• Sonuç bulunamadı

3. YÛNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDE İBADETLERE

3.7. Hac ve İlgili Mefhumlar

Sözlük manası yönelmek, ziyaret etmek olan hac, dini terim olarak ise

‘Mekke şehrinde bulunan Kâbe’yi ve civarındaki kutsal yerleri özel vakti içinde usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menâsiki (tören ve uygulamaları) yerine getirmek demektir (Yücel, 2006:

514). İslam’ın temel şartlarından birisi olan hac, gücü yetenler için Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır (Âl-i İmrân, 3/97).

Yûnus Emre, şiirlerinde hac ibadetinin şeklî yani nasıl yapılması gerektiğine dair herhangi bir görüşe rastlanmamaktadır. Bu kavram bazen tasavvufi anlamıyla bazen de gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Tasavvufi mana kastedilerek kullanımına örnek olarak Yûnus şöyle der;

“Oruç, namaz, zekât, hac cürmü cinayet durur Fakir bundan azaddır hass-ı havas içinde” (303/4)

Yani “Hass-ı Havas” (seçkinlerin seçkini) olan kişi hakikat makamındadır.

Bu makamda “zahiri hac” tan bahsetmek cürm (kusur) dur. Başka bir beyinde ise Yûnus, zahiri yani şekilsel olarak yapılan bir haccın âşıklara hicap (perde, örtü) olduğunu söyler. Ariflerin haccı bir insanın gönlüne girip gönül yapmaktır böylece Allah’ın evine gitmiş kadar sevap alınır. (Tatçı, 2005: 174).

“Oruç, namaz, guslü, hac hicaptır âşıklara” (302/14)

“‘İlm ü ‘amel ne assı bir gönül yıkdunısa

‘Ârif gönül yapdugı berâber hicâz ile” (335/12)

Yûnus’a göre insanın ilmi, çok bilmesi ve amelinin olması bir fayda vermez.

Zira o, gönül kırmamayı, bir gönül almayı hicaza gitmek kadar önemli

37Halvet: Arapça, yalnız kalıp, tenha bir köşeye çekilmek demektir. Tasavvufta ise, zihinsel konsantrasyonu ve bazı özel zikirlerle riyazetleri gerçekleştirmek üzere, şeyhin müridini, karanlık, dış dünyadan soyutlanmış bir yere, belirli bir süre için koymasıdır. Halvette esas gaye, düşünceyi Allah'tan gayri her şeyden uzak tutmaktır (Cebecioğlu, 2005).

görmektedir. Hatta bir gönül yıkan ona göre bin kez hacca gitse bile o haccın ona faydası olmaz (91/5).

“Ak sakallu pîr koca bilmez ki hâli nice

Emek yimesin hacca bir gönül yıkarısa” (299/3)

“Bin kez hacca vardunısa bin kez gazâ kıldunısa Bir kez gönül sıdunısa gerekse yüz yıl yol dokı” (366/6)

Hacca giderek hac ziyaretini yerine getiren kişilere hacı denilir. “Yûnus hacı kelimesini müftü ile yan yana kullanır. Bu hacca gitmenin faziletini göstermesi bakımından önemlidir. Müminin miracı kendi benliğinden geçmesidir. Fenafillah’a ulaşan kişinin durumu Hz. Peygamber’in miracına benzetilir. Bu kişi müftüden de hacıdan da daha büyüktür” (Bars, 2016b:

301).

“Yakındur işümün ucı azapdur müftî vü hâcı

Göreyin diyen mi’râcı miskînligin dutsun dimiş” (122/2)

Yûnus bir beytinde ise yılda yetmiş bin hacının “hacca niyet” eylediğini Kâbe’yi ve Hz. Muhammed’in makamını ziyaret ettiğini anlatır. Zira Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde “Ey İnsanlar! Allah size haccı farz kıldı o halde haccedin” (Müslim, Hacc, 412) buyurmuş ve inananları hacca gitmeye teşvik etmiştir. Başka bir beyitte ise Ka’beyi ziyaret etmek istediğini ve Hz. Muhammed’in nurunu gözüyle görmek istediğini ifade etmiştir (Emre, 2013: 814). Burada gerçek anlamında kullandığı hac kavramını Yûnus şöyle işlemiştir.

