tasavvufta özel bir terimdir. Dünya ilimlerinin inkârı ve Allah’ın son bilgisi karşısında bir katre olmanın idrakidir. Yûnus'un meselesi, dünyaya ait ve Allah'tan başka her şeyi “terk”tir. Bundan dolayı, O, bilmek iddiasını da terk etmektedir. Bilgiçlik çiğ bir iddiadır ve Yûnus ondan sakınmaktadır. Yoksa zamanının hemen bütün ilimlerine, sanatlarına, menkıbelerine aşina olduğu, “dört kitabı” tanıdığı, Farsça’yı, Arapça’yı bildiği, birçok ayet ve hadis meallerini şiirleştirdiği, İran ve Arap şairlerinin eserlerini okuduğu (Gölpınarlı, 1975: 11) divanından anlaşıldığı gibi birçok

(17)

mısralarından da bunları bildiği fakat küçümsediği anlamı çıkmaktadır (Kabaklı, 2009: 28).

1.5. Mürşidi

Yûnus’un mürşidi şiirlerinde saygı ile andığı Tapduk Emre’dir. Kendi zamanında Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi büyük üstatların sohbetlerine de katıldığı halde esas olarak tarikatta pişip olgunlaştığı yer Tapduk Emre’nin kapısıdır. Burada kırk yıl hizmet ettiği belirtilmektedir (Gölpınarlı, 1975: 12). Batini mezheplerle hiçbir ilgisi ortaya çıkmamıştır. Köprülü (1975: 327) bu konuyla ilgili olarak “Yûnus, Muhiddin Arabi ve Celaleddin Rumi de tesadüf edilen ve ulemayı rüsumun büyük bir kısmı tarafından bile (isterse tevil yolu ile olsun) şer'i hükümlere aykırı görülmeyen esasların dışına çıkmadığı için, onu Bâtıniye erbabından saymak tamamıyla yanlıştır”

diyerek bu hususta onun batını mezheplerle bir ilgisinin olmadığını dile getirmiştir.

1.6. Vefat Tarihi ve Mezarı

Kaynaklarda belirtildiği üzere Yûnus H/720. M/1320–21 yılında vefat etmiştir. O’nun defnedildiği yerde kesin olarak bilinmemektedir.

Anadolu’nun pek çok yerinde ona ait mezarlar ve makamlar bulunmaktadır (Rüzgâr, 2013: 5). Bunlardan üç tanesi üzerinde çok durulmuştur. Bunlar;

Sivrihisar (Sarıköy), Karaman ve Ortaköy’deki mezar veya makamlardır (Tatçı, 2005: 56).

1.7. Sanat’ı ve Şiiri

Yûnus tasavvuf edebiyatımızın en büyük halk şairidir. Orta Asya’da Ahmet Yesevî ile başlayan halk tasavvuf şiirimizin en ölümsüz mısralarını Yûnus’un şiirlerinde bulduğunu söylemek yanlış olmaz (Kabaklı, 2009: 52).

Karaalioğlu’na (1980: 422) göre Yûnus’un şiiri sevgiyle mayalanır, insan ruhunu köklerinden kavrayarak bireyi bereketli bir toprak olarak yarınlara hazırlar.

Yûnus Emre şiirlerini sade Türkçe ile başka bir deyişle yaşayan, var olan halk diliyle ve hece vezniyle söylemiştir (Gölpınarlı, 1975: 15). Köprülü bu konuyu “Yûnus’un sanatı tamamı ile “milli” yani “Türk’tür” bunu tahlil

(18)

edecek olursak başlıca iki unsura tesadüf ederiz. Evvela ona ahlaki sufiyane esaslarını veren “İslami Nev Eflatuni” unsur, ikinci olarak lisanın edasını, şeklini, veznini veren milli unsur. Birisi “esası” diğeri “şekli” teşkil eden bu iki unsur Yûnus' un şahsiyetinde o kadar birbirinde kaynaşmıştır ki onda vücuda gelen o yeni sanat şekli zevki itibari ile tamamen Türk’tür (Köprülü, 1975: 332) ifadesi ile dile getirmiştir.

Karaalioğlu’na (1980: 420) göre ise, Yûnus’un “şiirlerinin özünde derin bir insan sevgisi, içli bir tanrı aşkı tasavvufa bağlılık görülür. Halk dilini coşkun bir lirizmle, özentisiz bir söyleyişle genellikle hece bazen aruz ölçüleri içerisinde kullanılır. Türk diline dinamik bir anlatım yeteneği, tinsel bir iç musiki kudreti verenlerin başında gelir. O, ulusal edebiyatımızın en sağlam temelidir. Onda hoş görü ileri insancı bir dünya görüşü vardır. Sanatı halkın görevindedir”. Kısaca özetlenecek olursa “Yûnus’un sanatının fikrî yönünü İslâm kültürü, sanatının sunuş ve şeklî yönünü ise millî unsurlar oluşturmaktadır. Yûnus, Mevlânâ’nın Şems-i Tebrizî’de gördüğü bir kişilik olup, ehl-i sünnet bir anlayışa sahiptir ve sanatının gayesi halkı irşat etmek üzerinedir. Vahdet-i Vücûd felsefesi Yûnus’un sanatındaki en kalın çizgidir”

(Cin ve Babacan, 2013: 67).

1.8. Eserleri

Yûnus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye ve Divan olmak üzere iki eseri mevcuttur.

Risaletü’n-Nüshiyye: Bu eser H/707, M/1307 yılında kaleme alınmıştır. Bu eser baştaki mensur bölüm dışında Mesnevi şeklinde yazılmış tasavvufi bir nasihatnâmedir. Başlangıçla birlikte 563 beyitten oluşan eser, belli bir plana göre aruz vezni ile yazılmıştır. Diğer taraftan eserin dili, Yûnus’un ilahilerine oranla daha az şiir özelliği taşımakta ve ilahilerinde ulaştığı lirizme ulaşamamaktadır. Risaletü'n-Nushiyye ruh, akil, nefis, öfke, sabır, kanaat, cimrilik vb. gibi konuları tasavvufa göre açıklayan, öğüt veren, ahlaki- tasavvufi bir eserdir (Tatçı, 2005).

