• Sonuç bulunamadı

T.C. GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ FELSEFE ANABĐLĐM DALI DESCARTES VE SPĐNOZA DA DUYGU AHLAK ĐLĐŞKĐSĐ MASTER TEZĐ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ FELSEFE ANABĐLĐM DALI DESCARTES VE SPĐNOZA DA DUYGU AHLAK ĐLĐŞKĐSĐ MASTER TEZĐ"

Copied!
164
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ FELSEFE ANABĐLĐM DALI

DESCARTES VE SPĐNOZA’DA DUYGU – AHLAK ĐLĐŞKĐSĐ

MASTER TEZĐ

Hazırlayan Fadima GÜNEŞ

Tez Danışmanı Prof. Dr. Nurten GÖKALP

Ankara - 2008

(2)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne

Fadima GÜNEŞ tarafından hazırlanan Descartes ve Spinoza’da Duygu-Ahlak Đlişkisi başlıklı bu çalışma, 12.03.2008 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Felsefe Anabilim Dalında YÜKSEK LĐSANS TEZĐ olarak kabul edilmiştir.

Đmza ...

Prof. Dr. Nurten Gökalp (Başkan)

Đmza ...

Prof. Dr. Đbrahim Arslanoğlu

Đmza ...

Doç. Dr. Veli Urhan

(3)

ÖNSÖZ

Aklın yanında duygularımız ile de yaşamaktayız. Akılsal yönümüzün yanı sıra bizler duygusal varlıklarız. Her duygunun öncüsü bir düşüncedir.

Düşüncelerimize dikkat etmeliyiz ki peşinden gelen duygular da yaşamımıza güzellikler katsın. Neyi nasıl düşündüğümüz; olayları, durumları, insanları nasıl değerlendirdiğimiz, kısaca her şeye hangi bakış açısıyla yaklaştığımız duygularımızı biçimlendiren boyutlardır. Düşünce-duygu ilişkisini kurmak, düşüncelerin fakında olarak duygulara yön vermek hayata farlı ve olumlu bir görüş açısından bakmamıza yardımcı olacaktır.

Descartes ve Spinoza felsefe tarihi açısından çok önemli iki filozoftur.

Felsefe tarihinde akılcılığın en önemli iki filozofu olan Descartes ve Spinoza akla verdikleri önemin ve insan yaşamında akla yükledikleri üstünlüğün yanı sıra eserlerinde duyguları son derece detaylı ve çözümleyici bir bakış açısıyla ele almışlardır. Bu boyut insan hayatında akılın yanında duyguların da ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

Descartes ve Spinoza’ da duygu- ahlak ilişkisi konusunu almamızdaki en önemli neden iki filozofun duygulara yönelik detaylı bilgileri ve görüşleri yardımıyla “yaşamımızda duyguların yeri ve önemi nedir?”

sorusuna aydınlatıcı cevaplar verebilmektir. Bu cevaplar ışığında akli yanımızın dışında duygusal bir varlık olarak kendimizi nasıl değerlendirebileceğimiz hakkında fikir edinmiş oluruz. Bu çalışmanın temelinde Descartes ve Spinoza’ nın duygu ve ahlak ilişkisi hakkındaki görüşleri çerçevesinde duyguları tanımaya yönelik bir çaba yatmaktadır.

Tezi hazırlarken birinci bölümde duygunun tanımı ve değeri hakkında bilgi vermeye; his, akıl, irade ve ahlak ile olan ilişkisini kurmaya çalıştık. Đkinci bölümde Descartes’ın duygu ve ahlak anlayışını, üçüncü bölümde Spinoza’

nın duygu ve ahlak anlayışını değerlendirmeye, dördüncü bölümde ise iki filozofun fikirleri çerçevesinde bir karşılaştırma yapmaya çalıştık. Tezde

(4)

ağırlıklı olarak Descartes’ın “Ruhun Đhtirasları” ve Spinoza’ nın “Etika” adlı eserlerini temele aldık. Ancak iki filozofun diğer kitaplarına gerektikçe başvurmaya çalıştık.

Felsefi birikim edinmemde, felsefeyi sevmemde çok büyük emekleri olan, çok değerli bilgileriyle bana felsefeyi yaşamımda nasıl kullanacağıma dair beceri kazandıran çok değerli hocam Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay’ a, çok değerli hocam Prof. Dr. Kazım Sarıkavak’ a, çalışmalarıma yön veren, Descartes ve Spinoza’ yı değerlendirebilmem için gerekli fikri alt yapıyı bana sunan, konu ile ilgili aydınlatıcı bilgiler veren tez danışmanım çok değerli hocam Prof. Dr. Nurten Gökalp’ e teşekkürü bir borç bilirim.

Fadima, GÜNEŞ Ankara - 2008

(5)

ĐÇĐNDEKĐLER

ÖNSÖZ ……… i

ĐÇĐNDEKĐLER ……… iii

KISALTMALAR ……… iv

GĐRĐŞ ………...1

DUYGU VE DEĞERĐ………..1

1. BÖLÜM DESCARTES’TA DUYGU VE AHLAK ... 9

1.1 DESCARTES’IN AHLAK ANLAYIŞI... 11

1.2 DESCARTES’TA ĐHTĐRASLAR ... 29

2. BÖLÜM SPĐNOZA’DA DUYGU VE AHLAK... 75

2.1 SPĐNOZA’NIN AHLAK ANLAYIŞI ... 79

2.2 SPĐNOZA’DA ĐHTĐRASLAR ... 116

SONUÇ VE DEĞERLENDĐRME...141

KAYNAKÇA ... 153

ÖZET ... 157

ABSTRACT ... 158

(6)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.m. : Adı Geçen Makale bkz. : Bakınız

çev. : Çeviren s. : Sayfa

(7)

GĐRĐŞ

1. DUYGU VE DEĞERĐ

Duygunun hayatımızdaki önemine ve mahiyetine geçmeden önce duygunun ne olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.

“Duyduğumuz, duyumsadığımız her şey; özellikle tüm tutkularımızın, hafif veya ortalama şiddetteki heyecanlarımızın, aşk, sevgi gibi genel hallerimizin, genel ve içgüdüsel eğilimlerimizin genel adıdır.”1

Duygunun bir diğer tanımı ise şu şekildedir:

“Anlık ve istencin yanında, duyma yetisi, haz ve acı duyabilme olarak beliren üçüncü temel yetiye verilen ad.”2

Bu tanım duygunun, akıl ve iradenin yanı sıra en önemli yetilerimizden biri olduğunu ön plana çıkarmaktadır. Aklımız ve irademiz yaşam içerisinde bize rehberlik eden en temel güçlerimizdir. Duygularımız ise bu temel üzerinde yükselmektedir. Hayatımız boyunca bizi donanımlı kılacak, güçlendirecek verileri akıl ve irade sağlamaktadır. Ancak duygusal yanımızın varlığını da dikkate almamız gerekmektedir. Gerektiği biçimde, verimli bir şekilde yararlanılan ve yaşanılan duygular mutluluğun ve huzurun zeminini hazırlar. Akıl ve irade nasıl ki en temel güçler olup, bizleri ışığıyla aydınlatıyorlarsa; duygularımız da bu ışığın kuvvetlenmesine yardımcı olmaktadır. Yaşamın temellerini atmamıza yardımcı olan akli ve iradi yönümüzdür. Bu temel üzerine inşa edeceğimiz şeyler üzerinde duyguların çok önemli ve belirgin bir rolü vardır.

1 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, 3.Basım, Đstanbul, Şubat 1999, s. 269

2 Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Đnkılap Kitabevi, 9. Baskı, 1998, s.60

(8)

Duygu, yaşam içerisinde yönlendirici bir görev üstlenmektedir.

Karşılaştığımız olay ve durumlar karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini mantığın yanında duygularımız da öğretmektedir. Bunun için duyguların verdiği bilgiler kıymetlidir. Duygular esasında bizim içsel rehberlerimizdir. Onların verdiği bilgiler eğer duygularımızı tanır ve onları aklın kontrolünde akıllıca kullanır isek son derece faydalı da olmaktadır.

David Hume, “Đnsan Doğası Üzerine Bir Đnceleme” adlı eserinde, duyguların yaşamdaki belirleyici gücünü vurgulamıştır. Hume’a göre duygularımız ailemizde, sosyal ilişkilerimizde ve her türlü yaşantı alanında belirgin rol oynar.

“Tutkular daha öteye bakarak bizimle en küçük bir yakınlığı ya da ilgisi olan her nesneyi kapsarlar. Ülkemiz, aile, çocuklar, ilişkiler, varsıllıklar, evler, bahçeler, atlar, köpekler, giysiler…”3

Duygularımızın verilerinden her zaman yararlanmaktayızdır. Çünkü duygularımız, hayatın hemen her aşmasında ortaya çıkmaktadır. Diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilerde, yaşadığımız toplum içerisinde, zenginlikte ve yoksullukta, doğadaki her canlıya duyduğumuz sevgide duygularımız ön plana çıkmaktadır. Yaşam koşullarımızı oluşturmamıza yardım eden akıl ve irademiz ise; bu koşullara yüklediğimiz anlam da duygularımızla mümkün olmaktadır.