“Yılda yetmiş bin hacı her biri niyet eder

Varır ziyaret eder nurunu Muhammed’in” (145/6)

“Allah evi ziyâreddür ben anda varmak isterin

Muhammed’ün güzel nurın gözümle görmek isterin” (Emre, 2013: 154) 3.7.1. Kâbe

Mekke’de bulunan ve Müslümanların ibadetleri esnasında yöneldikleri kutsal bir yer olan Kâbe yeryüzünde ibadet amacıyla yapılan ilk binadır.

Allah’ın emriyle Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapılmıştır (Öcal, 2015:392). Namazı kıbleye dönerek kılmak şarttır (Âl-i İmrân, 3/97).

Yûnus ise Kâbe’yi bazı beyitlerinde gerçek bazı beyitlerinde ise tasavvufi bir anlamda kullanmıştır. Tasavvufi anlamda Kâbe mürşid-i kâmilin eşiği yahut gönlü olarak görülmektedir. Gönül tecelli mahalli oluşuyla mukaddes bir Kâbe’ye benzetilmektedir. Hatta Yûnus gönlü Kâbe’den de üstün görür.

“Asitan-ı mürşidin gel kıble-i can kılalım” (200/4)

“Gönül mü yek ka’be mi yek ayıt bana aklı eren Gönül yeğdir zira ki hak gönülde tutar durağı” (366/7)

Yûnus Emre, Kâbe’ye varmanın meşakkatli bir yol olduğunu bu yolda bulunan muğaylan dikenlerinin âşıkların ayakları altında “harir” yani ipeğe dönüştüğünü anlatır. Aslında burada tasavvufi bir bakış açısı vardır.

Yûnus’un buradaki kastı tasavvuftaki seyr-ü sülûkun zorluklarıdır. Âşıklar, bu zorlu manevi yollardan aşıp Kâbe’ye (birlik makamına) ulaşmış olurlar (Tatçı, 2005: 175).

“Yûnus tevecüh edeli ka’bei başka cânilen Oldu muğaylan dikeni ayağ altında harir” (59/6)

Yûnus, dervişlerin makamlarının ulu olduğunu “müdde-i zahidin” (şeri hakikatleri anlamayan softanın) yüz kez Kâbe’ye gitse bile bu ulu makamı anlamayacağını söyler.

“Müdde-i bizi görmez gözüne girer sevüz Gerekse yüz varsın ka’beye ulu hacca” (342/4)

Yûnus birkaç beyitte de Kâbe’yi gerçek anlamda kullanılmıştır. Ona göre Kâbe Hz. İbrahim tarafından imar edilmiştir. Hz. İbrahim “tevhid inancının babası” olduğu gibi Kâbe’de, zati tevhidin sembolüdür (Tatçı, 2005: 175).

“İbrahim ile Mekke’ye bünyad bıragandayıdum” (168/7) İbrâhîm Halîl geldi Ka‘be'ye bünyâd urdı” (396/3)

diyerek bu konuya işaret eder. Bünyad temel, asıl manalarında Kâbe anlamına gelir. Yûnus insanları dürüstçe kazanıp yemeye ve yedirmeye davet eder. Gönül kazanmayı yüz Kâbe ziyaretinden üstün görür.

“Dürüs kazan ye yedir bir gönül ele getir.

Yüz ka’be den yiğrektir bir gönül ziyareti” (380/4)

Yûnus, insan Kâbe’yi eşiği olarak bilmelidir der. Zira Allah Kâbe’yi insanlar için medar-ı hayat kılmıştır. Bu durum Kur’an’ı Kerimde ki bir ayette “Allah, Kâbe´yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı (Maide, 5/97) şeklinde belirtilmektedir. Yûnus,

“Ka‘be senün işigündür eyle bil” (296/5) diyerek bu hususu dile getirir.

Ayrıca nasiplenmenin Hakk tarafından olduğunu, Kâbe’ye varmakla elde edilemeyeceğinin belirtir.