Divan: Yûnus'un ikinci ve en önemli eseridir. Bu eser o hayatta iken tanınmıştır (Tatçı, 2005: 63). Bunula birlikte Yûnus’un Divanını tanzim etme gayesi gütmeden ilahiler söylediği (Köprülü, 1975: 290) ve bunları

(19)

toplamaya belki de hiç niyetlenmeden vefat ettiği belirtilmektedir (Kabaklı, 2009: 8). Divan 300–350 kadar şiirden meydana gelmektedir. Fakat ona isnat edilen şiirlerin sayısı 1000'i geçmektedir. Buna sebep ise kendisinden sonra birkaç Yûnus'un daha gelmesidir ve bunlara ait olan şiirlerinde esere sonradan dâhil edilmesidir (Kabaklı, 2009: 8). Dolayısıyla gerek bu Yûnus’ların şiirleri gerek başkalarının mahlas değiştirilerek alınan şiirleri Yûnus Emre’ye mal edilmiş ve Divan büyütülmüştür (Tatçı, 2005: 70).

Divan içinde bulunan konular kısaca şunlardan oluşmaktadır:

1- Dinle ilgili konular

a) İtikat (Allah, melekler, kitaplar, peygamberler, ahiret, hayır, şer, kaza, kader vs.)

b) İbadet (Kelime-i Şehadet, namazla ve ilgili mefhumlar, oruç, hac, zekât, kurban vs.)

c) Ayet ve hadisler

d) Dinle ilgili diğer kavramlar (Miraç, ölüm, cin-şeytan, şirk, haram- helal, mübarek geceler vb.)

e) Dinî şahsiyetler (Dört halife, Ehl-i Beyt ve bazı sahabeler vb.)

f) Dinlerle ilgili mefhumlar (Din, diyanet, İslam, Hristiyanlık, mü’min, kâfir, ruhban vb.)

2- Tasavvufla ilgili konular

a) Vahdet-i Vücud ve Tevhid (Vahdet, kesret, masiva, tecelli, sır, gönül, aşk, can, nefis, ruh vb.)

b) Bezm-i ezel, âlem-i ma’na, teferrüç, devr, yaratılış vb.

c) Tasavvufi mertebeler ve kavramlar (Seyr-ü sülûk, yakîn, fena, terk, sıdk, ihsan, zühd vb.)

d) Tarikatla ilgili kavramlar (Şeyh, derviş, pir, baba, irşad, zikir, sema, icazet vb.)

e) Bazı mutasavvıflar (Şibli, İbrahim Edhem, Mevlana, Tapduk Emre vb.)

3- Yûnus Emre’ye göre bazı tipler (Evliya, er, eren, miskin, ahi, hoca, sûfi vb.)

4- Ahlaki unsurlar (kibir, kin, gammazlık, cömertlik, tevâzu, fazl vb.).

(20)

Yûnus, yukarıda zikredilen eserlerinde insanları manevi açıdan eğitmek için

“Düşündürme, Tasvir, Teşbih (Benzetim), Telkin, Kıssalardan istifade ve Nasihat” yöntemlerini etkili bir şekilde kullanmıştır (Suliman, 2001: 43–53).

(21)

BÖLÜM II

YÛNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDE İMAN ESASLARINA DAİR MOTİFLER

Yûnus Emre, tasavvuf edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilmesine rağmen yapılan çalışmalarda çoğunlukla gönül dünyası, coğrafyası, insan anlayışı, bir halk sûfisi olarak kimliği (Ocak, 2011) halk kültüründeki yeri (Koz, 2012), şiirlerinin çeşitli açılardan yorum ve tahlili (Kabahasanoğlu, 1993; Tatçı, 2008), şiirlerinin dilbilim açısından (Tezcan, 2012) değerlendirilmesi gibi farklı hususlar incelenmiştir. Bununla birlikte onun tasavvufî düşüncesinin belirlenmesinde önemli bir mihenk taşı olarak görülmesi gereken iman konusu üzerinde bu güne kadar birkaç makale çalışması (Bars, 2016a; Oral, 2016) haricinde fazlaca durulmamıştır.

Yûnus’un tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturan İslam inancı onun daha doğru ve iyi anlaşılmasını sağlayacak niteliklerden birisi belki de en önemlisidir (Bars, 2016a: 2019).

İman, sözlükte inanma, tasdik etme, doğrulamak, karşıdakine güven vermek gibi anlamlara gelmektedir (Kaplan, 2015: 83). Dini terim olarak ise Hz.

Peygamber’i Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek ve onun haber verdiği şeyleri doğru olduğunu tereddütsüz kabul edip, bunların doğru olduğuna gönülden inanmaktır (Kılavuz, 2006:

68). Kendisine imanın ne olduğu konusuyla ilgili bir soruya Hz. Muhammed

“İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe (öldükten sonra dirileceğine), kadere, hayrına ve şerrine inanmandır”

(Buhari, İman, 37) şeklinde cevap vermiştir. Buradan hareketle iman, kişinin Allah’ın varlığını, birliğini, sıfatlarını, peygamberlerini, ahiret gününü ve bunlardan başka iman edilmesi gereken şeyleri kalp ile tasdik edip dil ile söylemesi olarak ifade edilebilir (MEB, 2009: 167). Kısaca “amentü” olarak bilinen ve İslam’ın inanç/iman esaslarını oluşturan bu altı öğe Kur’an’ı Kerimde muhtelif ayetlerde (Bakara, 2/177–285; Nisâ, 4/136) yer almaktadır.

Başta Allah’a iman olmak üzere, Yûnus’un şiirlerinde iman esaslarının öğretiminin temel niteliklerini içeren iman esasları konusu ile ilgili çok fazla örnek vardır. O nedenle bu bölümde; Yûnus’un iman esaslarına bakış açısı ve bu anlayıştan doğan öğretileri ele alınmıştır.

(22)

2. Yûnus Emre’de İman Esasları 2.1. Allah’a İman

Yûnus Emre’nin şiirlerinde en fazla kullanılan kelimelerden birisi Tanrı’dır.

Türklerin İslamlıktan önce kullandıkları bu kelime İslamiyet’in kabulü ile birlikte de kullanılmaya devam etmiştir. Yûnus Emre, eserlerinde “Tanrı”

kelimesinin yanında Hak, Çalab, Hak Çalab, Allah, Huda, Mevla, ilah vb.

adları da kullanmaktadır (Üşenmez, 2013: 641).

İslam dininde Allah inancının temelini tevhid (Allah’ın birliği) oluşturur. Bu durum “Kelime-i Tevhid” ile sembolleştirilmiştir. Kelime-i tevhid’in aslı “lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” cümlelerinden ibaret olup

“Allah’tan başka tanrı yoktur. Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir” anlamına gelmektedir. Yûnus bu ilkeyi;

“Ezelîden dilümde uş Tanrı birdür Hak’dur Resûl

“Bunı böyle bilmeziken bir ‘aceb makâmdayıdum” (168/2)

“Uş ben beni cem' eyledüm ol dosta îmân eyledüm

Birligine kıldum kâmet riyâ tâ‘at nemdür benüm” (170/5) diyerek ifade etmiştir.