David Hume ’a göre duygularımızı açığa çıkaran neden, duyguların nesnesiyle ilişkilidir. Tutkularımız ya da duygularımız, düşünce ve izlenimlerimizin ilişkisi sonucunda ortaya çıkmaktadır.4

Nesnelerle, olaylarla, durumlarla, kişilerle kurduğumuz diyalog, duygularımızı şekillendirmektedir. Belli düşünce çerçevesinde nesnelere ve olaylara yaklaşıyoruz. Bu yaklaşımın sonucu olarak o nesneyle veya olayla ilgili bir takım izlenimler ediniriz. Đşte bu başlangıç fikirlerimiz ve izlenimlerimiz

3 David Hume, Đnsan Doğası Üzerine Bir Đnceleme, çev: Aziz Yardımlı, Đdea Yayınevi, 1.Basım, 1997, s.260

4 David Hume, a.g.e., s.266

(9)

neticesinde duygularımız biçimlenir. Bu aşamada, duygularımızın ne derecede ve nasıl biçimlendiği önemlidir. Yaşantı sahamız içinde herhangi bir olaya veya kişiye ya da bir nesneye karşı olumlu ve güzel bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. Çünkü iletişim açısından başlangıç fikirlerimiz olumluysa, bu olumluluk çevremizle olan ilişkimizin geneline yansıyacaktır. Bir şey nasıl başlarsa öyle devam eder. Bu bakımdan, önyargısız olmak çok önemlidir.

Her şeyin hayırlısını dileyerek, hoş ve güzel düşünceler içersinde olarak iyi bir adım atacağımızı düşünüyoruz. Attığımız bu adımın sonucu da genellikle hayırlı olur. Çünkü biz duygularımızın öncüsü olan düşünceleri en baştan olumluluk kalıbına koyarak şekillendirmişizdir. Neticede ise böylesine olumlu düşüncelerin dönüşümü de güzel duygular olacaktır. Yani, akli ve iradi yönümüzü gerektiği biçimde kullanarak, duygularımızın da şekillendiricisi oluruz. Burada kriterimiz, hayatın getirdiği her şeyi yaşarken, akılsal bir temelden hareket etmek ve sonra duyguların dönüşümünü dikkatlice incelemek olmalıdır. Her tecrübemizde, bu yönde bir çaba harcar isek, öyle düşünüyoruz ki oldukça doyum verici bir hayat mümkün olacaktır. Yaşam içerisinde bir şeyleri, tecrübe ederken önyargısız olmayı, olumlu düşünmeyi alışkanlık edinmeliyiz. Çünkü bu alışkanlığın yansıması da güzel olacaktır.

Göreceğiz ki, bu türden bir alışkanlığı bırakmak istemeyeceğiz.

Alışkanlıkların en güzeli de hep hayırlı düşüncelerden yola çıkıp duyguların verimliliğini artırmaktır; kanaatindeyiz.

Hume’ a göre zenginliklerin ve sahip olduğumuz nimetlerin varlığı, kısacası varsıllık bize haz verir. Zenginliğin duygularımız üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Bize yarar veren, güzelliği ve yeniliği ile haz veren her şey duygularımızı biçimlendirir.5

Hume’ un maddi zenginlik ve duygular arasında kurduğu bu ilişkiye kısmen katılıyoruz. Mülkiyet dünya koşulları içerisinde mutlaka olması gereken bir unsurdur. Elbette yaşamımızı rahatlıkla sürdürecek kadar maddi imkanlarımız olmalıdır. Ancak kişi bu maddi imkanların özsel olarak ne kadar

5 David Hume, a.g.e., s.285

(10)

bilincindedir, işte bu nokta çok önemlidir. Hem maddi hem de manevi olarak sahip olduğumuz güçler duygularımızın oluşumunda etkilidir.

Çünkü insan yaşam koşulları içerisinde gerekli olan donanıma sahip değilse duygusal yaşamının da sağlam olmayacağı bir gerçektir. Ancak unutmamak gerekir ki, bize asıl haz veren manevi dünyamızın sağlamlılığı ve oturmuşluğudur. Đnsan isterse Karun kadar zengin olsun, bu zenginliği hazmedecek bir temelden yoksunsa maddi imkanlarının hiçbir değeri de yoktur. Zenginliği, fakirliği; bolluk ve bereketi, imkansızlığı kısaca insana dair her koşulu akıl süzgecinden geçirip, hazmetmeyi bilmek, duyguların zeminini hazırlamaktır. Kalp ve ruh zenginliği asıl önemli olan ve değer vermemiz gereken zenginliktir. Đşte verimli bir duygu dünyası bu zenginliğe sahip olmaya bağlıdır.

“Duygularımız başka tüm izlenimlerden çok kendimize ve anlığın içsel işlemlerine bağımlıdır; bu nedenle bunlar daha doğal olarak imgelemden ve onlara ilişkin olarak oluşturduğumuz her diri düşünceden doğarlar. Duygudaşlığın doğası ve nedeni budur: ve başkalarının görüş ve doğalarını saptadığımız her yerde onlara öyle derinlemesine giriş yolumuz budur.”6

Daha önce duygularımızın, düşünce ve izlenimlerimizin etkileşiminden doğduğunu vurgulamıştık. Ancak duygu dünyamızı asıl biçimlendirenin akli çabamız ve iradi yönümüz olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Her duygunun öncüsü bir düşüncedir. Bu nedenle yaşantılarımızda ve çevreyle olan ilişkimizde ağırlıklı olarak belirli düşüncelerden hareket ettiğimiz bir gerçektir. Gözlemlerimiz, olaylar ve durumlar hakkındaki izlenimlerimiz ve değerlendirmelerimiz sonucu duygularımız açığa çıkar. Duyguların hazırlayıcısı düşüncelerimizdir.

Başlangıç düşüncelerimiz ne kadar duru ve önyargısız, ne kadar olumlu ve güzel olursa duygusal dünyamızda da o kadar mutlu ve huzurlu oluruz.

Duygusuz bir yaşamın çekilmez olacağı ise aşikardır. Duygudan yoksun

6 David Hume, a.g.e., s.291

(11)

olduğumuz en ufak bir anın bizi ne kadar donuklaştırdığı düşünülürse duygularımızın değeri bir kez daha ön plana çıkar.

“Hiçbir heyecanın olmadığı başka bir dünyaya dönelim. Bu dünyadaki insanlar, duygu ve heyecanları yaşama ve ifade etme yeteneğinden yoksun olsunlar. Çevrelerinde olup bitenler onlara ne zevk, ne de acı duygusu versin. Tanıtmaya çalıştığımız bu dünyada ne sevinç, ne de üzüntü olsun. Hüzün olmadığı gibi, pişmanlık duygusu da bulunmasın.

Đnsanlar sevgi veya nefretten anlamasınlar. Ne korku, ne kaygı, ne de umut ve şevk olsun. Böyle duygu ve heyecanlardan arınmış bir dünyanın sonuçlarını düşünelim. Bu toplum kısa bir zaman içinde çözülür ve çöker.

Toplumun bireylerini birbirine bağlayan, güdüler ve güdülerle beraber gelen heyecanlardır. Heyecanlardan yalıtılmış bu dünyada ne evlilik, ne sevgi, ne korku, ne sanat olur; şevk ve coşku, korku ve dehşetten ayırt edilemez.

Yaşamı yaşamaya değer kılan, insanı belirli bir amacı gerçekleştirmeye özendiren hiçbir şey bulunmayacaktır. Bu toplumda yaşamak için bir neden olmaz, insanlar birbirine değer vermez, iyi kötüden, sevilen nefret edilenden ayırt edilmez. Bir insanın ölümü, çürümüş bir elmanın atılmasından farksız olur. Duygulardan arınmış böyle bir insan topluluğu yaşayamaz. Hangi tür olursa olsun davranışta bulunurken sürekli değişik duygular içinde bulunuruz.

Heyecan ve duygularımız rüyalarımızda dahil bizimle beraberdir.”7

Doğan Cüceloğlu’ nun duygu anlayışından da görülmektedir ki duygularımız yaşama anlam katmaktadır. Hayattaki en derin tutkularımız, duygularımız özünde bizim kıymetli rehberlerimizdir. Ancak bu demek değildir ki aklıdan tam olarak soyutlanmış bir dünyada yaşayabiliriz. Önemli olan akıl ve duygu dengesini kurmaktır. Tek başına akılla her şey çözülebilseydi dünyada ne savaşlar, ne acılar, ne de kin ve nefret bulunabilirdi. Aynı şekilde her şey duygu ile de çözümlenemez ve değerlendirilemez. Akıl ve mantığın verdiği bilgilerin dışında duygunun kazanımlarından da faydalanmaya ihtiyacımız vardır. Bu kazanımlardan yararlanırken akıl ve mantık bir adım

7 DoğanCüceloğlu, Đnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi,9. Basım, 1999, s.261,262

(12)

daha önde olmalıdır. Doğamız gereği sadece akılsal veya sadece duygusal bir yapıya sahip değiliz. Mutlu olmamıza, huzura ermemize engel teşkil edecek duygu ve ihtiraslara da kapılabiliriz. Bu bağlamda aklı ve mantığı devreye koyarak karşılaşılan her olay, içinde bulunulan her ortamda uyumu gerçekleştirebiliriz. Yalnız sorunlar ve rahatsız edici durumlarda değil, sevinçte ve neşede, mutlulukta bile bu uyumun sağlanması gerekmektedir.

Duygular, onlarsız bir yaşam çok yavan olurdu. Ancak aklın önderliğinde bir duygusal yapının dünyaya anlam kattığı da unutulmaması gereken bir boyuttur. Mantıkla desteklenen en derin tutkularımız, heyecanlarımız bizleri mutluluğa, başarıya ulaştıracaktır.

“Duygu akıl yürütme sürecinde farklı roller oynamaktadır. Örneğin, duygu bir önermenin ağırlığını artırarak sonucu o önermenin lehine etkileyebilir. Ayrıca duygu bir karara varmak için dikkate alınması gereken çok sayıda olgunun akılda tutulması sürecine de yardımcı olur. Duygu akıl yürütme sürecinden tamamen dışlandığında, aklın, duyguların kararlarımız üzerinde kötü oyunlar oynadığı zamanlara kıyasla daha da kusurlu olduğu görülür.”8

Antonio Damasio’nun fikirlerinden yaralanarak duygudan soyutlanmış bir aklın bize tuzaklar kurabileceği sonucunu çıkarabiliriz. Duygularımız, aklımızla aldığımız bir kararı olumlu anlamda dönüşüme uğratabilmektedir.

