• Sonuç bulunamadı

Emek kavramının mahiyetinin geniş ve ayrıntılı olmasından ötürü burada esas olarak kavramın çeşitli boyutları ele alınacaktır. Bunlardan biri klasik ekonomi politik tarafından biçimselleştirilmiş modern emek kavramının feminist iktisatçılarca eleştirisi ve bu çerçevede kapitalizmin ve ataerkilliğin görünmez kıldığı duygusal emek ve bakım emeği gibi ev içi emek biçimlerinin emek analizine dâhil edilmesidir.

Đkincisi ise kadınların hizmet emeği biçiminde örneğin öğretmen olarak sunduğu kafa emeğinin niteliği tartışılacaktır.

Klasik ekonomi politik tarafından biçimselleştirilmiş modern emek kavramı ikili bir tanıma gönderme yapmaktadır (Hırata ve Zarıfıan, 2009: 131). Bunlardan ilkinde emek; “insan eyleminin genel ve insan cinsine ilişkin bir özelliğini oluşturur”

(2009: 131). Başka bir ifade ile emek, insan ve doğa arasında gerçekleşen bir edimdir. Đkinci emek tanımında ise insanla doğa arasındaki alışverişin belirlenmiş toplumsal koşullar içinde gerçekleştiği ileri sürülmektedir (2009:131). Yani farklı sosyal ve ekonomik koşullarda farklı emek biçimlerinden bahsedilmektedir. Bu ikili tanımın değeri, emek faaliyetinin iki tür ilişki (insan-doğa/insan-insan) çerçevesinde analiz edilmesinden gelmektedir. Ancak bu çerçeve feminist iktisatçılar tarafından eleştirilmektedir. Feminist iktisatçılara göre emek tanımları cinsiyetçi bir emek modelinden hareket ettiği için yetersiz kalmaktadır. Emek tanımlarında emeğin öznesi ‘insan’ evrensel olan diye sunulmakta ve gerçekte evrensel olarak ortaya konulan ise erkek olmaktadır (Hırata ve Zarıfıan, 2009: 131). “Kadın ve erkekleri

5 farklı bir biçimde kavramsallaştıran bir takım örtük varsayımlarla, iktisatta kadın görünmez kılınmaktadır (Özkaplan, 2009: 16). Bu varsayımlardan biri tüm kadınların evli ya da evlenecek olmalarının sonucunda “erkeklerine” iktisadi olarak bağımlı olmalarıdır. Đkincisi kadınların hem ev işlerini ve çocuk bakımını yapmalarının hem de ev dışında çalışmalarının mümkün olmamasıdır. Üçüncüsü kadınların beşeri sermayelerinin erkeklerinkinden düşük olmalarından ötürü daha az verimli çalışmaları dolayısıyla erkeklerle eşit ücret almalarının eşit pozisyonlarda çalışmalarının beklenmemesidir. Son olarak kadınların biyolojik olarak (annelik) rasyonel hareket edememeleridir (2009: 16).

Emek ve kadın emeği kavramlarında süregelen tartışmalardan bir diğeri de karşılıksız ev emeği, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı çalışma faaliyetlerinin analize dâhil edilmemesi ve bu emek biçimlerinin görünmez kılınmasıdır. Feminist iktisatçıların literatüre en önemli katkılarından biri yeniden üretim süreçlerini ana akım iktisat anlayışından daha kapsamlı ele almalarıdır. Ana akım iktisat anlayışından farklı olarak, piyasada gerçekleştirilen mübadele ilişkisinin dışında ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı üretim faaliyetleri kapsayan yeniden üretim süreçlerini analize dâhil etmişlerdir (Özkaplan, 2009: 15). Kapitalizmin ve ataerkilliğin egemen olduğu emek piyasasında yeniden üretim süreci mübadele edilmediği için değer biçimine bürünmemekte dolayısıyla kapitalizm için görünmez olan bu emeğin görünmez bırakılması doğallaştırılmaktadır (Savran, 2009: 30).

