• Sonuç bulunamadı

3. YÛNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDE İBADETLERE

3.5. Namaz ve İlgili Kavramlar

3.5.5. Ezan, Kamet ve Kıble

Sözlük manası bildirmek olan ezan, namaz ve Allah’ı zikir için bir davettir (MEB, 2009: 83). Dinin direği olan namaz, Ezan-ı Muhammed’i okunduktan sonra kılınır. “Ezan okur müezzin; çağırır Allah adın” (315/2) diyerek Yûnus ezandan bahseder. Bir hadislerinde Peygamber Efendimiz ezanın faziletiyle ilgili olarak “eğer insanlar ezanda ve ilk safta olan fazileti bilmiş olsalar, sonra da kura çekmekten başka çare bulamamış olsalar muhakkak bunun için aralarında kura çekerlerdi” (Buhârî, Ezan: 9, 32) buyurarak bu konun önemine dikkat çekmiştir. Namaza başlanmadan müezzin tarafından okunan kamet hakkında Yûnus; “Banladı ol mü'ezzin turdı kâmet eyledi”

(364/1) diyerek beyitlerde bu kavramada yer vermektedir. Diğer taraftan tasavvufi anlamda kamet kavramını kullandığında ise aşk ile kamet safına bağlandığını bu bağı kimsenin ayıramayacağını dile getirmiştir. Ayrıca kamet’in, nefsini cem eyleyip, birliği bulanların makamı olduğunu ve böyle bir kimsede gösteriş amaçlı ibadetlerin bulunmayacağına vurgu yapar.

“Aşk ile bağladık kamet safımızı kim ayıra “ (307/4) “Uş ben beni cem' eyledüm ol dosta îmân eyledüm Birligine kıldum kâmet riyâ tâ‘at nemdür benüm” (136/5)

Müslümanların namazda yöneldikleri kutsal yer olan kıble, Yûnus tarafından tasavvufi bir anlamda ele alınmıştır. O, kıble mevhumuyla mürşidin yüzünü

veya âsitânı’nı (eşiğini, dergâhını) kasteder. Derviş mürşidinin yüzünü kıble edinmiştir. Bu fikir tasavvuftaki “Hak yüzü mürşit yüzünden bilinir”

esasından kaynaklanır. Kamil insan Hakk’ın aynasıdır “Kıblemiz dost yüzü daimdir salât” dizesinin arka planındaki gerçek insan-ı kâmilin Hakk’la beraber olduğu gerçeğidir. Yoksa kıble iki değildir, mürşidin âsitânı (eşiği) ayniyle (Kâbe) kıbledir (Tatçı, 2005: 171). Yûnus bu durumu şöyle dile getirir.

“Âsitân-ı mürşidün gel kıble-i cân kılalum

Ol şeh-i şâhlar şâhın gel biz de mihmân idelüm” (200/4)

Bir beytinde de kıble mi yeğ gönül mü? Sorusuna gönül yeğ diyerek cevap vermiştir. Çünkü Hakk durağı gönüldedir.

“Gönül mi yig Ka‘be mi yig eyit bana ‘aklı iren Gönül yigdür zîrâ ki Hak gönülde tutar turakı” (366/7) 3.5.6. Seccade, Tesbîh

Yûnus namaz, secde, tesbîh ve diğer ibadetlerden maksadın Allah’a ulaşmak olduğuna inanır.

“Ben oruç-namaz için suçi içtim esridim

Tesbih seccade için dinlerem seşte kopuz” (106/9)

diyerek oruç, namaz için suçi (şarap) içtiğini, tesbîh ve seccade içinde şeşte kopuz dinlediğini söylemektedir. “suçi” ilahi aşkın remzidir. Şeşte ve kopuz ise vahdet zevkine işarettir. Çalgıdan maksat ruhları vahdet âlemindeki zevk ve hallerini hatırlatmaktır. Güzel sesin insani vecd’e getirmesi ise elest bezmindeki ilahi sesten kinayedir. Tesbîh ve seccade için musiki dinlemek Hakk’ı ezel halindeki bilinçle “idrak etmek” demektir (Tatçı, 2005: 172).