Akılla desteklenmiş bir duygu ve yine duygudan faydalanan akıl. Đşte bu boyut bizler için önemlidir.

Daha mutlu, daha güvenli bir yaşamın sırrı bu boyutta bulunmaktadır.

Ancak belirtmemiz gereken bir nokta söz konusudur. Mantığımız elbette ki duygularımızdan faydalanacaktır. Ama kontrolsüz ve yanlış yönlendirilmiş duygular, özellikle tutkuya boyutuna geçen duygular bizi yanıltabilir. Bu durumda bilinçli olmak ve kontrolsüz duyguların farkına varmak gerekmektedir. Bu farkındalıkla beraber duygularımızın esiri olmaktan ve

8 Antonio R. Damasio, Descartes’ın Yanılgısı, Duygu, Akıl, Đnsan Beyni, çev: Bahar Atlamaz, Varlık Yayınları, 3. Basım, 2006, s. 9,10

(13)

düşüncelerimize duyguları karıştırmaktan kurtulmuş oluruz. Damasio’nun çıkarımı da bu yöndedir.

Duygularımız gibi hislerimiz de bize rehberlik etmektedirler. Olay ve durumlara karşı eğilimlerimizi, bakış açımızı tayin etme gücüne sahiptirler.

Öyle ki karar verirken bile hislerimizin gücünü fark etmekteyiz. Aşılmaz gibi görünen sıkıntılarımızda, ne olacağını kestiremediğimiz durumlarda hislerimizin yardımından yararlanırız. Buradan duygu ve hislerimizin kişiliğimizi oluşturduğunu, şekillendirdiğini görmekteyiz. Ayrıca hisler, insanlarla olan iletişimimizde de varlığını göstermektedir. Hisler, insanları gözlemleyip değerlendirmemiz, kişileri tanımamız açısından da yardımcı olmaktadır. Bu noktada önemli olan duygu ve hislerin farkında olmak ve onları etkili bir şekilde kullanma becerisini geliştirmektir.

“Hisler bize doğru yönü gösterir, bir karar verme ortamında bizi uygun yere götürürler ve biz burada mantık araçlarımızı iyi kullanabiliriz.

Duygu ve his, temellerindeki gizli fizyolojik mekanizmalarla birlikte, belirsizlikler karşısında tahmin yürütüp seçim yapma gibi zor bir işte bize yardım ederler. Hisler de, kaynaklandıkları duygular da lüks değildir. Onlar içsel rehberlerdir, başkalarından gelen sinyallere yanıt vererek iletişim kurmamız için bize yol gösterirler. Hisler yaşamın kendi mekanizmalarının işleyişine; biyolojik olarak tam hareket halindeki organizmaya bir göz atabilmemizi sağlar, eğer doğuştan acıya ya da zevke koşullanmış vücut hallerimizi algılamak mümkün olmasaydı, ne ıstırap ne haz, ne arzu, ne merhamet, ne de trajedi ya da zafer olurdu insanın koşullarında. Duygusal hallerinizi hissetmeniz, yani duygularınızın bilincinde olmanız, size çevreyle etkileşimlerinizin özel geçmişine dayanan bir tepki esnekliği kazandırır.”9

Damasio genel olarak hislerin duygulara bağlı olmadığını ancak bazı hislerin de duygulara bağlı olduğunu belirtmektedir. “ Eğer uyanık ve dikkat kesilmiş haldeyseniz, bütün duygular hisleri yaratır, ama bütün hisler,

9 Antonio Damasio, Descartes’ın Yanılgısı, Duygu, Akıl, Đnsan Beyni, s.14,17,146

(14)

duygulardan kaynaklanmaz.”10 Yani hislerin varlığı duyguların ne kadar farkında olduğumuzla ilgilidir.

“Đrade gücü, kısa vadeli yerine uzun vadeli sonuçlara göre seçim yapmanın yalnızca diğer bir adıdır.”11 Tam da bu noktada duygularımızı tanımanın ve onları verimli bir şekilde kullanmanın gerekliliği karşımıza bir kez daha çıkmış olmaktadır. Duygularımızı ne kadar iyi tanırsak seçimlerimizle ilgili değerlendirmelerimiz de o ölçüde kaliteli olacaktır. Yani duygularımızın gücünden haberdar olmamız irade yetimizi geliştirmemize yardımcı olur. Biz, bu sayede, irademizi uzun vadede olumlu sonuçlar alabilecek şekilde kullanabiliriz.

Öte yandan ahlaki temelimiz, şeylere atfettiğimiz değerler duygularımızla yakından ilişkilidir. Çünkü duygularımız değer vermelerimizi biçimlendirirler. En derin duygular, hisler ahlaki bir yaşam için zengin bir kaynak niteliğindedir. Bu zengin kaynak doğrultusunda neye nasıl bir anlam yükleyeceğimizi bilebiliriz. Ahlaki değerlerimizin gelişmişliği duygularımızın niteliğine ve onları ne ölçüde tanıdığımıza bağlıdır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, ahlaki alt yapının sağlamlılığı duyguların verimli bir şekilde kullanılmasına bağlıdır.

10 Antonio Damasio, Descartes’ın Yanılgısı, Duygu, Akıl, Đnsan Beyni, s.156

11 Antonio a.g.e., s.188

(15)

1. BÖLÜM

DESCARTES’DA DUYGU VE AHLAK

Descartes, 17. Asrın akılcı filozofudur. Akılcılığı duygu ile ilgili düşüncelerinde baskın bir konumda yer almaktadır. O, aklın duygular üzerinde bir kontrolü olması gerektiğine inanıyordu. Ona göre aklını duygularının önünde tutan kişi her zaman daha güçlüdür.

“Tutkuların başlıca özelliği bedensel şeyleri istemeye ruhu itmek ve yöneltmektir. Descartes insan ussallığını insan duygusallığından daha önemli görmekle birlikte bu ussallığın bu duygusallığı denetlemesinden yanadır.

Kişinin ahlak açısından güçlülüğü, kendine, tutkularına söz geçirme gücüyle belirgindir. Descartes ahlaklı insanı kendine egemen insan olarak tanımlar.”12

Descartes insanı ruh-beden bütünü olarak görür. Ruh ve beden iki ayrı töz olup, ruhun öz niteliği düşünce cisminki ise uzamdır.

Descartes felsefesinde madde ve ruh olmak üzere iki cevher vardır.

Maddenin özelliği yer kaplama, ruhunki ise düşünmedir. Bu iki cevher birbirine indirgenemez. Ancak ikisi arasında karşılıklı bir etkileşim vardır.

Felsefe tarihinde bu etkileşim “düalist etkileşim” olarak bilinmektedir.

Descartes’ın düalist etkileşimciliğine göre ruh ve beden birbiriyle ilişki içindedir ancak birbirlerine indirgenemezler. Ruhun maddeye ve maddenin de ruha bir üstünlüğü söz konusu değildir.

“Ruh ve bedenin birleşmesi ancak Tanrı’ nın gücü ile açıklanabilir.

Ne birinde ne de ötekinde onları bu birleşmeye yetenekli kılan bir şey yoktur.

Descartes, kendinin düşünce ile mevcut olduğunu, düşünce ile yaşadığını

12 Afşar Timuçin, Descartes Felsefesine Giriş, s.135,136,137

(16)

kabul ederek işe başlıyordu. O halde birbiriyle birleşmekle, ne beden uzamlı bir cevher olmaktan ne de ruh düşünür bir cevher olmaktan kesilmez.”13

Descartes maddeden ne anlamaktadır? Descartes’ ta madde fikrinin özelliği ve önemi nedir? Bunlara kısaca değinelim:

“Descartes’a göre madde kendiliğinde var olan ve kendiliğinde bilinen gerçek bir cevherdir. Bu da bizde fikri bulunan uzamdır. Böylece de uzam gerçekliktir, boşluk değildir. Mutlak olarak dolu bir gerçekliktir.

Descartes maddeyi yaratılmış olarak tasavvur etmektedir. Ona göre madde kendiliğinde vardır ve Tanrı ile varlıkta daim ve baki kalmaktadır.”14

Ruh da Descartes’a göre kendiliğinde var olan ve kendiliğinde düşünen bir cevherdir. Ruhun düşünme niteliği kendi tabiatı gereğidir.

Düşünme niteliğinin bir gereği olarak şeylerin gerçek bilgisi ancak ruhta bulunur ve bilgi ruhun eseridir. Ruhun varlığı bedenin varlığına bağlı değildir.

Ayrıca ruh bedenle de sınırlanmamıştır.

Descartes, ruhun vücuttaki yerinin beyin olduğuna inanıyordu. O, ruh ve bedenin birleştiği yerin “kozalaksı bez” olduğunu düşünmüştür.

“Descartes tamamıyla mekanisttir. Onda gai illetin rolü yoktur.

Felsefesi hareket ve uzamı birleştirmek suretiyle hareketi sürekli kılmakla beraber yine zaruri ve sürekli bir yaratış onu devam ettirmektedir. Her an kainata bir müdahale edici vardır. Alem dediğimiz büyük makineye her an ilahi müdahale karışmaktadır.”15 Descartes, insan bedenini bir makine olarak tasavvur eder. Bu makinenin hareketini ve sistemi oluşturan parçaları fizyolojik bazda açıklamıştır. Bedenin işleyişi sistemde neler olup bittiğine bağlıdır.

13 Laborthonniere, Descartes Üzerine Tetkikler, s.193,195

14 Laborthonniere, a.g.e., s. 179,183

15 Hilmi Ziya Ülke, Đslam Düşüncesi, Ülken Yayınları, 4. Baskı, 2005, s.42

(17)

1.1. DESCARTES’IN AHLAK ANLAYIŞI

Descartes’a göre ahlakın en son gayesi bize “üstün iyi”yi vermesidir.