Tevhid, Allah’ı yalnızca bir bilmek değil aynı zamanda sadece Allah’a kulluk etmektir. Bu hususla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah;

“Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. (Hûd, 11/26) buyurarak kendisinden başkasına kulluk edilmemesini emretmiştir.

Yûnus’a göre insanın Rabbini tanıyıp sevmesi için tevhid’i bilmesi gereklidir.

Tevhid, mü’min olmanın bir şartıdır ve tevhid’i kabul etmeyerek inkâr eden kendisine düşmanlık etmektedir.

“Birisen birlige bak ikiyi elden bırak

Bütün ma‘nî bulasın sıdk u îmân içinde (302/12) “Tevhîd imiş cümle ‘âlem tevhîdi bilendür Âdem Bu tevhîdi inkâr iden öz cânına düşmânımış” (125/6) “Bu tevhîd tonını geyen varlıgını yoga sayan

İş bu yola kâyım turan mutlak bilün ol er durur” (61/9)

(23)

Esasen Yûnus Emre’de “tahkîkî iman-ı”1 Allah’ı birlemekle başlar ve Allah’ı bir bilmeyen ve birliğine vakıf olmayan kişi “imansız” olarak nitelendirilir. Ayrıca Allah’ı bilmek demek dünya için tasalanmamayı da beraberinde getirir. Çünkü o varsa her şey var, o yoksa hiçbir şey yoktur.

Varlıklar onunla var olur, değer kazanır (Bars, 2016a: 224). Yani Yûnus’un dünyasında iman kuru bir tasdikten daha ziyade bireyin yaşam felsefesine de doğrudan yansıyan bir eylemlilik ifade eder.

“Dünyâ için gussalanan mescid göricek tutınan

Anda îmânsuz bulınan Allâh’ı bir bilmeyendür” (99/4)

Yûnus, bu cihana gelmeden önce Hakla birlikte olduğunu ifade ettiği bir beyitte Allah Teâlâ’nın bir ve tek olduğuna vurgu yaparak “kul huva’llâh”

ile başlayan ayet (İhlâs, 112/1) lafzını kullanmıştır. Böylece o, şiiri ve nazmı Kur’an’ın eşsiz üslubu ile birleştirmeyi amaçlamıştır.

“Bu cihâna gelmedin ma‘şûkıla bir idüm

Kul huva’llâh sıfatlu bir bî-nişân nûr idüm” (223/1) “Oldur âhir oldur ebed hem dillerde küfven ahad Evliyâ geçdi dünyâdan bir sâ‘at kime kalısar” (63/5)

Tevhid’in zıddı ise şirk’tir. Allaha eş ve ortak koşmak, Allahtan başka herhangi bir şeye ilahi nitelikler yüklemek gibi anlamlara gelen şirk, Kur’an’da (Nisa, 4/18) en büyük günahlardan biri olarak görülmektedir (Kaplan, 2015: 103). Yûnus, Tevhid ilkesinden sapmadan Allah’ın herhangi bir şeriki (ortağı) olmadığını ifade eder ve Kur’an’da ona ortak koşmayın denildiği halde ona ortak koşanları eleştirir;

“Şerîkün yok senin i şâh suçlu kimdür ‘azâb nedür (

89/2)

“Birligünden öte hîç şerîkün yok” (107/8)

“Lâ-şerîkden okursın sonra şerîk katarsın”

Bire iki dimegi kimden fetvâ dutarsın” (248/1)

1 Tahkiki İman: Kesin delillerle, bilgi ve araştırmaya dayalı olarak oluşan imana denmektedir (Kaplan, 2015: 87).

(24)

Yûnus, “Vücûd birliği”2ne inanan bir sufi olarak, şiirlerinde Allah’ın varlığı hakkında derin fikirler beyan etmektedir. “Bu dünyada dosttan artuk nesne sevemedi” (337/1) diyerek inancını her şeyden evvel “aşk” temeline oturtmuştur (Tatçı, 2005: 97). Bu durumu aşağıda yer alan ifadelerinden daha net anlamak mümkündür.

“Fidî bu ‘ışka cânum dînüm olsun

Bana hem dîn ü hem îmân-ı ‘ışkdur” (90/10)

Yûnus’a göre âşık kişi varlığını yokluk ile değiştirmeli, İman kuşağını sağlam kuşanmalıdır. Ancak Yûnus’un Allah ile birliği karşılıklı rıza esasına dayanan bir niteliğe sahiptir. Kur’an’da “Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. İşte bu, Rabbinden korkan kimseler içindir.” (Beyyine, 98/1-8) ifadesi Yûnus’un dünyasının ilahi temellerini oluşturmuştur. Bu aynı zamanda dünya hayatının geçiciliğine yapılan vurguyu da ihtiva eder. Bu durum genel anlamıyla “dünyaya karşı tavır” demek olan tasavvufi hayat ve mistik düşüncede “bir lokma ve bir hırka” anlayışında hayat bulur.

“İy Yûnus sen ‘âşıkısan îmân biligin berk kuşan

Varlıgun degşür yokluga cümle eksüklük sendedür” (44/8)

M. Efdal Emre’ye (2013: 204) göre “Aşk yolu, yokluk yolu, tevhid yoludur.

Tevhid ehli olmayan aşkı, yokluğu ne bilir. ‘Varlığun degşür yokluga’

ifâdesinden kasıt; variyeti terk et, variyetin Hakk’ın variyeti olduğunu idrak edip, fenâ-fillâh3 ol demektir. İmanın üç mertebesi vardır, İlme’l yakîn, ayne’l yakîn, hakka’l yakîn. İman; ilme’l yakîn de olur. Ayne’l yakîne geçtin mi iman kalkar. Zîrâ görene iman olmaz. Hakka’l yakîn oldun mu, iman edilen ve iman eden olursun ki, bundan öte makam yoktur. Eğer sen bunları tahsil etmedi isen, tüm eksiklik sendedir. Dışarıda arama. İman kuşağı tevhid

2 Vahdet-i Vücûd: Arapça, varlığın birliği demektir. Allah'tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmak, bilmek anlamına gelmektedir (Cebecioğlu, 2005). Varlıkta birliği, âlemde var olan her şeyin Allah’ın isim ve niteliklerinin bir yansımasından ibaret olduğunu iddia eden ve bu çerçevede yaratanla yaratılan birliği üzerinde duran doktrin (Gündüz, 1998: 380).

