• Sonuç bulunamadı

4. YÛNUS EMRE’NİN ESERLERİNDE DEĞERLER EĞİTİMİ

4.1. Yûnus Emre’nin Yapılmasını Öğütlediği Değerler

4.1.6. Adalet

Kelime olarak adalet, “hakbilir ve haktanır olmak” demektir. Bir terim olarak ise herkese verilmesi gerekeni vermek, herkese hakkını teslim etmek, herkesin hakkına hürmet etmek, bir şeyi yerli yerine koymak anlamındadır (Öcal, 2015: 466). Adalet kavramı her toplumda önemle üzerinde durulmuş bir kavramdır. Her işte hakkaniyet ve adaletten ayrılmamak gereklidir.

Kur’an-ı Kerim'de Yüce Allah insanın kendisi ve yakın akrabalarının aleyhine bile olsa adaletli olmayı emretmektedir (Nahl, 16/90; Nisa 4/135).

Adil olmak, herkese aynı gözle bakmakla sağlanır. Yûnus'a göre insan adalete değer verdiği ölçüde ahlaki hareket etmiş olur. Adalet ahlakın temel ilkelerinden biridir. Adil davranan kişi er geç bu davranışının karşılığını alacaktır. Yûnus'a göre erdemli olmak da ahlakı gözetmek demektir (Demir, 2018b). Böyle bir kimse yapacağı işin başını ve sonunu düşünür. Hiç bir şeyde hile yapmaz ve ölçülülükten ayrılmaz. Böyle bir İnsan kendisi için istemediği bir şeyi başkası için de istemez (Çubukçu, 1971: 11). Yûnus bu konuda şöyle demektedir:

“Sen sana ne sanırsan, Başkasına onu san, Dört kitabın manası, Budur eğer varısa” (299/6)

Ayrıca adalet konusunda adaleti ile ünlü İslam halifesi Hz. Ömer’i örnek aldığını şu şekilde ifade etmiştir.

“Ömer-i Hattâb'ıla çok ‘adl ü dâd işledüm (185/8)

“Alî'yile urdum kılıç Ömer'ile ‘adl eyledüm” (167/11)

Yûnus'un gözünde yeryüzündeki herkes birdir, eşittir. Yani yetmiş iki millet de aynıdır.

“Yünus imdi sen kıl yarak utanmayasın dogrı bak Cümle halayık dirile adlu adıyla saylıcak (127/9) “Yitmiş iki millete birligile bakmaya

Şer'ile evliyâsa hakîkatde ‘âsîdür” (29/4)

Yûnus Emre adalet terazisinde bir eğrilik gördüğünde kadı olsun sultan olsun tenkit etmekten kaçınmamıştır.

“Egriligi yaydan egri togrulugu okdan togru

Bu şehir içinde ugru hem kâzî hem sultân nedür” (94/2)

Bu tenkitlerinden yeri geldiğinde sadece kadı ve sultanlar değil, haktan, adaletten ve insanî değerlerden uzaklaşan hocalar ve halkta nasibini almıştır

“Peygamber yirine geçen hocalar,

Bu halkun başına zahmetlü oldı / Dutulmaz oldı

Peygamber hadisi, Halâyık cümle Hak'dan utlu oldı” (387/8) 4.1.7. Vatanseverlik

Vatan, bir kimsenin doğduğu ve yaşadığı, siyasal ve duygusal yönden bağlı olduğu toprak parçasını; ruhun özlemini duyduğu asıl ve gerçek âlemi ifade eden sosyoloji, siyaset ve tasavvuf terimi olarak ifade edilir. Sözlükte

“yerleşmek, bir yeri yurt edinmek, kendini bir şeye alıştırmak” anlamındaki

“vatn” kökünden türeyen vatan klasik sözlüklerde ve edebî metinlerde

“kişinin doğduğu, yerleştiği, barındığı ve yaşadığı yer” manasına gelmektedir (Çağrıcı, 2012: 563). Vatanseverlik ise en yaygın anlamıyla,

vatanını sevme ve vatanı için her türlü özveride bulunma duygusudur (Avcı ve İbret, 2016).

