• Sonuç bulunamadı

Çalışmada esas olarak ortaya konacak olan, sendikalı kadınların gündelik yaşamları ve sendikal katılımları arasındaki ilişkinin somut bir örnek (Eğitim Sen) üzerinden analizidir. Böyle bir analiz için evvela analize konu olacak kavramların açıklanması gerekmektedir. Çalışma süresince emek, kadın emeği, sendika, gündelik yaşam, ataerki-toplumsal cinsiyet kavramları kullanılacaktır.

Sosyolojik açıdan insan doğal çevreye uyum sağlayarak değil, doğal çevreyi kendisinin yaşayabileceği ya da hayatta kalabileceği bir yere dönüştürerek varlığını sürdürür ve bunun için ise en temel araç emektir (Mandel, 2008: 23). Sözlükteki anlamıyla emek bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücüdür. Her iki tanımda da görüleceği üzere emek genel soyutlama düzeyinde tanımlanmıştır. Ancak kavramın karşılığı farklı üretim tarzlarında farklı ilişkileri tanımlar. Kapitalizmde emek kavramı, genellikle artı-değer üretmek amacıyla yapılan çalışma anlamına gelen, erkeklerin kapitalist koşullarda üretken çalışmasına karşılık olarak kullanılır (Mies vd., 2008: 104). Kadınlar da artı-değer yaratan emek harcarlar ama kapitalizmde emek kavramı erkeğe özgü ya da ataerkil ön yargılarla işe koşulur.

“Kadınların doğa ile etkileşiminin biyolojik olarak tanımlanmasından ötürü hem doğurmanın hem de çocukları büyütmenin yanı sıra ev işlerinin geri kalanı da çalışma ya da emek olarak görünmez” (Mies vd., 2008: 103). Emek tartışmalarına yönelik en önemli eleştirilerden biri şüphesiz feminist iktisatçılardan gelmiştir.

Feminist iktisatçıların katkıları emek tartışmalarında piyasada gerçekleştirilen mübadele ilişkisinin dışında ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı

32 faaliyetleri kapsayan yeniden üretim süreçlerini analize dâhil etmek olmuştur (Özkaplan, 2009). Çalışmada esas olarak, emek kavramı, feminist iktisatçıların

“yeniden üretim süreçleri” kuramsal temelinde analiz edilmektedir.

Herhangi bir ilişkiye dair bir analiz, ilişkinin incelendiği bir toplum tasarımı gerektirmektedir. Çalışmada Eğitim Sen’li kadınların gündelik yaşam pratikleri analiz edilmektedir. Eğitim Sen’li kadınların gündelik yaşam pratiklerini sergilediği toplumsal sistem ile bu sistemi belirleyen temel dinamiklerin analizi çalışmada elde edilecek sonuçların temel dayanağını oluşturacaktır. Çalışmada toplumsal sistemin erkek egemen bir yapıya sahip olduğu ve erkek egemenliğinin toplumsal yaşamın her alanında belirleyici ve düzenleyici bir rol üstlendiği ileri sürülmektedir. Bu iddia ataerki ve gündelik yaşam arasındaki ilişkide analiz edilmektedir. Kapitalizm ve ataerki ideolojisinin hâkim olduğu yaşadığımız toplumda sosyal, siyasal, kültürel ve iktisadi alanların tümünde cinsiyete dayalı iş bölümü gerçekleşmektedir. Gündelik yaşamda gerçekleştirilen tüm faaliyetlerde kapitalizmin ve ataerkinin hâkim olduğunu ve cinsiyete dayalı bölünmenin gerçekleştiğini gözlemlemek mümkündür.

Bu bağlamda kadının konumu erkeğe göre hep ikincildir. Cinsiyete dayalı iş bölümü, iş bölümünün toplumsal cinsiyet ilişkilerinden kaynaklanan biçimidir (Kergoat, 2009: 95). Temel özelliği erkeklerin öncelikli olarak üretim alanına, kadınların ise yeniden üretim alanına tahsis edilmesidir (2009: 95). Ayrıca erkekler toplumsal yaşamın her alanında iktidarın da sahibidirler. Cinsiyete dayalı iş bölümünde bir erkek işleri bir de kadın işleri vardır ve tüm işlerde erkek işleri kadın işlerinden daha değerlidir. Cinsiyete dayalı iş bölümünde ev işi ve bakım iş kadın işi olarak görülmektedir. Ücretli iş ise esas olarak erkek işi olarak görülmektedir. Yaşadığımız