Tesbih, Allah’ı güzel isimleriyle zikretmek, Allah’ı her türlü eksiklikten ve O’nun yüceliği ile bağdaşmayacak her türlü nitelikten tenzih etmek anlamına gelir (Ünal, 2012: 180). Allah’ı anarken veya Hz. Peygamber’in öğrettiği duaları okurken sayıları şaşırmamak için kullanılan 33 ve 99 taneden oluşan çeşitli maddelerden yapılan dizi anlamında da kullanılmaktadır (MEB, 2009:

363). Bu konuyla ilgili bir âyette Allah Teâlâ “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.

Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ, 17/44) buyurarak yeryüzündeki her şeyin O’nu tesbih ettiğini belirtmiştir.

Yûnus’da ilhamını Kur’an-ı Kerim’den aldığını belirtircesine Kur’an’ın söylediklerini aynen dile getirerek kâinattaki her şeyin kendi diliyle Hakk’ı tesbîh ettiğini belirtmiştir. Benzer bir durumu “Ağar pervaze kuşlar tesbih okur ağaçlar” (315/2) dizesinde de görmek mümkündür.

Kulun yaratıcıya layık olması için şuurlu olarak tesbîh etmesi gerekir.

Esasen “söyleyen O’dur, söz O’nundur; bize ait tesbîh yoktur. Burada tasavvufi bakış açısının izleri görülmektedir. Bunu şöyle ifade eder Yûnus;

“Anı ana dirsin anun söyleyen ol söz anun

Ol bizümdür biz anun gayri tesbîh dilidür” (25/6)

Yûnus Emre, tesbîh konusunda “zikretmek anlamında”, “tesbîh okumak”

şeklinde bir deyim kullanmaktadır. Dervişlere âşık olan melekler, dervişler adına “tesbîh okurlar”. “Firişteler tesbîh okur zikir ider dervîşleri” (374/2).

Bir beyitte de Zâhid’in halk içinde tesbîh ile dolaştığını belirtir. “Sûfîyem halk içinde tesbîh elümden gitmez” (117/1) diyerek bu konuyu dile getirir.

3.5.7. Dua ve Salavat

Dua, Allah’a yalvarma (niyaz) demektir. Dua, insanın maddi ve manevi istek veya ihtiyaçlarını herhangi bir aracı olmaksızın doğrudan Allah Teâlâ’ya arz edip, yerine getirmesini dilemesidir (Öcal, 2015: 276). Dua ile ilgili olarak Yûnus’un divanında bir hayli beyit bulunmaktadır. “Dua kılmak”, “hayır dua kılmak”, “el götürüp şükreylemek” gibi deyimlerinde zikredildiği bu beyitlerde namaz sonun da dua kılmanın zaruret ve fazileti de işlenir.

“Namâzı kıl zikr eyle, Elün götür şükr eyle” (315/4)

Allah Teâlâ kendisine dua eden kimsenin duasına icabet edeceğini (Bakara, 2/186; A’raf, 7/55) belirtmiştir. Yalvararak tazarru ile yapılan dua Allah Teâlâ’ya yaklaştıran amellerdendir. Peygamber Efendimiz de bu konuyla ilgili olarak “Dua ibadetin özüdür.” (Tirmizi, Daavât, 1) buyurmuşlardır.

Dua birçok konuda yapılacağı gibi vefat eden kimseler için de yapılabilmektedir. Hz. Peygamber "Ölüye namaz kıldığınız zaman ona gönülden dua edin." (Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 59) buyurmuştur. Bu

yüzden Yûnus bu konuya eğilmiş ve dünyadan göçen (ölen) kişilerin arkasından hayır duada bulunulması için;

“Biz bu dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun” (231/1) demiştir. Sonra Şeyhi Tapduk Emre’ye ettiği dualardan bahsetmiştir.

“Yûnus sen Tapduk’la kılgıl dualar” (50/7)

Bir beytinde de erenlerin duasıyla ölü iken dirildiğini söyler. Bu hayat tabi ki ilahi hayattır.

“Nur bana İsa oldu erenler dua kıldı

“Nice kesin topraktan ben örü durup geldim” (217/5)

Yûnus’a göre, âşık aşk halinde duadan, selamdan, zikirden ve tesbîhten geçer. Aşk bunların cümlesini garet (yağma) eder.