Yûnus Emre, şiirlerinde zaman zaman vatan sevgisini ve vatan hasretini de işlemiştir. Gerek bildiklerini öğretmek ve paylaşmak için gerekse dönemin şartlarının buna zorlaması nedeniyle bulunduğu yerden ayrılmak durumunda kalmış ve diyar diyar dolaşmıştır (Yağmur, 2008: 16; Kabahasanoğlu, 1993).

Yûnus vatan sevgisini “hubbul vatan” kavramı ile ifade etmiş ve önüme vatan sevgisi düştü, hey dost, diye diye gideyim diyerek bu konuyu ifade etmiştir.

“Düşdi ögüme hubbül-vatan gidem hey dost diyü diyü Anda varan kalir heman kalam hey dost diye diye (291/1)

“Düşdükçe öge Hubbü'l-Vatan zerrece kalmaz me'men Gözden sızup olur seven her dem yüregüm yağları” (365/4)

Yûnus’un bu kavramı kullanmasında “Vatan sevgisi imandandır” hadisinin etkisi olduğu düşünülebilir. 41

Yûnus gibi mutasavvıflar için gurbet duygusu, her ne kadar mutlak huzurun tasavvur edildiği ilahi âlemden kopup gelmenin yarattığı bir özlem olsa da Anadolu'da hüküm süren talandan kaçmanın tek yolu da başka yere göçmek ve izini bir süre olsun kaybettirmek suretiyle yaşanan gerçek vatan hasretini de içeriyordu (Kabahasanoğlu, 1993: 38). Bu hasret öyle ileri düzeye ulaş-mıştır ki Yûnus şeker kamışından zehir içmeyle eş değer görmüştür.

“Vatan oldı diken gurbet gülistân

Agu içmek yig oldı ney-şekerden” (263/4)

Bununla birlikte kavramın öteki dünyayı kastederek manevi anlamda kullanıldığı da olmuştur.

“Pîşrev bize Kur'ân durur vatan bize Cennet durur” (333/3)

41 Bu hadisin zayıf veya mevzû olduğu (Çağrıcı, 2012: 563) kabul edilmekle birlikte bazı kaynaklarda manasının doğru olduğu ifade edilmektedir (Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1/345, no: 1102; Eşşafi, Delilu'l-falihin, 1–37).

4.1.8. Sabır

Sabır; bir ahlak terimi olarak “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi anlamlara gelmektedir (Çağrıcı, 2008: 337). Bir şeyin tamamlanması ya da sonuçlanması için bekleme gücü olarak ifade edilebilir. Sabır her müminin sahip olması gereken bir vasıf olup sabırla birçok sorunun üstünden gelinebilir (Toktonaliev, 2016: 71)

Yûnus Emre, eserlerinde yer alan birçok şiirinde sabır konusunu ele alan beyitler söylemiştir. O, insan için sabrın ne denli önemli olduğunu vurgulayıp bunu Kur’an’da geçen peygamberlerin yaşadığı olaylarla örneklendirmiştir (Demir, 2018b). Nitekim Kur’an’ı Kerim’de insanın başına gelecek bazı durumlar ile deneneceği ve sabretmesi halinde bunun mükâfatını alacağı bildirilmiştir (Bakara, 2/155). Yûnus’un şiirlerinde sabır eğitimi konusunda verdiği ilk örnek, öncelikle Eyüp peygamberdir. Yûnus, Kur’an’da belirtildiği şekilde (Enbiya, 21/84) Hz. Eyüp’ün duçar olduğu hastalıktan sabrederek kurtulduğunu sık sık dile getirmiştir.

“Dostdan belâ gelicegiz Eyyûb'layın sabreylegil

Niçe sıhhât buldı teni bunca belâ çekmiş iken” (273/10) “Eyyûb'un kurda yidürdün tenini

Sabrıla buldı o dahı dermânı” (379/7).

Daha sonra verdiği örneklerde Hz. Yusuf ve Hz. Yakup gelmektedir. Hz.

Yusuf'un kardeşleri tarafından atıldığı kuyudan sabrederek çıktığını adeta kendi hayatında yaşamış ve ruhunda hissetmiştir.