Ev emeği ya da bakım hizmeti kavramı, emeğin yeniden üretimi bağlamından kuramsal olarak ele alınması ve tartışılması gereken bir sorundur. Ev emeği; ev içi

6 üretim, ev işi, ev içi faaliyetler, insanların bakımı, ev kadınlığı, annelik, çocuk bakımı, duygusal bakım işleri gibi birçok terimle ifade edilmektedir. Farklı disiplinler ve yaklaşımlara göre terimlerin kullanım şekli değişebilmektedir. Feminist teoride ev emeği; “insanların bakımıyla bağlantılı olan ve aile içinde, hem evli çiftin evinde hem ebeveynlerin evinde, yapılan işlerin bütünü olarak” tanımlanmaktadır (Fougeyrollas-Schwebel, 2009: 159). Bu karşılıksız emek tümüyle kadınlar tarafından yapılmaktadır. Kavram üzerine yapılan tartışmalarda, ev emeğinin karşılıksız emek olduğunu ve bundan erkeklerin yarar sağladığını ortaya koyması açısından Christine Delphy’nin çizmiş olduğu çerçeve önemlidir.

“Odak noktamızı aile ilişkileri içinde kadınların erkekler için yaptıkları pratik, duygusal, cinsel üremeyle ilgili ve sembolik işler oluşturmaktadır.

Bunların arasında ev işleri, erkeklerin yaptıkları işlere katkı olarak yapılan işler, aile fertlerine verilen duygusal hizmet, çocuk bakımı, hasta ve düşkün aile fertlerinin bakımı, kocalara sunulan cinsel hizmet ve çocuk doğurma vardır”

(Delphy ve Leonard, 1992: 23; aktaran Savran, 2009: 49).

Delphy’e göre kadınların emeğine, aile içinde erkekler tarafından “evlilik sözleşmesi” gereği el konulmaktadır. Ev içi emek tartışmalarında duygusal emek-bakım emeği kavramları da sıkça kullanılmaktadır. Bakım emeği daha çok emek-bakımı üstlenilen kişiye karşı duyulan ilgi bağlamında ele alınmaktadır (Özkaplan, 2009:

17). “Bakım emeği duygusal bağları her zaman içerir; sevdiğimiz değer verdiğimiz için eşimize, kocamıza, çocuğumuza, hasta annemize bakarız” (2009: 17). Ancak burada bir hususa dikkat çekilmelidir: Bakım emeği salt duygusal ilişkiyle açığa çıkan bir eylem olarak nitelendirilmemelidir. Aksi halde duygusallık ev içi emeğin

7 karşılıksız olmasının meşru bir dayanağı haline gelebilir. Diğer taraftan bakım emeği sadece ev içinde gerçekleşen bir faaliyet değildir. Hizmet sektöründe birçok kadın bakım hizmeti gerçekleştirmekte ve bu hizmetlerin karşılığında ücretlendirilmektedir. Kadın emeği denilince kadınların piyasadaki ücretlendirilen emeği akla gelmektedir. Başka bir ifade ile emek ücretlendirildiği ölçüde görünür kılınmaktadır. Dolayısıyla kadınların ev içerisinde gerçekleştirmiş oldukları işlerin hiçbiri ücretlendirilmediği için ‘karşılıksız’ kadın emeği olarak algılanmaktadır. Esas olarak “ev emeğinin ayırıcı niteliği, onun hangi ilişki içinde yapıldığı ile bağlantılıdır” (Savran, 2009: 48). Evde kadınların yaptıkları tüm işlerin piyasadaki karşılığına bakıldığında birer meslek olduğu ve ücretlendirildiği gözlemlenebilir.

Örneğin hizmet sektöründe iletişim, halkla ilişkiler, temizlik, sağlık, eğitim gibi iş alanlarında çoğunlukla kadınlar istihdam edilmekte ve emekleri ücretlendirilmektedir.