“Ne dua kılam ne selam, ne zikrü tesbih kılam Bu beş vakit namazımı aşkın garet eyledi” (364/5)

Salavat Hazreti Peygambere samimi bir ilticadır. Hz. Peygambere duyulan sevgi ve muhabbetin ifadesi olan salât-u selâm Kur’an’ın emriyle her Müslümana görev olarak verilmiştir. Hadislerde de Hz. Peygamber’in ismi anıldığı vakit salavat getirmek gerektiği, getirilen salavatları kendisine ulaştıran görevli melekler bulunduğu, duaların ancak onunla kabul edildiği, ahirette kendisine en yakın olanın bu dünyada en çok salavat getirenler ve insanların en hayırlısının çokça salavat getirenler olduğu zikredilmektedir (Yücer, 2005: 253).

Bir hadislerinde Peygamber Efendimiz “Kim bana bir salâvat getirirse Allah Teâlâ bu yüzden o kimseye on misli mağfiret eder.” (Müslim, Salât, 70) buyurmuşlardır bu yüzden Yûnus, Hz. Muhammed’e verilen salavatın günahları eriteceğini söyler.

“Ol ‘âlem fahri Muhammed nebîler serveridür Vir salâvât ‘ışkıla ol günâhlar eridür” (81/1)

Sonraki beyitlerinde ise sık sık içe dönük bir üslup takınmak suretiyle kendisine yalvararak, Allah’ın sevgili peygamberi olan Hz. Muhammed’e aşk ile salavat getirmesi gerektiğinden bahseder;

“Yûnus yalvar getür Hakk'a salâvât

Hak'un dostı Habîb'i Mustafâ'dur” (100/7)

“Yûnus Nebî salâvâtın ‘ışkıla degürse gerek” (136/11)

“Yûnus Emrem sen gine Mustafâ'ya kıl selâm” (321/7)

Bir şiirinde de sabah abdest alınıp üç kez salavat getirdikten sonra güneşe bakılması gerektiğini söyler.

“Tanla turu gelgil elini suya vurgıl

Üç kez salavat vergil ondan bakgıl güneşe” (341/2)

3.6. Oruç ve İlgili Mefhumlar 3.6.1. Oruç

Sözlükte bir şeyden uzaklaşmak manasında olan oruç (MEB, 2009: 290), terim olarak imsak vaktinden itibaren, güneşin batışına (akşam namazı vaktine) kadar yemeden, içmeden ve cinsel ilişkiden uzak durmak anlamındadır (Öcal, 2015: 356). Oruç, Hz. Peygamberin hadislerinde belirttiği gibi İslâm’ın beş esasından (Buhari, İman, 34, Müslim, İman, 8) biridir. Bununla ilgili olarak Yüce Allah “Ey iman edenler! Oruç, Sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de farz kılındı.” (Bakara, 2/183) buyurarak bu ibadetin farz olduğunu belirtmiştir.

Yûnus da dinin bu iki asıl kaynağından hareketle orucun Tanrı buyruğu olduğunu ve Müslüman olan kişinin orucunu tutması gerektiğini kendisinden öğüt isteyenlere tavsiye etmiştir.

“Benden öğüt ister isen eydiverem bildiğimden

Budur Çalab’ın buyruğu tutun oruç, kılın namaz.” (109/2)

Oruç, Kur’an-ı Kerim’de savm (Meryem, 19/26) ve sıyam (Bakara, 2/183) olarak geçmektedir. Yûnus, orucun Arapça karşılığını kullandığı bir beytinde de insanları oruç tutmaya, namaz kılmaya ve Allah’ı zikretmeye şöyle çağırır;

“Gündüz olalum sâ'im, Gice olalum kâ'im Allah diyelim daim Allah görelim neyler” (71/6)

Tasavvufta, âşıklar, oruç ve namazlarını aşk ile tutup kılarlar bunun için Yûnus, “Ben oruç namaz için suçi içtim esridim.” (106/8) der. Buradaki suçi (şarap) ilahi aşkın remzi başka deyişle sembolüdür. Yûnus, şekli bir ibadete (oruca) takılıp kalınmaması gerektiğini vurgular. Ona göre insan sadece namazına ve orucuna güvenmemelidir. Çünkü tasavvufta niyaz ve naz ehli şeriattan hakikate vasıl olmuştur. Hakikat, şeriatın batını olduğundan dolayı derviş şeklî bir ibadete takılıp kalmaz. Zaten âşık kimse seçkinlerin seçkini olarak bu şekli ibadetlerden azattır. Zira böyle bir oruç, naz ve niyaz makamında kusurdur (Tatçı, 2005:173).