Ona göre üstün iyi hakikatin ilk nedenlerle bilinmesidir. Üstün iyinin beraberinde gelen bilgelik bizi mutluluğa götürecektir.

Descartes felsefesinde iki tür ahlak vardır. Đlki Temelli Ahlak, diğeri ise Geçici Ahlaktır. Bizi mutluluğa ancak temelli ahlak götürebilir.

Geçici ahlak ise bizi mutluluğa ulaştıramaz, o sadece insanlarla olan ilişki ve iletişimde göstermemiz gereken uyum konusunda bize yardımcı olmaktadır.

“Descartes’ a göre ahlak, felsefenin hem başında hem de sonunda gelmektedir. Felsefe yapmak için ahlaka ihtiyaç olduğu gibi, felsefe de sonunda bizi temelli bir ahlaka götürmektedir. Fakat bu iki ahlak arasındaki ayrılık önemlidir; biri hayatın, öteki de bilgeliğin zorunluluğundan doğmaktadır. Bunun içindir ki birincisi eğreti, eksik; ikincisi de temelli, tamdır.”16

Şimdi temelli ve geçici ahlakı ayrıntılı olarak inceleyelim.

“Descartes’ ın temelli ahlaktan beklediği şey dünyada hareketini aydınlatmak ve idare etmekti. Bundan ötürü onu, başka bir gaye içinmiş gibi dine eklendiği sanılan, tabii bir ahlak olarak görüyordu. Müspet veya mevzu muhtevası Tanrı tarafından bildirilen veya ilahiyat tarafından Tanrı’ya karşı hareketimizi tanzim etmek için Tanrı adına öğretilen, dinin aksine olarak bu ahlak, insanın tabii mukadderatını, yani dünyadaki kaderini serbest ve tam şeklinde gerçekleştirmesi vasıtası olarak, tamamıyla akıl tarafından kurulacaktır.”17

16 Descartes, Ahlak Üzerine Mektuplar, çev: Mehmet Karasan, Mehmet Karasın’ın önsözdeki yazısıdır, M.E.B. Yayınevi, Đstanbul 1989, s.4

17 Laberthonniere, Descartes Üzerine Tetkikler, s. 29

(18)

Descartes’ ta temelli ahlak bilgeliğin son meyvesidir. Bilgelik ise ilim üzerine kurulmuştur. Descartes kararsızlık yaşamamamız ve düzenli bir hayat kurmamız adına bazı eğreti yani geçici ahlak kuralları belirlemiştir.

”Metot Üzerine Konuşma“ adlı eserinde belirlediği eğreti ahlak kuralları bizleri sadece mutluluğa ve üstün iyiye götürmeye yardımcı olacak olan ahlak kurallarıdır. Bu kurallara bakalım:

1) “Tanrı’nın çocukluğumdan beri içinde yetişmesine inayet buyurduğu dine sağlamca bağlı kalarak, memleketimin kanun ve adetlerine itaat etmek, başka her şeyde de kendimi birlikte yaşayacağım kimselerin en akıllıları tarafından genellikle amel olunan en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanaate göre idare etmekti.”18 Đnancımızı koruyarak, içinde yaşadığımız toplumun gelenek – göreneklerine ve yasalarına saygılı olmalıyız. Ölçülü olmak, akılın ışığında hareket eden kişileri örnek almak bu kural açısından önemlidir.

2) “Elimden geldiği kadar işlerimde sebat sahibi olmak ve en şüpheli kanaatleri bile bir defa kabule karar verdikten sonra pek emin ve şaşmaz kanaatlermiş gibi daima sebatla takip etmekti.”19 Descartes’a göre erdemli insan kararlı ve sebatlı insandır. Yaşam içerisinde seçimlerimizi bize en doğru görünene göre yaparız. Bunu da ancak kararlı olursak ve sebatlı davranırsak gerçekleştirebiliriz. Kararlı ve sebatlı olmak erdemin bir gereği olduğu gibi bizi mutluluğa da götürür. Mutlu olmak içinse kişisel bir çaba gerekmektedir.

3) “Her zaman talihten ziyade kendimi yenmeye ve dünyanın düzeninden çok kendi arzularımı değiştirmeye; genellikle düşüncelerimizden başka hiçbir şeyin elimizde olmadığına dolayısıyla dışımızda olan şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonra, gücümüzün yetmediği bütün şeylerin bizim için mutlak olarak imkansız olduğuna inanmaya alışmaya çalışmaktı.”20

18 Descartes, Metot Üzerine Konuşma, çev: Mehmet Karasan, M.E.B Yayınevi, Ankara 1997, s.25

19 Descartes, a.g.e., s. 27

20 Descartes, a.g.e., s. 28

(19)

Dünyanın düzenini talihe bağlamamalıyız. Çünkü dünya düzenini sadece Tanrı belirlemiştir. Çabamız neyin bizim gücümüz dahilinde olduğunu ve neleri değiştirebileceğimizi dikkate almakla ilişkilidir. Yani bir bilinç geliştirmek önemli olmaktadır. Gücümüzün yetmediği şeylerin imkansız olduğunu görmek ancak bu bilinçle mümkün olacaktır. Descartes’a göre elde edemeyeceğimiz şeyleri arzulamaktan vazgeçmek ve hoşnutluk içinde yaşamak için bu kuralı uygulamak yeterlidir.

4) “Bütün hayatımı aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatin bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi bir şey yapamayacağıma inandım.”21

Sonuç olarak yaşamımız boyunca aklın önderliğinde hareket etmek ve bu kuralları uygulayarak çaba göstermek yapabileceğimiz en iyi şeydir, diyebiliriz.

Geçici ahlak açısından bir değerlendirmeye gidecek olur isek, bu ahlakın bir bilinç geliştirme ve zihni bir eğitim olduğunu söyleyebiliriz.

Mutluluk ve içsel bir huzurun zihni bir çaba ve bu çabanın sonucunda insanlarla kurduğumuz iletişimle açığa çıkan bir boyutta yer aldığını vurgulamamız gerekmektedir. Geçici ahlak temelli ahlak gibi üstün iyiyi veremez. Üstün iyiye varma yolunda gerek bizimle ilgili ve gerekse çevremizle kurduğumuz ilişkilerle ilgili olan bir uyum gereklidir ki işte bu noktada geçici ahlak kurallarının uygulamaya konulması gerekli olan bu uyumu sağlayacaktır.

“Descartes’ ın belirlediği geçici ahlak, insanın ulaşmayı hedeflediği üstün iyiyi elde edinceye kadar zihninin işleyişini biçimlendirme ve bu esnada hayatını düzenleme imkanı sağlayarak amacı daha kolay gerçekleştirmek için düşünülmüştür. Yani buradaki ahlak üstün iyiyi vermek değil, üstün iyiye ulaşmada gerekli uyumu sağlamaktır.”22

21 Descartes, Metot Üzerine Konuşma, s. 29

22 Nurten Gökalp, “Descartes ve Spinoza Düşüncesinde Gerçek Đyi Kavramı” adlı makale, Felsefe Dünyası Dergisi, Türk Felsefe Derneği Yayını, Sayı 40,2004/2, s.21

(20)

Şimdi geçici ahlakla ilgili olarak farklı noktaları vurgulayalım:

“Eğreti ahlakın özelliği, onu kabul edeni mümkün olduğu kadar bahtiyar yaşatmaktır. Eğreti ahlakı iyi anlamak ve temelli ahlakla ayrılığını iyi kavramak için bu nokta üzerinde iyi durmak gerekmektedir. Descartes burada bu tabiri felsefede çok klasik olan bahtiyarlık ve mesutluk arasındaki ayrımı göstermek için kullanmaktadır. Baht, ancak bizden dışarıda bulunan şeylere bağlıdır, kendi emeği ile edinmedikleri bir nimete kavuşan kimselere bilgeden çok bahtiyar denir. Oysa saadet tam bir ruh memnunluğu ile iç hoşnutluğundan ibarettir. Bu ise, talihten yardım görmeyen, bilgelerde bolca bulunur. Descartes’ a göre mesut yaşamak ruhu memnun ve hoşnut yaşamaktan başka bir şey değildir.”23

Descartes’ ta bir talih anlayışının olmadığına değinmiştik. Talih ancak kişinin mutluluğunu ve mutsuzluğunu dışsal bir nedene yüklemesinden kaynaklanır. Talihe çok fazla değer yükleriz ve düşüncelerimizle ona bir biçim veririz. Bunu yaparken bilinçli davrandığımız da söylenemez. Descartes’ın her zaman altını çizdiği zihni bir eğitim ve bilinçlilik hali ise mutluluk ve talih arasındaki farkı görmemize vesile olur.

Tercihlerimizi bizim açımızdan en doğru bir şekilde yapıyorsak, bu noktayla ilgili her türlü çabayı gösteriyorsak zaten yaşadıklarımıza dışsal bir değerlendirmenin çerçevesinden değil, içsel bir değerlendirmenin çerçevesinden bakıyoruz demektir.

Mutluluk içsel bir değerlendirmeyle gelen bir ruh hoşnutluğudur.

Ancak, kişinin başarısını ve başarısızlığını, mutluluğunu ve mutsuzluğunu kısacası her türden tecrübelerini kendine bağlamaması, dışsal faktörlere yüklemesinin daha sık görülen bir durum olduğunu belirtmemiz gerekir. Hatta genellikle mutluluk, başarı gibi hoş yaşantıları kendimizle ilintilendiririz de;

nahoş yaşantıları hep şansa, talihe yükleriz.

