• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABĐLĐM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABĐLĐM DALI"

Copied!
226
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABĐLĐM DALI

SENDĐKALI KADINLARIN GÜNDELĐK YAŞAM PRATĐKLERĐ VE SENDĐKAL FAALĐYETLERE KATILIMLARI ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ:

EĞĐTĐM SEN ÖRNEĞĐ

Yüksek Lisans Tezi

Ayşenur YILDIRIM

Ankara-2011

(2)

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABĐLĐM DALI

SENDĐKALI KADINLARIN GÜNDELĐK YAŞAM PRATĐKLERĐ VE SENDĐKAL FAALĐYETLERE KATILIMLARI ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ:

EĞĐTĐM SEN ÖRNEĞĐ

Yüksek Lisans Tezi

Ayşenur YILDIRIM

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mutlu BĐNARK

Ankara-2011

(3)

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABĐLĐM DALI

SENDĐKALI KADINLARIN GÜNDELĐK YAŞAM PRATĐKLERĐ VE SENDĐKAL FAALĐYETLERE KATILIMLARI ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐ:

EĞĐTĐM SEN ÖRNEĞĐ

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mutlu BĐNARK

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı Đmzası

……… ………..

……… ………..

……… ………..

………. ………..

……….. ………..

……….. ………..

Tez Sınavı Tarihi ………...

(4)

TEŞEKKÜR

Öncelikle bu çalışmanın ortaya çıkma sürecinde katkı sunan kişilerin desteklerinin benim açımdan teşekkürün çok ötesinde, değeri ölçülemez anlamları var. Bu nedenle bu bölümü emeklerinin bir karşılığı olarak değil adlarını anma fırsatı olarak gördüğümü belirtmek isterim.

Disiplini ve çok yönlü bakış açısıyla beni her daim yüreklendiren, çalışma azmine imrendiğim ve hiç bitmeyen enerjisi ve üretkenliğini örnek aldığım sevgili tez danışmanım Prof. Dr. Mutlu Binark’a teşekkür ederim.

Çalışmanın tamamlanabilmesi için birlikte geçirebildiğimiz kısıtlı zamanlardan çalmama büyük bir hoşgörü gösteren, çıktığım her yolda elimi bir an olsun bırakmayan, sevgili yol arkadaşım Erdal Eroğlu’na varlığı için sonsuz teşekkürler.

Yıllardır süren eğitim hayatım için kendi hayatlarından çalıp büyük fedakarlıklar gösteren güzel yürekli annem ve babama; çizdiğim yola saygı gösteren, ‘ağabeyi’

olmanın verili toplumsal avantajlarından faydalanmayarak gündelik hayatta işimi kolaylaştıran, varlıklarıyla kendimi şanslı hissettiğim Serkan ve Servet’e minnettarım.

Yüksek lisans boyunca aynı süreçlerden geçtiğim ve her tür paylaşımda bulunabildiğim dostum Onur Çalı’ya, görüşmelerin ayarlanması ve sendikal dokümanlara erişim konusunda yardımcı olan Arzu Acar’a; yetişemediğim noktada yapılan görüşmelerin deşifreleri için ricamı geri çevirmeyen sevgili arkadaşlarım Ayşe Tezgel, Canan Demir, Gökçe Deniz Đnci ve Özlem Keçeci’ye; bu süreçte halimi hatırımı soran bütün arkadaşlarıma ve son olarak hayatlarını tüm içtenlikleriyle bana

(5)

anlatmayı kabul eden ve anlatılarıyla bu tezi mümkün ve özgün kılan Eğitim Sen’li kadınlara teşekkürü bir borç bilirim.

(6)

i ĐÇĐNDEKĐLER

ĐÇĐNDEKĐLER ... i

KISALTMALAR ... iv

TABLOLAR ... vii

ŞEKĐLLER ... ix

GĐRĐŞ 1. TEMEL KAVRAMLAR ... 4

1.1. Emek ve Kadın Emeği ... 4

1.2. Sendika ... 9

1.3. Gündelik Yaşam ... 11

1.4. Ataerki ve Toplumsal Cinsiyet Rejimi ... 21

2 KAVRAMSAL ÇERÇEVE ... 31

3. AMAÇ VE KAPSAM ... 40

4. YÖNTEM VE SINIRLILIKLAR ... 43

BĐRĐNCĐ BÖLÜM TÜRKĐYE’DE KADIN EMEĞĐ, KADINLARIN SENDĐKAL FAALĐYETLERE KATILIMI 1.1. Türkiye’de Kadın Emeği ... 49

1.1.1. Türkiye’de Kadınların Đşgücüne Katılım ve Đstihdam Oranları ... 56

1.1.2. Türkiye’de Kadınların Đşgücüne Dâhil Olmama Nedenler ... 65

(7)

ii

1.2. Türkiye’de Kadınların Sendikal Faaliyetlere Katılımı ... 68

1.2.1. Türkiye’de Sendikalardaki Mevcut Durum ... 69

1.2.2. Kadınların Sendikalara Üyeliklerini ve Sendikal Faaliyetlere Katılımını Etkileyen Faktörler ... 75

ĐKĐNCĐ BÖLÜM EĞĐTĐM SEN’LĐ KADINLARIN SENDĐKAL FAALĐYETLERE KATILIMI VE GÜNDELĐK YAŞAM PRATĐKLERĐ ARASINDAKĐ ĐLĐŞKĐNĐN ANALĐZĐ 2.1. Eğitim Sen’in Örgütlenme Tarihçesi ... 85

2.2. Eğitim Sen’in Temel Đlkeleri ve Örgütlenme Biçimi ... 91

2.3. Eğitim Sen ve Kadın Politikası ... 94

2.3.1. Eğitim Sen’in Kadın Çalışmaları Tarihi ... 94

2.3.2. Eğitim Sen Tüzüğü, Kongre ve Kurultay Kararları ... 96

2.3.3. Eğitim Sen’in Kadın Politikası ... 99

2.4. Eğitim Sen’li Kadınların Sendikal Faaliyetlere Katılımı ve Gündelik Yaşam Pratikleri Arasındaki Đlişkinin Analizi ... 102

2.4.1. Sendika Üyeliği ve Sendikal Faaliyetlere Katılım. ... 104

2.4.2. Kadınların Bir Günü Üzerinden Gündelik Yaşamı ... 129

2.4.3. Ev Đçinde Cinsiyetçi Đşbölümü ve Duygusal Bakım Emeği ... 142

2.4.4. Kadınların Gözünden Eğitim Sen ... 158

(8)

iii

SONUÇ VE DEĞERLENDĐRME ... 180

KAYNAKÇA ... 191

ÖZET ... 207

ABSTRACT ... 208

EKLER ... 209

(9)

iv KISALTMALAR

ANADOLU EĞĐTĐM-SEN : Anadolu Eğitim Öğretim ve Bilim Hizmetleri Sendikası

ANADOLU KAMU SEN : Anadolu Kamu Sendikaları Konfederasyonu AND-SEN : Anadolu Eğitim Çalışanları Birliği Sendikası ATA EĞĐTĐM SEN : Ata Eğitim Bilim ve Kültür Çalışanları

Sendikası

BASK : Bağımsız Kamu Sendikaları Konfederasyonu

ÇES : Çağdaş Eğitimciler Sendikası

DĐSK : Devrimci Đşçi Sendikaları Konfederasyonu

EĞĐT-DER : Eğitimciler Derneği

EĞĐT-SEN : Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası EĞĐTĐM BĐR-SEN : Eğitimciler Birliği Sendikası

EĞĐTĐM HAK-SEN : Eğitim, Öğretim ve Bilim Çalışanları Hak Sendikası

EĞĐTĐM-ĐŞ : Eğitim ve Bilim Đşgörenleri Sendikası EĞĐTĐM SEN : Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası

HAK-ĐŞ : Türkiye Hak Đşçi Sendikaları Konfederasyonu

HAK-SEN : Kamu Çalışanları Hak Sendikaları

Konfederasyonu

HÜR EĞĐTĐM-SEN : Hürriyetçi Öğretim Bilimleri Hizmetleri Sendikası

(10)

v HÜR KAMU-SEN : Hürriyetçi Kamu Çalışanları Sendikaları

Konfederasyonu

ICFTU : Uluslararası Hür Đşçi Sendikaları

Konfederasyonu

ILO : Uluslararası Çalışma Örgütü

KAM-SEN : Kamu Çalışanları Sendikaları

KASAUM : Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi

KESK : Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu

KĐT : Kamu Đktisadi Teşebbüsleri

KÖDF : Köy Öğretmenler Dernekleri Federasyonu

KUVAYI EĞĐTĐM SEN : : Kuvayı Milliye Eğitim Sendikası MEMUR-SEN : Memur Sendikaları Konfederasyonu

ÖZGÜR EĞĐTĐM-SEN : Özgür Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası

SSK : Sosyal Sigortalar Kurumu

TEÇ-SEN : Tüm Eğitim Çalışanları Sendikası

TEM-SEN : Tüm Eğitimciler ve Eğitim Müfettişleri Sendikası

T.ĐLK-SEN : Türkiye Đlkokul Öğretmenleri Sendikası TĐSK : Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu TÖB-DER : Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma

Derneği

TÖDMF : Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli

Federasyonu

(11)

vi

TÖS : Türkiye Öğretmenler Sendikası

TÜRK EĞĐTĐM-SEN : Türkiye Eğitim ve Öğretim Bilim Kültür Hizmet Kolu Çalışanları Sendikası

TÜĐK : Türkiye Đstatistik Kurumu

TÜM EĞĐTĐM BĐR SEN : Tüm Eğitimciler Birliği Sendikası TÜRK-ĐŞ : Türkiye Đşçi Sendikaları Konfederasyonu TÜRK EĞĐTĐM-SEN : Türkiye Eğitim ve Öğretim Bilim Hizmetleri

Kolu Kamu Çalışanları Sendikası

TÜRKĐYE KAMU-SEN : Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu

(12)

vii TABLOLAR

Tablo 1: Gündelik Yaşam Teorilerinin Karşılaştırılması ... 15

Tablo 2: Dünyada Đşgücüne Katılım, Đstihdam ve Đşsizlik Oranları ... 57

Tablo 3: Türkiye’de Đşgücüne Katılım, Đstihdam ve Đşsizlik Oranları ... 58

Tablo 4: Đstihdam Edilen Kadınların Đstihdam Alanları ... 59

Tablo 5: Đşyeri Durumuna Göre Đstihdam Edilenler ve Cinsiyet Oranı ... 60

Tablo 6: Đktisadi Faaliyet Koluna Göre Đstihdam Edilenler ve Cinsiyet Oranı, Kent ... 61

Tablo 7: Hizmet Kolları ve Cinsiyetleri Đtibariyle Kamu Görevlileri Sayısı 2008-2009 ... 62

Tablo 8: Kadınlar Çalışmamalıdır” Diyenlerin Gerekçeleri ... 66

Tablo 9: Ev Đşlerinin Kim Tarafından Yapıldığı ... 67

Tablo 10: 0-5 Yaş Arası Çocuk Bakımının Kimin Gerçekleştirdiği ... 68

Tablo 11: Kamu Grevlileri Sendikaları Konfederasyonlarının Zorunlu Organlarında Görev Alan Yöneticilerin Hizmet Kolları ve Cinsiyet Đtibariyle Dağılımı 2009 ... 69

Tablo 12: Đşçi Ve Đşveren Sendikaları Konfederasyonlarının Zorunlu Organlarında Görev Alan Yöneticilerin Đşkolları Ve Cinsiyet Đtibariyle Dağılımı 2009 ... 70

Tablo 13 Kamu Görevlileri Sendikalarının Zorunlu Organlarında Görev Alan Yöneticilerinin Hizmet Kolları Ve Cinsiyet Đtibariyle Dağılımı 2009 ... 71

(13)

viii Tablo 14: Hizmet Kolları Ve Cinsiyetleri Đtibariyle Kamu Görevlileri

Sendikalarına Üye Sayıları ... 73 Tablo 15: Kamu Görevlileri Sendikaları Ve Üye Sayıları

(Eğitim, Öğretim Ve Bilim Hizmet Kolundaki Kamu Görevlileri

Sendikaları Üye Sayısı Ve Sendikalaşma Oranı) ... 74 Tablo 16: Görüşülen Kadınların Profili ... 104

(14)

ix ŞEKĐLLER

Şekil 1: Kamu Kurumlarında Memurların Cinsiyete Göre Dağımı ... 64 Şekil 2: Kamuda Üst Düzey Yöneticilerin Cinsiyete Göre Dağılımı ... 65

(15)

GĐRĐŞ

Günümüz kapitalist toplumlarında kadın istihdamı sermayenin ihtiyaçlarına göre ataerkil toplumsal sistem tarafından belirlenmektedir. Esas olarak ücretli iş erkek işi olarak görülmekte, ev işleri bakım işleri kadın işi olarak nitelenmektedir.

Kadınların işgücü piyasalarıyla ilişkisi, ev içerisinde gerçekleştirmiş olduğu işlerin (duygusal/bakım emeği niteliğinin) algılanışının bir yansıması şeklindedir.

Günümüzde, teknolojik gelişmelerle gündelik yaşam pratiklerinde birçok kolaylık sağlanmasına rağmen özel olarak bu durum kadınların ataerkil ideolojiden kaynaklı ev kadınlığı ve annelik gibi toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldırmamıştır.

Özetle toplumda yaygın olarak kabul gören ‘kadınların ev dışında çalışmaları sonucunda ev işlerinin tam anlamıyla yapılamayacağı ve çocukların doğru dürüst yetiştirilemeyeceği’ yönündeki baskın anlayış hala sürmektedir. Dolayısıyla kadın sorunu erkeklerin kadınlar üzerinde sadece ev içindeki denetimi olarak değil aynı zamanda günümüzdeki kapitalist üretim ve toplumsal ilişkilerin bir sonucu olarak kadınların hem ev içi hem de işgücü piyasasındaki emeğinin ataerkil ideoloji aracılığıyla denetimi biçiminde algılanmalıdır. Ailede süregelen ataerkil ilişki kapitalizmle birlikte toplumsal yaşamın/ilişkilerin her alanında derinleşmeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Kapitalist toplumda bu eşitsizlik ve iktidar biçimleri yeni biçimler alarak sürdürülmektedir. Özellikle küreselleşme süreciyle uygulanan neo- liberal politikalar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da arttırmıştır. Yalnızca iktisadi politikalardan oluşmayan bu süreç bütünsel olarak toplumsal yapı ve ilişkileri dönüştürmüştür. Bu dönemlerde değişen üretim organizasyonuna bağlı olarak ucuz ve esnek emek biçiminde istihdam edilen kadın emeği kapitalist iş gücü piyasaları için üretimin vazgeçilmez unsuru olmuştur. Diğer taraftan sermaye

(16)

2 birikimi süreciyle ilişkili olarak eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerin metalaşma süreci hızlanmıştır. Genel olarak kamunun yeniden yapılandırılması ve bu kapsamda yeni personel rejimi kamuda da iş gücü piyasalarına benzer bir biçimde esnek ve güvencesiz istihdam rejimlerinin benimsenmesine yol açmıştır. Kadınlar kamuda ağırlıklı olarak toplumsal rollerine uygun işler olarak kabul edilen eğitim ve sağlık hizmetlerinde istihdam edildiği dikkate alındığında kamudaki neo-liberal dönüşümün en çok kadınları etkilediği söylenebilir. Örneğin eğitim hizmetleri alanında istihdamın giderek önemli bir kısmını oluşturacak sözleşmeli ve ücretli öğretmen alımlarının yaygınlaştırıldığı gözlemlenebilir. Hem işgücü piyasalarında hem de kamu kesiminde gerçekleşen bu dönüşümün kadınlara yönelik en önemli etkilerinden biri de siyasal ve toplumsal yaşamlarıdır. Nitekim kadınlar için gündelik yaşam sadece ev ve iş alanlarından ibaret olmamakta siyasal ve sosyal yaşamı da içermektedir. Buradan hareketle bu çalışmada kadınların, ev içerisinde, çalışma hayatlarında, siyasal ve sosyal yaşamlarında gerçekleştirmiş oldukları pratikleri/eylemleri dâhil eden bir çerçevede Türkiye’deki Eğitim Sen’li kadınların sendikal faaliyetlere katılımı ile ataerkil ideolojinin şekillendirdiği gündelik yaşam pratikleri arasındaki ilişki analiz edilecektir.

Çalışmanın hareket noktası kadınların gündelik yaşam pratiklerinin sendikal faaliyetlerini nasıl ve ne yönde etkilediğidir. Bu açıdan gündelik yaşam teorisinin çerçevesi önem kazanmaktadır. Henry Lefebvre’ye göre günlük yaşamın incelenmesi kapitalizmin hareket yapısını mercek altına almasından ötürü önemlidir. Gündelik yaşam kapitalist ve ataerkil denetimin somutlaştığı birçok yaşam pratiğini içermektedir. Çalışmada bu pratiklerden biri olan sendikal mücadele

(17)

3 incelenmektedir. Bunun temel gerekçesi sendikal mücadele içerisinde yer alan kadınlar üzerinde kapitalizmin ve ataerkinin denetiminin yoğun biçimlerde olmasıdır.

Bu kapsamda çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın girişi, temel kavramlar, kavramsal çerçeve, amaç ve kapsam yöntem başlıklarından oluşmaktadır.

Temel kavramlar başlığında çalışma süresince analize dâhil edilecek olan emek ve kadın emeği, sendika, gündelik yaşam, ataerki ve toplumsal cinsiyet rejimleri kavramları ele alınacaktır.

Çalışmanın birinci bölümünde “Türkiye’de Kadın Emeği ve Kadınların Sendikal Faaliyetlere Katılımı” tartışılacaktır. Bu bölümde Türkiye’de kadın emeğinin durumu ve Türkiye’de kadınların sendika üyelikleri ampirik bulgu ve istatistiki bilgiler çerçevesinde sunulmaktadır.