33 kapitalist toplumda yaygın olarak kabul gören ‘kadınların ev dışında çalışmaları sonucunda ev işlerinin tam anlamıyla yapılamayacağı ve çocukların doğru dürüst yetiştirilemeyeceği’ anlayışı ataerkil ilişkilerin kadın işi ile erkek işi arasında yaptığı kategorik ayrım temelinde hala sürmektedir. Buradan hareketle erkeklerin kadınlar üzerindeki denetiminin sadece ev içinde olmadığı, aynı zamanda kapitalizm ve ataerki arasındaki ilişkilerin sonucunda toplumsal yaşamın diğer alanlarında da (sosyal, iktisadi ve kültürel) olduğu söylenebilir. Bu ilişkinin açığa çıktığı alanlardan biri de sendikalardır. Türkiye’deki ve dünyanın birçok ülkesindeki sendikalarda, sendikalı kadın üye sayısının az olması ve sendikanın üst kurullarında kadın temsiliyetinin düşük olmasından ötürü erkek egemenliğinin sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu durum sendikalarda ataerkil ilişkilerin sürdürüldüğünü (kadın işi/erkek işi) ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yeniden üretildiğini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan genel olarak çalışanlar arasında sendikalılık oranının da düşük olmasına dikkat çekilmelidir. Çalışanların haklarının genişletilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadelelerini içeren sendikaların çalışma yaşamındaki temsiliyetinin düşük olması siyasi iktidarların sendikalara ve sendikal mücadeleye karşı olumsuz tutumlarından kaynaklanmaktadır. Bu durum sendikal mücadelenin çatışmalı bir alan olmasına ve dolayısıyla bu çatışmalı alanda örgütlenme faaliyetlerinin zorlaşmasına neden olmaktadır. Siyasi baskınlardan da kaynaklı olarak kadınlar sendikal faaliyetlerde yeterli düzeyde yer almamaktadır.

Ne var ki temsiliyet oranları düşük de olsa sendikalarda kadın üyeler mevcuttur ve sendikal faaliyetlere katılmaktadır. Buradan hareketle çalışmada sendikalı kadınların sendikal faaliyetlere katılımının gündelik yaşam pratikleri

34 üzerinden analizi gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Bu açıdan analiz için gerekli kuramsal çerçevenin esasını gündelik yaşam tartışmaları oluşturmaktadır.

Gündelik yaşam, bireyin maddi yaşamını yeniden üretmesi için gerekli tüm eylemlerini gerçekleştirdiği bir süreci, mekân ve zamana bağlı olarak tarif eder.

Kuramsal açıdan gündelik yaşamda bireyin, sosyal-siyasal, iktisadi, kültürel, biyolojik gereksinimlerden ya da zorunluluklardan ötürü yirmi dört saat içerisinde gerçekleştirmiş olduğu kimi rutinleşmiş kimi gereksinimlerin karşılanmasından ötürü haz alınan, kimi ise zorunluluktan/dayatmadan ötürü üzüntü duyulan eylemleri belirleyen ya da yön veren temel dinamikler analiz edilir. Çalışmada bireyin bir gün içerisinde gerçekleştirmiş olduğu eylemler dört kategoride analiz edilmektedir.

Bunlardan ilki biyolojik gereksinimlerdir ve beslenmek, uyumak (dinlenmek), sağlıklı yaşamak gibi temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli eylem ve zamanı içerir. Đkincisi sosyal-siyasal alan; iletişim ve etkileşimde bulunmak (komşuluk, akrabalık ilişkisi), yaşadığı dünyayı tanımak (eğitim ve öğretim) ve siyasal aktivitelerde bulunmak ve var olmak için gerekli eylem ve zamanı içerir. Üçüncüsü kültürel gereksinimlerdir ve görsel, işitsel ve yazılı sanatsal aktivitelere katılmak ya da bu aktiviteleri icra etmek için gerekli eylem ve zamanı içerir. Sonuncusu ise iktisadi ve diğer tüm ihtiyaçların karşılanması için gerekli maddi kazancın temini için çalışmayı içerir. Biyolojik gereksinimlerin dışında (eksik karşılanması dikkate alınabilir) diğer kategorilerde sıralanan ihtiyaçların hepsi gündelik yaşamda karşılanmayabilir. Burada sınıfsal4 farklılıklar ve cinsiyet farklılıkları belirleyici olmaktadır. Örneğin, birçok kültürel faaliyetten toplumdaki düşük gelirli kesimler

4 Sınıfsal farklılık düzeyinden gerçekleştirilecek ekonomik, sosyal ve kültürel eylemler farklılık gösterebileceği gibi birçok noktada bazı faaliyetler sadece bir sınıfa özgü olabilir.

35 yararlanamamaktadır. Yine işsizlikten ötürü iktisadi faaliyet gerçekleştirilememekte ve diğer kategorilerde yer alan ihtiyaçların birçoğu ya karşılanamamakta ya da eksik karşılanmaktadır. Yine örneğin erkek egemenliğinin yoğun olduğu toplumlarda sosyal, kültürel ve iktisadi faaliyetlerde kadınların gerçekleştirdiği eylemler yok denecek kadar azdır. Ya da kadınların ev içerisinde gerçekleştirmiş oldukları eylemler, kadın emeğinin görünmezliği bağlamında, iktisadi olarak nitelenmemektedir.