“Hakk’dan imiş canlara cümle nasip Olmaz imiş ka’beye varmak ile” (296/4) 3.8. Zekât- Sadaka

Sözlük manası temizlik, bereket olan zekât, konusunda divanda çok fazla bilgi mevcut değildir. Ama Yûnus yer yer bu konuya değinmiştir. Yûnus zekât vermeyen zenginleri “Bin kızılı varsa birisi gelmez işe” (341/5) diyerek bunların bir işe yarayamayacağını söyleyerek tenkit eder. Zira Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah “Namazı kılın zekâtı verin.” (Bakara, 2/110) buyurmuş ayrıca “Zekâtı fakirlerin zenginler üzerindeki hakkı” (Zariyât, 51/19) olarak görmüştür. Bu yüzden Yûnus, hakiki Müslüman kazancından miskinlere vermesi gerektiğini ifade etmektedir. “Ele geçirdiğini miskinlere harç eyle” (51/4) diyerek bu konuya açıklık getirir. İnsanın bu dünyaya takılıp düşmeden geçip gitmesi için kazandığı malından Tanrı için vermesi gerekir.

“Geçüp gitmek dilerisen yâ düşmeyeyin dirisen

Şol kazandugun mâlunı Tanrı'yıçün virmek gerek” (137/6)

Kazandığı malını “Allah için” verebilen cömert kişi sırat köprüsünü kolay ve düşmeden geçer. Esasen Kur’an-ı Kerimde, mü’minlerin hepsinin infakı meziyetinden olduğu vurgulanarak “O takva sahibi olanlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar” (Âl-i İmrân, 3/134) buyurulmaktadır.

İnsanın cehennemden kurtulabilmesi için yoksulları hoş görmesi ve onlara kazandığından vermesi gerekir.

“Kazandığını veriben yoksulları hoş görüben

Hakk hazretine varıban oddan o kurtulmak gerek” (137/7)

Yûnus, zekât ibaresinin bizatihi geçtiği bir beytinde zekâttan İslam’ın diğer şartları olan oruç, namaz ve hacla birlikte bahseder. Ona göre insan eğer nefsinden vazgeçmezse, nefsini ıslah edip düzeltmezse namazı, orucu, zekâtı vb. onun için birer kusur, kabahat olur. Bütün ibadetlerin temel hedefi nefsin arzularına dizginlemektir. İbadetler kendi benliğinden geçme, nefsini yok etme, Allah’la birlikte olmayı sağlamıyorsa içi boş birer davranıştan öteye geçmezler (Bars, 2016b: 302).

“Oruç, namaz, zekât, hac cürmü cinayet durur Fakir bundan azaddır hass-ı havas içinde” (303/4)

“Ne kadar çok ise mâlun ecel sana sunar elin

Ne assı eyledi Kârûn bu dünyâya batmış iken” (273/8)

“Ol mâl ki Halîl'ündür hayırlara yilterler anı

Ol mâl ki Kârûn'undur ıssı hîç râhat bulımaya” (316/3)

Yûnus Emre, Risalelün- Nüshiyye’de zekâtsız sürünün ve sadakasız malın istenmeyen bir hal olduğun belirtmiştir. Daha sonra zekât konusu kârun kıssası38 ile somutlaştırarak vermiş ve kârun gibi dünya malına tapan bir kişinin malının zekâtını vermediğini, sahip olduğu maldan bir fayda bulamadığını ve onunla birlikte yere battığını ifade etmiştir.

“Zekâtsuz hayvanat sadakasuz mal

Ne berhurdar ola bunun gibi hal” (R.N/340)

“Diyelim dinle Karun’un zevalin,

Verüp imanını virmedi malın” (R.N/371)

“Çü Karun’a malıçn buyruk indi, Zekâtı virmedi vi dini döndi” (R.N/372)

“Diyecek virmezem yir yutdı anı

Topugından dizine geldi canı” (R.N/372)

38 Kur’an’da Karun’un Hz. Musa döneminde yaşadığı birçok hazineye sahip pek zengin bir insan olduğu Allah’ın kendisine verdiği mal ve zenginlikten dolayı üstünlük taslayarak kibirlendiği ve sarayıyla beraber yere battığı belirtilmektedir (Kasas, 28/76–81)

.