“Yûsuf'ıla ben kuyıda yatdum bile çekdüm cezâ

Ya'kûb'ıla çok agladum bulınca figândayıdum” 168/9)

diyerek dile getirmiştir. İnsanoğlu her zaman hayattan umduğunu bulamaz.

Başına istenmeyen şeyler gelebilir. Bu durumlarda isyan etmemek her şeyi Allah'tan bilip “kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyerek sabretmek gerekir.

Sabır tasavvufta da önemli bir kavramdır. Allah yolunda (aşk yolunda) olan aşığın sabırlı olması gerekir. Sabırlı olmayan himmete nail olamaz. Bu konuda Yûnus şöyle der;

“Yûnus düşdün bu derde Eyyûb'layın sabreyle Derde katlanımazsın dermân arzû kılursın” (255/9)

Yûnus, Tapduk Emre dergâhında kırk yıl sabırla çalışmış ve bu süre zarfında manevi olgunluğu edinmeye çabalamıştır (Yağmur, 2008: 16). Sık sık kendisine sabırlı olmayı tavsiye etmiştir.

“Miskîn Yûnus sabr eylegil bu dünyânun zahmetine Dürlü cefâya katlanur sen sultâna iren kişi” (372/12)

Yûnus, insanın bu dünyaya yalnız ve çıplak geldiğini ancak onun tüm hazırlığının öte dünya olması gerektiğini hatırlatır. Bu nedenle ezel ve ebet sultanı Allah’a kavuşmak isteyen insan, bu dünyanın zahmetine sabretmeli ve her türlü eziyetlere de katlanmalıdır.

“Eyyûb’am bu sabrı buldum Cercîs’em bin kezin öldüm Ben bu mülke tenhâ geldüm be-külli yaragum anda” (310/2) Her dem talalum bahre, Aldanmayalum dehre

Sabreyleyelüm kahra, Allah görelüm n'eyler (71/9)

Yûnus, Risaletün-Nushiyye adlı eserinde sabır konusu için ayrı bir başlık açmış olup burada genişçe bir biçimde bu konuyu başta Hz. Yusuf olmak üzere diğer peygamberlerden örnekler vererek ele almıştır. Yûnus’a göre Hz.

Yusuf içine atıldığı kuyuda sabırla beklemiş ve bu sabrı neticesinde Allah’ın yardımıyla buradan kurtulmuştur.

“İşitdün Yûsuf’ı ol çah içinde,

Tururdı Sabrıla ol mah içinde” (R.N/288) “Çün toprak bendese kanda varam ben Sabır kılmasızam ne başaram ben” (R.N/293) “Göre sabrıla Yusuf neye irdi

Ki sabrun acısı helvaya irdi” (R.N/300)

Yûnus, kendisinden nasihat isteyenlere sabırlı olmayı öğütlemiş ve bunun insanı başarı ve mutluluğa götürecek bir haslet olduğunu vurgulamıştır.

“Ögüt gerekirse sabırdan işit

Onayım dirisen sabrı pişe it” (R.N/310) “Ne işün kim ola sabır bitürür

Seni ulu sa’adete yitürür” (R.N/311)

4.1.9. Sorumluluk

Bir değer olarak sorumluluk kişinin kendi davranışlarının ve kendisine bağlı olarak gerçekleşen olayların sonucunu üstlenmesi olarak tanımlanabilir.

Sorumluluk değerine sahip bir kişi davranışlarını kendi muhakemesi, isteği ve iradesiyle gerçekleştirip sonuçlarından dolayı da kendisine, başkalarına ve Rabbine karşı hesap verebilir en azından böyle bir hesabın verileceği duygusuyla davranır (Kaymakcan ve Meydan, 2016: 259). Dini açıdan insan başta Rabbine, kendisine, ailesine ve topluma karşı sorumlulukları vardır.

Yüce Allah insanı yaratmış ama onu başıboş bırakmamıştır (Kıyâme, 75/36).

Hz. Peygamber de “Hepiniz çobansınız (sorumluluk sahibisiniz) ve hepiniz sürünüz (yetki alanınızdan) sorumlusunuz” (Buharî, Cuma, 11, Cenâiz, 32) hadisi ile bu konuya dikkat çekiştir.