3 Fena Fi'llah: Arapça, Allah'ta fani olmak demektir. Kulun zât ve sıfatının, Allah'ın zât ve sıfatında fani olmasıdır. Dünya ilgilerini tam anlamıyla ortadan kaldırarak, Allah'a yönelmek demektir (Cebecioğlu, 2005).

(25)

kuşağıdır. Tevhid’de varlık Hak’kın varlığıdır. Bu sırrı idrak eden Hak’ta fani olur. Hak onda baki olur” (Emre, 2013: 204).

Yûnus’a göre imanlı olmak çok önemlidir. Çünkü kişi vefat edip mezara konulduğunda imanı ona yoldaş olacak ve imanı olan kişi ahirette korkusuz olacaktır. Beden, canlı olmak için ruha nasıl ihtiyaç duyuyorsa cennete gidebilmek içinde imanlı olmak gerekmektedir.

“İy Yûnus sen ölicek sinün nûrla tolıcak Îmân yoldaş olıcak âhirete şîr gider” (35/7) “Evvel bize vâcib budur hoş hulkıla ‘amel gerek İslâm adı okınıcak yoldaşumuz îmân gerek” (138/1) “Bana bu ten gerekmez cân gerektir

Ol bakî Cennet'e imân gerektir” (Toprak, 2006:133)

Diğer taraftan Yûnus, Allah aşkı olan kişilerin iki dünyada da huzur içinde yaşayacağını, Allah’ın inayetinin bu kişilerin üzerinde olacağını ve bu kişilerin gam, keder yaşamayacağını belirtmektedir.

“İki cihân zindânısa gerek bana bostân ola

Ayruk bana ne gam gussa çün ‘inâyet dostdan ola” (4/1)

Yûnus, hakiki imana Allah aşkıyla ulaşılacağını hatırlatır. Allah sevgisi, Allah aşkı olmayanın yaptığı ibadetlerin faydası olmadığını, ibadetleri huşu içinde yapmanın yegâne yolunun Allah sevgisi ve beraberinde gelen hakiki iman olduğunu belirtmektedir.

“Miskîn Yûnus zehr-i kâtil ‘ışk elinden tiryâk olur ‘İlm ü ‘amel zühd ü tâ’at pes ‘ışksuz helâl olmaya” (5/7)

Yûnus, kişinin gönlündeki kederi, sıkıntıyı gidermenin yolu olarak çokça Allah’ı zikretmek olduğunu ve Allah’ı anmanın dünyadaki sıkıntıların bir çeşit panzehri olduğunu hatırlatmakta, yani “Allah var gam yok” sözünü anımsatmaktadır. Bütün bunların imanla mümkün olduğunu da aşağıdaki dizelerinde belirtmektedir.

“Ayruk bize yas eylemez gönlümüzi pas eylemez

Hak’dan gelen görklü âvâz andan gelen ündür bana” (7/2)

(26)

Yûnus’un gönlü Allah aşkı, sevgisi ile doludur. Yûnus’a göre Allah’ı anmadan, varlığını hissetmeden yaşamak imkânsızdır. Zira çevremizde gördüğümüz her şey Allah’ın varlığının delillerindendir. Esasen Kur’an’ı Kerim’de her şeyin kendi lisanı hali ile Allah’ı tesbih ve zikrettiği ama insanların bunun farkında olmadıkları belirtilmektedir (İsra, 17/44; Hadid, 57/1).

“Senden sana varur yolum senden seni söyler dilüm Allah sana irmez elüm bu hikmete kaldum tana” (7/4)

Yûnus, Allah'ı idrak etmiş olanların mertebesine ulaşanların ne cennete ne de cennetin nimetlerine ihtiyaç duymayacağını ifade eder. Burada bir küçümseme ve hakir görmeden ziyade Allah’ın rızasına meftun olmuş bir güven duyma söz konusudur.

Gerçek âşık Allah aşkı ve içindeki ona kavuşma arzusu ile Allah için hiç bir nimeti değişmemektedir (Kurt, 2013: 278). Yûnus, Allah karşı duyulan sevgisinin her şeyden üstün tutulması gerektiğini aşağıdaki beyitleriyle öğütlemektedir;

“Ne Tamu'da yir eyledüm, Ne Uçmak'da köşk bagladum Senün içün çok agladum, Bana seni gerek seni” (381/7) “Cennet Cennet didükleri, Bir ev ile bir kaç Hûrî “İsteyene virgil anı, Bana seni gerek seni” (381/8)

O, aşağıdaki beytinde inancı olmayan kimselerin bir çeşit uykuda olduklarını belirterek onları ikaz etmektedir.

“Sagır işitmez sözi gice sanur gündüzi

Kördür münkirün gözi âlem münevver ise” (299/4)

diyerek onları kulakları işitmeyen, gözleri görmeyen insanlara benzetir.

Yûnus'a göre inançsızlar dünyadaki birçok güzellikten mahrum kalmışlardır (Pür, 2008: 12). Bu nedenle kişinin imanını koruması ve gözetmesi de önemlidir. Yûnus, insanın sahip olduğu imanı, hayatının sonuna kadar sürdürmesini istemektedir. Bu nedenle kişinin imanla çelişen ve onu inkâra sürükleyecek söz ve davranışlardan kaçınması gerekir. Zira böyle bir tutum kişiyi cehenneme götürebilir.

(27)

“Küfrini atar iken îmânun urma sakın” (163/4) “Ol Cehennem'de yananlar münkirün inkârıdur” (81/6)

Yukarıdaki bilgilerin haricinde Yûnus’un şiirlerinde Allah’a iman konusu ile ilgili olarak Allah’ın zatı ve sıfatları için kullanılan pek çok kavram vardır.

Bunların bazıları mecaz, teşbih ve istiare yoluyla işlenmekle birlikte çoğunluğu Esmâ-i Hüsnâ’ya (Allah’ın güzel isimleri) atfen kullanılmaktadır (Tatçı, 2005: 98).

Yûnus Emre’ye göre Allah, tek kudret ve hüküm sahibidir. Yeri ve göğü yaratan o’dur. Onun emriyle gökyüzü hareket eder, ay ve güneş belirli bir yörüngede döner. O, Heybet (azamet) sahibidir.