Yûnus, zekâtı vermeyenleri de uyararak zekâtı verilmeyen malın Karun’un başına geldiği gibi ahirette ateşten zincir olarak kişinin boynuna dolanacağını ve azabına sebep olacağını ifade etmiştir.

“Ki oddan zencir iderler malını

Kamu âlem göre anun halını” (R.N/391) “Olup zencir mal boynuna düşer

Halayık am u has hep ana düşer” (R.N/392) “Zekâtın virmeyenün hâlı budur

Olur Boynına zencir malı budur” (R.N/394) 3.9. Kur’an Okumak ve Dinlemek

Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’e gönderilen vahiylerden oluşan ve bozulmadan günümüze ulaşan tek ilahi kitaptır. Kur'an-ı Kerim Allah kelamıdır. Buna canı gönülden inanan müminlere göre, Onu okumak ecir ve sevabı çok fazla olan bir ibadettir (Aydın, 2002: 127). Kur’an okunurken onu dinlemek Allah’ın emridir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ “Kur’an okunduğu zaman susun ve onu dinleyin” (A’râf, 7/204) buyurarak bu emrin yerine getirilmesini istemiştir. Hz. Muhammed’de “Kim Allah’ın kitabından bir âyet dinlerse onun için kat kat sevap yazılır. Kim de onu okursa kıyamet günü onun için bir nur olur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 341) hadisiyle bu konunun önemine dikkat çekmiştir. Yûnus’da bu ayet ve hadisten esinlenerek şöyle der.

“Okuna Kur’an-u Yasin kulak urup dinleyesin

Dağca günahın yuyasın tanla seher vaktinde dur” (88/6)

Yûnus, böylece insanları sabah namazını kılmaya davet ederken aynı zamanda okunan Kur’an-ı Kerim’i dinlemeye çağırmaktadır. Yûnus, Kur’an’ı okuyup bilgi sahibi olan ve edindiği bu bilgiyle amel etmeyen kişileri eleştirir ve amel eylemeden başka bir deyişle kişinin öğrendiği bilgileri yaşamında içselleştirmeden okumasının ne kadar çok olursa olsun bir fayda getirmeyeceğini ifade eder.

“Okıdun yidi mushafı tâ‘at gösterürsün sâfî

Çünki ‘amel eylemedün gerekse var yüz bin okı” (366/5)

Sonraki beyitlerde ise okunan Kur’an’a kulak vermeyenleri, dinlemeyenleri eleştirir ve bunu şöyle ifade eder;

“Okunan Kur’an’a kulak tutulmaz Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu” (387/2)

Yûnus Emre, Kur’an’ın Allah’ın ayetleri olduğunu söyler ve okuduğu Kur’an’ı yazmaya yedi denizin yetmeyeceğini ifade ederek Allah’ın ilminin büyüklüğünü dile getirir.

“Hak duragı gönülde âyâtı var Kur'ân'da”

“Ben bir kitap okudum kalem onu yazmadı Mürekkep eyler isem yetmeye yedi deniz” (106/7)

Yûnus’un bu beyitleri Kur’an-ı Kerim’deki “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez.” (Lokman, 31/27) ayetinden ilham aldığının açık bir kanıtıdır.

3.10. Kurban

Kurban sözlükte yakın olmak, yaklaşmak anlamlarına gelmektedir. Dini terim olarak ise belli nitelikte olan bir hayvanı belirli günlerde ibadet niyetliyle usulüne uygun bir biçimde kesmek demektir (MEB, 2009: 210).

Yûnus’un beyitlerinde kurban genellikle âşık dervişin canı veya doğrudan vücudu için bir benzetme unsuru olarak kullanılmaktadır. Âşık, canını Allah’a kurban kılan kişidir

“Yûnus miskin kalmaz cana verir canını kurbana” (161/5)

“İy Tanrı'yı bir bilenler cân Hakk'a kurbân kılanlar Ölü degüldür bu cânlar ‘ışk gölinde yüze durur” (72/5)

Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek istemesi söz konusu edildiğinde, Yûnus, gerçekten İsmail gibi kurban olmak ister. “Gerçek İsmail gibi kurban olasım gelir.” (46/7) diyerek bu duygusunu dile getirir.