Yûnus Emre'de insanın değerleştirilmeye başladığı nokta, insanın karşısındaki muhatabına karşı duyması gereken sorumluluk olgusunda başlar.

Bu durumu Yûnus Emre dizelerinde şu şekilde ifade eder:

“Bir hastaya vardın ise, Bir içim su verdin ise Yarın anda karşu gele, Hak şarabın içmiş gibi”

“Bir miskini gördün ise, Bir eskice verdin ise

Yarın anda sana gele, Hak libasın bişmiş gibi” (388/5–6)

Şiirden anlaşılacağı üzere Yûnus insanın, bütün eksiklikleriyle birlikte sevilmesi gerektiğini ona karşı duyulan sorumluluk duygusuyla ifade etmektedir. İnsanın hasta, miskin ya da yabancı olması önemli değildir, önemli olan kişinin onlara karşı yaklaşım biçimidir. Tabii ki bu yaklaşımın temellendirilmesinde tasavvufun temel felsefesi olan Allah sevgisinin de yeri büyüktür (Sağır ve Dikici, 2010: 782).

Yûnus’a göre yaratana karşı duyulan sorumluluk, insanlara karşı sorumluluk duymaya ve onları hoş görmeye sebep olur (Gölpınarlı, 1975: 9).

“Elif okuduk ötürü, Pazar Eyledik götürü Yaradılanı severiz, Yaradandan ötürü”

Yûnus sorumluluk konusunda kişinin ailesi, çevresi ve komşularından sorumlu olduğunu ve sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde bundan mesul olacağını dile getirmektedir (Demir, 2018b).

“Atan anan hak'ı yitürdünise Yeşil tonlar geyesin tonanasın.

“Eger konşı hak'ı boynundayısa

Cehennem'de yarın bâkî kalasın” (279/11–12)

Yûnus, iyi ahlaklı ve sorumluluk sahibi bir insanın yaptıklarının ve söylediklerinin tutarlı olması gerektiğine inanır. Zira insan bildiklerini uygulama noktasında sorumludur. Aksi halde bu durum onun günaha girmesine sebep olabilir.

“Halkı fetvâ virürsin yâ sen niçün dutmazsın

‘İlmün var ‘amelün yok hâ günâha batarsın” (248/9) 4.1.10. Öz Denetim (Kendini Kontrol)

Kendini kontrol, duyularımız üzerinde hâkimiyet kurup, düşünce ve davranışlarımızla ‘insan’ tanımlamasına uygun yaşamak demektir. İnsanın yaşamı boyunca sahip olması gereken en önemli özelliklerinden biri özdenetimdir (İDE, 2018). Başka bir ifadeyle kendi kendini denetleme, kontrol altında tutma, aşırılıklardan42 ve zararlı şeylerden kaçınma anlamına gelmektedir. Gerçek bir eğitim, önce kendini tanıma ile başlar. Eğitimin asıl amacı, kişinin kendini bilmesi ve kendi kendisini eğitmesidir (Hökelekli, 2007a: 69).

Yûnus' a göre insanın öz denetime sahip olabilmesi için “kendilik bilincine”

sahip olması gereklidir. İnsanın sahip olduğu kişilik ve buna bağlı olarak iyiliğe yönelmesi, insanın kendisini bilmesine bağlıdır.

“İlim ‘ilim bilmekdür, ‘ilim kendin bilmekdür Sen kendüni bilmezsin yâ niçe okumakdur” (91/1) “Okumakdan ma'nî ne kişi Hakk'ı bilmekdür Çün okudun bilmezsin hâ bir kurı emekdür” (91/2)

Yûnus’un buradaki beyitleri ilk okuyuşta “Nefsini bilen Rabbini bilir”

manasındaki “Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu” (Aclunî, Keşfu'l-Hafâ, 2/262) sözünü hatırlatır. (Bu söz, bazı kaynaklarda hadis olarak zikredilir.

42Aşırılık kavramı üzerine önemle duran Kur'an; inanç ve dinde, küfürde ve şirkte, amel ve ibadetlerde, kavmiyetçilikte ve yeme içme gibi konularda farklı yönleriyle bu olgu ele alınır (Çalışkan, 2018: 74–79).