Daha önce de değinildiği üzere Marks gündelik yaşamı üretim ilişkileri üzerinden analiz etmektedir. Marks’a göre üretim ilişkilerinin tümü toplumun iktisadi, hukuki ve siyasal üst yapısını belirler. Dolayısıyla bireylerin gündelik yaşamlarını belirleyen unsur maddi üretim tarzı ve onun biçimlendirdiği üretim ilişkileridir. Lefebvre’ye göre ise gündelik yalnızca bir üretim tarzı değil, aynı zamanda toplumu yönetmenin bir tarzıdır (Lefebvre ve Regulier, 2005). Lefebvre’ye göre gündelik kelimesi bir programlama nesnesidir ve işleyişi piyasa tarafından, eşdeğerlilikle sistem, pazarlama ve reklamcılık tarafından dayatılır. Kapitalizmin yeni evresi gündelik yaşamı ele geçirmiştir ve günümüzde insanlar kapitalizmin programladığı bir düzenlemeye uymak zorundadırlar (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Buradan hareketle insanların ürettikleri gündelik yaşam pratikleri koşullandırılmış bir sürecin ürünüdür. Başka bir deyişle sınırları, biçimleri ve çerçevesi çizilmiş bir toplumsal ilişkiler içerisinde gerçekleştirilecek faaliyetlerde serbestlik sağlanmıştır.

Bu serbestlik aslında kurgusaldır. Gündelik yaşam kavramı üzerinde gerçekleştirilen tartışmalar incelendiğinde ileri sürülen argümanların günümüzdeki toplumsal ilişkileri tanımladığı bir gerçektir. Ancak kavramı salt kapitalizm ile ilişkilendirerek

36 üretim-tüketim ilişkileri üzerinden analiz etmek toplumda kapitalizmden de önce egemenliğini sürdüren ataerkinin göz ardı edilmesine neden olur. Toplum tasarımında ileri sürüldüğü üzere günümüz toplumsal ilişkilerinin denetiminde ve tahakkümünde rolü/görevi kapitalizm ve ataerki birlikte/ortaklaşa üstlenmiştir.

Çalışmamızla ilgili olarak gündelik yaşamda sosyal-siyasal, iktisadi ve kültürel alanlarda faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde cinsiyet farklılıklarının önemli ölçüde etkili olduğu gözlemlenmektedir. Gündelik yaşam pratiklerinin her birinde ataerkinin emareleri vardır. Bu açıdan örneğin sosyal ve siyasal alanda kadının konumu erkeğe göre ikincildir. Bu alanlara sendika, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerde yürütülen faaliyetler dahil edilebilir. Bu alanların hepsinde gözlemleneceği üzere5 kadınlar yönetim (karar alma) organlarında oldukça düşük düzeylerde yer almakla birlikte yürütülen faaliyetlerin birçoğuna katıl(a)mamaktadır. Çalışmada kadınların sendikal faaliyetlere katılımı iki açıdan incelenmektedir. Bunlardan ilki sendikaların erkek egemen yapısı, ikincisi ise; kadınların sendikal faaliyetlere katılımını etkileyen faktörlerdir. Bu faktörlerin çoğu ise toplumsal cinsiyet rollerinden (annelik, eş olma gibi) kaynaklanmaktadır. Đktisadi faaliyet alanlarında gerçekleşen pratiklerin çoğu da (çalışmanın ‘Kadın Emeği’ ve ‘Türkiye’de Kadın Emeği’ başlıklarında belirtildiği üzere) toplumsal cinsiyet temellidir. Örneğin kadın işi erkek işi ayrımı (cinsiyete dayalı iş bölümü) istihdamın her alanında mevcuttur. Bu çerçevede kadın emeği piyasada daha çok hizmet alanında (tekstil, hazır giyim, gıda, eğitim, sağlık, iletişim gibi ) istihdam edilmektedir. Evinde kocasına hizmet eden kadın piyasada da aynı vasfı görmektedir. Yine işyerlerinde idari yapılanmalarda kadın genellikle alt kademelerde yer almaktadır. Başka bir deyişle iş yerlerinde de erkek egemenliği

5 Çalışmanın Birinci Bölümünde kadınların sendika üyeliği ve sendikanın üst kurullarındaki kadın temsiliyeti üzerine istatistikî veriler sunulmaktadır.