Çalışmanın ikinci bölümünde ise öncelikle çalışma alanı olarak belirlenen Eğitim Sen’in tarihi ve kadın politikası ele alınacak ve “Eğitim Sen’li Kadınların Sendikal Faaliyetlere Katılımı ile Gündelik Yaşam Pratikleri Arasındaki Đlişki”

derinlemesine görüşmelerden elde edilen verilerin analizi yoluyla gerçekleştirilecektir. Son olarak da değerlendirme bölümü yer alacaktır.

(18)

4

1. TEMEL KAVRAMLAR

1.1. Emek ve Kadın Emeği

Emek kavramının mahiyetinin geniş ve ayrıntılı olmasından ötürü burada esas olarak kavramın çeşitli boyutları ele alınacaktır. Bunlardan biri klasik ekonomi politik tarafından biçimselleştirilmiş modern emek kavramının feminist iktisatçılarca eleştirisi ve bu çerçevede kapitalizmin ve ataerkilliğin görünmez kıldığı duygusal emek ve bakım emeği gibi ev içi emek biçimlerinin emek analizine dâhil edilmesidir.

Đkincisi ise kadınların hizmet emeği biçiminde örneğin öğretmen olarak sunduğu kafa emeğinin niteliği tartışılacaktır.

Klasik ekonomi politik tarafından biçimselleştirilmiş modern emek kavramı ikili bir tanıma gönderme yapmaktadır (Hırata ve Zarıfıan, 2009: 131). Bunlardan ilkinde emek; “insan eyleminin genel ve insan cinsine ilişkin bir özelliğini oluşturur”

(2009: 131). Başka bir ifade ile emek, insan ve doğa arasında gerçekleşen bir edimdir. Đkinci emek tanımında ise insanla doğa arasındaki alışverişin belirlenmiş toplumsal koşullar içinde gerçekleştiği ileri sürülmektedir (2009:131). Yani farklı sosyal ve ekonomik koşullarda farklı emek biçimlerinden bahsedilmektedir. Bu ikili tanımın değeri, emek faaliyetinin iki tür ilişki (insan-doğa/insan-insan) çerçevesinde analiz edilmesinden gelmektedir. Ancak bu çerçeve feminist iktisatçılar tarafından eleştirilmektedir. Feminist iktisatçılara göre emek tanımları cinsiyetçi bir emek modelinden hareket ettiği için yetersiz kalmaktadır. Emek tanımlarında emeğin öznesi ‘insan’ evrensel olan diye sunulmakta ve gerçekte evrensel olarak ortaya konulan ise erkek olmaktadır (Hırata ve Zarıfıan, 2009: 131). “Kadın ve erkekleri

(19)

5 farklı bir biçimde kavramsallaştıran bir takım örtük varsayımlarla, iktisatta kadın görünmez kılınmaktadır (Özkaplan, 2009: 16). Bu varsayımlardan biri tüm kadınların evli ya da evlenecek olmalarının sonucunda “erkeklerine” iktisadi olarak bağımlı olmalarıdır. Đkincisi kadınların hem ev işlerini ve çocuk bakımını yapmalarının hem de ev dışında çalışmalarının mümkün olmamasıdır. Üçüncüsü kadınların beşeri sermayelerinin erkeklerinkinden düşük olmalarından ötürü daha az verimli çalışmaları dolayısıyla erkeklerle eşit ücret almalarının eşit pozisyonlarda çalışmalarının beklenmemesidir. Son olarak kadınların biyolojik olarak (annelik) rasyonel hareket edememeleridir (2009: 16).

Emek ve kadın emeği kavramlarında süregelen tartışmalardan bir diğeri de karşılıksız ev emeği, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı çalışma faaliyetlerinin analize dâhil edilmemesi ve bu emek biçimlerinin görünmez kılınmasıdır. Feminist iktisatçıların literatüre en önemli katkılarından biri yeniden üretim süreçlerini ana akım iktisat anlayışından daha kapsamlı ele almalarıdır. Ana akım iktisat anlayışından farklı olarak, piyasada gerçekleştirilen mübadele ilişkisinin dışında ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı üretim faaliyetleri kapsayan yeniden üretim süreçlerini analize dâhil etmişlerdir (Özkaplan, 2009: 15). Kapitalizmin ve ataerkilliğin egemen olduğu emek piyasasında yeniden üretim süreci mübadele edilmediği için değer biçimine bürünmemekte dolayısıyla kapitalizm için görünmez olan bu emeğin görünmez bırakılması doğallaştırılmaktadır (Savran, 2009: 30).

Ev emeği ya da bakım hizmeti kavramı, emeğin yeniden üretimi bağlamından kuramsal olarak ele alınması ve tartışılması gereken bir sorundur. Ev emeği; ev içi

(20)

6 üretim, ev işi, ev içi faaliyetler, insanların bakımı, ev kadınlığı, annelik, çocuk bakımı, duygusal bakım işleri gibi birçok terimle ifade edilmektedir. Farklı disiplinler ve yaklaşımlara göre terimlerin kullanım şekli değişebilmektedir. Feminist teoride ev emeği; “insanların bakımıyla bağlantılı olan ve aile içinde, hem evli çiftin evinde hem ebeveynlerin evinde, yapılan işlerin bütünü olarak” tanımlanmaktadır (Fougeyrollas-Schwebel, 2009: 159). Bu karşılıksız emek tümüyle kadınlar tarafından yapılmaktadır. Kavram üzerine yapılan tartışmalarda, ev emeğinin karşılıksız emek olduğunu ve bundan erkeklerin yarar sağladığını ortaya koyması açısından Christine Delphy’nin çizmiş olduğu çerçeve önemlidir.

“Odak noktamızı aile ilişkileri içinde kadınların erkekler için yaptıkları pratik, duygusal, cinsel üremeyle ilgili ve sembolik işler oluşturmaktadır.

Bunların arasında ev işleri, erkeklerin yaptıkları işlere katkı olarak yapılan işler, aile fertlerine verilen duygusal hizmet, çocuk bakımı, hasta ve düşkün aile fertlerinin bakımı, kocalara sunulan cinsel hizmet ve çocuk doğurma vardır”

(Delphy ve Leonard, 1992: 23; aktaran Savran, 2009: 49).

Delphy’e göre kadınların emeğine, aile içinde erkekler tarafından “evlilik sözleşmesi” gereği el konulmaktadır. Ev içi emek tartışmalarında duygusal emek- bakım emeği kavramları da sıkça kullanılmaktadır. Bakım emeği daha çok bakımı üstlenilen kişiye karşı duyulan ilgi bağlamında ele alınmaktadır (Özkaplan, 2009:

17). “Bakım emeği duygusal bağları her zaman içerir; sevdiğimiz değer verdiğimiz için eşimize, kocamıza, çocuğumuza, hasta annemize bakarız” (2009: 17). Ancak burada bir hususa dikkat çekilmelidir: Bakım emeği salt duygusal ilişkiyle açığa çıkan bir eylem olarak nitelendirilmemelidir. Aksi halde duygusallık ev içi emeğin

(21)

7 karşılıksız olmasının meşru bir dayanağı haline gelebilir. Diğer taraftan bakım emeği sadece ev içinde gerçekleşen bir faaliyet değildir. Hizmet sektöründe birçok kadın bakım hizmeti gerçekleştirmekte ve bu hizmetlerin karşılığında ücretlendirilmektedir. Kadın emeği denilince kadınların piyasadaki ücretlendirilen emeği akla gelmektedir. Başka bir ifade ile emek ücretlendirildiği ölçüde görünür kılınmaktadır. Dolayısıyla kadınların ev içerisinde gerçekleştirmiş oldukları işlerin hiçbiri ücretlendirilmediği için ‘karşılıksız’ kadın emeği olarak algılanmaktadır. Esas olarak “ev emeğinin ayırıcı niteliği, onun hangi ilişki içinde yapıldığı ile bağlantılıdır” (Savran, 2009: 48). Evde kadınların yaptıkları tüm işlerin piyasadaki karşılığına bakıldığında birer meslek olduğu ve ücretlendirildiği gözlemlenebilir.

Örneğin hizmet sektöründe iletişim, halkla ilişkiler, temizlik, sağlık, eğitim gibi iş alanlarında çoğunlukla kadınlar istihdam edilmekte ve emekleri ücretlendirilmektedir.

Emek ve kadın emeği kavramları çerçevesinde tartışılması gereken bir diğer konu ise kadınların öğretmen olarak sunduğu kafa (hizmet) emeğinin niteliğidir. Zira çalışma açısından eskiden sadece devletler tarafından sunulan ve üretken emek kategorisinde kabul edilmeyen eğitim hizmetlerinin özelleştirme kapsamına girmesi bu alanda istihdam edilen kafa emeğinin niteliğindeki dönüşümün analizini önemli kılmıştır.

Kapitalist sermaye birikim süreci artı değerin sürekli yeniden üretilmesi ve sermayenin genişlemesi sürecidir. Bu sürecin kesintisiz işlemesi artı değerin bir kısmının üretken yeniden yatırıma dönüştürülmesi ile mümkündür. Bu açıdan

(22)

8 kapitalist birikim süreci içerisinde üretken emek kategorisinin belirlenmesi önemlidir. Marks’a göre sadece sermaye üreten emek üretkendir. Üretken olmayan emek ise artı değer üretmeyen emektir (Marks, 1975: 156-57; aktaran Yılmaz, 2006:

291-292 ). Marks hizmet emeği açısından öğretmen-öğrenci ve işveren-öğretmen arasındaki üretken ve üretken olmayan emek ilişkisini şöyle analiz etmektedir.