Ancak, önemli hadis kitaplarında zikredilmeyişi onun büyüklerin sözü (kelâm-ı kibâr) olabileceği fikrini verir). Beyit, bu sözün manzum olarak sade bir Türkçe ile söylenmiş hâli gibidir. Ancak, Yûnus hadisi sadece meâlen ikitibâsla yetimmez, başka bir kaç beyitte de lâfzen zikreder:

“Men ‘arafe nefsehu dirsin illâ degülsin Melâikden yukarı seyrân arzû kılursın (255/5)

“Men ‘arefe nefsehu fekad ‘arefe Rabbehu

Bildüm bunı buldum anı inkâr iden gelsün benü” (287/5)

Yûnus Emre’ye göre kişi okuyup tedris ederek önce ilmi öğrenmeli, öğrendiği ilmin yardımıyla nefsini bilmeli, nefsinden hareketle de Rabbini bilmelidir (Demir, 2018b). Eğer okuma ve ilim tedrisi ne olduğunu öğretmiyorsa kişinin okuyup ilim öğrenmesi boş ve kuru bir emekle sınırlı kalır. Okuma ve ilim tedrisi kişiye kendini ve Rabbini tanımayı öğretirse o zaman amacına ulaşmış olur (Zavotçu, 2014: 261).

Yûnus, öz denetim konusunu daha çok nefs kavramıyla irtibatlandırmıştır. O, kendini kontrol için nefsin kötülüğe sevk eden tarafı ile gece gündüz adeta bir savaş içerisinde olduğunu “Gice gündüz nefsiyile her dem savaşdur

‘âşıkun” (146/6) nefse uymanın kişiyi fenalığa götüreceğini “Eger nefsüne uyarsan fenâsın” (279–9) bunun için kişinin kendisini kontrol ederek kötü işlerden uzak durmasını öğütlemektedir.

“Hayırdan şerri çok sever işlemege becid iver Nefsinün dilegin kovar nefs evine düşdi gönül1” (52/9)

Kendisi de nefsini kontrol ederek kötü işler işlemekten kurtulduğunu dile getirmiştir.

“Nefsüm başını kesüben şer işlerden kaçar oldum Kesildi nefs başı öldi fısk u fesâd işler kaldı” (208/4–5) 4.1.11. Ana Baba ve Komşu Hakkı Gözetmek

Anne baba insanın dünyaya gelmesine sebep olan, onu dünya hayatının zorluklarına karşı koruyup büyüten ve eğiten değerli varlıklardır. Bu nedenle insanın en çok saygı göstermesi ve iyilik etmesi geren kimselerde anne babasıdır (Çubukçu, 1977: 65). Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’da “Rabbin

sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “Öf bile deme” onları azarlama” (İsra, 17/23–24) buyrularak bu konun önemi ifade edilmiştir. Hz. Peygamberde cihada gitmek için izin isteyen bir sahabeye anne veya babasının hayatta olup olmadığını sormuş, yaşadıklarını öğrenince, “Öyleyse sen onların bakımıyla ilgilen.” (Buhari, Cihad, 138) diyerek ana babaya hizmet etmeyi cihada katılmaktan üstün tutmuştur. Bu yüzden Yûnus, insanın ana baba hakkını gözetmesi gerektiğini bunu yapan kimsenin yeşil tonlar giyeceğini, yani iyiliğe güzelliğe ve mükâfata ulaşacağını söyler.

“Atan anan hak'ı yitürdünise

Yeşil tonlar geyesin tonanasın” (279/11)

İnsanın sosyal hayatta aile ve akrabalarından sonra en yakın bulunduğu kişiler komşularıdır. Günlük hayatta sürekli iletişim halinde olunan komşuların zaman zaman birbirlerine hakları geçmekte ve sorumlulukları oluşmaktadır. İslam dini komşuluğa önem vermiş ve onlara iyi davranılmasını istemiştir. Kur’an’da yakın komşuya ve uzak komşuya iyi davranılması emredilmiş ve Hz. Peygamberde “Allah’a ve Ahiret gününe inanan, komşusuna iyi davransın.” (Buhari, Edeb, 48–49) buyurarak bu konuya dikkat çekmiştir

