• Sonuç bulunamadı

Ataerki sözlük anlamıyla “erkeklerin genel olarak kadına üstün tutulduğu;

soyun, kalıtın, orunun, konut yerinin, yetkenin vb. baba yanınca belirlendiği ve elde edildiği toplumsal örgütleniş biçimi” demektir. Türkçe’ye Fransızca’dan ve batı dillerinde ataerkillik manasında kullanılan patriarka sözcüğünden çevrilmiştir.

Patriarka ise Latince patria (baba) ve Yunanca achein (hükmetmek) kelimelerinden türemiştir. Pater sözcüğü çağdaş anlamıyla baba anlamının ötesinde hukuk dilinde

3 Ataerki kavramı kadın çalışmaları literatüründe oldukça tartışılan bir kavramdır. Çalışma içerisinde bu tartışmalara yer verilmektedir. Tartışmaların odak noktası ataerki kavramının günümüzdeki toplumsal cinsiyet ilişkilerini açıklamada yetersiz kaldığıdır. Bunun yanında patriarka /ataerki kavramının kadınların erkekler ve onların denetimi altındaki toplumsal ve siyasal kurumların uygulamaları sonucunda uğradıkları ayrımcılık ve dışlanmaları, kadınların emeklerine aile ve evlilik kurumu dolayısıyla el konması süreçlerini anlamada faydalı bir kavram olduğu ancak erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını nasıl yarattıkları, nasıl sürdürdükleri, ve kendi aralarındaki çatışma ve paylaşım sorunlarıyla nasıl baş edebildiklerini sorgulamada yetersiz kaldığı ileri sürülmektedir (bkz. Serpil Sancar (2009), Erkeklik Đmkansız Đktidar, Đstanbul. Metis Yayınları, s. 23-41). Bu kapsamda çok boyutluluğu dolayısıyla cinsiyet rejimi kavramına başvurulmaktadır. Serpil Sancar cinsiyet rejimi kavramı ile, toplumsal olguların cinslere ve cinsiyetlere atfedilen özelliklerle ilişkilendirilerek iktidar süreçlerine eklemlenmesi olarak ifade etmektedir. Ataerki kavramı tartışmalı bir kavram olmakla birlikte bu çalışma kapsamında gündelik yaşamın her alanında sistematik bir erkek iktidarı ve cinsler arası eşitsizlik olduğunu anlatmak üzere şemsiye bir kavram olarak kullanılmaktadır.

22 başka kimseye bağlı olmayan ve bir aile ile bir mülk üzerinde otoritesi olan erkekler için kullanılmaktadır (Delphy, 2009: 279). Terim ilk olarak Lewis Henry Morgan ve Johann J. Bachofen ile 1970’lere kadar taşıyacağı tarihsel anlama sahip olur.

Yazarlar, bir annelik hukukunun varlığını öne sürerler ve “patriarka” diye adlandırdıkları bir babalık hukukunun bu hukukun yerini aldığını ileri sürerler.

Ancak 1970’lerle birlikte ataerki (patriarka) karşı çıkılacak sistemin bütününü adlandıran terim olarak benimsenmiştir (Delphy, 2009: 281). Ataerki, feministler tarafından son yıllarda kullanılan kilit bir kavram haline gelmiştir. Esas olarak kavram “erkelerin tarih boyunca kadınlar üzerinde egemenlik sağlayıp bunu sürdürmelerinin mekanizmalarını, ideolojisini ve toplumsal yapılarını kapsar”

(Ramazonoğlu, 1998: 57). Ataerki feminist düşüncede merkezi bir kavram olmakla birlikte en çok tartışılan kavramlardan biridir. Dolayısıyla üzerinde uzlaşılmış tek bir tanımdan bahsetmek mümkün değildir. Söz konusu tartışmaların bir kısmı geleneksel ataerkil ideolojinin günümüzdeki toplumsal cinsiyet ilişkilerini açıklamada yetersiz kaldığı yönündedir. Bu tartışmalarda dikkat çeken noktalardan biri “toprakta yerleşik geçimlik tarım ekonomilerindeki geçim stratejileri ile birlikte var olan cinsiyet ve yaş hiyerarşilerinden” beslenen geleneksel patriarkanın çözülmesine dair ileri sürülen görüştür (2009: 111). Buradan hareketle örneğin Türkiye’de pederşahilik diye tanımlanan evin en büyük erkeğinin-yaşlı babanın ailenin içerisindeki tüm fertler üzerindeki otoritesinin giderek yok olma eğiliminde olduğu söylenmektedir.

Değişime ilişkin dikkat çeken bir diğer argümanı ise Thernborn ileri sürmüştür.

