• Sonuç bulunamadı

Gündelik yaşam terimi bir gün içerisinde gerçekleştirilen günlük ritmi akıllara getirmektedir. Tanım olarak “her yirmi dört saatte olan” anlamına gelmektedir. Kavramın tarihi çok eskilere gitmekle beraber son yıllarda geniş bir alana yayılmış ve kuramsal anlamlılık kazanmıştır. Bu da kavramın tarihsel gelişiminde farklı anlamlar yüklendiğini göstermektedir. Gündelik yaşama duyulan ilgi pozitivizm, Marksizm ve işlevselcilik gibi tümleyici klasik sosyolojilerin ve bu kuramların sosyal davranışın çeşitli yönlerini makro-modeller ve makro-sistemler şeklinde rasyonel organizasyonlarının krize girmesine bağlanmalıdır (Bovone, 1989:

41). Başka bir deyişle aslında göz ardı edilen alan ilgi odağı haline gelmiştir.

12 Frankfurt Okulu’nun önemli yazarlarından Jürgen Habermas ve Agnes Heller’in gündelik yaşama ilişkin eleştirel teorilerinin esasını bireyin ideolojik olarak sistem tarafından çevrelendiği ve bu çevrelenmenin gündelik yaşamın her evresinde meydana gelen gerçeğin bilincine varılması oluşturmaktadır (1989: 42). Habermas’ta gündelik bağlam, “yaşam dünyası” veya “Lebenswelt” iletişimsel eylem, kurumsal çerçevede ve özneler arasında geçerli davranış normlarının oluşturulduğu, stratejik eylem ya da amaçsal eylemle çelişen anlamlı etkileşim bağlamları haline gelir (1989:

42). Gündelik yaşama Georg Lukacs ve Heller’de daha net bir şekilde odaklanılır.

Lukacs’a göre, “gündelik insan davranışı her insanın praksisinin/eyleminin başlangıç noktası olduğu için ilk gelendir.” (Lukacs, 1963; aktaran Bovone, 1989: 43).

Đnsanların gündelik eylem ve tepkilerini detaylı bir şekilde göz önünde bulundurmaksızın, toplumun ekonomik ve sosyal gelişimini anlamak mümkün değildir. Lefebvre’de bu ifade; günlük yaşamın rutinleşmesi incelenmeksizin kapitalizmin hareket yasasının analiz edilemeyeceği biçiminde somutlaşmaktadır (Lefebvre ve Regulier, 2005). Heller’in Gündelik Yaşam Sosyolojisi’nde, gündelik yaşam “insanın bireysel yeniden üretimini karakterize eden, karşılığında da toplumsal yeniden üretimin olanaklarını doğuran bütün faaliyetler” olarak tanımlanmaktadır (Heller, 1975: 22; aktaran Bovone, 1989). Gündelik eylemlerin, tarihle çatışmayan, daha ziyade tarihin mayasını oluşturan kendi tarihi vardır. Sınıf tarihi bağlamında ve özellikle de burjuva tarihi bağlamında sadece çok az kişi özelden genele gitmiş, hem kendi hem de “genel bilinçli eylem” yoluyla yaşadıkları topluma ilişkin bilinç kazanmıştır. “Genel bilinçli eylem” ahlak, siyaset, sanat, bilim veya felsefe gibi toplumsal bir ihtiyacı karşılayan bir iştir. Çoğu insan, gündelik yaşamın parçalarının ötesine geçememiş ve işbölümünden kaynaklanan

13 yabancılaşmanın sonucu olarak toplumsal yaşamda pasif kalmıştır (Bovone, 1989:

44). Heller için, gündelik yaşam ne kamusal alana karşılık özel alandır ne de üretici olmayan iş dışı alandır (Heller, 1975: 133; aktaran Bovone, 1989). Gündelik yaşam her iki alanda da mevcuttur.

Alfred Schutz için gündelik dünya bireyler arası, toplumsal olarak inşa edilmiş ve “tipik” olarak algıladığımız önceden inşa edilmiş mevcut bilgi sistemidir (1989: 44). Bu bilgi, eylemlerimize yön vermemizi mümkün kılar. Gündelik yaşam dünyası veya “sorgulamaksızın doğru kabul edilen dünya” bu nedenle sonu olan bir anlam alanıdır (1989: 44).

Achille Ardigo gündelik yaşam dünyasını yakın veya arkadaş canlısı ilişkilerin, eylem ve bireyler arası ilişkilerin anlamının bütünsel ve çift taraflı anlaşıldığı gündelik etkileşimin bir bileşimi olarak görmektedir (1989: 46). Bu alan toplumsal sistemle çatışmaktadır ve yabancılaşmıştır. Bilişsel anlamın özel üreticisi olmasının yanı sıra yaşam dünyası, etik davranışların da özel bir üreticisidir. Ardigo, her tür durumda bu ikisi arasındaki ilişkinin hem mümkün hem de gerekli olduğuna inanmaktadır (1989: 46).