“Her ne kadar öğrencileriyle ilişkilerinde, bu öğretmenler, üretken olmayan emek kategorisinde olsalar da, işverenleri ile ilişkilerinde üretken emeği temsil ederler. Bu anlamda işveren, sermayesi ile çalıştırdığı öğretmenlerin emek gücünü satın alır ve kendini bu yolla zenginleştirir” (Marks, 1975: 397; aktaran Yılmaz, 2006: 293).

Kapitalist üretim ilişkileri açısından üretken kabul edilebilen öğretmen emeği eğitim hizmetinin geleneksel olarak devletler tarafından verildiği düşünüldüğünde

“toplumun üyelerinin biyolojik ve toplumsal yeniden üretimleri ile sosyo ekonomik oluşumun kendisini sağlamak için verilen hizmetler olmaları dolayısıyla” üretken olmadığı söylenebilir (Savran ve Tonak, 1999: 21; aktaran Yılmaz, 2006: 316).

Ancak son yıllarda sermaye birikiminin yeniden değerlenme alanı olarak eğitim hizmetlerini seçmesi, keza, artan rekabetin sonucunda devletlerin de piyasa oyuncusu gibi hareket ederek eğitim hizmetlerini sunması bu alanda emeği artı değer üreten üretken emeğe dönüştürmektedir. Başka bir ifade ile iyi eğitimli, daha yüksek ücretli ve ortalama emeğin üzerinde niteliklere sahip olan öğretmen emeği değersizleşmektedir. Bu durum kafa ve kol emeği arasında iş güvencesi, ücret, emeklilik hakkı gibi bir takım farklılıkları da ortadan kaldırmaktadır. Kısaca kol emekçilerinden görece iyi istihdam edilen kafa emekçilerinin sınıfsal pozisyonları

(23)

9 gerilemeye başlamaktadır. Diğer taraftan hizmet emeği açısından gözlemlenen bu değişim örneğin eğitim hizmetlerinde öğretmenlerin gelirleri kadar, mesleklerine ve eğitime yükledikleri anlam ve önemin farklılaşmasını da kaçınılmaz olarak getirmektedir. Çalışma koşulların bakımından emeğinin değersizleştiğini algılamaya başlayan öğretmenin kendini ne denli eğitimci (öğretmen) gibi hissedebileceği tartışılması gereken bir soru olarak durmaktadır.

Sendika

Sendika “ücretli emeğin sermayeye karşı hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için oluşturduğu bir örgüttür” (Koç, 1992: 24). Daha genel bir ifade ile sendikalar, işçilerin ve işverenlerin ekonomik, toplumsal ve kültürel çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla kurdukları, tüzel kişiliği olan meslek örgütleri olarak tanımlanmaktadır (Meydan Larause Cilt 7: 498; aktaran Türkoğlu, 1999: 13).

Sendikalar “çalışanların çıkarlarının korunması, ekonomik ve demokratik haklarının geliştirilmesi bakımından demokratik bir toplumun vazgeçilmez öğeleridir” (Toksöz, 1994: 441). Sendikalar aynı zamanda, “üyelerinin sahip olduğu hakların farkına varmalarını sağlama, bu hakların korunması gibi konularda da davranış geliştirmelerine katkı sunma, bireylerin anlayış ve tutumlarında değişiklikler oluşturabilme ve bu çerçevede de toplumsal hareketlilikler sağlayabilme gibi işlevlere” sahiptir (Türkoğlu, 1999: 13).

Sendikacılık işçi sınıfı hareketinin bir parçası olarak sanayi devriminden sonra ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki anlamıyla sendikalar oluşmadan önce kooperatif tipte meslek kuruluşları hâkimdir (Sur, 2011: 9). Başlangıçta meslek

(24)

10 kuruluşlarında ya da yardım sandıkları gibi dayanışma derneklerinde örgütlenmeye gidenlerin başlıca amaçları hastalık, kaza, işsizlik gibi her işçinin her an başına gelebilecek olaylara karşı yardımcı olmaktı. Ancak zamanla sendikal mücadele siyasal bir içerik kazanarak güvence ile birlikte hak ve özgürlük alanlarının genişlemesi yönünde amaçlar edinmiştir. Sendikacılığın tarihi gelişimi, çalışanların mesleki güvence için bir araya gelip örgütlendiği aşama- özgürlük dönemi-, sendikacılığın girişim ve ticaret özgürlüğüne zarar verildiği düşülüp, devlet otoritesinin güçlenmesi amaçlanarak kısıtlandığı aşama- yasaklanma dönemi- ve sendikacılığın demokratik bir yaşamın unsuru olarak tanımlandığı aşama- hak dönemi- olarak dönemselleştirilebilir (Sur, 2011: 9-13).

Günümüzde sendikalar kuruluş düzeyi bakımından genellikle meslek, iş yeri ve endüstri olmak üzere üç kategoriye ayrılmaktadır (Sur, 2011: 75). Bunlardan ilki işçinin uzmanlık alanına dayanan meslek sendikacılığıdır. Meslek sendikacılığı tarihsel olarak ilk örgütlenme biçimini oluşturmaktadır. Đkincisi, işyerindeki temel faaliyetin esas alındığı endüstri ve iş kolu sendikacılığıdır. Günümüz sendikaları genellikle endüstri ve iş kolu esasına dayanmaktadır. Örneğin metal iş kolu, eğitim iş kolu, büro işleri vb. Üçüncü kategoride ise işyeri sendikacılığı bulunmaktadır. Đşyeri sendikacılığı ise sadece belirli bir işyerinde faaliyette bulunmak amaçlı sınırlı bir örgütlenme tipidir. Diğer taraftan sendikaların kuruluşu açısından farklı ayrımlar da mevcuttur. Örneğin sendikalar bölge ve yurt çapında başka bir ifade ile kuruluşun coğrafi faaliyet alanına göre ayrılmaktadır. Sendikaların üst kuruluş türleri esas alınarak ayrımı da söz konusudur. Bu kapsamda federasyon ve konfederasyon örnek gösterilebilir. Bir diğer ayrım ise kamu sektörü sendikaları ve özel sektör sendikaları

(25)

11 esasında gerçekleştirilen ayrımdır. Buradaki ayrım kamu kesimi ile özel kesim arasında hem yönetim ve üretim esaslarının hem de istihdam biçimlerinin farklı olmasına dayanmaktadır (2011: 75-77).

20. yüzyılın ortalarından bu yana sendikal hareket demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurudur. Sendikal hareket söz konusu toplumlarda çalışanların hak ve özgürlüklerini güvence altına aldığı gibi demokrasinin gelişmesi açısından önemli bir katkıya sahiptir. Ancak sendikaların bu misyonu yerine getirebilmeleri için güçlü olmaları gerekmektedir. Bu gücün sağlanmasında ise sendikaların iş kollarındaki örgütlülük oranı ve sendikal mücadeleye üyelerini aktif katabilme düzeyleri belirleyicidir.

1.3. Gündelik Yaşam

Gündelik yaşam terimi bir gün içerisinde gerçekleştirilen günlük ritmi akıllara getirmektedir. Tanım olarak “her yirmi dört saatte olan” anlamına gelmektedir. Kavramın tarihi çok eskilere gitmekle beraber son yıllarda geniş bir alana yayılmış ve kuramsal anlamlılık kazanmıştır. Bu da kavramın tarihsel gelişiminde farklı anlamlar yüklendiğini göstermektedir. Gündelik yaşama duyulan ilgi pozitivizm, Marksizm ve işlevselcilik gibi tümleyici klasik sosyolojilerin ve bu kuramların sosyal davranışın çeşitli yönlerini makro-modeller ve makro-sistemler şeklinde rasyonel organizasyonlarının krize girmesine bağlanmalıdır (Bovone, 1989:

41). Başka bir deyişle aslında göz ardı edilen alan ilgi odağı haline gelmiştir.

(26)

12 Frankfurt Okulu’nun önemli yazarlarından Jürgen Habermas ve Agnes Heller’in gündelik yaşama ilişkin eleştirel teorilerinin esasını bireyin ideolojik olarak sistem tarafından çevrelendiği ve bu çevrelenmenin gündelik yaşamın her evresinde meydana gelen gerçeğin bilincine varılması oluşturmaktadır (1989: 42). Habermas’ta gündelik bağlam, “yaşam dünyası” veya “Lebenswelt” iletişimsel eylem, kurumsal çerçevede ve özneler arasında geçerli davranış normlarının oluşturulduğu, stratejik eylem ya da amaçsal eylemle çelişen anlamlı etkileşim bağlamları haline gelir (1989:

42). Gündelik yaşama Georg Lukacs ve Heller’de daha net bir şekilde odaklanılır.

Lukacs’a göre, “gündelik insan davranışı her insanın praksisinin/eyleminin başlangıç noktası olduğu için ilk gelendir.” (Lukacs, 1963; aktaran Bovone, 1989: 43).