Kur’an-ı Kerim’in “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (Kevser, 108/2) emrini Yûnus tasavvufi ve manevi bir atmosfer içinde ele alır. Ona göre tasavvuf yolculuğu veya manevi yolculuğa çıkan kişi (sâlik) nefsini Allah

yolunda kurban etmelidir. Esasen Hz. İsmail’e gönderilen koç da nefsinin temessülüdür. İsmail Peygamber’in kurban edilmek istendiği yer Yûnus’a göre Arafat dağıdır.

“Kurban olmayınca İsmail gibi

Kimse için gökten koç indirmeye “ (326/5)

“Şimdi adum Yûnus durur ol demde İsmâ'îl idi Ol dost içün ‘Arafât'a kurbân olup çıkan benem” (187/11)

Yûnus’a göre Kurban yakın olmanın, fedakârlığın ve muhabbetin timsalidir.

İnsan, sevgisini en sevdiği varlığı sevdiğine sunarak gösterir. Can, insanın en kıymetli ve en sevgili varlığıdır. Canı terk etmek zordur. Sevilene kavuşmak için canı terk etmek gerekir. Âşık Allah’a kavuşmayı ister. Âşıklar safına girebilmek için “yetmiş iki millete” kurban olmak gerekir.

“Canı kurban kılam ona ger can kabul kılar ise” (205/5)

“Kurbanlığa bu canını vereyim ondan varayım” (210/1)

“Kurban kılayım bu canı aşka münkir olmayayım” (269/7)

“Yitmiş iki millete kurbân ol ‘âşıkısan

Tâ âşıklar safında tamâm olasın sâdık” (131/5)

Yûnus, ibadetler ile ilgili olarak özetle Müslüman olduğunu iddia eden her kişinin İslam’ın şartlarını bilmesi ve bunları yerine getirmesi gerektiğini düşünmektedir. O, şiirlerinde başta namaz olmak üzere İslam’ın beş şartına çok sık yer vermiş ve insanlara da bunları yapmasını öğütlemiştir. İbadetler gösteriş için değil Allah sevgisini kazanmak için yapılmalıdır. İbadetler Allah’ın emri yani “çalap buyruğu”dur. İnsan ancak ibadet ederek manevi açıdan ilerleyebilir. Bununla birlikte Allah’a yapılan ibadetlerde samimiyet, ihlas çok önemlidir. Bunlar ibadetlerin özüdür. Ancak bu ameller sevgi ile değerlenir, içinde sevgi olmadan, gönül kırarak yapılan ibadetlerin hiçbir kıymeti yoktur (Bars, 2016b: 303). Dolayısıyla şekilsel olarak yapılan ibadetler pratik hayatta insanı daha ahlaklı kılmalıdır aksi halde ibadetler beklenen hedef gerçekleşmemiş olacaktır. İbadetlerini yapan kişi gönül kırmamayı, nefsini kötülüklerden korumayı başarabilmelidir. Yûnus’un bu öğretilerinde şüphesiz Kur’an ve sünneti esas alan bir tasavvuf anlayışının etkileri olduğu görülmektedir.

BÖLÜM IV

4. YÛNUS EMRE’NİN ESERLERİNDE DEĞERLER EĞİTİMİ39 21. yüzyılın eşiğinde bulunduğumuz şu yıllarda küreselleşmenin bütün kültürleri ve toplumları etkilediğine şahit olunmaktadır. Yapılan araştırmalar içinde yaşadığımız çağın en temel sorunlardan birisinin ahlak ve değerler sorunu olduğunu ortaya koymaktadır (Esmer, 1998). Dünya genelinde olduğu gibi, son yıllarda toplumumuzun da büyük bir değer kaybına uğradığı ve “ahlaki çöküntü” yaşadığı, hayatımıza anlam ve amaç katan güven, barış, adalet, hakkaniyet, merhamet, sorumluluk pek çok değerin kaybolmaya yüz tuttuğu görülmektedir. Bu gelişmelerden de karakter ve kişilik gelişimi açısından en çok çocuk ve gençlerin etkilendiği ifade edilmektedir (Hökelekli, 2007b: 64). Dolayısıyla belirtilen sorunların çözümü noktasında değerlerin korunması ve genç kuşaklara değerlerin kazandırılması, değerler eğitiminin önemini ön plana çıkarmaktadır.