Emek ve kadın emeği kavramları çerçevesinde tartışılması gereken bir diğer konu ise kadınların öğretmen olarak sunduğu kafa (hizmet) emeğinin niteliğidir. Zira çalışma açısından eskiden sadece devletler tarafından sunulan ve üretken emek kategorisinde kabul edilmeyen eğitim hizmetlerinin özelleştirme kapsamına girmesi bu alanda istihdam edilen kafa emeğinin niteliğindeki dönüşümün analizini önemli kılmıştır.

Kapitalist sermaye birikim süreci artı değerin sürekli yeniden üretilmesi ve sermayenin genişlemesi sürecidir. Bu sürecin kesintisiz işlemesi artı değerin bir kısmının üretken yeniden yatırıma dönüştürülmesi ile mümkündür. Bu açıdan

8 kapitalist birikim süreci içerisinde üretken emek kategorisinin belirlenmesi önemlidir. Marks’a göre sadece sermaye üreten emek üretkendir. Üretken olmayan emek ise artı değer üretmeyen emektir (Marks, 1975: 156-57; aktaran Yılmaz, 2006:

291-292 ). Marks hizmet emeği açısından öğretmen-öğrenci ve işveren-öğretmen arasındaki üretken ve üretken olmayan emek ilişkisini şöyle analiz etmektedir.

“Her ne kadar öğrencileriyle ilişkilerinde, bu öğretmenler, üretken olmayan emek kategorisinde olsalar da, işverenleri ile ilişkilerinde üretken emeği temsil ederler. Bu anlamda işveren, sermayesi ile çalıştırdığı öğretmenlerin emek gücünü satın alır ve kendini bu yolla zenginleştirir” (Marks, 1975: 397; aktaran Yılmaz, 2006: 293).

Kapitalist üretim ilişkileri açısından üretken kabul edilebilen öğretmen emeği eğitim hizmetinin geleneksel olarak devletler tarafından verildiği düşünüldüğünde

“toplumun üyelerinin biyolojik ve toplumsal yeniden üretimleri ile sosyo ekonomik oluşumun kendisini sağlamak için verilen hizmetler olmaları dolayısıyla” üretken olmadığı söylenebilir (Savran ve Tonak, 1999: 21; aktaran Yılmaz, 2006: 316).

Ancak son yıllarda sermaye birikiminin yeniden değerlenme alanı olarak eğitim hizmetlerini seçmesi, keza, artan rekabetin sonucunda devletlerin de piyasa oyuncusu gibi hareket ederek eğitim hizmetlerini sunması bu alanda emeği artı değer üreten üretken emeğe dönüştürmektedir. Başka bir ifade ile iyi eğitimli, daha yüksek ücretli ve ortalama emeğin üzerinde niteliklere sahip olan öğretmen emeği değersizleşmektedir. Bu durum kafa ve kol emeği arasında iş güvencesi, ücret, emeklilik hakkı gibi bir takım farklılıkları da ortadan kaldırmaktadır. Kısaca kol emekçilerinden görece iyi istihdam edilen kafa emekçilerinin sınıfsal pozisyonları

9 gerilemeye başlamaktadır. Diğer taraftan hizmet emeği açısından gözlemlenen bu değişim örneğin eğitim hizmetlerinde öğretmenlerin gelirleri kadar, mesleklerine ve eğitime yükledikleri anlam ve önemin farklılaşmasını da kaçınılmaz olarak getirmektedir. Çalışma koşulların bakımından emeğinin değersizleştiğini algılamaya başlayan öğretmenin kendini ne denli eğitimci (öğretmen) gibi hissedebileceği tartışılması gereken bir soru olarak durmaktadır.

Sendika

Sendika “ücretli emeğin sermayeye karşı hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için oluşturduğu bir örgüttür” (Koç, 1992: 24). Daha genel bir ifade ile sendikalar, işçilerin ve işverenlerin ekonomik, toplumsal ve kültürel çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla kurdukları, tüzel kişiliği olan meslek örgütleri olarak tanımlanmaktadır (Meydan Larause Cilt 7: 498; aktaran Türkoğlu, 1999: 13).