“Orucuna güvenme namâzuna tayanma

Cümle tâ‘at tak olur nâz u niyâz içinde.” (302/13)

“Oruç-namâz zekât hac cürm ü cinâyet durur Fakîr bundan âzâddur hâss-ı havâs içinde” (303/4)

Yukarıda geçen beyte benzeyen bir beytinde bu ibadetlerin aslında hakikate ulaşmada bir perde olduğunu söylemiştir.

“Oruc-namâz gusl u hac hicâbdur ‘âşıklara

‘Âşık andan münezzeh hâssü'l-havâs içinde” (302/14)

3.6.2. İftar

Oruç tutulan günün sonunda oruçlu kimsenin vakti gelince usulüne uygun biçimde orucunu açması anlamına gelen (Şener, 2000: 517) iftar kelimesi, Yûnus’un beyitlerinde daha çok tasavvufi bir bakış açısıyla ele alınmıştır.

Yûnus âşık’ın mütevazı bir hayat içinde “halvette riyâzet” etmesi gerektiğini söyler. Âşık dünyadan elini çekmeli, eliyle arpa ekip ununa yarı kül katarak güneşte kurutmalı ve nefsine üç günde bir bu ekmekten yedirterek iftar etmelidir.

“Dünyâdan gönlini çeke eli ile arpa eke Unına yarı kül kata güneşde kurutmak gerek Aceb anı niçe yiye nefsi dilerse yiyleye

Kaçan kim iftâr eyleye üç günde bir itmek gerek” (140/4-5)

Yûnus’un kanaat, yokluk ve sabrı kastederek çizdiği bu tablo tam bir halvet halidir. Âşık’ın orucundan maksat halvettir37 (Tatçı, 2005:174).

3.7. Hac ve İlgili Mefhumlar

Sözlük manası yönelmek, ziyaret etmek olan hac, dini terim olarak ise

‘Mekke şehrinde bulunan Kâbe’yi ve civarındaki kutsal yerleri özel vakti içinde usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menâsiki (tören ve uygulamaları) yerine getirmek demektir (Yücel, 2006:

514). İslam’ın temel şartlarından birisi olan hac, gücü yetenler için Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır (Âl-i İmrân, 3/97).

Yûnus Emre, şiirlerinde hac ibadetinin şeklî yani nasıl yapılması gerektiğine dair herhangi bir görüşe rastlanmamaktadır. Bu kavram bazen tasavvufi anlamıyla bazen de gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Tasavvufi mana kastedilerek kullanımına örnek olarak Yûnus şöyle der;

“Oruç, namaz, zekât, hac cürmü cinayet durur Fakir bundan azaddır hass-ı havas içinde” (303/4)

Yani “Hass-ı Havas” (seçkinlerin seçkini) olan kişi hakikat makamındadır.

Bu makamda “zahiri hac” tan bahsetmek cürm (kusur) dur. Başka bir beyinde ise Yûnus, zahiri yani şekilsel olarak yapılan bir haccın âşıklara hicap (perde, örtü) olduğunu söyler. Ariflerin haccı bir insanın gönlüne girip gönül yapmaktır böylece Allah’ın evine gitmiş kadar sevap alınır. (Tatçı, 2005: 174).

“Oruç, namaz, guslü, hac hicaptır âşıklara” (302/14)

“‘İlm ü ‘amel ne assı bir gönül yıkdunısa

‘Ârif gönül yapdugı berâber hicâz ile” (335/12)

Yûnus’a göre insanın ilmi, çok bilmesi ve amelinin olması bir fayda vermez.