Michel Maffesoli çıkar veya normlar tarafından güdülenen geleneksel eylem çerçevesini kullanmanın mümkün olmadığına inanmaktadır. Rasyonellik, gündelik yaşamın anlamını açıklamamaktadır. Maffesoli, gündelik yaşamı bireylerin katı kurumların üstesinden gelmek için aklını kullandığı olabildiğince muğlâk bir bağlam olarak görmektedir. Gündelik yaşam toplumsal yaşamın kurumsal olmayan, tam

14 anlamıyla spontane ve yaşam atılımını (elan vital) vurgulayan yönüyle çakışmaktadır (Maffesoli, 1989). Gündelik yaşam çeşitli durumlarda (iş, boş zaman), çeşitli toplumsallaşma biçimlerinde (aileden dernek ve siyasi partilere kadar) ve çeşitli kurumlarda (okul, yönetimler, örgütler, vb.) tamamen mekanik olanın ötesine geçen her şeyin ele alınma biçimidir. Kısacası gündelik yaşam sosyolojisi toplumsal ilişkiler olarak adlandırılan şeylerin üstünde veya altında kalan ne varsa onunla ilgilidir (Maffesoli, 1989).

15 Tablo 1. Gündelik Yaşam Teorilerinin Karşılaştırılması

Yazar Gündelik Gündelik

Ardigo Yaşam dünyası Sistem Çift taraflı anlayış Otonom normlaştırma

Maffesoli Mevcut olan Belirsizlik Đmmoralizm/dayanışma

Kaynak: Bovone. L. (1989) “Theories of Everyday Life: A Search for Meaning or A Nagation of Meaning”, Current Sociology, 37/1.

Tablo 1 gündelik yaşam teorilerinin farklı kuramcılar tarafından ele alınış biçimlerini göstermektedir. Bu çerçevede bahsedilen teorisyenlerin gündelik yaşama ilişkin kuramsal temelleri gündelik olan, gündelik olmayan, gündelikten ortaya çıkan bilişsel anlam türü ve gündelikten ortaya çıkan etik anlam türü başlıklarında özetlenmektedir. Tablo 1 analiz edildiğinde ortaya gündelik yaşamın farklı algılanış

1 Etik, sağduyu dediğimiz ve herkes tarafından kolayca onaylanabilen bir dizi ahlak prensibi olarak tanımlanabilir. Tablo içerisinde yapılan sınıflandırmada bu başlık gündelik yaşamda zamanla oluşa gelen ve toplumun uymak zorunda olduğu kabullenmeler üzerinde yoğunlaşır. Doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü gibi ikilemleri barındıran olguların tarihsel anlamlarından soyutlanarak tek bir ilişkiye indirgenmesi ve bunun topluma ‘kural’ olarak dikte edilmesi hemen hemen günümüzde yaygın olarak kabul edilen birçok normun tarihsel gelişiminde gözlemlenebilir.

16 biçimleri çıkmaktadır. Dolayısıyla gündelik yaşama ilişkin ortak bir tanımdan yola çıkmak mümkün değildir.

Patrick Tacussel’e göre ise gündelik yaşam üzerinde sosyal bilimlerde iki eğilim mevcuttur (Tacussel, 1989). Bunlardan ilki, bireyin yabancılaşmasının gündelik var oluşun çekirdeğinde yer aldığı eleştirel yaklaşımdır. Bu yaklaşımın savunucuları (Henri Lefebvre, Herbert Marcuse, Agnes Heller, Karel Kosik gibi) Freud’cu psikoanalizciler ve çağdaş Marksistlerlerden oluşmaktadır. Đkinci eğilim ise, etkileşimciler (Erving Goffman ve izinden gidenler), (metacritics) meta eleştiricileri (Edgar Morin, Jean Baudrillard) ve (estheticointuitionist) estetik-sezgiciler (Michel Maffesoli, Alam Medam, Pierre Sansot ve diğerleri) tarafından geliştirilen verstehende sosyolojisidir2.