Sendikalar “çalışanların çıkarlarının korunması, ekonomik ve demokratik haklarının geliştirilmesi bakımından demokratik bir toplumun vazgeçilmez öğeleridir” (Toksöz, 1994: 441). Sendikalar aynı zamanda, “üyelerinin sahip olduğu hakların farkına varmalarını sağlama, bu hakların korunması gibi konularda da davranış geliştirmelerine katkı sunma, bireylerin anlayış ve tutumlarında değişiklikler oluşturabilme ve bu çerçevede de toplumsal hareketlilikler sağlayabilme gibi işlevlere” sahiptir (Türkoğlu, 1999: 13).

Sendikacılık işçi sınıfı hareketinin bir parçası olarak sanayi devriminden sonra ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki anlamıyla sendikalar oluşmadan önce kooperatif tipte meslek kuruluşları hâkimdir (Sur, 2011: 9). Başlangıçta meslek

10 kuruluşlarında ya da yardım sandıkları gibi dayanışma derneklerinde örgütlenmeye gidenlerin başlıca amaçları hastalık, kaza, işsizlik gibi her işçinin her an başına gelebilecek olaylara karşı yardımcı olmaktı. Ancak zamanla sendikal mücadele siyasal bir içerik kazanarak güvence ile birlikte hak ve özgürlük alanlarının genişlemesi yönünde amaçlar edinmiştir. Sendikacılığın tarihi gelişimi, çalışanların mesleki güvence için bir araya gelip örgütlendiği aşama- özgürlük dönemi-, sendikacılığın girişim ve ticaret özgürlüğüne zarar verildiği düşülüp, devlet otoritesinin güçlenmesi amaçlanarak kısıtlandığı aşama- yasaklanma dönemi- ve sendikacılığın demokratik bir yaşamın unsuru olarak tanımlandığı aşama- hak dönemi- olarak dönemselleştirilebilir (Sur, 2011: 9-13).

Günümüzde sendikalar kuruluş düzeyi bakımından genellikle meslek, iş yeri ve endüstri olmak üzere üç kategoriye ayrılmaktadır (Sur, 2011: 75). Bunlardan ilki işçinin uzmanlık alanına dayanan meslek sendikacılığıdır. Meslek sendikacılığı tarihsel olarak ilk örgütlenme biçimini oluşturmaktadır. Đkincisi, işyerindeki temel faaliyetin esas alındığı endüstri ve iş kolu sendikacılığıdır. Günümüz sendikaları genellikle endüstri ve iş kolu esasına dayanmaktadır. Örneğin metal iş kolu, eğitim iş kolu, büro işleri vb. Üçüncü kategoride ise işyeri sendikacılığı bulunmaktadır. Đşyeri sendikacılığı ise sadece belirli bir işyerinde faaliyette bulunmak amaçlı sınırlı bir örgütlenme tipidir. Diğer taraftan sendikaların kuruluşu açısından farklı ayrımlar da mevcuttur. Örneğin sendikalar bölge ve yurt çapında başka bir ifade ile kuruluşun coğrafi faaliyet alanına göre ayrılmaktadır. Sendikaların üst kuruluş türleri esas alınarak ayrımı da söz konusudur. Bu kapsamda federasyon ve konfederasyon örnek gösterilebilir. Bir diğer ayrım ise kamu sektörü sendikaları ve özel sektör sendikaları

11 esasında gerçekleştirilen ayrımdır. Buradaki ayrım kamu kesimi ile özel kesim arasında hem yönetim ve üretim esaslarının hem de istihdam biçimlerinin farklı olmasına dayanmaktadır (2011: 75-77).