Zira o, gönül kırmamayı, bir gönül almayı hicaza gitmek kadar önemli

37Halvet: Arapça, yalnız kalıp, tenha bir köşeye çekilmek demektir. Tasavvufta ise, zihinsel konsantrasyonu ve bazı özel zikirlerle riyazetleri gerçekleştirmek üzere, şeyhin müridini, karanlık, dış dünyadan soyutlanmış bir yere, belirli bir süre için koymasıdır. Halvette esas gaye, düşünceyi Allah'tan gayri her şeyden uzak tutmaktır (Cebecioğlu, 2005).

görmektedir. Hatta bir gönül yıkan ona göre bin kez hacca gitse bile o haccın ona faydası olmaz (91/5).

“Ak sakallu pîr koca bilmez ki hâli nice

Emek yimesin hacca bir gönül yıkarısa” (299/3)

“Bin kez hacca vardunısa bin kez gazâ kıldunısa Bir kez gönül sıdunısa gerekse yüz yıl yol dokı” (366/6)

Hacca giderek hac ziyaretini yerine getiren kişilere hacı denilir. “Yûnus hacı kelimesini müftü ile yan yana kullanır. Bu hacca gitmenin faziletini göstermesi bakımından önemlidir. Müminin miracı kendi benliğinden geçmesidir. Fenafillah’a ulaşan kişinin durumu Hz. Peygamber’in miracına benzetilir. Bu kişi müftüden de hacıdan da daha büyüktür” (Bars, 2016b:

301).

“Yakındur işümün ucı azapdur müftî vü hâcı

Göreyin diyen mi’râcı miskînligin dutsun dimiş” (122/2)

Yûnus bir beytinde ise yılda yetmiş bin hacının “hacca niyet” eylediğini Kâbe’yi ve Hz. Muhammed’in makamını ziyaret ettiğini anlatır. Zira Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde “Ey İnsanlar! Allah size haccı farz kıldı o halde haccedin” (Müslim, Hacc, 412) buyurmuş ve inananları hacca gitmeye teşvik etmiştir. Başka bir beyitte ise Ka’beyi ziyaret etmek istediğini ve Hz. Muhammed’in nurunu gözüyle görmek istediğini ifade etmiştir (Emre, 2013: 814). Burada gerçek anlamında kullandığı hac kavramını Yûnus şöyle işlemiştir.

“Yılda yetmiş bin hacı her biri niyet eder

Varır ziyaret eder nurunu Muhammed’in” (145/6)

“Allah evi ziyâreddür ben anda varmak isterin

Muhammed’ün güzel nurın gözümle görmek isterin” (Emre, 2013: 154) 3.7.1. Kâbe

Mekke’de bulunan ve Müslümanların ibadetleri esnasında yöneldikleri kutsal bir yer olan Kâbe yeryüzünde ibadet amacıyla yapılan ilk binadır.

Allah’ın emriyle Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapılmıştır (Öcal, 2015:392). Namazı kıbleye dönerek kılmak şarttır (Âl-i İmrân, 3/97).

Yûnus ise Kâbe’yi bazı beyitlerinde gerçek bazı beyitlerinde ise tasavvufi bir anlamda kullanmıştır. Tasavvufi anlamda Kâbe mürşid-i kâmilin eşiği yahut gönlü olarak görülmektedir. Gönül tecelli mahalli oluşuyla mukaddes bir Kâbe’ye benzetilmektedir. Hatta Yûnus gönlü Kâbe’den de üstün görür.

“Asitan-ı mürşidin gel kıble-i can kılalım” (200/4)

“Gönül mü yek ka’be mi yek ayıt bana aklı eren Gönül yeğdir zira ki hak gönülde tutar durağı” (366/7)

Yûnus Emre, Kâbe’ye varmanın meşakkatli bir yol olduğunu bu yolda bulunan muğaylan dikenlerinin âşıkların ayakları altında “harir” yani ipeğe dönüştüğünü anlatır. Aslında burada tasavvufi bir bakış açısı vardır.

Yûnus’un buradaki kastı tasavvuftaki seyr-ü sülûkun zorluklarıdır. Âşıklar, bu zorlu manevi yollardan aşıp Kâbe’ye (birlik makamına) ulaşmış olurlar (Tatçı, 2005: 175).