Yûnus, şiirlerinde komşu hakkını da ihmal etmemiştir. Boynunda komşu hakkı bulunan kimsenin cehennemde baki kalacağını söylemiştir;

“Eger konşı hak'ı boynundayısa

Cehennem'de yarın bâkî kalasın” (279/12) 4.2. Yûnus Emre’nin Sakınılmasını Öğütlediği Davranışlar

Yûnus, şiirlerinde yapılması istenen değerler ve ahlaki davranışların dışında, toplumun ahlaken ve manen eğitimi için bir takım zararlı haslet ve davranışlardan da insanları uzak tutmaya çabalamıştır. Aşağıda hem bireysel hem de toplumsal açıdan yapılması çeşitli sorunlara yol açabilecek, yapılması istenmeyen davranışlar Yûnus Emre’nin ifadeleriyle verilmeye çalışılmıştır.

4.2.1. Kibir

Kibir, kelime olarak büyüklük, büyük olma, kendini başkalarından üstün görme vb. anlamlara gelmektedir. İslam kibirli olmamayı insanlara iyi davranmayı ve tevazu sahibi olmayı tavsiye etmiştir (Solak, 2014:114).

Kur’an-ı Kerim’de insana böbürlenmemesini, kibirlenmemesini emreder.

Çünkü “Allah böbürlenenleri sevmez” (Lokman, 31/18, Nahl, 16/23) buyrularak bu konuya işaret edilmiştir. Hz. Peygamber de (s.a.v.) “kalbinde hardal tanesi kadar tekebbür bulunan hiçbir kimse de cennete giremez”

(Müslim, İman, 147) buyurarak bu kötü hasletten insanların uzak durmasını istemiştir. Yûnus, dünyanın şerrinden emin olmak için kibri terk etmek gerektiğini söyler;

“Diler isen bu dünya şerrinden olasın emin

Terk eyle bu kibr evini hırkaya gir derviş yürü” (403/4) “Egriligün koyasın togrı yola gelesin

Kibr ü kîni çıkargıl erden nasîb alasın” (250/1) “Gerçek ‘âşık olanlarun hemen dostı sever cânı Unıdur kibr ü kînini ma‘şûka terk ider cânı” (377/1)

Yûnus’a göre kibirli kişi öyle bir insandır ki kendinden başkasını beğenmez, alçak gönüllü değildir ve kibrinden dolayı imanı gitmek üzeredir. İnsan şeytan gibi lanetli olarak anılmak istemiyorsa dinde yeri bulunmayan kibirden uzaklaşmalı ve onunla savaşmalıdır. Aksi halde kibir tuzağına düşen kişinin sonu siccin (cehennem)’dir. Bu düşüncelerini Yûnus şöyle dile getirir;

“Eğer kine dutarrısan gitdi senden iman dahı

Billahi ol Tanrı hak’ı yokdur bu sözün yalanı” (412/12)

“Kibir dirler ana bilürler anı, imansuz kalısar ol asi canı Özinden özge kimseyi beğenmez,

Yüce yirde turur aşağa inmez” (R.N/91–92)

“Tekebbür olmagıl kim sögülesin, Sürükmişler bile hem birikesin Sakıngıl olmagıl kibr ile yoldaş

Kibir kandaysa anunla savaş” (R.N/101–102)

“Tekebbür yiri siccin içinde

Anunçün olmadı hiç din içinde” (R.N/143)

4.2.2. Kin Tutmak

Farsça asıllı kin kelimesinin Arapça’daki yaygın karşılığı olan hıkd, “birine karşı düşmanlığını ve hıncını içinde tutmak” anlamında ve “bir kimsenin içinde yaşattığı düşmanlık ve nefret duygusu” anlamında kullanılmaktadır.

Gazâli, gazap duygusunun neticesi olarak gördüğü kini “bir kimsenin başka birini aşağılaması, ona nefret duyması ve bu duyguların devamlı ve kalıcı olması” diye açıklar ve kin duygusunun kişinin ahlâkî hayatı bakımından birçok zararlı sonuçlarının olduğunu belirtir (Akt. Çağrıcı, 2002: 30).