20. yüzyılın ortalarından bu yana sendikal hareket demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurudur. Sendikal hareket söz konusu toplumlarda çalışanların hak ve özgürlüklerini güvence altına aldığı gibi demokrasinin gelişmesi açısından önemli bir katkıya sahiptir. Ancak sendikaların bu misyonu yerine getirebilmeleri için güçlü olmaları gerekmektedir. Bu gücün sağlanmasında ise sendikaların iş kollarındaki örgütlülük oranı ve sendikal mücadeleye üyelerini aktif katabilme düzeyleri belirleyicidir.

1.3. Gündelik Yaşam

Gündelik yaşam terimi bir gün içerisinde gerçekleştirilen günlük ritmi akıllara getirmektedir. Tanım olarak “her yirmi dört saatte olan” anlamına gelmektedir. Kavramın tarihi çok eskilere gitmekle beraber son yıllarda geniş bir alana yayılmış ve kuramsal anlamlılık kazanmıştır. Bu da kavramın tarihsel gelişiminde farklı anlamlar yüklendiğini göstermektedir. Gündelik yaşama duyulan ilgi pozitivizm, Marksizm ve işlevselcilik gibi tümleyici klasik sosyolojilerin ve bu kuramların sosyal davranışın çeşitli yönlerini makro-modeller ve makro-sistemler şeklinde rasyonel organizasyonlarının krize girmesine bağlanmalıdır (Bovone, 1989:

41). Başka bir deyişle aslında göz ardı edilen alan ilgi odağı haline gelmiştir.

12 Frankfurt Okulu’nun önemli yazarlarından Jürgen Habermas ve Agnes Heller’in gündelik yaşama ilişkin eleştirel teorilerinin esasını bireyin ideolojik olarak sistem tarafından çevrelendiği ve bu çevrelenmenin gündelik yaşamın her evresinde meydana gelen gerçeğin bilincine varılması oluşturmaktadır (1989: 42). Habermas’ta gündelik bağlam, “yaşam dünyası” veya “Lebenswelt” iletişimsel eylem, kurumsal çerçevede ve özneler arasında geçerli davranış normlarının oluşturulduğu, stratejik eylem ya da amaçsal eylemle çelişen anlamlı etkileşim bağlamları haline gelir (1989:

42). Gündelik yaşama Georg Lukacs ve Heller’de daha net bir şekilde odaklanılır.

Lukacs’a göre, “gündelik insan davranışı her insanın praksisinin/eyleminin başlangıç noktası olduğu için ilk gelendir.” (Lukacs, 1963; aktaran Bovone, 1989: 43).

Đnsanların gündelik eylem ve tepkilerini detaylı bir şekilde göz önünde bulundurmaksızın, toplumun ekonomik ve sosyal gelişimini anlamak mümkün değildir. Lefebvre’de bu ifade; günlük yaşamın rutinleşmesi incelenmeksizin kapitalizmin hareket yasasının analiz edilemeyeceği biçiminde somutlaşmaktadır (Lefebvre ve Regulier, 2005). Heller’in Gündelik Yaşam Sosyolojisi’nde, gündelik yaşam “insanın bireysel yeniden üretimini karakterize eden, karşılığında da toplumsal yeniden üretimin olanaklarını doğuran bütün faaliyetler” olarak tanımlanmaktadır (Heller, 1975: 22; aktaran Bovone, 1989). Gündelik eylemlerin, tarihle çatışmayan, daha ziyade tarihin mayasını oluşturan kendi tarihi vardır. Sınıf tarihi bağlamında ve özellikle de burjuva tarihi bağlamında sadece çok az kişi özelden genele gitmiş, hem kendi hem de “genel bilinçli eylem” yoluyla yaşadıkları topluma ilişkin bilinç kazanmıştır. “Genel bilinçli eylem” ahlak, siyaset, sanat, bilim veya felsefe gibi toplumsal bir ihtiyacı karşılayan bir iştir. Çoğu insan, gündelik yaşamın parçalarının ötesine geçememiş ve işbölümünden kaynaklanan

13 yabancılaşmanın sonucu olarak toplumsal yaşamda pasif kalmıştır (Bovone, 1989:

44). Heller için, gündelik yaşam ne kamusal alana karşılık özel alandır ne de üretici olmayan iş dışı alandır (Heller, 1975: 133; aktaran Bovone, 1989). Gündelik yaşam her iki alanda da mevcuttur.