Đnsanların gündelik eylem ve tepkilerini detaylı bir şekilde göz önünde bulundurmaksızın, toplumun ekonomik ve sosyal gelişimini anlamak mümkün değildir. Lefebvre’de bu ifade; günlük yaşamın rutinleşmesi incelenmeksizin kapitalizmin hareket yasasının analiz edilemeyeceği biçiminde somutlaşmaktadır (Lefebvre ve Regulier, 2005). Heller’in Gündelik Yaşam Sosyolojisi’nde, gündelik yaşam “insanın bireysel yeniden üretimini karakterize eden, karşılığında da toplumsal yeniden üretimin olanaklarını doğuran bütün faaliyetler” olarak tanımlanmaktadır (Heller, 1975: 22; aktaran Bovone, 1989). Gündelik eylemlerin, tarihle çatışmayan, daha ziyade tarihin mayasını oluşturan kendi tarihi vardır. Sınıf tarihi bağlamında ve özellikle de burjuva tarihi bağlamında sadece çok az kişi özelden genele gitmiş, hem kendi hem de “genel bilinçli eylem” yoluyla yaşadıkları topluma ilişkin bilinç kazanmıştır. “Genel bilinçli eylem” ahlak, siyaset, sanat, bilim veya felsefe gibi toplumsal bir ihtiyacı karşılayan bir iştir. Çoğu insan, gündelik yaşamın parçalarının ötesine geçememiş ve işbölümünden kaynaklanan

(27)

13 yabancılaşmanın sonucu olarak toplumsal yaşamda pasif kalmıştır (Bovone, 1989:

44). Heller için, gündelik yaşam ne kamusal alana karşılık özel alandır ne de üretici olmayan iş dışı alandır (Heller, 1975: 133; aktaran Bovone, 1989). Gündelik yaşam her iki alanda da mevcuttur.

Alfred Schutz için gündelik dünya bireyler arası, toplumsal olarak inşa edilmiş ve “tipik” olarak algıladığımız önceden inşa edilmiş mevcut bilgi sistemidir (1989: 44). Bu bilgi, eylemlerimize yön vermemizi mümkün kılar. Gündelik yaşam dünyası veya “sorgulamaksızın doğru kabul edilen dünya” bu nedenle sonu olan bir anlam alanıdır (1989: 44).

Achille Ardigo gündelik yaşam dünyasını yakın veya arkadaş canlısı ilişkilerin, eylem ve bireyler arası ilişkilerin anlamının bütünsel ve çift taraflı anlaşıldığı gündelik etkileşimin bir bileşimi olarak görmektedir (1989: 46). Bu alan toplumsal sistemle çatışmaktadır ve yabancılaşmıştır. Bilişsel anlamın özel üreticisi olmasının yanı sıra yaşam dünyası, etik davranışların da özel bir üreticisidir. Ardigo, her tür durumda bu ikisi arasındaki ilişkinin hem mümkün hem de gerekli olduğuna inanmaktadır (1989: 46).

Michel Maffesoli çıkar veya normlar tarafından güdülenen geleneksel eylem çerçevesini kullanmanın mümkün olmadığına inanmaktadır. Rasyonellik, gündelik yaşamın anlamını açıklamamaktadır. Maffesoli, gündelik yaşamı bireylerin katı kurumların üstesinden gelmek için aklını kullandığı olabildiğince muğlâk bir bağlam olarak görmektedir. Gündelik yaşam toplumsal yaşamın kurumsal olmayan, tam

(28)

14 anlamıyla spontane ve yaşam atılımını (elan vital) vurgulayan yönüyle çakışmaktadır (Maffesoli, 1989). Gündelik yaşam çeşitli durumlarda (iş, boş zaman), çeşitli toplumsallaşma biçimlerinde (aileden dernek ve siyasi partilere kadar) ve çeşitli kurumlarda (okul, yönetimler, örgütler, vb.) tamamen mekanik olanın ötesine geçen her şeyin ele alınma biçimidir. Kısacası gündelik yaşam sosyolojisi toplumsal ilişkiler olarak adlandırılan şeylerin üstünde veya altında kalan ne varsa onunla ilgilidir (Maffesoli, 1989).

(29)

15 Tablo 1. Gündelik Yaşam Teorilerinin Karşılaştırılması

Yazar Gündelik Gündelik

Olmayan

Gündelikten ortaya çıkan bilişsel anlam türü

Gündelikten ortaya çıkan etik anlam türü1

Habermas Lebenswelt, iletişimsel eylem alanı

Stratejik eylem alanı, sistemi

Đletişim Ortak değerlerin inşası

Heller Bireysel yeniden üretim faaliyeti

Genel bilinçli eylem

Bilinçlilik Radikal ihtiyaçların ortaya çıkışı Schutz Oluruna

bırakılan dünya (world taken for granted)

Diğer sonu olan anlam alanları (bilim, din, budalalık)

Sağduyu, doğrudan, paylaşılan anlamların kabulü Berger ve

Luckman

Mükemmel gerçeklik (reality par excellence)

Gerçek olmayan (rüyalar, budalalık)

Yansımasız anlayış

Ardigo Yaşam dünyası Sistem Çift taraflı anlayış Otonom normlaştırma

Maffesoli Mevcut olan Belirsizlik Đmmoralizm/dayanışma

Kaynak: Bovone. L. (1989) “Theories of Everyday Life: A Search for Meaning or A Nagation of Meaning”, Current Sociology, 37/1.

Tablo 1 gündelik yaşam teorilerinin farklı kuramcılar tarafından ele alınış biçimlerini göstermektedir. Bu çerçevede bahsedilen teorisyenlerin gündelik yaşama ilişkin kuramsal temelleri gündelik olan, gündelik olmayan, gündelikten ortaya çıkan bilişsel anlam türü ve gündelikten ortaya çıkan etik anlam türü başlıklarında özetlenmektedir. Tablo 1 analiz edildiğinde ortaya gündelik yaşamın farklı algılanış

1 Etik, sağduyu dediğimiz ve herkes tarafından kolayca onaylanabilen bir dizi ahlak prensibi olarak tanımlanabilir. Tablo içerisinde yapılan sınıflandırmada bu başlık gündelik yaşamda zamanla oluşa gelen ve toplumun uymak zorunda olduğu kabullenmeler üzerinde yoğunlaşır. Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü gibi ikilemleri barındıran olguların tarihsel anlamlarından soyutlanarak tek bir ilişkiye indirgenmesi ve bunun topluma ‘kural’ olarak dikte edilmesi hemen hemen günümüzde yaygın olarak kabul edilen birçok normun tarihsel gelişiminde gözlemlenebilir.

(30)

16 biçimleri çıkmaktadır. Dolayısıyla gündelik yaşama ilişkin ortak bir tanımdan yola çıkmak mümkün değildir.

Patrick Tacussel’e göre ise gündelik yaşam üzerinde sosyal bilimlerde iki eğilim mevcuttur (Tacussel, 1989). Bunlardan ilki, bireyin yabancılaşmasının gündelik var oluşun çekirdeğinde yer aldığı eleştirel yaklaşımdır. Bu yaklaşımın savunucuları (Henri Lefebvre, Herbert Marcuse, Agnes Heller, Karel Kosik gibi) Freud’cu psikoanalizciler ve çağdaş Marksistlerlerden oluşmaktadır. Đkinci eğilim ise, etkileşimciler (Erving Goffman ve izinden gidenler), (metacritics) meta eleştiricileri (Edgar Morin, Jean Baudrillard) ve (estheticointuitionist) estetik- sezgiciler (Michel Maffesoli, Alam Medam, Pierre Sansot ve diğerleri) tarafından geliştirilen verstehende sosyolojisidir2.

Sigmund Freud’a göre gündelik yaşam bireyin bilinç ve bilinçdışı motivasyonlarının buluşma noktasıdır; gündeliğin süreksiz veya tekrarcı olma durumu nedensiz unsurların mantığını gizli bir güçten yani bilinçdışından almalarıdır. Freud’a göre, gündelik varoluşumuzda bizler bilince dayalı aklımızın gücünü ortak yere veya önemsiz eylemlere götüremeyiz. Bu nedenle, spesifik bir

2 Almanca bir kelime olan verstehen “anlama” veya “yorumlama” anlamına gelmektedir. Sosyal bilimlerde sosyal bir olgunun yorumlayıcı veya katılımcı bir şekilde kavranışıdır. Yorumlayıcı anlayışı (Verstehen) sosyolojiye kazandıran Max Weber ve Georg Simmel olmuştur. Sosyolojide verstehen, antropolog veya sosyolog gibi bir kültürü dışarıdan gözlemleyen kişinin o kültürde yaşayan kişileri, kendi kültürü bağlamında yorumlamak yerine söz konusu kişileri kendi koşulları içinde ve onların bakış açısından incelediği sistematik bir yorumlayıcı süreç anlamını kazanmıştır (www.wikipedia.org.eng).

(31)

17 içerikten yoksun olan her şey psişik süreçteki yetersizliklere atfedilmelidir. Bu niyet dışı unsurlar psikanaliz tarafından bilince karşı gelen dürtüler tarafından belirlenen unsurlar olarak yorumlanırlar (Tacussel, 1989).