“Yûnus tevecüh edeli ka’bei başka cânilen Oldu muğaylan dikeni ayağ altında harir” (59/6)

Yûnus, dervişlerin makamlarının ulu olduğunu “müdde-i zahidin” (şeri hakikatleri anlamayan softanın) yüz kez Kâbe’ye gitse bile bu ulu makamı anlamayacağını söyler.

“Müdde-i bizi görmez gözüne girer sevüz Gerekse yüz varsın ka’beye ulu hacca” (342/4)

Yûnus birkaç beyitte de Kâbe’yi gerçek anlamda kullanılmıştır. Ona göre Kâbe Hz. İbrahim tarafından imar edilmiştir. Hz. İbrahim “tevhid inancının babası” olduğu gibi Kâbe’de, zati tevhidin sembolüdür (Tatçı, 2005: 175).

“İbrahim ile Mekke’ye bünyad bıragandayıdum” (168/7) İbrâhîm Halîl geldi Ka‘be'ye bünyâd urdı” (396/3)

diyerek bu konuya işaret eder. Bünyad temel, asıl manalarında Kâbe anlamına gelir. Yûnus insanları dürüstçe kazanıp yemeye ve yedirmeye davet eder. Gönül kazanmayı yüz Kâbe ziyaretinden üstün görür.

“Dürüs kazan ye yedir bir gönül ele getir.

Yüz ka’be den yiğrektir bir gönül ziyareti” (380/4)

Yûnus, insan Kâbe’yi eşiği olarak bilmelidir der. Zira Allah Kâbe’yi insanlar için medar-ı hayat kılmıştır. Bu durum Kur’an’ı Kerimde ki bir ayette “Allah, Kâbe´yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı (Maide, 5/97) şeklinde belirtilmektedir. Yûnus,

“Ka‘be senün işigündür eyle bil” (296/5) diyerek bu hususu dile getirir.

Ayrıca nasiplenmenin Hakk tarafından olduğunu, Kâbe’ye varmakla elde edilemeyeceğinin belirtir.

“Hakk’dan imiş canlara cümle nasip Olmaz imiş ka’beye varmak ile” (296/4) 3.8. Zekât- Sadaka

Sözlük manası temizlik, bereket olan zekât, konusunda divanda çok fazla bilgi mevcut değildir. Ama Yûnus yer yer bu konuya değinmiştir. Yûnus zekât vermeyen zenginleri “Bin kızılı varsa birisi gelmez işe” (341/5) diyerek bunların bir işe yarayamayacağını söyleyerek tenkit eder. Zira Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah “Namazı kılın zekâtı verin.” (Bakara, 2/110) buyurmuş ayrıca “Zekâtı fakirlerin zenginler üzerindeki hakkı” (Zariyât, 51/19) olarak görmüştür. Bu yüzden Yûnus, hakiki Müslüman kazancından miskinlere vermesi gerektiğini ifade etmektedir. “Ele geçirdiğini miskinlere harç eyle” (51/4) diyerek bu konuya açıklık getirir. İnsanın bu dünyaya takılıp düşmeden geçip gitmesi için kazandığı malından Tanrı için vermesi gerekir.

“Geçüp gitmek dilerisen yâ düşmeyeyin dirisen

Şol kazandugun mâlunı Tanrı'yıçün virmek gerek” (137/6)

Kazandığı malını “Allah için” verebilen cömert kişi sırat köprüsünü kolay ve düşmeden geçer. Esasen Kur’an-ı Kerimde, mü’minlerin hepsinin infakı meziyetinden olduğu vurgulanarak “O takva sahibi olanlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar” (Âl-i İmrân, 3/134) buyurulmaktadır.

İnsanın cehennemden kurtulabilmesi için yoksulları hoş görmesi ve onlara kazandığından vermesi gerekir.

“Kazandığını veriben yoksulları hoş görüben

Hakk hazretine varıban oddan o kurtulmak gerek” (137/7)

Yûnus, zekât ibaresinin bizatihi geçtiği bir beytinde zekâttan İslam’ın diğer şartları olan oruç, namaz ve hacla birlikte bahseder. Ona göre insan eğer nefsinden vazgeçmezse, nefsini ıslah edip düzeltmezse namazı, orucu, zekâtı vb. onun için birer kusur, kabahat olur. Bütün ibadetlerin temel hedefi nefsin arzularına dizginlemektir. İbadetler kendi benliğinden geçme, nefsini yok etme, Allah’la birlikte olmayı sağlamıyorsa içi boş birer davranıştan öteye geçmezler (Bars, 2016b: 302).