Thernborn, “toplumsal cinsiyet ayrımcılığını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini patriarkiden farklı bir olgu olarak tanımlamakta ve dünyanın bazı yerlerinde patriarkinin artık olmadığını, yerini bir tür post-patriarkiye bıraktığını iddia ederek

23 düzenin cinsiyet temelli ayrımcılığa dayalı bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu” söylemektedir (Sancar, 2009: 113). Bu tartışmalara karşılık feminist düşünürler arasında ataerki kavramını sadece kuşaktan kuşağa geçen, babadan devralınan bir otorite olarak tanımlanmaması gerektiği, ataerkinin kadınların erkekler tarafından gündelik yaşamın her alanında sistematik olarak egemenlik altına alındığını ve cinsler arası eşitsizliği anlatmak üzere kapsayıcı bir kavram olarak kullanılması gerektiğini ileri süren görüşler mevcuttur. Tartışmaların odağında yer alan bir diğer konu ise günümüzdeki erkek egemenliğine dayalı toplumsallığı anlamak için ataerki kavramının yerine cinsiyet rejimi kavramının daha kapsayıcı ve açıklayıcı kavram olarak kullanılması gereğidir (2009: 175). Bu çerçevede iki farklı boyuta işaret edilmektedir. Bunlardan ilki erkekler ile kadınlar arasında tahakküme dayalı eşitsiz ilişkilerin nasıl yaratıldığını diğeri ise erkekler ile kadınlar arasındaki bazı toplumsal davranış, işlev, konum ve pratiklerin eril, bazı diğerlerinin ise nasıl dişil anlamla taşıyabileceğini anlayabilmektir (2009: 175). Buradan hareketle toplumsal ilişkilerde erkeğin kadına göre daha üstün konumda tutulması cinsler arası eşitsizlik yaratan somut iktidar ilişkileri biçimleri (ataerkil ideoloji) ile açıklanabilirken, üretim ilişkileri içinde makine kullanımın eril niteliği ya da cinsiyete dayalı iş bölümünün açıklanmasında cinsiyet eşitsizlikleri ile ilişkili hale getiren bir tür cinsiyet düzeni ya da cinsiyet rejimi tanımı yapılmasının kaçınılmaz olduğu ileri sürülmektedir.

Genel olarak ataerki kavramı, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarını tanımlamak ve sorgulamak için geliştirilmiştir. Bu eksende erkeklerin toplumsal, ideolojik, cinsel, politik ve ekonomik egemenliğinin ortaya çıkışını ve sürdürülüşünü

24 açık ya da örtük olarak açıklamaya çalışır. Buradan hareketle ataerki, maddi temeli olan ve hiyerarşik olsa da erkekler arasında, kadınlara egemen olmalarını sağlayan bir karşılıklı bağımlılık ve dayanışma kuran ya da yaratan erkekler arası toplumsal ilişkiler dizisi olarak tanımlanabilir (Hartmann, 2008: 174). Heidi Hartmann’a göre ataerkinin dayandığı maddi temel, erkeklerin kadınların emek gücü üzerindeki denetimidir. Erkekler denetimlerini “kadınlardan kişisel hizmet görerek, ev işi yapmak ya da çocuk yetiştirmek zorunda olmayarak, cinsellik için kadınların vücutlarını kullanarak, kendilerini güçlü hissedip güçlü olarak uygularlar” (2008:

179). Yine Hartmann’a göre ataerkinin en önemli öğeleri şunlardır: heteroseksüel evlilik, çocuk yetiştirme ve ev işinin kadın işi olması, kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığı, devlet, erkekler arasındaki toplumsal ilişkilere dayanan çok sayıda kurum, klüpler, spor tesisleri, sendikalar, meslekler, üniversiteler, kliseler, şirketler ve ordular (2008: 179).

Bir sistem olarak kapitalizm ve ataerkinin anlaşılması için tüm bu kurumların incelenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla ataerki sadece aile içerisinde erkek egemenliğin kurulması değil aynı zamanda toplumsal yaşamın her alanında erkek egemenliğinin kurulmasıdır. Toplumsal yapıların ataerkiyi kalıcı kılan yönleri cinsiyet-toplumsal cinsiyet tanımlaması ya da ayrımıyla açığa çıkmaktadır. “Bir cinsiyet-toplumsal cinsiyet sistemi, bir toplumun, biyolojik cinselliği insan faaliyetinin ürünlerine dönüştürmesini sağlayan ve bu dönüştürülmüş cinsel gereksinimlerin tatmin edildiği bir düzenlemeler dizisidir” (2008: 176). Đnsanlar dişil ya da eril olarak yani biyolojik cinsiyetlerle doğar ama toplumsal olarak kabul edilmiş cinsiyetlerle kadın ve erkek olarak ayrıma tabi tutulur. Yani insanların

25 yaşadıkları toplumda gündelik yaşamlarını nasıl sürdürdüğü toplumsal olarak belirlenir.