Kur’an-ı Kerim’de kin için bireysel manada bir ayet bulunmamış olsa da

“Rabbimiz kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma. Şüphesiz sen çok merhametlisin ve çok şefkatlisin” (Haşr, 59/10) buyurularak” bu konuya değinilmiş ve kin istenilen bir haslet olarak görülmemiştir. Hz.

Peygamberde Müslümanların birbirine kin beslememesini (Buhari, Edeb, 58) tavsiye etmiştir.

Yûnus Emre, kin tutan kimsenin imanının bile gidebileceğini kendisinin gönlünden kini giderdiğini çünkü kin tutanın dinde yerinin olmayacağını belirtir.

“Eğer kine tutar isen gitti senden iman dahi” (412/12)

“Giderdim gönlümden kini, kin tutanın yoktur dini” (399/5)

diyerek duygularını dile getirir. Hakk’a âşık olan kimsenin ve erden nasip almak isteyen kişinin kini bırakması gerektiğini söyler, buradaki er, mürşit, insanı kâmil anlamında kullanılmıştır.

“Sen Hakk’a âşık isen Hakk sana kapı açar Ko seni beğenmeyi varlığın evini yık” (131/6)

“Kibrü kini çıkargil erden nasip alasın” (250/1)

Yûnus kibir ile kini genelde beraber zikretmiştir. Çünkü bize göre kinin kaynağı olarak kibri görmüş olabilir. Kibir kendini üstün görme, böbürlenmedir. Bu böbürlenme sonunda insan, kendisinden iyi olanlara ya da üstün olanlara karşı kin besler.

4.2.3. Cimrilik (Buhl)

Kelime olarak Türkçede; eli sıkılık, pintilik ve nekeslik olarak ifade edilen cimrilik (buhl), terim olarak kerem ve cömertliğin zıddı olup, başkasına verilmesi gereken bir hakkı vermemek veya engel olmaktır. Buhl; imsak, elde tutmak, vermemek demektir. Böylece kişinin, üzerine vermesi gerekli olan bir hakka engel olması, müstahak olanı vermemesidir (Dölek, 2004).

Cimrilik duygusu, yaratılıştan her insanda var olan psikolojik bir duygudur.

Bu duygu, sadece dünyevî hedefler ile mâl biriktirme ve başkalarına yardım etmeme şeklinde kullanılırsa olumsuz bir duygu hâline gelir; ferde, toluma ve dine zararlı bir hâl alır, sahibini hem Yaratıcı, hem de toplum tarafından istenmeyen, sevilmeyen, saygınlığını kaybetmiş bir kişi yapar (Dölek, 2004:

125). Cimrilik, İslam dininin de tasvip etmediği bir haslettir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de “Onlar ki hem kıskanırlar, hem de herkese kıskançlık tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine fazlında verdiği şeyleri saklarlar, biz de öyle nankörlere rezil edici bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 4/37; Tevbe, 9/34-35) ayetiyle ifade edilmiştir. Ayrıca Peygamberimiz “Cimrilikten de korunun çünkü cimrilik sizden evvel geçenleri helak etmiş onları kan dökmeye, haramı helal görmeye sevk etmiştir” (Müslim, Birr 56) buyurarak bu kötü huydan insanları uzak durmaya çağırmıştır.

Yûnus, cimri kişilerden Allah’ın hoşnut olmadığını, cimrinin Allah’ın yüzünü göremeyeceğini ve böyle kimselerin cennete giremeyeceklerini belirtir.

“Tanrı bizar bahillerden bahil didar görür değil” (157/2)

“Bahil uçmak görmeye yüz bin gözü var ise” (300/4)

“Ana durur buhl u hased key mübâriz durur gâyet Kökini kaz yabana at fârig otur iy gam-güzâr” (83/4)

“Buhl u tama‘ sıgmaz ana ‘izzet de kaldı bir yana Yol bulımaz hırs u hevâ kimde ki bu devlet olur” (45/6) diyerek bunu dile getirir.

Yûnus, cimrilik konusunu genişçe işlediği Risaletün- Nüshiyye de bu konu

Yûnus, cimrilik konusunu genişçe işlediği Risaletün- Nüshiyye de bu konu