“Oruç, namaz, zekât, hac cürmü cinayet durur Fakir bundan azaddır hass-ı havas içinde” (303/4)

“Ne kadar çok ise mâlun ecel sana sunar elin

Ne assı eyledi Kârûn bu dünyâya batmış iken” (273/8)

“Ol mâl ki Halîl'ündür hayırlara yilterler anı

Ol mâl ki Kârûn'undur ıssı hîç râhat bulımaya” (316/3)

Yûnus Emre, Risalelün- Nüshiyye’de zekâtsız sürünün ve sadakasız malın istenmeyen bir hal olduğun belirtmiştir. Daha sonra zekât konusu kârun kıssası38 ile somutlaştırarak vermiş ve kârun gibi dünya malına tapan bir kişinin malının zekâtını vermediğini, sahip olduğu maldan bir fayda bulamadığını ve onunla birlikte yere battığını ifade etmiştir.

“Zekâtsuz hayvanat sadakasuz mal

Ne berhurdar ola bunun gibi hal” (R.N/340)

“Diyelim dinle Karun’un zevalin,

Verüp imanını virmedi malın” (R.N/371)

“Çü Karun’a malıçn buyruk indi, Zekâtı virmedi vi dini döndi” (R.N/372)

“Diyecek virmezem yir yutdı anı

Topugından dizine geldi canı” (R.N/372)

38 Kur’an’da Karun’un Hz. Musa döneminde yaşadığı birçok hazineye sahip pek zengin bir insan olduğu Allah’ın kendisine verdiği mal ve zenginlikten dolayı üstünlük taslayarak kibirlendiği ve sarayıyla beraber yere battığı belirtilmektedir (Kasas, 28/76–81)

.

Yûnus, zekâtı vermeyenleri de uyararak zekâtı verilmeyen malın Karun’un başına geldiği gibi ahirette ateşten zincir olarak kişinin boynuna dolanacağını ve azabına sebep olacağını ifade etmiştir.

“Ki oddan zencir iderler malını

Kamu âlem göre anun halını” (R.N/391) “Olup zencir mal boynuna düşer

Halayık am u has hep ana düşer” (R.N/392) “Zekâtın virmeyenün hâlı budur

Olur Boynına zencir malı budur” (R.N/394) 3.9. Kur’an Okumak ve Dinlemek

Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’e gönderilen vahiylerden oluşan ve bozulmadan günümüze ulaşan tek ilahi kitaptır. Kur'an-ı Kerim Allah kelamıdır. Buna canı gönülden inanan müminlere göre, Onu okumak ecir ve sevabı çok fazla olan bir ibadettir (Aydın, 2002: 127). Kur’an okunurken onu dinlemek Allah’ın emridir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ “Kur’an okunduğu zaman susun ve onu dinleyin” (A’râf, 7/204) buyurarak bu emrin yerine getirilmesini istemiştir. Hz. Muhammed’de “Kim Allah’ın kitabından bir âyet dinlerse onun için kat kat sevap yazılır. Kim de onu okursa kıyamet günü onun için bir nur olur” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 341) hadisiyle bu konunun önemine dikkat çekmiştir. Yûnus’da bu ayet ve hadisten esinlenerek şöyle der.

“Okuna Kur’an-u Yasin kulak urup dinleyesin

Dağca günahın yuyasın tanla seher vaktinde dur” (88/6)

Yûnus, böylece insanları sabah namazını kılmaya davet ederken aynı zamanda okunan Kur’an-ı Kerim’i dinlemeye çağırmaktadır. Yûnus, Kur’an’ı okuyup bilgi sahibi olan ve edindiği bu bilgiyle amel etmeyen

Yûnus, böylece insanları sabah namazını kılmaya davet ederken aynı zamanda okunan Kur’an-ı Kerim’i dinlemeye çağırmaktadır. Yûnus, Kur’an’ı okuyup bilgi sahibi olan ve edindiği bu bilgiyle amel etmeyen