Sigmund Freud’a göre gündelik yaşam bireyin bilinç ve bilinçdışı motivasyonlarının buluşma noktasıdır; gündeliğin süreksiz veya tekrarcı olma durumu nedensiz unsurların mantığını gizli bir güçten yani bilinçdışından almalarıdır. Freud’a göre, gündelik varoluşumuzda bizler bilince dayalı aklımızın gücünü ortak yere veya önemsiz eylemlere götüremeyiz. Bu nedenle, spesifik bir

2 Almanca bir kelime olan verstehen “anlama” veya “yorumlama” anlamına gelmektedir. Sosyal bilimlerde sosyal bir olgunun yorumlayıcı veya katılımcı bir şekilde kavranışıdır. Yorumlayıcı anlayışı (Verstehen) sosyolojiye kazandıran Max Weber ve Georg Simmel olmuştur. Sosyolojide verstehen, antropolog veya sosyolog gibi bir kültürü dışarıdan gözlemleyen kişinin o kültürde yaşayan kişileri, kendi kültürü bağlamında yorumlamak yerine söz konusu kişileri kendi koşulları içinde ve onların bakış açısından incelediği sistematik bir yorumlayıcı süreç anlamını kazanmıştır (www.wikipedia.org.eng).

17 içerikten yoksun olan her şey psişik süreçteki yetersizliklere atfedilmelidir. Bu niyet dışı unsurlar psikanaliz tarafından bilince karşı gelen dürtüler tarafından belirlenen unsurlar olarak yorumlanırlar (Tacussel, 1989).

Karl Marks ve Friedrich Engels’de gündelik yaşama ilişkin çerçeve daha çok üretim ilişkileri üzerinden gerçekleştirmiş oldukları analizler üzerinden yorumlanmaktadır. Marks ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ adlı eserinin ön sözünde şu ifadelere yer etmektedir:

“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Đnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.

Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler onların engelleri haline gelirler.

O zaman, bir toplumsal devrim çağı başlar…” (Marks, 1993: 23).

Marks’a göre üretim ilişkilerinin tümü toplumun iktisadi yapısını ve belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapıyı belirlemektedir. Maddi hayatın üretim tarzı toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. Buradan hareketle bireylerin gündelik yaşamlarını belirleyen unsurun maddi üretim tarzı ve biçimlendirdiği üretim ilişkileri olduğu ileri sürülebilir. Nitekim bu ifade Marks’ın ve Engels’in Alman Đdeolojisi’nde yerini bulmaktadır.

18

“Fikirlerin anlayışların ve bilincin üretimi her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine, gerçek yaşamın diline bağlıdır. Đnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri, bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir halkın siyasal dilinde, yasalarının, ahlakının, dininin, metafiziğinin vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı şey geçerlidir. Sahip oldukları anlayışları, fikirleri vb üretenler insanların kendileridir, ama bu insanlar, sahip oldukları üretici güçlerin belirli düzeydeki gelişmişliğinin ve bu gelişkinlik düzeyine tekabül eden ve alabilecekleri en geniş biçimlere varıncaya kadar karşılıklı ilişkilerinin koşullandırdığı gerçek faal insanlardır. Bilinç, hiçbir zaman bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek süreçleridir.” (Marks ve Engels, 1999: 44).

Buradan hareketle insanların ürettikleri gündelik yaşam pratikleri koşullandırılmış bir sürecin ürünüdür. Başka bir deyişle sınırları, biçimleri ve çerçevesi çizilmiş bir toplumsal ilişkiler içerisinde gerçekleştirilecek faaliyetlerde serbestlik sağlanmıştır. Bu serbestlik aslında kurgusaldır.

Gündelik yaşam sosyolojisi üzerine önemli çalışmalarda bulunan Lefebvre, Marks’tan farklı olarak merkezini homo economicus (üretim ilişkileri) olarak değil, homo quotidianus (günlük yaşam) olarak belirler: Lefebvre ve Katherine Regulier’e göre gündelik yaşam/gündelik olan üretim ilişkilerinden değil tekrar tekrar ortaya çıkan, sıradan olan bir sürecin tekrarıdır (Lefebvre ve Regulier, 2005). Lefebvre ve Regulier’de gündelik yaşam:

“Her zaman var olmuştur, ama hep değerlerle, mitlerle iç içe. Gündelik kelimesi, bir programlama nesnesidir ve işleyişi piyasa tarafından, eşdeğerlilikler sistemi tarafından, pazarlama ve reklamcılık tarafından dayatılır. ‘Gündelik olma hali’ne gelince, günlük yaşamın türdeş, tekrarlamalı, fragmanlara ayrılmış kısımlarını

19

ifade eder. Gündelik, bireylerin üstün körü ve kayıtsız bir biçimde yerine getirdiği işlevlere göndermede bulunmaz, bu işlevlerin ortak paydasına işaret eder; bunların içeriğinden ziyade sıralanışıdır” (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Lefebvre’ye göre kapitalizmin yeni evresi gündelik yaşamı ele geçirmiştir. Bu aşamada iktisadi çıkar günlük yaşama hâkim olmanın ötesinde kapitalizmin gerekleri uyarınca yeniden üretilerek, giderek birçok alana nüfuz etmiştir. “Günümüz toplumunda insanlar kendi yaşamlarına ilişkin programlanmış bir öz-düzenlemeye uymak zorunda”. Birçok açıdan gündelik yaşam pratiklerini oluşturan yaşama, beslenme ve giyinme konularında daha iyiye ulaşmak adına, kendisini tekrarlayan bir şekilde programlanmış bir düzenlemeye uyulmaktadır. Bu açıdan Marks’tan farklı olarak Lefebvre’de;