“Senündür pâdişâhlık kudretün var Yaratdun yiri gögi heybetün var” (48/1) “Ne dünyâ âhiret ne Kâf u ne Kâf Bular katre deryâ melekûtun var” (48/7)

“Senündür ‘Arş u Kürsî Levh ü Kalem

Döner çarh yer tutur hoş hikmetün var” (48/1) “Senün emrün ile döner felekler

Hem ayun güneşün devrânı sensin” (282/2)

Yüce Allah’ın zatını insanlar akıllarıyla idrak edemezler, bütün yaptıkları işlerde akıl sahipleri için ibretler vardır. O’ Rahimdir, rahmeti ve bağışlaması çoktur. Bütün insanlar ve cinler onun rahmetine sığınır. Bu düşüncelerini şöyle dile getirir;

“Akıllar mât olur niteligünden

Ki bir zerrede bin bin ‘ibretün var” (48/9)

“Degül Yûnus'a bes yâ Rahmeti çok

Kamu günâhlulara rahmetün var” (48/10)

“Bu cümle ins ü cinne rahmetünden

‘İnâyet vechile hoş himmetün var” (48/6)

“Rahîm durur senün adun Rahîm'lıgun bize didün” (89/4) Yûnus’a göre Allah, insana kendisinden daha yakındır ve onun ne yaptığını bilmektedir. Yûnus, bu husustaki düşüncelerini şöyle dile getirir;

(28)

“Hîç ırak isteme anı cânından içerü cânı Senünle biledür anı görmemek bî-basar durur” (61/3)

“Sensin bize bizden yakın görünmezsin hicâb nedür” (89/1)

“Sen kim didün yâ Rab bana ben yakınam senden sana Çün yakınsın benden bana görklü yüzün göster bana” (14/3)

Yûnus, bu beyitlerinde adeta “And olsun ki insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız (Kaf, 50/16) ayetini adeta düşüncelerine dayanak yapmaktadır. Yûnus, yukarıda geçen beyitlerde Allah’ın yüzünü dünyada iken görmek istemektedir. Ancak,

“O, Allah'ı bu dünyada göremeyeceğini de ima ederek görünememe hikmetini de sorgular. Cennette ayın on dördü gecesi gökteki ayın net ve zahmetsiz görüldüğü gibi Allah’u Teâlâ’nın da görülebileceğini dile getirir”

(Oral, 2016: 76). Zira bu hususla ilgili bir hadiste Hz. Peygamber “Ayın on dördüncü gecesi, parlayan dolunaya bakıp; Gökteki şu Ay'ı nasıl net görüyorsanız, [Cennette] Rabbinizi, böyle açıkça göreceksiniz” buyurmuştur (Müslim, İman, 302). Yûnus bu konuyu aşağıdaki beyitlerinde şöyle dile getirmiştir;

“Çün aybı yok görklü yüzün üzerinde nikâb nedür” (14/3)

“Görse yüzün nûrınun balkıdugını gelüp

“Ayun on dördi gicesi senden sebak itmeye” (3/4)

Yûnus’a göre Allah, “Kün” (ol) emriyle bütün her şeyi yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir. Bu durum Kur’an’da “O, bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir” (Bakara 2/117) ayetinden iktibasta4 bulunduğuna işaret etmektedir. Allah her şeyi bilen, dilediğine veren, dilediğinden alan dilediğini yapandır. İnsanları ve hayvanları yaratan, ezeli, ebedi ve her an diri olandır. Yûnus Emre’nin özellikle “benem”

redifiyle biten şiirlerinde “abd” ile “ma’bud”un birlik halini anlatan “vahdet- i vücud” anlayışının en yüksek noktada olduğu görülmektedir (Tatçı, 2005:109).

4 İktibas, konuyu ve anlamı pekiştirmek için sözde ayet veya hadise yer vermektir.

İktibasta şart, sözün ayet ya da hadis olduğu belirtilmeden aynen ya da kısmen getirilmesidir (Kotan, 2017: 247).

(29)

“Kün'i bir kezin söyledün her nesneyi var eyledün” (89/7)

“Bu işleri sen bilürsin sen virürsin sen alursın” (89/5)

“Ne kim dilersen kılursın yâ bu soru hisâb nedür” (89/5)

“Ol Kâdir-i Kün feyekûn lutf idici Sübhân benem

Kesmedin rızkını viren cümlelere sultân benem” (211/1)

“Nutfeden Âdem yaradan yumurdadan kuş düreden (211/2) Bir kulına atlar virüp ‘avret ü mâl çoklar virüp

Hem birinün yok bir pûlı rahm idici Rahmân benem (211/4)

“Benem ebed benem bekâ ol Kâdir ü Hay mutlaka” (211/5)

Yûnus’un beyitlerinde Allah’ın zatı ve sıfatları ile ilgili beyitler bunlarla sınırlı değildir. Bu konu şiirlerinde genişçe yer almaktadır. O’na göre Allah’ın keremi, ikramı boldur çünkü o kerimdir. Maddi ve manevi bütün ihtiyaçları gideren, rızıkları veren “Rezzâk”tır. Bu yüzden insan ihtiyaçlarını ona arz etmeli ve ondan istemelidir.

“Sensin Kerîm sensin Rahîm, Allâh sana sundum elüm” (184/1)

“Yûnus eksükligüni Allah'una ‘arz eyle

Anun keremi çokdur sen itdügün ol itmez” (117/10)

“Dün ü gün kaygular yirsin n'ideyin yohsulın dirsin

Ol cömerddür rızkun virür kaygu yimek nendür senün” (148/5)

“Dile rızkını Hak'dan nahnu kesemnâ pinhân”

Yûnus’un burada “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimliklerini biz taksim ettik” “nahnu kesemnâ” (Zuhruf, 43/32) ayetini şiirine taşıdığı anlaşılmaktadır.

Yûnus’a göre Allah’ın yerde ve gökte hikmetleri sonsuzdur. Kullarını, kendisini bildirmek için var etmiştir. Bu nedenle varlığı “kulları” ile bilinir (Tatçı, 2005: 101).

“Yirde gökde ol dostun hikmetleri bî-pâyân” (369/2) “Kul pâdişâhsuz olmaz pâdişâh kulsuz degül

Pâdişâhı kim bileydi kul itmese yort savul” (151/1)

Yûnus Emre, Allah’ın ezeli olduğunu, varlığı için bir başlangıç düşünülemeyeceğini ve Allah’ın zatı ve sıfatlarıyla baki olduğunu, yok olmaktan başka bir ifadeyle fani olmaktan münezzeh oluğunu ve Allah’ın

(30)

dengi bulunmadığını ifade eder. Allah’ın ezelî ve ebedî olduğunu “Evvel” ve

“Âhir” isimleri ile anlatan Yûnus, dünyada Allah dışında hiçbir şey kalmayacağını her şeyin geçici olduğunu vurgulamaktadır (Kotan, 2017:

251). Yûnus dünyadaki geçiciliği dile getirirken “Küllü men aleyhâ fân”

yani “Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır” (Rahman, 55/26) ayeti kerimesini iktibas ettiği aşağıdaki beyitlerinde görülmektedir.