Alfred Schutz için gündelik dünya bireyler arası, toplumsal olarak inşa edilmiş ve “tipik” olarak algıladığımız önceden inşa edilmiş mevcut bilgi sistemidir (1989: 44). Bu bilgi, eylemlerimize yön vermemizi mümkün kılar. Gündelik yaşam dünyası veya “sorgulamaksızın doğru kabul edilen dünya” bu nedenle sonu olan bir anlam alanıdır (1989: 44).

Achille Ardigo gündelik yaşam dünyasını yakın veya arkadaş canlısı ilişkilerin, eylem ve bireyler arası ilişkilerin anlamının bütünsel ve çift taraflı anlaşıldığı gündelik etkileşimin bir bileşimi olarak görmektedir (1989: 46). Bu alan toplumsal sistemle çatışmaktadır ve yabancılaşmıştır. Bilişsel anlamın özel üreticisi olmasının yanı sıra yaşam dünyası, etik davranışların da özel bir üreticisidir. Ardigo, her tür durumda bu ikisi arasındaki ilişkinin hem mümkün hem de gerekli olduğuna inanmaktadır (1989: 46).

Michel Maffesoli çıkar veya normlar tarafından güdülenen geleneksel eylem çerçevesini kullanmanın mümkün olmadığına inanmaktadır. Rasyonellik, gündelik yaşamın anlamını açıklamamaktadır. Maffesoli, gündelik yaşamı bireylerin katı kurumların üstesinden gelmek için aklını kullandığı olabildiğince muğlâk bir bağlam olarak görmektedir. Gündelik yaşam toplumsal yaşamın kurumsal olmayan, tam

14 anlamıyla spontane ve yaşam atılımını (elan vital) vurgulayan yönüyle çakışmaktadır (Maffesoli, 1989). Gündelik yaşam çeşitli durumlarda (iş, boş zaman), çeşitli toplumsallaşma biçimlerinde (aileden dernek ve siyasi partilere kadar) ve çeşitli kurumlarda (okul, yönetimler, örgütler, vb.) tamamen mekanik olanın ötesine geçen her şeyin ele alınma biçimidir. Kısacası gündelik yaşam sosyolojisi toplumsal ilişkiler olarak adlandırılan şeylerin üstünde veya altında kalan ne varsa onunla ilgilidir (Maffesoli, 1989).

15 Tablo 1. Gündelik Yaşam Teorilerinin Karşılaştırılması

Yazar Gündelik Gündelik

Ardigo Yaşam dünyası Sistem Çift taraflı anlayış Otonom normlaştırma

Maffesoli Mevcut olan Belirsizlik Đmmoralizm/dayanışma

Kaynak: Bovone. L. (1989) “Theories of Everyday Life: A Search for Meaning or A Nagation of Meaning”, Current Sociology, 37/1.

Tablo 1 gündelik yaşam teorilerinin farklı kuramcılar tarafından ele alınış biçimlerini göstermektedir. Bu çerçevede bahsedilen teorisyenlerin gündelik yaşama ilişkin kuramsal temelleri gündelik olan, gündelik olmayan, gündelikten ortaya çıkan bilişsel anlam türü ve gündelikten ortaya çıkan etik anlam türü başlıklarında özetlenmektedir. Tablo 1 analiz edildiğinde ortaya gündelik yaşamın farklı algılanış

1 Etik, sağduyu dediğimiz ve herkes tarafından kolayca onaylanabilen bir dizi ahlak prensibi olarak tanımlanabilir. Tablo içerisinde yapılan sınıflandırmada bu başlık gündelik yaşamda zamanla oluşa gelen ve toplumun uymak zorunda olduğu kabullenmeler üzerinde yoğunlaşır. Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü gibi ikilemleri barındıran olguların tarihsel anlamlarından soyutlanarak tek bir ilişkiye indirgenmesi ve bunun topluma ‘kural’ olarak dikte edilmesi hemen hemen günümüzde yaygın olarak kabul edilen birçok normun tarihsel gelişiminde gözlemlenebilir.