Genel olarak değer, yaşam amacı doğrultusunda tercih edilen, belirli bir davranış biçimi veya yaşam amacı şeklindeki süregiden bir inanç, düşünce ve eylemlere rehberlik eden standartlar kümesi, bireyin yaşamında ona kılavuzluk etmeye hizmet eden, arzulanan, durumlar ötesi hedefler ya da bir bakıma bizim hayatımızın gayeleri olarak tanımlanabilir (Keskin, 2016: 50).

İnsanların hayatına yön veren, hayatın gayesini ve ilkelerini belirleyen en temel unsuru hiç şüphesiz değerler oluşturmaktadır. İnsan yaşamında bu denli önemli bir yere sahip olan değerler, eğitim-öğretim sürecinin de en önemli boyutlarından birisini oluşturmaktadır. Birçok ülke eğitim sistemlerinin öncelikli hedefleri arasında değerlerin genç kuşaklara aktarılması gelmektedir (Acun vd, 2013: 204). Ailede başlayan değerler eğitiminin, eğitim kurumlarında devam etmesi beklenmektedir. Ancak bu kurumlarda yalnızca teorik bilginin öne çıkarılması (Kaya ve Taşkın: 2016 154) soyut görülen değerlerin göz ardı edilmesi, bireyin manevi/duygusal açıdan kendini tamamlayamamasına neden olacağı söylenebilir. Çünkü saygı,

39 Bu bölüm, yazarın 2018 yılında Zonguldakta gerçekleştirilen Toplumsal Bütünleşmede Değerler ve Eğitimi: III. Uluslararası Değerler Eğitimi Kongresi ’nde

“Yûnus Emre Divanında Değerler Eğitimine Dair Motifler” adlı sözlü bildirisinden genişletilerek oluşturulmuştur.

hoşgörü, merhamet gibi temel değerlerden mahrum yetişen bir neslin “öteki”

ile empati kurması pek mümkün değildir (Demir, 2016: 2044).

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununa göre Türk milli eğitim sisteminin genel amaçlarına bakıldığında en öncelikli hedeflerinin, milli, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerin öğrencilerimize kazandırılması olduğu görülmektedir. Bu kapsamda ülkemizde değerler eğitimine verilen önem son yıllarda daha çok önem kazanmış ve güncellenen öğretim programlarında değerler eğitimine özel yer verilmiş ve değerler eğitimi müfredatların ana odağını oluşturmuştur. Güncellenen öğretim programlarında Adalet, dürüstlük, dostluk, saygı, sevgi, öz denetim, sorumluluk, sabır, yardımseverlik, vatanseverlik gibi kök değerler belirlenerek bu değerlerin bütün derslerde işlenmesi, sınıf ortamında uygulamalarla hayata geçirilmesi ve öğrenciler tarafından içselleştirilerek davranışa dönüştürülmesi hedeflenmektedir (MEB, 2018: 2–8).

Ayrıca değerlerin öğretiminde, eğitimcilerden ünite konularının özelliklerine göre başta ayet ve hadisler olmak üzere edebiyatımızdan atasözü, vecize, beyit, ilahi, nefes ve deyişlerden yararlanılması istenmektedir (MEB, 2018:

10). Bu bağlamda kullanılabilecek yöntemlerden biri de edebî metinlerdir.