23 Descartes, Ahlak Üzerine Mektuplar, Mehmet Karasan’ın fikridir, s. 14

(21)

Yaşantılarımızı –hoş olsun olmasın- nelere yüklediğimiz bizim dünya görüşümüzü ve gelecekteki eğilimlerimizi belirleyecektir. Onun için hoş durumları yetenek ve çabaya; diğerlerini ise şans ve talih faktörüne dayandırmaktan vazgeçmeliyiz. Descartes’ın sıkça dile getirdiği bilgelik yaşantısının gereği olan bu alışkanlığı edinmek zorundayız.

Geçici ahlakla ilgili ayrıntılar yeteri kadar incelendikten sonra şimdi, genel olarak Descartes’ın ahlak anlayışına bakalım:

Descartes’ ta ahlakın en üstün boyutu bize kalıcı mutluluğu verebilmesidir. Kalıcı mutluluğun sırrı kendi doğamızın ve sınırımızın farkında olmaktır. Biz bu farkındalığa ancak akılın ışığında ulaşabiliriz. Descartes’ın ahlaka ilişkin görüşleri duygu anlayışının açılımını yapmaktadır.

“Descartes’ a göre ahlak bilimi “bilgi ağacının” ayrılmaz bir parçasıdır. Ahlak felsefesi, gerçek ve kalıcı mutluluğun pratik yararlarını sağlamak üzere kendi doğamızın ve sınırlarının akıl yoluyla anlaşılmasını amaçlar. Ahlak felsefesinin anlamayı amaçladığı doğamızın en önemli yönü ruhun bedenden etkilenmesi sonucunda ortaya çıkan duyguların fizyolojik temeli ve psikolojik dinamikleriyle ilgilidir.”24

Mutluluk, bilgeliğin bir sonucu, bir meyvesidir. Ahlaklı yaşam mutluluk vereceği gibi en son aşamada üstün iyiyi de beraberinde getirmektedir.

Descartes’ın ahlak görüşünde üstün iyi, bilgelik ve mutluluğun zincirleme bir yapının halkaları olduğunu görüyoruz:

“Descartes’ a göre ahlakın en son gayesi bize yalnız bilgeliğin verebildiği, üstün iyidir. Üstün iyi ise, hakikatin ilk nedenlerle bilinmesinden, yani bilgelikten başka bir şey değildir. Bize üstün iyiyi veren bilgelik, onunla bizi mutluluğa da sahip kılar. Böylece bilgeliğin meyvesi olan mutluluk, apaçık olarak felsefenin ve felsefeyi de sona erdiren temelli ahlakın tamamlanmasını gerektirir. Fakat, eksik ve eğreti ahlakın bizi eriştiremediği yerde, hiç olmazsa elimizden geldiği kadar bahtlı yani doğal ve sosyal

24 John Cottingham, Descartes Sözlüğü, çev: Bülent Gözkan, Necati Ilgıcıoğlu, Ayhan Çitil, Aliye Kovanlıkaya, Doruk Yayıncılık, 1. Baskı, Đstanbul, Aralık 2002, s.31,32

(22)

muhitimize mümkün olduğu kadar uyan bir hayat sürmeyi deneyebiliriz. O halde eğreti ahlakın asıl işi bizi, saadete kadar götürmek değil, sadece bu uymayı yani bağlantıyı sağlamaktır.”25

“Descartes’ a göre insan yalnızca kendi düşüncesine ya da yalnızca kendine egemen olabilir, bunun dışında herhangi bir şeye egemen olamaz:

dış dünya bizim kolay kolay değiştiremeyeceğimiz bir alandır, bir karmaşıklar ortamıdır. Đnsan Descartes için, elinde olmayan bir dış dünyayla ve elinde olmayan bir gelecekle ilgili herhangi bir şeyi istemekten kaçınabildiği ölçüde davranışlarını bir düzene koymuş olacaktır.”26

Descartes’ın talih ve mutluluk ayrımına ilişkin düşüncelerinde karşımıza “gücümüz dahilinde olan” ve “değiştirmeye gücümüzün yetmeyeceği” şeyler çıkmaktaydı. Yine anlıyoruz ki bizler ancak kendi düşüncelerimizden sorumluyuz. Düşüncelerimizi eğiterek mutlu ve huzurlu oluruz. Böyle bir eğitimden geçtikten sonra dış etmenleri değiştirme gücümüzün olmadığı gerçeğini öğrenebiliriz. Hemen hepimiz dönem dönem yaşantılarımızla ilgili olarak değerlendirmelerimizi dışsal faktörlere yüklüyoruz. Descartes sıklıkla bu durumdan –alışkanlıktan- kurtulup yaşamımıza bir yön vermemiz gerektiğini söylemektedir.

Descartes’ın geçici ve genel ahlak anlayışından bahsettikten sonra sıra temelli ahlaktan ne anladığına gelmiştir. Temelli ahlakın kurallarına bakalım:

Ona göre ancak temelli ahlak gerçek bir mutluluğa ve en yüksek memnunluğa ulaştırabilir.

Descartes sosyal ve doğal çevremize en iyi şekilde uyum sağlamamıza yardım ederek ampirik bir saadete götüren yani bahtiyarlığa götüren eğreti ahlak ile bilgeliğe sahip olduktan sonra gerçek saadete yani tam bir ruh memnunluğuna götüren temelli ahlaktan söz etmiştir.

25 Descartes, Metod Üzerine Konuşma, çev: Mehmet Karasan M.E.B. Yayınevi, Ankara 1997, s. 128

26 Afşar Timuçin, Descartes Felsefesine Giriş, s. 127,128

(23)

Descartes, bize en yüksek memnunluğu veren şeylerin neler olduğunu gözden geçirdiğinde, bunların iki türlü olduğunu görmüştür: Fazilet ve bilgelik gibi elimizde olanlarla itibar, servet ve sağlık gibi elimizde olmayanlar.

Temelli ahlakın kuralları:

1) Hayatın her fırsatında yapmak veya yapmamak gerekeni bilmek için her zaman elden geldiği kadar düşünceyi kullanmaya çalışmaktır.

2) Akılın öğütlediği her şeyi ihtiras ve iştahlara kapılmaksızın yerine getirmek için, sağlam ve sabit bir karar sahibi olmaktır.

Bu kurallara baktığımızda Descartes açısından tıpkı geçici ahlakta olduğu gibi temelli ahlakta da düşünsel ve zihinsel bir eğitimin varlığı göze çarpıyor. Bununla birlikte geçici ahlakta olduğu gibi kararlı olmak ve sebatlı davranmak boyutu temelli ahlakta da kendisini göstermektedir. Kararlılık ve sebatkarlık; iradeyi ön plana çıkarmaktadır. Descartes’ ta irade aklın yönetiminde hareket ederek tutkuların esiri olmamaktır. Đşlerimizde kararlı ve sebatlı davranmak iradenin bir öncüsü olmakta ve buna ek olarak fazilet için de bu karar ve sebat halinin her an yaşanması ve istikrarlı olarak her işte devreye konulması gerekmektedir. Descartes’ın irade ile ilgili görüşlerine çalışmamızın ilerleyen sayfalarında yer verilecektir. Şimdilik iradenin, ahlak ve erdemle olan iç içeliğini vermemiz yeterli olacaktır.

“Eğreti ahlaktaki işlerinde sağlam ve sabit olan iradesi temelli ahlak için de geçerlidir. Đrade, kendimizi ihtiraslara bırakmaksızın şaşmaz bir şekilde aklın emirlerini takip etmek kararıdır. Eğreti ahlakın bizi alıştırdığı, kararlarımızda sabit ve devamlı bir şekilde aklın emirlerine itaat etmesinden başka bir şey değildir. Fazilet böylece, bir karar sağlamlılığı olmaktadır. Đrade kararların sabit ve sağlam olduğu andan itibaren fazilete de sahiptir ve bunun için eğreti ahlak bir bahtiyarlık garantisidir. Đradeyi düzenleyen şeyin basit bir ahlaki güven yerine akli bir pekinlik oluşu iradenin kararlarını adeta şaşmaz

(24)

kılmaktadır ve ondan elde ettiğimiz bahtiyarlık ve memnunluğa ayrıcalık kazandırmaktadır.”27

Görüyoruz ki geçici ahlak ve temelli ahlak arasında tam olarak keskin bir ayrım yapılamamaktadır. Geçici ahlak kuralları bahtiyarlığın anahtarı niteliğindeydi. Temelli ahlakta karşımıza çıkan iradeyle ise bu bahtiyarlık bir anlam kazanmaktadır.

Bu aşamada Descartes’ın vicdanla ilgili görüşlerine de bakmamız yerinde olacaktır.

Descartes’a göre aklın yönetiminde davranıyorsak ve kendimiz adına en iyi olan şeyi yaptığımıza inanıyorsak vicdanımız da rahat olacaktır. Aklın kontrolünde olan bir insanın vicdanının rahatsız olması için hiçbir sebep olmayacaktır. Yine filozofumuza göre kendimizden ve yaşamdan hoşnutluk duymamız için yalnız başına erdem yeterli gelecektir.

Đrade ve vicdan rahatlığı ise bu erdemi besleyen bir konumda yer almaktadır. Akılla, irade ve vicdanla desteklenen bir erdem memnuniyet içinde yaşamamızı sağlar. Ancak Descartes’a göre irademizi kullanmamıza rağmen yanlış kararlar da verebiliriz veya o an için iyi olduğuna inandığımız şeyi yaptıktan sonra o şeyin aslında hiç de iyi olmadığını görebiliriz. Bu anlamda irade her ne kadar devrede olsa da erdemden gelen memnuniyet bazen yanıltıcı olabilmektedir. Öyleyse erdemden gelen memnuniyete her zaman sarsılmaz bir biçimde güvenmemeliyiz.