“Gündelik, yalnızca bir üretim tarzı değil, aynı zamanda toplumu yönetmenin bir tarzı. Her iki durumda da, tekrarlamalı olanın, zaman içindeki tekrarın hâkimiyetine işaret eder. Tekrarlamalı olanın hâkimiyeti de bir yaşam biçimidir.

Bir sömürü ve tahakküm zeminidir. Ama aynı zamanda, insanların dünyasıyla kurulan bir ilişkidir.” (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Lefebvre, gündelik yaşama ilişkin çalışmaların bir kısmında ise gündelik yaşamı basit ve somut, oluruna bıraktıklarımız, zaman ile bağlantısı kurulan ve gündelik rutinimizi oluşturan parçalar olarak tanımlamaktadır. Felsefi yabancılaşma gündelik yabancılaşmaya eklenmektedir. Bu, gündelik olayların önemsiz görüldüğü, sosyal topluluğun ortak bir ideolojik kod oluşturan birçok dışsal işaretle birleşebildiği bir süreçtir (Lefebvre 1968: 51; Aktaran Tacussel, 1989: 65).

Yabancılaşma kavramı Lefebvre ile gündelik yaşamla ilişkili olarak yeniden düşünülmüştür.

20

Yabancılaşma artık yalnızca iş yeriyle sınırlı değil, her yerde mevcut. Hatta, kapitalizm de üretim için üretim şeklindeki iktisadî ilkeyle sınırlı değil. Hayatî etkinlik alanlarının hepsine işlemiş durumda. Tekrarlamalı olanla, tekrar tekrar ortaya çıkanla, totolojik olanla, fazlalıkla [pleonastic] ilişkili. Bu anlamda, günlük yaşamın ritmlerini incelemek, kapitalizmi en sinsi etkileri çerçevesinde incelemek demek” (Lefebvre ve Regulier, 2005).

Yabancılaşma; insanın yaşamın öznesi olmaktan çıkıp yaşamın nesnesi haline gelmesi, düşünsel doğasının yabancı bir varlığa ve kendi bireysel varoluşu içinde bir araca dönüşmesi, kendi yaşadığı dönemin tarihselliğini unutması ve ancak verili toplumun sunduğu ideallerle yetinmesi biçiminde ifade edilebilir. Marks iki tür yabancılaşmadan söz etmektedir. Bunlardan ilki, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşmadır. Đnsan, doğadan koparak toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır ki bu, insan oluşunu açıklayan niteliğiyle olumlu bir yabancılaşmadır ve zorunlu bir süreçtir. Đkinci yabancılaşma ise, kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır ki bunun sonucu insan kendi doğasına yabancılaşır (Marks ve Engels, 1993). Yabancılaşma düşüncesi içinde diğer bir gelenek ise, yabancılaşmayı insanın başka insanlara olduğu kadar, kendisine, kendi benine aykırı düşmesi diye tanımlayıp bireyin gerçek beninden, özünden ayrı düşmesinin ise onun başkalarının isteklerine göre eylemesi, rahatını bozmamak istemesi, toplumsal kurumların baskısından kurtulamaması, sorumluluktan kaçması, dışarıdan yönlendirilmesi şeklinde tezahür ettiğini söyleyen varoluşçu gelenektir. Her iki yaklaşımdan hareketle, gündelik yaşamda yabancılaşma her bir faaliyette insanın yaptığı işten, kendisinden ve başkalarından kopuşu ifade etmektedir. Öyle ki gündelik yaşamda gerçekleşen rutin eylemler çoğu zaman bilinçsizce gerçekleşmektedir. Başka bir ifade ile eylem farkına varılmadan ya da refleksif

21 olarak sergilenmektedir. Üretim sürecinde üretim araçlarından yoksun bırakılan işçi nasıl ki emeğinin ürününe yabancılaşıyorsa, gündelik yaşamda toplumsal yaşamı belirleyen/kurgulayan kapitalizm ve ataerkinin egemenliği ile insan gerçekleştirdiği eylemlerde özgür olamaması nedeniyle kendisine yabancılaşmaktadır. Buradan hareketle gündelik yaşam analizinde, gündelik yaşamı belirleyen söz konusu sistemlerin analizi de oldukça önemlidir.