“Evveli Hû âhiri Hû yâ Hû illâ Hû olam

Evvel âhir ol kala vü men aleyhâ fân olam” (201/45)

O, Allah Teâlâ’nın öncesinin ve sonrasının olmadığını anlatırken Allah’ın esmalarından yararlanmış; Allah’ın dengi bulunmadığını ifade ederken ise

“küfüven ahad” ayetinin (İhlâs, 112/4) iktibasını tercih etmiştir (Kotan, 2017: 254–255).

“Oldur âhir oldur ebed hem dillerde küfven ahad Evliyâ geçdi dünyâdan bir sâ‘at kime kalısar” (63/5)

Allah'a iman, inanç esaslarının temeli olduğundan Allah'a imanın Yûnus'un şiirlerinde önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. O, Allah'a imanı tevhid anlayışı içerisinde ele almaktadır. Ona göre âlemdeki her şeyde bu

“bir’lik” idrak edilmektedir (Oral, 2016: 77).

Dini eğitimin en önemli konularından biri olan Allah’a iman mevzusu Yûnus’un şiirlerinde edebi bir üslupla incelenmiştir. Yazılanların hem kafiyeli hem de ahenkli olması ezberlenmelerini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca akılda kalıcılık açısından şiirin gücü özellikle eğitimde önemli bir yer tutmaktadır. Bu itibarla din eğitimi sahasında hem öğrencilerin edebî zevklerini geliştirmek hem de öğrenmeyi daha eğlenceli ve kalıcı hala getirmek Yûnus’un kelimelere yüklediği manaların anlaşılması ile mümkün olabilir.

2.2. Meleklere İman

Melek inancı İslam’ın temel inanç esaslarından biridir. “Haberci, elçi, kuvvet ve iktidar sahibi” anlamlarına gelen melek, gözle görülmeyen, Allah’ın emriyle verilen görevleri yerine getiren, güçlü, hızlı ve zor işlere gücü yeten ruhâni ve nurâni varlıkları ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de 92

(31)

ayette meleklerden bahsedilmiştir (Kaplan, 2015:119). Bu ayetlerde meleklerin bazıları özel isimleriyle “Cebrâil, Mîkâil ” şeklinde (Bakara, 2/98) bazıları da görevleriyle “Kirâmen Kâtibin ve Koruyucu Melekler”

şeklinde (En’am, 6/61; Zümer, 39/69) anılmış ve meleklere imanın farz olduğu (Bakara, 2/285) belirtilmiştir. Ayrıca bir ayette “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mîkâil ’e düşman olursa bilsin ki, Allah da inkâr edenlerin düşmanıdır” (Bakara, 2/98) buyrularak meleklere düşmanlığın Allah’a düşmanlık etmek anlamına geleceğine dikkat çekilmiştir.

Yûnus’un şiirleri içerisinde meleklere iman hakkında pek çok bilgi mevcuttur. Yûnus dizelerinde melekler ve görevleri, dört büyük melek vb.

hakkında birçok örnek vermiştir. Melekler için beyitlerde melek kelimesinin yanında Arapça çoğulu olan “melâik” kelimesini kullandığı gibi Farsça’da melek anlamına “ferişteh” veya “firişteh” kelimelerini de kullanmıştır (Tatçı, 2005: 111).

Nurdan yaratılan melekler, beyitlerde iki ayrı açıdan ele alınmışlardır.

Birincisi, melekler Âdem’e secde etmiş Yûnus’un ifadesi ile baş indirmişlerdir. Bu açıdan âdem (İnsân-ı Kâmil)5 meleklerden üstündür. Yüce Allah, Hz. âdemi yaratıp meleklere ona secde etmelerini istediğinde iblis hariç hepsi secde etmişlerdir. Yûnus, iblis için “azâzil” kelimesini kullandığı beyitlerinde bu durumu şöyle ifade eder:

“Ben ol kimseyem ki fertişteh baş indürür

Allâh ile ‘ahdüm var ol ‘ahdümi güderem” (220/2)

“Secde geldi Âdem'e eydür inün kademe Cümle firişte indi ‘Azâzîl dura kaldı” (367/9)

5İnsan-ı Kamil: Arapça olgun insan demektir. Tasavvufta insân-ı kâmil, Allah'a gerçek manada halife olmuştur, Hakk'ın tam olarak zuhur ettiği yerdir. İnsan-ı Kâmilden murad, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve O'nun manevî mirasına sahip olanlardır (Cebecioğlu, 2005). İslam dini bireyin nefsen eğitilip belli bir mertebeye ulaşmasını, sözlerinde ve eylemlerinde imâni ve ahlaki saiklere dikkat etmesi gerektiğine dikkat çeker. Bu özelliklere sahip olmasıyla insan dünyadaki varlıkların en üstünü haline gelebilir. Beşer seviyesinden olgun insan mertebesine geçiş de Allah’ı ve yarattıklarını bilmekle/marifetle gerçekleşebilir (Okşar, 2018: 171 vd.).

(32)

Bu olay Kur’an-ı Kerîm’de “Ve o zaman meleklere: Âdem’e secde edin!

Dedik, iblis hariç hepsi hemen secde ettiler. O, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu. (Bakara süresi 2/34) ayetini hatırlatmaktadır.