Đnsan olmanın bir gereği olarak ihtiraslarımıza veya arzularımıza fazlaca kapılabiliriz. Yani an be an erdemli bir biçimde davranamayabiliriz. Bu bakımdan baktığımızda böylesine erdemli davranmak gücünü her zaman kendimizde bulamayabiliriz. Đşte bu noktada aklın gücü ve etkisi kendini yeniden gösteriyor.

27 Descartes, Ahlak Üzerine Mektuplar, s.120-123

(25)

Descartes düşüncesinde aklın belirleyici gücü bizi, gerçekten iyi olan hakkında bilgilendirerek erdemin yanıltıcı memnuniyetinden korumaktadır.

Bunun yanı sıra akıl erdemi doğru zevklere yönlendirerek onlardan en iyi şekilde yararlanmamıza yardımcı olmaktadır. Son aşamada akıl, arzularımız üzerinde müdahalede bulunarak onlara bir sınır da getirmektedir.

Böylelikle görmekteyiz ki Descartes felsefesinde bizler asıl mutluluğu aklı doğru kullanarak ve aklı takip ederek yakalayabiliriz. Mutluluk içinse zihni bir eğitim ve bilinçlilik hali gerekmektedir. Akılla temellenen bir zihinsel eğitim ve bilinçli davranmanın gerekliliği bir kez daha karşımıza çıkmış oluyor.

Şimdi de Descartes’ ın temelli ahlak kurallarından üçüncüsüne geçelim.

3) Elden geldiği kadar akla göre hareket ederken, elde olmayan bütün nimetlere bütünüyle gücümüzün dışında şeyler gözüyle bakmak ve bu yolla onları hiçbir zaman arzu etmemeye alışmaktır.

Daha önce bu kuralla geçici ahlakta da karşılaşmıştık. Temelli ahlakın buradaki etkin gücü 3. Kuralın uzantısı olarak arzu ve tutkularımızı yumuşatmak ve onlara bir sınır koymaktır. Bununla birlikte temelli ahlak arzu ve tutkularımıza da düzen vermektedir.

“Descartes’ ın, eğreti ahlaktan içeriğini değiştirmeden temelli ahlaka aktardığı kural 4. kuraldır. Aklını işletmekten ve gücü yettiği derecede hakikatin bilgisine ilerlemekten duyduğu memnunluk ahlakın temellerinden biri olmaktadır.

Descartes, dünyada mutlak olarak iyi denebilecek hiçbir iyi bulunmadığına göre, sağduyuya sahip olunca kendisinden bir fayda edilmeyecek hiçbir kötülüğün olmadığını düşünmektedir. Durmadan karşımıza çıkan bir sürü üzüntüyü yenmek her ne kadar zor olsa da, üzüntü kaynaklarının bize zarar vermelerine engel olmak için durmadan onlara dikkat etmeye mecburuz. Buna karşı tek bir çaremiz vardır: anlayışımızı kullanarak düşüncelerimizi başka şeylere yönlendirmeliyiz. Ancak dünyadaki

(26)

şeylere iyi veya kötü bir yandan bakmak mümkün olduğuna göre, herhangi bir şeyde hünerimizi göstermek gerekiyorsa o da, en çok lehimizde görünen, seviyeden bakmayı bilmektir.”28

Bu son kuralla birlikte Descartes’ın sağduyuya ilişkin fikirleri daha netleşiyor. Sağduyu yaşamımızda gerçek iyi ve gerçek kötü gibi keskin kavramların olmadığını bize hatırlatmaktadır. Ayrıca sağduyu ile biz, yaşamımızda karşımıza çıkan bazı zorlukları –ki biz onları çoğunlukla kötülük olarak değerlendiririz- olumlu bir boyuta bile taşıyabiliriz. Yani bir bakıma bu zorlukları dönüştürüp, onları kendi yararımıza olacak şekilde bile kullanabiliriz.

Zorluklar bazen yıldırıcı bir şekilde de karşımıza çıkabilirler, bu nokta da onların hepsini yenmek bize güç görünecektir. Ancak mücadeleci davranmak durumundayız. Aksi takdirde üzüntüler, zorlayıcı yaşantılar bizi belirler, onların bize egemen olmalarına izin vermiş oluruz. Zorluklarla, aşılmaz gibi görünen sıkıntılarla mücadelemizi, elbette ki akılla, erdemle, iradeyle yürüteceğiz. Bunu yaparken de sanki etrafımızda başka şeyler olup bitmiyormuş gibi üzüntüye merkezi bir rol vermek doğru değildir.

Hayat sadece bu üzüntünün merkezinde dönüyormuş gibi tatsız yaşantılara odaklanmak zor durumları lehimize çevirmemize engel olacaktır.

Bu bakımdan tabir-i caizse uyanık olmalı ve bilinçli hareket etmeliyiz ki engeller, sıkıntılar bizi belirlemesin, biz onlardan dersler çıkararak istifade edelim.

Yukarıda hoş olmayan yaşantıları genelde kötü, hoş yaşantıları ise iyi olarak değerlendirdiğimizi söylemiştik. Şimdi bu iyi ve kötü kavramının Descartes tarafından nasıl değerlendirildiğini açıklamaya çalışalım. Kolaylık ya da rahatlık veren her şey Descartes’ a göre iyi, bu durumun zıddı ise kötüdür.

28 Descartes, Ahlak Üzerine Mektuplar, s.54

(27)

Esasında iyi ve kötünün tanımının bu şekilde yapılması şeylere değer atfederken ne gibi kriterler gözettiğimizi da ortaya çıkarmaktadır. Başlıca kriterlerimiz de şu halde kolaylık ve rahatlık olmuş oluyor. Bu kriterleri gözettikten sonra her hangi bir davranışı gerçekleştirdikten sonra yanılmış olsak bile pişmanlık duymak gibi bir şey söz konusu olmamaktadır. Çünkü biz o an itibariyle bize doğru görünen, kolaylık ve rahatlık vereceğine inandığımız şeyi yapmışızdır.

Doğamız gereği her şeyi bilme ve her şeyin en mükemmelini yapma özelliklerine sahip değiliz. Hal böyle olunca az önce değinildiği gibi kimi zaman yanılır, hata yapar, kimi zaman yanlış yaparız. Önemli olan bu sınırlılığımızın bilincinde olup ona göre hareket etmektir ki Descartes’ ta bu bilinçlilik insan için son derece kıymetli bir kazanımdır.

“Fazilet, en iyi olduğuna hükmettiği şeyleri yapmakta asla hata yapmadığına vicdanı tanıklık edecek şekilde yaşamaktır. Faziletin yolunu böyle takip eden bir kimse mutlu olmak için o kadar güçlü bir memnunluk duyar ki, ihtirasların en şiddetli gayretleri ruhunun huzurunu bozmak için asla yeterli güce sahip olamazlar.”29

Bu tanımdan anlaşılmaktadır ki erdem bizim için en iyi olduğunu düşündüğümüz şeyleri yapmak ve bu şeylerden dolayı vicdanımızın rahatsız olmamasını içeren bir boyut taşımaktadır. Đyi şeyler yaptığımıza kanaat getiriyor isek ve vicdanımız da rahatsa mutlu olmamamız için bir neden de olmayacaktır. Öyle ki bu mutluluğu en güçlü tutkular bile bozamayacaktır.

Mutluluğa giden olan yol erdemli bir hayat yaşamaktan geçmektedir.

Erdem bu günümüzü, yarınımızı bizden çalacak olan dışsal etmenleri bertaraf eden iradeyi desteklemektedir. Duygularımızın bizi belirlemesine izin vermemeliyiz. Bunun için iradenin gücüne ihtiyaç duymaktayız. Đşte erdem tam da bu noktada devreye girerek iradeyle birlikte hareket etmekte ve yaşamımızı kolaylaştırmaktadır. Descartes’ın ahlak ve erdemle ilgili görüşleri,

29 Descartes, Ruhun Đhtirasları, çev: Mehmet Karasan, 1. Basım, M.E.B. Yayınevi, Ankara 1972, s.117

(28)

büyük ölçüde, duyguları tanımak, onların nedenlerini iyice kavrayıp duyguların esiri olmamakla ilgili bir çabanın çevresinde şekillenir. Anlaşılıyor ki Descartes’ın mutluluk anlayışında temel olan güçler erdem ve iradedir.

Doğamız gereği hem akılsal varlıklarız hem de duygusal şartların etkisi altında yaşamaktayız. Akıl ve duygu çatışmasının nasıl yumuşatılabileceği konusunda Descartes, aklı kontrolör olarak kullanmanın ve böylelikle duyguların egemenliğinden kurtulabileceğimizin önemine değiniyordu. Akli yaşamın hemen yanında erdem ve iradenin etkili bir şekilde kullanılması ve bunun sonucunda insanın mutluluğa ulaşması onun ahlak görüşünün özünü oluşturmaktadır.

“...Đnsanın Tanrı karşısında sonunda kendi eylemlerinden sorumlu olduğuna inanıyordu. Đnsan tutkularıyla, aklı arasında çatışmalar çıkabileceğini kabul ediyordu. Erdemli bir hayat, doğru olanın bilinmesiyle ve insan yaratılışının aşağı eylemlerini denetlemesiyle yaşanabilir.”30

Descartes’ın ahlak görüşünde erdem bir ruh hoşnutluğu demekti.

Olumlu kararlar almak, bu kararları uygulamakla insan zaten karşısına çıkan seçenekleri ustalıkla değerlendirir. Đşte Descartes bu boyutla birlikte kendimizden memnunluk duymamızın kaçınılmaz bir sonuç olduğunu vurgulamıştır.

Öyle ya karşımıza çıkan fırsatları değerlendirir, isabetli tercihler yapar ve yaşamın her aşamasında duygularımızı aklın yönetiminde tutarsak neden mutlu olmayalım ve kendimizden neden memnun olmayalım?