Karl Marks ve Friedrich Engels’de gündelik yaşama ilişkin çerçeve daha çok üretim ilişkileri üzerinden gerçekleştirmiş oldukları analizler üzerinden yorumlanmaktadır. Marks ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ adlı eserinin ön sözünde şu ifadelere yer etmektedir:

“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Đnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.

Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler onların engelleri haline gelirler.

O zaman, bir toplumsal devrim çağı başlar…” (Marks, 1993: 23).

Marks’a göre üretim ilişkilerinin tümü toplumun iktisadi yapısını ve belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapıyı belirlemektedir. Maddi hayatın üretim tarzı toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Buradan hareketle bireylerin gündelik yaşamlarını belirleyen unsurun maddi üretim tarzı ve biçimlendirdiği üretim ilişkileri olduğu ileri sürülebilir. Nitekim bu ifade Marks’ın ve Engels’in Alman Đdeolojisi’nde yerini bulmaktadır.

(32)

18

“Fikirlerin anlayışların ve bilincin üretimi her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine, gerçek yaşamın diline bağlıdır. Đnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri, bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir halkın siyasal dilinde, yasalarının, ahlakının, dininin, metafiziğinin vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı şey geçerlidir. Sahip oldukları anlayışları, fikirleri vb üretenler insanların kendileridir, ama bu insanlar, sahip oldukları üretici güçlerin belirli düzeydeki gelişmişliğinin ve bu gelişkinlik düzeyine tekabül eden ve alabilecekleri en geniş biçimlere varıncaya kadar karşılıklı ilişkilerinin koşullandırdığı gerçek faal insanlardır. Bilinç, hiçbir zaman bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek süreçleridir.” (Marks ve Engels, 1999: 44).

Buradan hareketle insanların ürettikleri gündelik yaşam pratikleri koşullandırılmış bir sürecin ürünüdür. Başka bir deyişle sınırları, biçimleri ve çerçevesi çizilmiş bir toplumsal ilişkiler içerisinde gerçekleştirilecek faaliyetlerde serbestlik sağlanmıştır. Bu serbestlik aslında kurgusaldır.

Gündelik yaşam sosyolojisi üzerine önemli çalışmalarda bulunan Lefebvre, Marks’tan farklı olarak merkezini homo economicus (üretim ilişkileri) olarak değil, homo quotidianus (günlük yaşam) olarak belirler: Lefebvre ve Katherine Regulier’e göre gündelik yaşam/gündelik olan üretim ilişkilerinden değil tekrar tekrar ortaya çıkan, sıradan olan bir sürecin tekrarıdır (Lefebvre ve Regulier, 2005). Lefebvre ve Regulier’de gündelik yaşam:

“Her zaman var olmuştur, ama hep değerlerle, mitlerle iç içe. Gündelik kelimesi, bir programlama nesnesidir ve işleyişi piyasa tarafından, eşdeğerlilikler sistemi tarafından, pazarlama ve reklamcılık tarafından dayatılır. ‘Gündelik olma hali’ne gelince, günlük yaşamın türdeş, tekrarlamalı, fragmanlara ayrılmış kısımlarını

(33)

19

ifade eder. Gündelik, bireylerin üstün körü ve kayıtsız bir biçimde yerine getirdiği işlevlere göndermede bulunmaz, bu işlevlerin ortak paydasına işaret eder; bunların içeriğinden ziyade sıralanışıdır” (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Lefebvre’ye göre kapitalizmin yeni evresi gündelik yaşamı ele geçirmiştir. Bu aşamada iktisadi çıkar günlük yaşama hâkim olmanın ötesinde kapitalizmin gerekleri uyarınca yeniden üretilerek, giderek birçok alana nüfuz etmiştir. “Günümüz toplumunda insanlar kendi yaşamlarına ilişkin programlanmış bir öz-düzenlemeye uymak zorunda”. Birçok açıdan gündelik yaşam pratiklerini oluşturan yaşama, beslenme ve giyinme konularında daha iyiye ulaşmak adına, kendisini tekrarlayan bir şekilde programlanmış bir düzenlemeye uyulmaktadır. Bu açıdan Marks’tan farklı olarak Lefebvre’de;

“Gündelik, yalnızca bir üretim tarzı değil, aynı zamanda toplumu yönetmenin bir tarzı. Her iki durumda da, tekrarlamalı olanın, zaman içindeki tekrarın hâkimiyetine işaret eder. Tekrarlamalı olanın hâkimiyeti de bir yaşam biçimidir.

Bir sömürü ve tahakküm zeminidir. Ama aynı zamanda, insanların dünyasıyla kurulan bir ilişkidir.” (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Lefebvre, gündelik yaşama ilişkin çalışmaların bir kısmında ise gündelik yaşamı basit ve somut, oluruna bıraktıklarımız, zaman ile bağlantısı kurulan ve gündelik rutinimizi oluşturan parçalar olarak tanımlamaktadır. Felsefi yabancılaşma gündelik yabancılaşmaya eklenmektedir. Bu, gündelik olayların önemsiz görüldüğü, sosyal topluluğun ortak bir ideolojik kod oluşturan birçok dışsal işaretle birleşebildiği bir süreçtir (Lefebvre 1968: 51; Aktaran Tacussel, 1989: 65).

Yabancılaşma kavramı Lefebvre ile gündelik yaşamla ilişkili olarak yeniden düşünülmüştür.

(34)

20

Yabancılaşma artık yalnızca iş yeriyle sınırlı değil, her yerde mevcut. Hatta, kapitalizm de üretim için üretim şeklindeki iktisadî ilkeyle sınırlı değil. Hayatî etkinlik alanlarının hepsine işlemiş durumda. Tekrarlamalı olanla, tekrar tekrar ortaya çıkanla, totolojik olanla, fazlalıkla [pleonastic] ilişkili. Bu anlamda, günlük yaşamın ritmlerini incelemek, kapitalizmi en sinsi etkileri çerçevesinde incelemek demek” (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Yabancılaşma; insanın yaşamın öznesi olmaktan çıkıp yaşamın nesnesi haline gelmesi, düşünsel doğasının yabancı bir varlığa ve kendi bireysel varoluşu içinde bir araca dönüşmesi, kendi yaşadığı dönemin tarihselliğini unutması ve ancak verili toplumun sunduğu ideallerle yetinmesi biçiminde ifade edilebilir. Marks iki tür yabancılaşmadan söz etmektedir. Bunlardan ilki, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşmadır. Đnsan, doğadan koparak toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır ki bu, insan oluşunu açıklayan niteliğiyle olumlu bir yabancılaşmadır ve zorunlu bir süreçtir. Đkinci yabancılaşma ise, kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır ki bunun sonucu insan kendi doğasına yabancılaşır (Marks ve Engels, 1993). Yabancılaşma düşüncesi içinde diğer bir gelenek ise, yabancılaşmayı insanın başka insanlara olduğu kadar, kendisine, kendi benine aykırı düşmesi diye tanımlayıp bireyin gerçek beninden, özünden ayrı düşmesinin ise onun başkalarının isteklerine göre eylemesi, rahatını bozmamak istemesi, toplumsal kurumların baskısından kurtulamaması, sorumluluktan kaçması, dışarıdan yönlendirilmesi şeklinde tezahür ettiğini söyleyen varoluşçu gelenektir. Her iki yaklaşımdan hareketle, gündelik yaşamda yabancılaşma her bir faaliyette insanın yaptığı işten, kendisinden ve başkalarından kopuşu ifade etmektedir. Öyle ki gündelik yaşamda gerçekleşen rutin eylemler çoğu zaman bilinçsizce gerçekleşmektedir. Başka bir ifade ile eylem farkına varılmadan ya da refleksif

(35)

21 olarak sergilenmektedir. Üretim sürecinde üretim araçlarından yoksun bırakılan işçi nasıl ki emeğinin ürününe yabancılaşıyorsa, gündelik yaşamda toplumsal yaşamı belirleyen/kurgulayan kapitalizm ve ataerkinin egemenliği ile insan gerçekleştirdiği eylemlerde özgür olamaması nedeniyle kendisine yabancılaşmaktadır. Buradan hareketle gündelik yaşam analizinde, gündelik yaşamı belirleyen söz konusu sistemlerin analizi de oldukça önemlidir.

1.4. Ataerki ve Toplumsal Cinsiyet Rejimi3

Ataerki sözlük anlamıyla “erkeklerin genel olarak kadına üstün tutulduğu;

soyun, kalıtın, orunun, konut yerinin, yetkenin vb. baba yanınca belirlendiği ve elde edildiği toplumsal örgütleniş biçimi” demektir. Türkçe’ye Fransızca’dan ve batı dillerinde ataerkillik manasında kullanılan patriarka sözcüğünden çevrilmiştir.