Yûnus’a göre Melekler ile ilgili ikinci husus ise melekler, insan ile Allah arasında –özellikle seyr-ü sülûk6 esnasında- vasıta olan nurâni güçler olarak ele alınmaktadır. Daha çok tasavvufi bakış açısının ağırlıkta olduğu bu durumda derviş seyri âfâki’ye girip göklerde bulunan meleklerden dileklerde bulunabilir. Hatta bu esnada ademîlikten yani varlık elbisesinden soyunup melekler âlemine geçip melekleşebilir. (Tatçı, 2005: 111). Bir başka ifadeye göre insan, Allah’a itaat ve sâlih amellerle “âlây-ı illiyyîn” denilen meleklik seviyesine çıkabileceği gibi Allah’a isyan ile de “esfel-i safilin” denilen şeytanlık seviyesine de inebilir (Oral, 2016: 80). Bu hususu şöyle ifade eder Yûnus;

“Geh feleklerde meleklerden dilekler eyleyem

Gâhı ‘Arş' u şems ile gerdün olam gerdân olam” (201/2)

“Gâh inem esfellere şeytânıla şerler düzem

Geh çıkam ‘Arş üstine seyrân olam cevlân olam” (201/7) “Âdemîlikden çıkam uçam melekler mülkine

Levn olam bî-levn olam geh kevn olam bî-kân olam” (201/31)

Yûnus’a göre meleklerin her biri bir işle meşguldür ve daima Allah’ı zikrederler. Aslında Yûnus, aşağıda geçen ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Kur’an’da melekler ile ilgili olarak “Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) O'nu tesbih (ve takdis) ederler” (Enbiyâ Suresi, 21- 20) ayetinden alıntıda bulunmaktadır.

“Gördüm göğün meleklerin her biri bir cünbişdedür

Hak Çalab'un zikrin ider İncîl ü hem Kur'ân benem” (177/5)

Yûnus, bir yerde Hz. Âdem'in topraktan yaratılması konusunda meleklerin görevlerinden bahseder. Dört büyük melek için, ''dört ferişte'' terkibini kullanır. Bu dört büyük melek; Azrâil, Cebrâil, Mîkâil ve İsrâfil’dir. Bu

6 Seyr-ü Sülûk: Arapça, gitmek ve girmek demektir. Tasavvufta tarikata giren dervişin bir şeyhin nezaretinde, Allah'a vuslat için çıktığı manevî yolculuk anlamında kullanılmaktadır (Cebecioğlu, 2005).

(33)

melekler Hz. Âdem'in vücudunu Allah’ın izniyle topraktan oluşturmuşlardır (Oral, 2016: 78).

“Azrâil gökten indi bir avuç toprak aldı,

Dört ferişde yogurdı bir peygamber eyledi” (355/5)

diyerek ilk insan Hz. Âdem’in yaratılış toprağını, dört büyük meleğin yoğurmasıyla yaratıldığını söyler. Ayrıca Yûnus, meleklerin, insanların ve tüm bu varlıkların Allah’a hayran olduklarını belirtir.

“Dîv ü perî ins ü melek sever seni her mahlûkât

Hayrân olup ileyünde turmış durur hûr u melek” (144/4)

Yûnus, şiirlerinde meleklerin gökte olduğunu belirtir. Melekler sadece gökte bulunmazlar. Yeryüzü ve gökyüzü onların bulundukları mekânlar arasındadır. Eski Türk inanışında gökte bulunan varlıklar kutsal, iyi, yüce kabul edilirken; yeraltında bulunanlar kötü ruhlar olarak düşünülmüştür.

Yüce varlıkların hep yukarıda veya gökte bulunmalarının tasavvuru Yûnus’ta da kendisini gösterir (Bars, 2016a: 226). Aşağıda yer alan beyitlerde göksel varlıklar olarak meleklerin nasıl tasavvur edildiğini ortaya koymaktadır.

“Yılduzıdum bunca zamân gökde melâik arzûmân” (169/9) “Halâyık bunda gelmedin gökler melâik tolmadın” (172/2) 2.2.1. Dört Büyük Melek

Yûnus’un şiirlerinde vahiy meleği olarak bilinen Cebrâil meleği çokça geçer.

Dört büyük melekten biri olan Cebrâil, Allah’tan aldığı emirleri meleklere ve peygamberlere ulaştıran vahiy meleğidir. Kur’an-ı Kerim’de üç yerde asıl ismi olan Cebrâil kelimesiyle bu melekten bahsedilmektedir (Bakara, 2/97–

98; Tahrim, 66/4). Bunu yanında Kur’an-ı Kerim’de Cebrâil’den “rûhu’l- emîn” ve “rûhu’l-kudüs” şeklinde de bahsedilmektedir (Aydın, 2015: 92).

Yûnus’un beyitlerinde Cebrâil, “Cibril”, “Cebrâil-i Mürsel”, “Elçi”

isimleriyle geçmektedir. Onun en büyük özelliği Hz. Peygamberin tercümanı, Allah’ın elçisi oluşudur. Yûnus, Allah âşıkları arasında Cebrâil meleğini de zikreder.

(34)

“Dünyâda Peygamber'ün başına geldi bu ‘ışk Tercemânı Cebrâîl ma'şûkası Hâlik'dur” (86/4) “Işkıla çalındı kalem ‘ışka yesir durur âlem Âşıklar arasında Cebrâîl dahı hicâb durur” (47/3)

Yûnus’un şiirlerinde Cebrâil meleği genellikle miraç olayının7 işlendiği beyitlerde zikredilmektedir. Allah, Hz. Peygamberi Miraç’a davet etmesi için Cebrâil’i Burak’la beraber göndermiştir. Cebrâil, Hz. Peygamber’e geldiğinde “hocam” diye hitap etmiştir. Bu beyitlerde Cebrâil, gözü gevher;

hil’ati nur, yüzü ise ak olarak tasavvur edilmiştir. Yûnus’un böyle bir benzetmeyi yapmasında Cebrâil’in insan suretinde görülebilmesi düşüncesinden kaynaklandığı ifade edilebilir.

“Muhammed'e bir gice Çalap'dan indi Burâk Cebrâîl eydür hâcem Mi'râc'a kıgurdı Hak” (134/1)

“Cebrâîl da’vet kılınca Mi’râc’a Muhammed’i Mi’râcında diledügi ümmetinün varıdır” (81/3) “Gitdi Cibrîl Hazret'i getürdi Burak atı

Nûrdanıdı hil'ati gözi gevher yüzi ak” (134/1)

Yûnus kimi zaman kendisini Cebrâil meleği gibi, Allah’ın emirlerini yayan bazen de hayran olup kendinden geçen biri olarak ifade eder. Bir başka ifadeyle insandaki ruh halinin değişkenliğini kendisini örnek vererek açıklamaya çalışır.

“Bir dem döner Cebrâil’e rahmet saçar her mahfile

Bir dem gelür gümrâh olur miskîn Yûnus hayrân olur” (49/13) Yûnus Emre dört büyük melekten biri olan İsrâfil’den de şiirlerinde bahseder.