Karşılaşacağımız konu ve sorunlara akılcı zeminle yaklaşmak özünde elimizden geleni yaptığımız anlamına gelmiyor mu? Bu bağlamda Descartes mutlu ve hoşnut olmanın altın formülünü veriyor: faziletin yolunu takip etmek.

Bunu yaparken de akılcı bir temel üzerinde hareket etmek. Böyle davrandığımız takdirde olumsuz bir durumun getirdiği huzursuzluk bile ruhumuzu rahatsız edemez.

30 Will Durant. Felsefenin Öyküsü, Đz Yayıncılık, 2. Baskı, Đstanbul 2003, s. 165

(29)

Çünkü ruhumuz zaten erdemin yolunda olmakla güç kazanmış ve olgunluğa erişmiştir. Olgun bir ruh için dışsal bir üzüntü ve huzursuzluk aslında o ruha olgunluğunu yansıtacak olan bir ayna işlevini görecektir.

Descartes’a göre duygular konusunda en büyük hatamız elimizde olan ve olmayan şeyleri ayırmamaktan kaynaklanıyordu. Yukarıda iyi seçimler yapmanın önemine değinmiştik. Bu aşamada bizim elimizde olan şeyleri diğerlerinden ayırt etme yeteneğimizi kullanmak da iyi seçimler yapmamıza bağlıdır. Aslında Descartes duygusal boyutun sade bir şekilde yaşanmasını öneriyordu. Öyle bir sadelik ki doğamız gereği her şeyi arzulamaya meyilli varlıklar olsak da mutluluğumuz için bu meyli yumuşatmaya çabalamalıydık. Yani arzularda aşırıya kaçmamalıydık.

Olabildiğince duyguların baskınlığından ayrı ve sade bir yaşam…

Böyle davranarak yine erdemin yolunu takip etmiş oluyoruz. Erdemin yolundan hiç şaşmamamız gerekiyor. Çünkü mutluluk ve huzur, erdemli bir yaşamla mümkündür.

Ruhumuz kendi içinden memnun olduğu takdirde, dışarıdan gelen hiçbir huzursuzluk ona zarar veremez. Bu huzursuzluklar ancak ruhun neşesini artırmaya yararlar. Ruh, bu huzursuzluklar ile incinmediğini görerek kendi olgunluğunu tanır. Ruhumuzun memnun olmak için faziletin yolundan başka bir yol takip etmesi gerekmez.

Descartes’ a göre arzular üzerine işlenen en büyük yanlış, tamamıyla bize bağlı olan şeylerle bize hiç bağlı olmayan şeyleri ayırt etmemekten gelir;

çünkü ancak bize bağlı olan şeyler yani bizim özgürlüğümüzle ilgili şeyler konusunda onları hararetle arzu edebilmemiz için onların iyi olduklarını bilmemiz yeterlidir.

Bize bağlı olan iyi şeyleri yapmak, faziletin yolunda gitmektir. Fazilete karşı da ancak hararetli bir arzu duyduğumuza da şüphe yoktur. Bu şekilde hareket edersek ondan beklediğimiz bütün memnunluğu elde ederiz. Ancak bu konuda işlenen yanlış hiçbir zaman fazla arzu etmek değildir fakat yalnız pek az arzu etmektir. Fazileti istemekten asla vazgeçmemeliyiz. Bunu

(30)

başarmak için en iyi çare de zihni elden geldiği kadar faydasız şeylerden kurtarmaktır, arzu edilecek şeyi açıkça bilmek dikkatle gözden geçirmektir.

Yani ne istediğimizi açık bir şekilde bilmek ve belirlemektir.

“Hiçbir suretle elimizde olmayan şeyleri ne kadar iyi olsalar da hiçbir zaman tutku ile arzu etmemeliyiz.”31 Çünkü bu şeyler gerçekleşmeyebilir, bunun sonucunda ise üzülürüz. Düşüncelerimizi olması bizim elimizde olmayan şeylere odaklamamalıyız. Aksi takdirde kapasitemizin yetebileceği ve başarabileceğimiz şeylere enerjimiz kalmaz. Gücümüz dahilinde olmayan şeyleri arzulamanın yolları vardır. Bulardan ilki Descartes’a göre alicenap olmaktır. Yani kendimizi bilmeliyiz. Đkicisi ise “Allah’ın Hikmeti” yani Đlahi Hikmet üzerinde düşünmeliyiz. Hiçbir şey Tanrı’nın belirlediği halin dışında olamaz. Öncelikle bunu kabul etmeliyiz.

Descartes’ ta bir talih anlayışı yoktur. Şeylerin olması veya olmamasını tayin eden bir talihten söz edilemez. Bir şeyin olup olmayacağını talih değil ancak ve sadece Tanrı belirleyebilir. Dünyada olup biten, gerçekleşen her şey Tanrı’nın kararıyla yürümektedir. Descartes’a göre başarı ve başarısızlıklarımızı genelde talihe yükleriz. Bu ise sağlıklı olmayan bir düşünce ve yanılgıdır. Ona göre talih düşüncesinden sıyrılmalı ve kendi kendimizi içsel olarak değerlendirmeliyiz. Kader Tanrı’nın belirleyiciliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan kader ve talih birbirleriyle karıştırılmamalıdır.

Arzularımızı doğru olana, kader ve talih ayrımının bilincinde olarak yönlendirebiliriz. Bu yönlendirmenin sonucunda yaşadıklarımıza dair bir hoşnutluk duyarız.

Descartes, iradeyi ruhun bir etkisi, ihtirasları ise edilgisi olarak görür.

Đrade tabiatı gereğince hür olduğu için hiçbir zaman zor ve baskı altında olamaz. Descartes’ ın ruhta ayırt ettiği iki türlü düşünceden bazıları etkilerdir, yani iradeleridir. Bazıları da ihtiraslardır, bu kelimeyi en genel anlamında alınca her türlü idrakler bunun içine girer. Bu düşüncelerden

31 Descartes, Ruhun Đhtirasları, s.112

(31)

birincileri yani iradeler mutlak olarak ruhun iktidarı dahilindedir ve beden onları ancak vasıtalı bir şekilde değiştirebilir.

Oysa ihtiraslar, mutlak olarak meydana getiren etkilere ve aksiyonlara bağlıdır. Ve ruh onları ancak dolaylı olarak değiştirebilir.

Düşünce ve iradeyi ruha yükleyerek, ruhun birer etkisi olarak gören filozofumuz, bu çerçevede onları aklın işlevlerine dahil olacak biçimde açmaktadır.

“Descartes düşünceyi ve iradeyi aklın faaliyetleri içinde olacak şekilde genişletmekte ve bunları cisimden tamamıyla ayrı bir töze ait olacak biçimde belirlemektedir.”32

Ben, erdemin yolunda yürümek istiyorsam, irademi kullanmanın neyi içerdiğini de bilmeliyim. Đrademi devreye koyduğum bir durumda, duygularım beni belirleyemez. Aksine, ben duygularıma hükmederim. Böyle bir başarıyı irademi akıl önderliğinde kullanarak elde edebilirim. Bu sayededir ki, bilgimi insanlarla paylaşırım ve sonuçta mutlu olurum. “Eğer irademizi aklın buyruğuna verip, doğru bilgiyi diğer insanlarla ve nesnelerle kurduğumuz ilişkide yönlendirici olarak kullanabilirsek hem ‘iyiyi’ elde etmiş oluruz hem de mutlu oluruz. Erdem, iradeyi duyguların kölesi yapmamaktır, duyguları yenmektir. Eğer erdemli değilsek, duyum ve duygulara bağlanmış, aklın doğru bilgilerinden uzaklaşmış, nesneler dünyasının kölesi olmuşuzdur”33

Descartes’ ta irade, ihtirasları doğrudan etkilemek gücüne sahip değildir. Bu aşamada ruhların yetkinliği, yani gücü veya güçsüzlüğü ön plana çıkmaktadır. Eğer, irade duyguları yenebiliyorsa, bu ruh güçlüdür.

Yenemiyorsa, ruh hakim olamadığı ihtirasların etkisini ancak başka ihtiraslar yardımıyla hafifletebilmektedir. Yani irade, güçlü bir tutkunun etkisini kendi yöntemlerini kullanarak ve gerektiğinde başka ihtiraslardan faydalanarak

32 Nurten Gökalp, “Akıl – Duygu Đkiciliğine Đki Farklı Bakış” adlı makale, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı 30, 1999/2, s.72

33 Tuncar Tuğcu, Batı Felsefesi Tarihi, Alesta Yayınları, 4. Basım, Nisan 2003, s. 465,466

(32)

bastırmaktadır. Đradenin bunu yapabilmesi için, iyi ve kötü hakkında gerçek bir bilgiye sahip olması gerekmektedir.

Đradenin kullanılmasında Descartes’ a göre, hayatın getirdikleri ve hakikatin niteliği açısından bir farklılık söz konusudur. Ben, gerek gündelik hayatımda, gerekse hakikat yolunda iradem yardımıyla karar vermekteyim.

Ancak, günlük hayatımda irademle karar vermek için apaçıklığı beklemek durumunda değilimdir. Çünkü beklemek için vaktimin olmadığı acil durumlarla da karşılaşabilirim. Buna karşın, hakikatin özünü kavrama yolunda ise bu apaçıklığı gözetmek zorundayım.

Gerçekliğin özünü kavramak, gündelik hayatı sürdürmekten daha zahmetlidir. Bu yüzden, eğer hüsrana uğramak, kararlarımdan dolayı pişmanlık duymak istemiyorsam; bir karara varırken, kendime gereken zamanı tanımalı ve apaçıklık ilkesini gözeterek hareket etmeliyim. Bunun yanı sıra karar verirken, Tanrı’nın bana verdiği doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneğini işler hale getirmeliyim. Benim rehberim aklım ve iradem olmalıdır.