Ülkelerin dâhil oldukları medeniyet daireleri kapsamında ürettikleri edebî eserler, önemli bir değerler eğitimi materyalidir (Demir, 2016: 2044). Bu çerçevede Yûnus Emre’nin ustalıkla söylediği ve kendi zamanını aşarak bugüne ulaşan, başta sevgi olmak üzere birçok değeri kuşatıcı ve etkileyici şiirleri günümüze ışık tutmaktadır. Yûnus'un, temelinde Allah sevgisi olan ve bu derin sevgiden kaynaklanan insan sevgisi ve insani değerleri güzel bir üslup ile işlediği şiirleri, günümüz değerler eğitimine örnek olabilecek pek çok mesajla dolu olup değerler öğretiminde bu şiirlerden istifade edilmesi hiç şüphesiz yararlı olacaktır. Zira Yûnus’un eserlerine bakıldığından mutasavvıf, şair, ozan gibi vasıflarının yanında bir değerler eğitimcisi yönünün de olduğu göz ardı edilemeyecek boyuttadır (Demir, 2018b).

Aşağıda öncelikle MEB tarafından kök değerler olarak kabul edilen Adalet, dürüstlük, dostluk, saygı, sevgi, öz denetim, sorumluluk, sabır, yardımseverlik, vatanseverlik vb teşvik edilen değerler daha sonra ise kaçınılması gereken davranışlar ve manevi hasletler etrafında Yûnus Emre’nin şiirlerinden örneklere yer verilmiştir.

4.1. Yûnus Emre’nin Yapılmasını Öğütlediği Değerler 4.1.1 Sevgi ve Hoşgörü

İnsanı bir şeye veya bir kimseye yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu olarak tanımlanan sevgi, insanın özgüven, güvende olma ve kendini değerli hissetme gibi birçok duygusal ihtiyacından biridir. Tüm ilahi dinler, insana önem verilmesini, insanların birbirini sevmesini istemiştir (Nazıroğlu vd., 2016: 224). Arapçada müsamaha sözcüğüyle aynı anlamda olduğu ifade edilen “Hoşgörü” ise bir ahlak terimi olarak, insanlara yükümlülükler konusunda kolaylık göstermeyi, toplumsal yapıyı sarsmayacak türden hataları hoş görmeyi farklı düşünce ve inançları özgürce dile getirmeyi ifade etmektedir (Çağrıcı, 2006: 71). İnsan sevgisi, neredeyse bütün mutasavvıflar tarafından ele alınmış ve batının hümanizm diye tabir ettiği insan sevgisinin çok ilerisinde değerlendirilmiş bir düşünce ve gönül penceresidir (Güventürk, 2017: 104). Bu durum Yûnus Emre'nin şiirlerinde de görülmektedir. Onun şiirlerinde en fazla yer verilen değer sevgi ve hoşgörüdür. Yûnus herkesi karşılıksız sevmiş ve insanlara da hep bunu tavsiye etmiştir. Bu sebeple de Yûnus herkes tarafından sevilmiş ve “Bizim Yûnus” olmuştur (Koç ve Tanhan, 2010: 625). Yûnus Emre Divanı'nın eski yazmalarında bulunmayan şu dörtlük insanların neden sevilmesi gerektiğine çok güzel bir örnektir;

“Elif okuduk ötürü, Pazar eyledik götürü,

Yaradılanı severiz, Yaradandan ötürü” (Akar, 1985: 7)

Yûnus Emre insan sevgisini şiirlerinde çokça işlediğinden kimi yazarlar tarafından hümanist olarak nitelendirilmiştir (Çubukçu, 1971: 2). Ancak Yûnus Emre'ye hümanist demek pek doğru değildir. Zira hümanizm insanı sadece duygusal ve düşünsel anlamda severken, Yûnus insan sevgisini yaratana bağlamıştır. Yûnus, sadece insanı değil, bütün yaratılmışları

Yûnus Emre insan sevgisini şiirlerinde çokça işlediğinden kimi yazarlar tarafından hümanist olarak nitelendirilmiştir (Çubukçu, 1971: 2). Ancak Yûnus Emre'ye hümanist demek pek doğru değildir. Zira hümanizm insanı sadece duygusal ve düşünsel anlamda severken, Yûnus insan sevgisini yaratana bağlamıştır. Yûnus, sadece insanı değil, bütün yaratılmışları