37 sürdürülmektedir. Sosyal alanda ise örneğin eğitim faaliyetlerinde kadınların hangi branşı seçecekleri toplumsal cinsiyet rollerinden ötürü kodlanmıştır. Kadınların üniversitede eğitim gördüğü alanların başında öğretmenlik gelmektedir. Mühendislik ise en son sıralarda yer almaktadır. Yani meslek seçimlerinde toplumsal cinsiyet rolleri etkilidir. Mühendislikte teknoloji, bakım ve onarım vardır ve bu yüzden erkek işi olarak görülmektedir. Öğretmenlikte ise kadınların ‘yabancı olmadığı’ çocuğa bakım ve öğretme faaliyeti vardır ve bu nedenle de kadın işi olarak görülmektedir6.

Yukarıdaki örneklerin dışında gündelik yaşamda gözden kaçan ama önemli ayrıntılar içeren cinsiyetçi pratikler de mevcuttur: Kadın-erkek herkesin yemek yediği bir masada, masanın toplanması aşamasında ilkin kadınların sofrayı toplamak için hamle yapması, eve gelen babanın terliğini kız çocuğunun getirmesi, televizyon kumandasının genellikle babada olması, geç saatlere kadar dışarıda olan bir erkek çocuğun tedirgin olmamasına karşın kız çocuklarının belirli bir saatten sonra otomatikman tedirginlik hissine kapılması, işlerde babaya erkek çocuğun anneye ise kız çocuğun yardım etmesi gibi birçok örnek verilebilir. Tüm bu örnekler farkında olmaksızın ama gündelik yaşamda sürekli tekrarlanan tekrarlandıkça da aslında toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten pratiklerdir. Bu pratikler kültürel aktarımdan, kabullenmeden ve bir süre sonra alışkanlıktan ileri gelmektedir.

Dolayısıyla birey gündelik yaşamda gerçekleştirmiş olduğu pratiklerin öncesinde

6 TÜĐK’in yayınlamış olduğu ‘Toplumsal Cinsiyet Göstergelerinde’ Öğretim alanlarına göre yüksek öğretimde öğrenci sayısı ve cinsiyet oranı şu şekildedir: 2008-2009 eğitim-öğretim yılında dil ve edebiyat bölümünde 31.390, matematik ve fen bilimlerinde 52.954, sosyal bilimlerde 55.423 kadın öğrenci mevcutken erkek öğrenci sayıları aynı eğitim ve öğretim alanlarında sırasıyla 16.252, 53.278 ve 50.546’dır. Bunun yanında teknik bilimlerde okuyan kadın sayısı 50.129 iken, erkek öğrenci sayısı 140.063’tür.

38 (tercihleri de kapsayan karar alma süreci) ve sonrasında (yaşamımız üzerindeki etkisi) özgür değildir. Özgür değildir çünkü yaşadığı toplumda sosyal, siyasal, kültürel ve iktisadi alanların her biri denetlenir. Kapitalizm ve ataerkinin toplumsal yaşam kurgusunda her şey önceden bellidir ve toplumsal roller belirlenen bu kurgu dâhilinde hareket eder. Aksi şekilde hareket eden toplumdan dışlanır. Örneğin kadının ev içerisindeki “sorumluluklarını” yerine getirmemesi hem kendi ailesi hem de çevresi tarafından eleştirilmesine (ayıp kabul edilme) neden olur. Yine gözlemlenebileceği üzere bekar ya da dul kadınlara kiralık ev verilmemesi toplumsal dışlanmaya örnek verilebilir.

Gündelik yaşam tüm çelişkileri içerisinde barındıran geniş bir alandır.

Çalışmada, sendikal faaliyetlere katılımın gündelik yaşam üzerinden analizi ile mevcut çelişkilerin açığa çıkarılması hedeflenmektedir. Buradaki çelişkili ilişki kapitalizmin ve ataerkinin denetimi sonucunda kadınların iş ve toplumsal yaşamın diğer alanlarında maruz kaldıkları cinsiyetçi uygulamalara karşı örgütlendiği sendikaların benzer uygulamaları yeniden üreten dinamiklerle yönetilmesidir. Bu sorunlu alan çalışmada değinilmekle birlikte çalışmanın esasını oluşturmamaktadır.

Esas olarak çalışmanın sorunsalı Eğitim Sen’li kadınların gündelik yaşamda sergiledikleri pratiklerde beliren toplumsal cinsiyet rollerinin, sendikal faaliyetlere aktif katılımı üzerinden analize tabi tutarak yeniden üretilmesini ortaya koymaktır.

Açık bir ifade ile Eğitim Sen’li kadınlar bir yandan örgütlü mücadele içerisinde yer almakta ve toplumsal cinsiyet bilincinden hareketle mevcut durumu eleştirmekte, diğer yandan gündelik yaşam pratiklerinde bilinçsizce ya da zorunlu olarak toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmektedirler. Çalışmada asıl dikkat çekilen

39 çelişkili ilişki buradadır. Ve bu çelişkili ilişki Eğitim Sen’li kadınların sendikal faaliyetlere katılımında ortaya çıkmaktadır.

40