Patriarka ise Latince patria (baba) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. Pater sözcüğü çağdaş anlamıyla baba anlamının ötesinde hukuk dilinde

3 Ataerki kavramı kadın çalışmaları literatüründe oldukça tartışılan bir kavramdır. Çalışma içerisinde bu tartışmalara yer verilmektedir. Tartışmaların odak noktası ataerki kavramının günümüzdeki toplumsal cinsiyet ilişkilerini açıklamada yetersiz kaldığıdır. Bunun yanında patriarka /ataerki kavramının kadınların erkekler ve onların denetimi altındaki toplumsal ve siyasal kurumların uygulamaları sonucunda uğradıkları ayrımcılık ve dışlanmaları, kadınların emeklerine aile ve evlilik kurumu dolayısıyla el konması süreçlerini anlamada faydalı bir kavram olduğu ancak erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını nasıl yarattıkları, nasıl sürdürdükleri, ve kendi aralarındaki çatışma ve paylaşım sorunlarıyla nasıl baş edebildiklerini sorgulamada yetersiz kaldığı ileri sürülmektedir (bkz. Serpil Sancar (2009), Erkeklik Đmkansız Đktidar, Đstanbul. Metis Yayınları, s. 23-41). Bu kapsamda çok boyutluluğu dolayısıyla cinsiyet rejimi kavramına başvurulmaktadır. Serpil Sancar cinsiyet rejimi kavramı ile, toplumsal olguların cinslere ve cinsiyetlere atfedilen özelliklerle ilişkilendirilerek iktidar süreçlerine eklemlenmesi olarak ifade etmektedir. Ataerki kavramı tartışmalı bir kavram olmakla birlikte bu çalışma kapsamında gündelik yaşamın her alanında sistematik bir erkek iktidarı ve cinsler arası eşitsizlik olduğunu anlatmak üzere şemsiye bir kavram olarak kullanılmaktadır.

(36)

22 başka kimseye bağlı olmayan ve bir aile ile bir mülk üzerinde otoritesi olan erkekler için kullanılmaktadır (Delphy, 2009: 279). Terim ilk olarak Lewis Henry Morgan ve Johann J. Bachofen ile 1970’lere kadar taşıyacağı tarihsel anlama sahip olur.

Yazarlar, bir annelik hukukunun varlığını öne sürerler ve “patriarka” diye adlandırdıkları bir babalık hukukunun bu hukukun yerini aldığını ileri sürerler.

Ancak 1970’lerle birlikte ataerki (patriarka) karşı çıkılacak sistemin bütününü adlandıran terim olarak benimsenmiştir (Delphy, 2009: 281). Ataerki, feministler tarafından son yıllarda kullanılan kilit bir kavram haline gelmiştir. Esas olarak kavram “erkelerin tarih boyunca kadınlar üzerinde egemenlik sağlayıp bunu sürdürmelerinin mekanizmalarını, ideolojisini ve toplumsal yapılarını kapsar”

(Ramazonoğlu, 1998: 57). Ataerki feminist düşüncede merkezi bir kavram olmakla birlikte en çok tartışılan kavramlardan biridir. Dolayısıyla üzerinde uzlaşılmış tek bir tanımdan bahsetmek mümkün değildir. Söz konusu tartışmaların bir kısmı geleneksel ataerkil ideolojinin günümüzdeki toplumsal cinsiyet ilişkilerini açıklamada yetersiz kaldığı yönündedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken noktalardan biri “toprakta yerleşik geçimlik tarım ekonomilerindeki geçim stratejileri ile birlikte var olan cinsiyet ve yaş hiyerarşilerinden” beslenen geleneksel patriarkanın çözülmesine dair ileri sürülen görüştür (2009: 111). Buradan hareketle örneğin Türkiye’de pederşahilik diye tanımlanan evin en büyük erkeğinin-yaşlı babanın ailenin içerisindeki tüm fertler üzerindeki otoritesinin giderek yok olma eğiliminde olduğu söylenmektedir.

Değişime ilişkin dikkat çeken bir diğer argümanı ise Thernborn ileri sürmüştür.

Thernborn, “toplumsal cinsiyet ayrımcılığını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini patriarkiden farklı bir olgu olarak tanımlamakta ve dünyanın bazı yerlerinde patriarkinin artık olmadığını, yerini bir tür post-patriarkiye bıraktığını iddia ederek

(37)

23 düzenin cinsiyet temelli ayrımcılığa dayalı bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu” söylemektedir (Sancar, 2009: 113). Bu tartışmalara karşılık feminist düşünürler arasında ataerki kavramını sadece kuşaktan kuşağa geçen, babadan devralınan bir otorite olarak tanımlanmaması gerektiği, ataerkinin kadınların erkekler tarafından gündelik yaşamın her alanında sistematik olarak egemenlik altına alındığını ve cinsler arası eşitsizliği anlatmak üzere kapsayıcı bir kavram olarak kullanılması gerektiğini ileri süren görüşler mevcuttur. Tartışmaların odağında yer alan bir diğer konu ise günümüzdeki erkek egemenliğine dayalı toplumsallığı anlamak için ataerki kavramının yerine cinsiyet rejimi kavramının daha kapsayıcı ve açıklayıcı kavram olarak kullanılması gereğidir (2009: 175). Bu çerçevede iki farklı boyuta işaret edilmektedir. Bunlardan ilki erkekler ile kadınlar arasında tahakküme dayalı eşitsiz ilişkilerin nasıl yaratıldığını diğeri ise erkekler ile kadınlar arasındaki bazı toplumsal davranış, işlev, konum ve pratiklerin eril, bazı diğerlerinin ise nasıl dişil anlamla taşıyabileceğini anlayabilmektir (2009: 175). Buradan hareketle toplumsal ilişkilerde erkeğin kadına göre daha üstün konumda tutulması cinsler arası eşitsizlik yaratan somut iktidar ilişkileri biçimleri (ataerkil ideoloji) ile açıklanabilirken, üretim ilişkileri içinde makine kullanımın eril niteliği ya da cinsiyete dayalı iş bölümünün açıklanmasında cinsiyet eşitsizlikleri ile ilişkili hale getiren bir tür cinsiyet düzeni ya da cinsiyet rejimi tanımı yapılmasının kaçınılmaz olduğu ileri sürülmektedir.

Genel olarak ataerki kavramı, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını tanımlamak ve sorgulamak için geliştirilmiştir. Bu eksende erkeklerin toplumsal, ideolojik, cinsel, politik ve ekonomik egemenliğinin ortaya çıkışını ve sürdürülüşünü

(38)

24 açık ya da örtük olarak açıklamaya çalışır. Buradan hareketle ataerki, maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da erkekler arasında, kadınlara egemen olmalarını sağlayan bir karşılıklı bağımlılık ve dayanışma kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisi olarak tanımlanabilir (Hartmann, 2008: 174). Heidi Hartmann’a göre ataerkinin dayandığı maddi temel, erkeklerin kadınların emek gücü üzerindeki denetimidir. Erkekler denetimlerini “kadınlardan kişisel hizmet görerek, ev işi yapmak ya da çocuk yetiştirmek zorunda olmayarak, cinsellik için kadınların vücutlarını kullanarak, kendilerini güçlü hissedip güçlü olarak uygularlar” (2008:

179). Yine Hartmann’a göre ataerkinin en önemli öğeleri şunlardır: heteroseksüel evlilik, çocuk yetiştirme ve ev işinin kadın işi olması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı, devlet, erkekler arasındaki toplumsal ilişkilere dayanan çok sayıda kurum, klüpler, spor tesisleri, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kliseler, şirketler ve ordular (2008: 179).

Bir sistem olarak kapitalizm ve ataerkinin anlaşılması için tüm bu kurumların incelenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla ataerki sadece aile içerisinde erkek egemenliğin kurulması değil aynı zamanda toplumsal yaşamın her alanında erkek egemenliğinin kurulmasıdır. Toplumsal yapıların ataerkiyi kalıcı kılan yönleri cinsiyet-toplumsal cinsiyet tanımlaması ya da ayrımıyla açığa çıkmaktadır. “Bir cinsiyet-toplumsal cinsiyet sistemi, bir toplumun, biyolojik cinselliği insan faaliyetinin ürünlerine dönüştürmesini sağlayan ve bu dönüştürülmüş cinsel gereksinimlerin tatmin edildiği bir düzenlemeler dizisidir” (2008: 176). Đnsanlar dişil ya da eril olarak yani biyolojik cinsiyetlerle doğar ama toplumsal olarak kabul edilmiş cinsiyetlerle kadın ve erkek olarak ayrıma tabi tutulur. Yani insanların

(39)

25 yaşadıkları toplumda gündelik yaşamlarını nasıl sürdürdüğü toplumsal olarak belirlenir.

Ataerki ve toplumsal cinsiyet kavramları birbiri yerine kullanılmakla birlikte terimlerin kullanılmasına ilişkin tartışmalar sürmektedir. Karşı çıkışlarda ileri sürülen argümanlardan biri ataerki söz konusu olduğunda kapitalizme, toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda ise cinsiyetler arasındaki doğal farklılığa ayrıcalık tanındığı yönündeki görüştür (Delphy, 2009: 283). Bir diğer argüman ise ataerkinin daha genel olması, başka bir deyişle, erkek egemenliğinin evrenselleştirilmiş biçimini yorumlamasıdır (2009: 283). Toplumsal cinsiyet ise kadın ve erkek ilişkilerini biyolojik farklılıklardan ziyade toplumsal kategoride ele almaktadır (Savran, 2009:

234). Toplumsal kategoriler de ülkelerin sosyal ve kültürel yapısına paralel olarak farklılaşmaktadır. Bu farklılıklara rağmen her iki kavramın esası kadınların cinsiyet ve toplumsal cinsiyetten ötürü maruz kaldığı ayrımcı uygulamalara dayanmaktadır.