İsrâfil meleği kıyamet günü sura üflemekle görevlendirilmiştir. İsrâfil sura iki kez üfleyecek; ilkinde kıyamet kopacak olup, ikincisinde ise yeniden diriliş meydana gelecektir. Bu melek Kur’an’da “sur sahibi” olarak

7Miraç terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘rac”

şeklinde geçerse de Türkçe’de mi‘rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. Bkz:

https://islamansiklopedisi.org.tr/mirac

(35)

belirtilmiş olmasına rağmen, İsrâfil adıyla anılmamıştır. Fakat sura üfleme hadisesinin anlatıldığı her ayette (Tâhâ, 20/102; Kamer, 54/8), zımnen

“İsrâfil ”den bahsedilmektedir (Kaplan, 2015: 122).

Yûnus, İsrâfil ile ilgili olarak yukarıda verdiğimiz bilgiler doğrultusunda ifadeler kullanır. Ona göre İsrâfil meleği Allah’ın emrini beklemektedir. İsrâfil “sûr”unu ilk üflediğinde bütün canlılar ölecek, yeryüzü birbirine girecek kara ve deniz harap olup göklerin düzeni bozulacaktır.

“İsrâfîl sûrı ura yir yüzi divşürile

Harâb ola berr ü bahr çarh-ı felek yoyıla” (306/1)

“Sûra” ikinci üflediğinde ise tüm mahlûkat hesap meydanına toplanacaktır.

“Sûr”un sesi o kadar yüksek olacaktır ki kulaklar bu sesten dolayı işitmez hale gelecektir. Tüm insanlar başları açık, ayakları yalın şekilde mahşer yerinde toplanacaklardır (Bars, 2016a).

“İsrâfil sûrın urıcak mahlûkât turu gelicek Senün ününden artuk kulagum işitmeye” (3/8) “İsrâfil sûrını ura cümle mahlûk turı gele

Dirilüben haşre vara anda kâzî Sübhân ola” (9/2) “İsrâfil sûrın ura halâyık turı gele

Baş açuk yalın ayak ıssılar ola katı” (385/6)

Yûnus şiirlerinde Azrâil meleğini de işlemiştir. Kur’an’da (Secde, 32/11)

“melekül mevt” (ölüm meleği) olarak isimlendirilen Azrâil dört büyük melekten biri olup can almakla vazifelidir (Solak, 2014: 32).

Yûnus can almakla görevli olan Azrâil meleğine kimsenin engel olamayacağını, Azrâil’e direnmenin faydasız olduğunu, onu görenin aklının başından gideceğini ve canını almaya geldiği kişiye aman vermeyeceğini ifade eder. Kendisine yönelik bir beytinde ise can boğazına gelip Azrâil ’in canını almaya başladığında bunun kolay olması için o, Allah’tan yardım dilemektedir.

“Çün ‘Azrâil ne tuta assı kılmaz ana-ata

Kimse döymez o heybete halkdan meded irmez ola” (6/2)

(36)

“Gele sana cân alıcı dahı cân alur kılıcı

Aklunı başdan alıcı bir dem amân virmez ola” (6/3)

“Cân hulkuma geldükde ‘Azrâîl'i gördükde Yâ cânumı aldukda âsân ola mı yâ Rab” (15/4)

Yûnus, Azrâil canı almaya gelmeden önce tedbirli olunması gerektiği konusunda insanları uyarır. Çünkü Azrâil’in gelmesinden sonra yapacak hiçbir şey kalmayacaktır. Ayrıca insanın ölümlü bir varlık olduğunu ve her an Azrâil’in pençesinde olduğunu bildiği halde gaflet içerisinde bulunmaması gerektiğini hatırlatır.

“Ölüm haberi gelmedin ecel yakamuz almadın

Azrâil hamle kılmadın gel dosta gidelüm gönül” (160/9) “Ölüm hakdur bilürsin niçün gâfil olursın

Azrâil kasd idiser günâhlu tenümüze” (311/6)

Bir beytinde ise dünyayı, Tanrı’nın buyruğuyla dönen bir değirmene, Azrâil’i ise Allah’ın isteğiyle değirmeni işleten bir değirmenciye benzetmektedir. Öğütülen taneler ise canlardır/canlılardır.

“Bu dünyânun misâli benzer bir degirmene

Gaflet anun sepedi bu halk ögünen dâne” (313/1) “Degirmene varursun degirmenci sorarsın

‘Azrâîl dirlerimiş ol unı ögüdene” (313/2)

Yûnus, dört büyük melekten biri olan Mîkâil hakkında çok fazla bilgi verip ayrıntılı olarak işlemese de beyitlerinde onun da ismine yer vermektedir.

“Bakan benem gören benem alan benem viren benem Ne Cebrâîl ne Mikâîl İsrâfîl'i kılan benem” (202/2) 2.2.2. Diğer Melekler

Yûnus,şiirlerindeyukarıda bilgileri verilen dört büyük meleğin dışındafarklı görevleri olan meleklere de yer vermiştir.Kirâmen Kâtibin” olarak bilinen melekler de bunlar arasında yer alır. “Kirâmen Kâtibin” meleklerinden Kur’an’da, insanın sağında ve solunda oturarak onların yaptıklarını kaydeden melekler olarak bahsedilir (Kâf, 50/17–18; Zuhruf, 43/79–80). Biri insanın sağında, diğeri de solunda olmak üzere görevlendirilen bu iki meleğe

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu araştırma ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) derslerinde “Allah’a İman” ünitesi kazanımları çerçevesinde, Allah’a iman penceresinden değerler

Bana göre ise ahlâki eğitim, bir kimsenin ahlâki gelişimini etkileyen aile ve okul gibi kurumların ahlâki eğitime direkt veya dolaylı olarak müdahalesidir.. Bu

AHLAK EĞITIMI Ahlakî eğitimin amacı insanların ahlakî değerleri bilmesi ve değerleriyle tutarlı davranışlar ortaya koymasıdır.. Ahlak eğitiminde ise ahlakî gelenek, adalet,

Öğretmen adaylarının yaklaşık üçte birinin ortak görüşlerini yansıtan ve matematik uygulamaları dersinde model oluşturma etkinliklerinin kullanımının

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi işbirliğinde 16-18 Nisan 2015

Kabul edilen bildiri özetleri ilgililere en geç 09 Ocak 2015 tarihinde duyurulacak ve Sempozyum kesin programında yer alabilmeleri için 20 Mart 2015 tarihine kadar da

[r]

Bu bakımdan, dünyanın ve dünya hayatının mahiyeti, insanın dünyaya geliş sebebi ve vazifesi, dünyadaki yeri, dünyanın sonunun ne olacağı gibi konular eskiden