Esasında aklım irademin rehberidir. Aklım, irademe iyinin ve kötünün bilgisini verir. Yani, irademe neyin iyi, neyin kötü olduğunu gösterir. Đrademi verimli biçimde kullanmam aklımın sesine ne kadar kulak verdiğime bağlıdır.

Çünkü aklım, iyi hüküm verebilmem için gereken yardımı yapar ve beni irademe yönlendirir. Burada, erdem ve irade ilişkisi gibi akıl ve irade arasındaki bağ da kurulmuş olmaktadır. Hatırlanacak olursa, erdemli bir hayat için iradeyi kullanarak duyguları yenmek gerekiyordu. Bunun gibi iyi yargılar verebilmek için de aklın ışığında hareket etmek gerekmektedir.

Nitekim, Descartes’ ta iradenin etkili kullanımı aklın bu şekildeki önderliğine bağlıdır.

Descartes’ ın iradeyle ilgili görüşlerinde “üstün iyi” kavramının yeri çok önemlidir. Đyiliği, başka bir şeyin varlığına ya da iyiliğine bağlı olmayan olarak ele alırsak üstün iyi bu manada Tanrı olmaktadır. Tanrı’nın iyiliği başka şeylerin iyiliğiyle kıyaslanamadığı gibi, tamlığı ve eksiksizliği, yetkinliği de başka şeylerle kıyaslanamaz.

(33)

Peki, Descartes, insanlar açısından üstün iyi kavramını nasıl değerlendiriyor? Đnsanların üstün iyisinin, beden, ruh ve talihin getirdiği bütün iyiliklerin bir toplamı olduğunu düşünen Descartes, özel manada iyi kavramının kişilere göre farklı olduğunu ve değişiklik gösterdiğini savunmaktadır. Fiziksel özelliklerimizi bizler belirleyemeyiz. Dolayısıyla beden yapımızla ilgili olarak keskin sınırlarla çevrili olan bir ‘iyi’den söz edemeyiz.

Ancak ruhla ilgili iyiliklerin bulunduğunu düşünen Descartes, bu iyilikleri iki boyuta bağlı olarak değerlendirmektedir: Birinci olarak, gerçekten iyi olanın ne olduğuna dair bir bilgi gerekmektedir. Đkinci olarak ise iyiyi istemek gerekmektedir ki, iradeyi esas olarak ilgilendiren de bu boyuttur.

Bununla birlikte Descartes’a göre her zaman gerçek iyinin ne olduğuna ilişkin bir bilgiyi edinemeyebiliriz.

Ancak irademizi her zaman kullanabiliriz. Çünkü irade yani iyiyi kötüden ayırt etme yeteneği Tanrı tarafından hepimize verilmiştir. Kişi, iradesini iyi yönde de kullanabilir, kötü yönde de. Elbette ki, akıl yetisi ve bilme gücü – Descartes tabiriyle doğal ışık- de herkese eşit dağıtılmıştır.

Ancak belirtilmelidir ki, aklı iyi ya da kötü yönde kullanmak gibi bir şey söz konusu olamaz.

Bir insan aklını ya kullanır ya kullanmaz. Zaten Descartes da herkese eşit dağıtılmasına rağmen, herkesin doğal ışıkla hareket etmediğini dile getirmiştir. Mademki, bizler irade gücüne sahibiz, onu iyi yönde nasıl kullanabiliriz? Aklın egemenliğinde hareket edip iyi hükümler vererek ve sabit kararlı olarak. “Muhakeme, Descartes için bir serbest istem eylemidir, Đstem, zihnin ötesine geçerse hüküm yanlış olabilir. Đstem insanda saf bir şekilde özgürdür.”34

Đradenin bu yönde kullanılması insanı erdemli kılmakta ve mutlu etmektedir. Bizler, en büyük mutluluklara özgür irademizi kullanarak erişebiliriz.

34 Will Durant, Felsefenin Öyküsü, Đz Yayıncılık, 2. Baskı, Đstanbul 2003, s. 165

(34)

Peki, irademiz bizi hiç mi yanıltmıyor? Eğer yanıltıyorsa, buna karşı neler yapmalıyız?

Đrade iyiyi kötüden ayırma yetisi, akıl ise doğruyu yanlıştan ayırma yetisidir. Bizler, hem iradeyle hem de akılla yargıda bulunuyoruz. Ancak, akıl her zaman iradenin bir adım önünde tutulmalıdır. Yani, irademizle aldığımız bir kararı aklın verileri doğrultusunda incelemeliyiz. Akıl ile her zaman açık ve seçik bilgiler temelinde hareket ederiz.

Đradede ise daha geniş bir bilgi tabanı söz konusudur. Buradan, aklımızın bizi yanıltmayacağı, irademizin ise yanıltabileceği sonucunu çıkarabiliriz. Özellikle iradenin kötü yöndeki kullanımı bu yanılgı payını daha da artıracaktır. Bu nedenle irademizi, aklımızın sınırları çerçevesinde kullanmalıyız. “Descartes’a göre insan zihni anlayış ve irade yetisiyle yargıda bulunur. Anlayış doğası gereği, sadece açık ve seçik olanı bulur ve onlar üzerine yargıda bulunur. Anlayışın görevi, doğruyu yanlıştan ayırmaktır. Bu nedenle zihnin anlayış yetisi yanlışa düşmez. Buna karşılık, irade yetisiyle zihin sınırsız bir alanda yargıda bulunur. Đrade açık ve seçik olmayan bilgiler üzerinde bile çeşitli yargılarda bulunur. Doğruyu yanlıştan ayırma gibi bir işleve sahip olmayan irade yetisi, zihnimizi yanlışa düşürür. Yanlış yaparız;

çünkü anlayışımızın sınırları içinde kalmayıp, irademizin sonsuz isteğine kapılırız.”35

35 Kadir Çüçen, Felsefeye Giriş, Asa Kitabevi, 1. Basım, Bursa, 1999, s.147

(35)

1.2. DESCARTES’TA ĐHTĐRASLAR

Descartes’ ta ihtiraslar oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.

Filozof, özellikle “Ruhun Đhtirasları” adlı eserinde her bir ihtirasın tanımını yapmış, etkilerini belirtmiş, onlardan en iyi şekilde nasıl yararlanacağımızın ipuçlarını vermiştir.

“En önemli özellik, ihtirasların, ruhun aksiyonları veya iradeleri olmayan bütün düşünceleri içine alacak kadar geniş düşünülmesi, ruh ve beden arasındaki sıkı birleşmenin karışık ve karanlık kıldığı bir algı olarak nitelendirilmesidir. Descartes bunlara duygu adını da verebileceğimizi ifade etmektedir.”36

Şimdi Descartes’ ta temel ihtirasların neler olduğuna geçelim ve ruh –beden ilişkisi açısından hangi boyutta yer aldıklarını inceleyelim:

“Descartes dört temel tutkuyu sıralamaktadır: merak, sevgi, neşe ve keder. Bunların tümü beden ile ilintilidir. Onların doğal kullanımı ruhu harekete geçirir ve bedenin edimde bulunmasında katkı sağlar: ve bu duyumda neşe ile keder uygulanacak ilk şeylerdir. Ruh yalnızca, üzüntü durumunu yaratan acı duygusu ile doğrudan doğruya zararlı hale dönüşebilir.

Bizim iyi ve kötülüğümüz temel olarak ruhun kendisi içinde harekete geçirilen içsel duyumlara bağlıdır. Ruhun tatmin edilmemesi durumunda çeşitli sıkıntılar ortaya çıkacak ve kişiyi rahatsız edecektir. Ancak içsel tatmin ile erdemlilik tam olarak gerçekleştirilebilir. Burada Descartes’ın törebiliminde Stoa etkisinin görüldüğünü hatırlatalım.”37

Dört temel ihtiras Descartes’a göre beden ile ilişkisi içerisinde değerlendirilmelidir. Bu ihtiraslar ruhu da harekete geçirdikleri gibi neşe ve kederin baskın olarak ön plana çıkmasına neden olurlar.

36 Nurten Gökalp, “Akıl – Duygu Đkiciliğine Đki Farklı Bakış” adlı makale, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı 30, 1999/2, s.73

37 Frank Thılly, Felsefenin Öyküsü, Çağdaş Felsefe, çev: Đbrahim Şener, Đzdüşüm Yayınları, 2.

Basım, Şubat 2002, s.80

Referanslar

Benzer Belgeler

 Etik bir olgu olan ahlaktan farklı olarak, bu olgunun araştırılması ve böylece ahlaki açıdan insanlar için neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair

 Eşi için çalmak zorundaydı, çünkü eşi Eşi için çalmak zorundaydı, çünkü eşi ölecek olursa tören için bir hayli para ölecek olursa tören için bir hayli para

ve Kişiler Arası Uyma (İyi Çocuk Yönelimi):. • İyi

 Özerk dönem: Bireyin davranışlarının, kendi akıl yürütmesi ve karar vermesi ile oluştuğu, bireyin içinde bulunduğu grubun standartlarını irdeleyerek

 İşlenen suçun önem derecesini,suça bağlı olarak ortaya çıkan fiziksel sonuçlar belirler.Sonuçta daha fazla zarara yol açan suçlar,daha az fiziksel zarara yol

• Din tanımı içerisinde Tanrı kavramının, irade sahibi bir insanın ve insan ile Tanrı/kutsal arasında bir tür ilişkinin varlığından söz

• Elde edilen nitel veriler sonucunda sporcuların sporda hoşgörü kavramını; fair-play/ centilmenlik (%35,43), rakibe saygı (%34.64), hataları alttan almak (%14.96), sevgi

A) Dine uygun olan isteklerini yerine getirmek. B) Sıkıntıya düştüklerinde yardım etmek. C) Sıkıntıya düştüklerinde yardım etmek. D) Dini görevlerimizi yerine getirmek.