Buradan hareketle genel bir ifade ile toplumsal cinsiyet cinsler arasındaki toplumsal ilişkileri düzenlemek için kullanılır. Söz konusu kullanım kadınların farklı bir şekilde tahakküm altına alınmasına ilişkin ortak payda olarak ifade edilen kadınların doğurganlığı ve erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü olmaları gibi biyolojik açıklamaları açık bir biçimde reddeder. Buna karşılık toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eder (Mies vd., 2008).

(40)

26 Ataerki ya da toplumsal cinsiyet tarihsel olarak sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlere ve gelişmelere bağlı olarak esası değişmemek üzere farklı biçimlerde görünür. Bu farklılıkları sendikalar, sivil toplum kuruluşları, dernekler, meslek kuruluşları, üniversiteler gibi kurumlarda, ailede, devlette, sokakta gözlemlemek mümkündür. Bunların yanı sıra toplumsal cinsiyet ilişkisi kapitalizmle kurmuş olduğu bağ açısından tarihsel olarak kapitalizmde meydana gelen değişmelere bağlı olarak (üretimin ve emeği değişen yapısı) farklılaşmaktadır. Örneğin sanayi devriminden sonra ücretli emeğe duyulan ihtiyaç işgücü piyasalarında kadın istihdamını arttırmıştır. Ne var ki kriz dönemlerinde vazgeçilen ilk emek kadın emeğidir. Kapitalizmin günümüzdeki yapısı itibariyle parçalı-atomize bir biçimde organize edilen üretimde kadın emeği ucuz ve esnek olmasından ötürü özellikle enformel alanlarda çok yoğun istihdam edilmektedir. Görüleceği üzere kapitalizm ve ataerki kadın emeğinin denetimi üzerinde ortak hareket etmektedir.

Toplumsal cinsiyet teorileri insanlar arasındaki birebir ilişkiler veya bir bütün olarak toplum üzerinde yoğunlaşır. Gündelik yaşam toplumsal cinsiyet teorilerinin somutlaştığı bir alandır. Günlük yaşamımızın büyük bir bölümünü, evde, işyerinde, sokakta, otobüs kuyruklarında, okulda, kafe, bar gibi mekânlarda, dernek, sendika gibi kurumlarda bir bütün olarak toplumsal ilişki kurmak ya da birebir ilişkide bulunmak için geçiririz. Toplumsal cinsiyet temelli gündelik yaşam pratiklerinin yoğun bir şekilde gerçekleştiği alanlar buralardır. “Belirli bir kurumdaki toplumsal cinsiyet ilişkilerinin etkileşim durumu, o kurumun toplumsal cinsiyet rejimidir”

(Connell, 1998: 166). Örneğin evde yemeklerin yapılması, sofranın kaldırılması, evin temizliği kadınların görevi olmasına karşılık tamir yapmak, bir konu hakkında nihai

(41)

27 karar vermek gibi görevlerin erkeklerin görevi olması; iş yerlerinde teknik işlerin erkekler tarafından yapılmasına karşılık bilgisayar yazmanlığı, muhasebe, kayıt tutuma gibi sekreterlik işlerini kadınların yapması; sendika ve derneklerde üst düzey yönetimlerde daha çok erkeklerin yer alması kadınların ise sadece üyelik düzeyinde katılımlarının olması gibi birçok etkileşim alanında toplumsal cinsiyet rejimleri mevcuttur.

Connel toplumsal cinsiyet rejimlerini, kurumlar (işyeri, sendika gibi), aile, devlet ve sokak olarak dört kategoride incelemektedir (1998: 165). Aile toplumun temeli olmasının ötesinde, toplumun en karmaşık öğelerinden biridir. Bu nedenle aile içerisindeki ilişkilerin analizi oldukça zordur. Toplumsal cinsiyet ve aile arasındaki ilişki açığa çıkarılmak isteniyorsa aile içerisinde fertlerin kendiliğinden görünen ancak tarihsel kökenlere sahip görev dağılımlarının incelenmesi gerekmektedir. Ev ve aile içerisindeki iş bölümüne çok sayıda örnek verilebilir. Nitekim en çok bilineni;

çocuk bakımını, temizliği, yemekleri, annenin ya da kız çocuğun yapması (kültürel aktarımlar), erkek çocuğun ve babanın ise evin gereksinimlerini (alışveriş ya da tamir gibi) karşılamasıdır. Aile içindeki görev dağılımları farklı sosyal ve kültürel ortamlara göre değişebilmektedir. Ancak her ne kadar erkek çocuk ya da koca evin temizliğini yapsa ya da sofrayı kaldırsa da bunu “yardım” olarak nitelemektedir.

Yani aslında tüm bu işleri yapmakla görevli olan kadındır. Erkek ise sadece ‘yardım’

etmektedir. Buradaki esas soru, aile içindeki görevlerin cinsiyete göre dağılımının neye göre ve nasıl belirlendiğidir. Ya da bu verili durum kim tarafından gerçekleştirilmekte ve gelecek soya nasıl aktarılmaktadır? Engels’in deyimiyle Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi olmuştur (Engels,

(42)

28 1987: 62). Tarihsel olarak bu yenilgi beraberinde toplumsal ilişkilerin her bir alanında ve aşamasındaki yenilgileri getirmiştir. Bugün ailede, sokakta, iş yerinde gündelik yaşamın tümündeki kadın algısı ilk ve peşi sıra gelen yenilgilerle ‘gerçek olan’ olarak kazınmıştır. Bu toplumsal bilinç oldukça geri ve ilkeldir. Böylelikle, kadının üretime ve yaşamın yeniden üretilmesine olan katkıları, genellikle biyolojilerinin ya da doğalarının bir işlevi olarak tanımlanır. Nitekim kadınların yaptığı ev işleri, çocuk, yaşlı, koca bakımı, fizyolojik yaratılışlarının eseri olarak sunulur. Çocuk doğurması gerçeğinin, doğanın onlara bir rahim sunduğu gerçeğinin uzantısı olarak görülür. “Biyolojinin sirayet ettiği doğa kavramı, bir tahakküm ve sömürü ilişkisini gizemli bir havaya sokmaktadır” (Mies vd., 2008: 103). Tıpkı kapitalist üretim ilişkilerinde kadın emeğinin ucuz, sendikasız ve güvencesiz istihdam ediliş biçimi ve bunun haklı gösterilişi gibi. Tıpkı kadının ev içinde kapitalist üretimin yeniden üretimi için harcadığı ama karşılığını alamadığı bedava ya da görünmeyen emeği gibi.

Devlet toplumsal rejimlerin en kurumsal alanlarından biridir. Ancak çoğu kimse devleti toplumsal cinsiyetin kurumsallaştığı bir alan olarak görmez (Connell, 2008: 173). Oysa devlet toplumsal cinsiyet konularıyla ilgili birçok ideolojik etkinlikte bulunur ve düzenlemelere gider. Nitekim devlet uygulamalarının meşru dayanağı olan anayasalar, toplumsal cinsiyet rejimine dair birçok düzenlemeyi içerir.

Devletin gerçekleştirmiş olduğu toplumsal cinsiyet uygulamalarına birçok örnek verilebilir. Örneğin Đran, Afganistan gibi Ortadoğu ülkelerinde devlet kadının nasıl giyineceğine kadar birçok alana müdahale eder. Yine Đslami hükümlerle yönetilen ülkelerde devlet erkek egemenliğini kutsamakta ve kadına yönelik ayrımcı

Referanslar

Benzer Belgeler

Uygulamanın yapıldığı ve anketin uygululandığı öğrencilerin büyük çoğunluğunun görsel sanatlar dersini sevdiklerini aynı zamanda bu dersi kendilerini

Tablo 8’e göre Özel Özel Eğitim Kurumlarında ve Kız meslek Liselerinde çalışan Çocuk Gelişimi ve Eğitimcilerin Duyarsızlaşma ve Kişisel Başarı puanı

Görüyoruz ki geçici ahlak ve temelli ahlak arasında tam olarak keskin bir ayrım yapılamamaktadır. Geçici ahlak kuralları bahtiyarlığın anahtarı niteliğindeydi. Temelli

Rıza Nur'un bu gence duyduğu aşkı anlamlandıracağı tek bir anlamlandırma çerçevesi yoktur. Anlatısı daha ilk anda kendi kendini istikrarsızlaştırır. Zira aşk nesnesi

X yöneticisine göre EFQM MM’nin performans ölçümünün yanında şirkete en büyük faydası şirket için bir yönetim modeli oluşturuyor olmasıdır. Performans Karnesinin sağladığı

Wang ve ark’nın (192) KVH insidansı ile plazma kolesterol ester ve fosfolipit yağ asidi kompozisyonu arasındaki korelasyonunu incelediği prospektif çalışmada KVH olan

Sosyal profilleri ve sahip oldukları değerler itibariyle katılım bankasını meydana getiren unsurlarla paralellik içinde olan katılım bankası

Teftiş kurulu doğrudan yönetim kuruluna bağlı olmak yerine, denetim komitesi aracılığıyla yönetim kuruluna bağlanmalıdır.Uluslar arası uygulamalara