16 biçimleri çıkmaktadır. Dolayısıyla gündelik yaşama ilişkin ortak bir tanımdan yola çıkmak mümkün değildir.

Patrick Tacussel’e göre ise gündelik yaşam üzerinde sosyal bilimlerde iki eğilim mevcuttur (Tacussel, 1989). Bunlardan ilki, bireyin yabancılaşmasının gündelik var oluşun çekirdeğinde yer aldığı eleştirel yaklaşımdır. Bu yaklaşımın savunucuları (Henri Lefebvre, Herbert Marcuse, Agnes Heller, Karel Kosik gibi) Freud’cu psikoanalizciler ve çağdaş Marksistlerlerden oluşmaktadır. Đkinci eğilim ise, etkileşimciler (Erving Goffman ve izinden gidenler), (metacritics) meta eleştiricileri (Edgar Morin, Jean Baudrillard) ve (estheticointuitionist) estetik-sezgiciler (Michel Maffesoli, Alam Medam, Pierre Sansot ve diğerleri) tarafından geliştirilen verstehende sosyolojisidir2.

Sigmund Freud’a göre gündelik yaşam bireyin bilinç ve bilinçdışı motivasyonlarının buluşma noktasıdır; gündeliğin süreksiz veya tekrarcı olma durumu nedensiz unsurların mantığını gizli bir güçten yani bilinçdışından almalarıdır. Freud’a göre, gündelik varoluşumuzda bizler bilince dayalı aklımızın gücünü ortak yere veya önemsiz eylemlere götüremeyiz. Bu nedenle, spesifik bir

2 Almanca bir kelime olan verstehen “anlama” veya “yorumlama” anlamına gelmektedir. Sosyal bilimlerde sosyal bir olgunun yorumlayıcı veya katılımcı bir şekilde kavranışıdır. Yorumlayıcı anlayışı (Verstehen) sosyolojiye kazandıran Max Weber ve Georg Simmel olmuştur. Sosyolojide verstehen, antropolog veya sosyolog gibi bir kültürü dışarıdan gözlemleyen kişinin o kültürde yaşayan kişileri, kendi kültürü bağlamında yorumlamak yerine söz konusu kişileri kendi koşulları içinde ve onların bakış açısından incelediği sistematik bir yorumlayıcı süreç anlamını kazanmıştır (www.wikipedia.org.eng).

17 içerikten yoksun olan her şey psişik süreçteki yetersizliklere atfedilmelidir. Bu niyet dışı unsurlar psikanaliz tarafından bilince karşı gelen dürtüler tarafından belirlenen unsurlar olarak yorumlanırlar (Tacussel, 1989).

Karl Marks ve Friedrich Engels’de gündelik yaşama ilişkin çerçeve daha çok üretim ilişkileri üzerinden gerçekleştirmiş oldukları analizler üzerinden yorumlanmaktadır. Marks ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ adlı eserinin ön sözünde şu ifadelere yer etmektedir:

“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Đnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.

Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler onların engelleri haline gelirler.

O zaman, bir toplumsal devrim çağı başlar…” (Marks, 1993: 23).

Marks’a göre üretim ilişkilerinin tümü toplumun iktisadi yapısını ve belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapıyı belirlemektedir. Maddi hayatın üretim tarzı toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Buradan hareketle bireylerin gündelik yaşamlarını belirleyen

Marks’a göre üretim ilişkilerinin tümü toplumun iktisadi yapısını ve belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapıyı belirlemektedir. Maddi hayatın üretim tarzı toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Buradan hareketle bireylerin gündelik yaşamlarını belirleyen