Ataerki ve toplumsal cinsiyet kavramları birbiri yerine kullanılmakla birlikte terimlerin kullanılmasına ilişkin tartışmalar sürmektedir. Karşı çıkışlarda ileri sürülen argümanlardan biri ataerki söz konusu olduğunda kapitalizme, toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda ise cinsiyetler arasındaki doğal farklılığa ayrıcalık tanındığı yönündeki görüştür (Delphy, 2009: 283). Bir diğer argüman ise ataerkinin daha genel olması, başka bir deyişle, erkek egemenliğinin evrenselleştirilmiş biçimini yorumlamasıdır (2009: 283). Toplumsal cinsiyet ise kadın ve erkek ilişkilerini biyolojik farklılıklardan ziyade toplumsal kategoride ele almaktadır (Savran, 2009:

234). Toplumsal kategoriler de ülkelerin sosyal ve kültürel yapısına paralel olarak farklılaşmaktadır. Bu farklılıklara rağmen her iki kavramın esası kadınların cinsiyet ve toplumsal cinsiyetten ötürü maruz kaldığı ayrımcı uygulamalara dayanmaktadır.

Buradan hareketle genel bir ifade ile toplumsal cinsiyet cinsler arasındaki toplumsal ilişkileri düzenlemek için kullanılır. Söz konusu kullanım kadınların farklı bir şekilde tahakküm altına alınmasına ilişkin ortak payda olarak ifade edilen kadınların doğurganlığı ve erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü olmaları gibi biyolojik açıklamaları açık bir biçimde reddeder. Buna karşılık toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eder (Mies vd., 2008).

26 Ataerki ya da toplumsal cinsiyet tarihsel olarak sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlere ve gelişmelere bağlı olarak esası değişmemek üzere farklı biçimlerde görünür. Bu farklılıkları sendikalar, sivil toplum kuruluşları, dernekler, meslek kuruluşları, üniversiteler gibi kurumlarda, ailede, devlette, sokakta gözlemlemek mümkündür. Bunların yanı sıra toplumsal cinsiyet ilişkisi kapitalizmle kurmuş olduğu bağ açısından tarihsel olarak kapitalizmde meydana gelen değişmelere bağlı olarak (üretimin ve emeği değişen yapısı) farklılaşmaktadır. Örneğin sanayi devriminden sonra ücretli emeğe duyulan ihtiyaç işgücü piyasalarında kadın istihdamını arttırmıştır. Ne var ki kriz dönemlerinde vazgeçilen ilk emek kadın emeğidir. Kapitalizmin günümüzdeki yapısı itibariyle parçalı-atomize bir biçimde organize edilen üretimde kadın emeği ucuz ve esnek olmasından ötürü özellikle enformel alanlarda çok yoğun istihdam edilmektedir. Görüleceği üzere kapitalizm ve ataerki kadın emeğinin denetimi üzerinde ortak hareket etmektedir.

Toplumsal cinsiyet teorileri insanlar arasındaki birebir ilişkiler veya bir bütün olarak toplum üzerinde yoğunlaşır. Gündelik yaşam toplumsal cinsiyet teorilerinin somutlaştığı bir alandır. Günlük yaşamımızın büyük bir bölümünü, evde, işyerinde, sokakta, otobüs kuyruklarında, okulda, kafe, bar gibi mekânlarda, dernek, sendika gibi kurumlarda bir bütün olarak toplumsal ilişki kurmak ya da birebir ilişkide bulunmak için geçiririz. Toplumsal cinsiyet temelli gündelik yaşam pratiklerinin yoğun bir şekilde gerçekleştiği alanlar buralardır. “Belirli bir kurumdaki toplumsal cinsiyet ilişkilerinin etkileşim durumu, o kurumun toplumsal cinsiyet rejimidir”

(Connell, 1998: 166). Örneğin evde yemeklerin yapılması, sofranın kaldırılması, evin temizliği kadınların görevi olmasına karşılık tamir yapmak, bir konu hakkında nihai

27 karar vermek gibi görevlerin erkeklerin görevi olması; iş yerlerinde teknik işlerin erkekler tarafından yapılmasına karşılık bilgisayar yazmanlığı, muhasebe, kayıt tutuma gibi sekreterlik işlerini kadınların yapması; sendika ve derneklerde üst düzey yönetimlerde daha çok erkeklerin yer alması kadınların ise sadece üyelik düzeyinde katılımlarının olması gibi birçok etkileşim alanında toplumsal cinsiyet rejimleri mevcuttur.

Connel toplumsal cinsiyet rejimlerini, kurumlar (işyeri, sendika gibi), aile, devlet ve sokak olarak dört kategoride incelemektedir (1998: 165). Aile toplumun temeli olmasının ötesinde, toplumun en karmaşık öğelerinden biridir. Bu nedenle aile içerisindeki ilişkilerin analizi oldukça zordur. Toplumsal cinsiyet ve aile arasındaki ilişki açığa çıkarılmak isteniyorsa aile içerisinde fertlerin kendiliğinden görünen ancak tarihsel kökenlere sahip görev dağılımlarının incelenmesi gerekmektedir. Ev ve aile içerisindeki iş bölümüne çok sayıda örnek verilebilir. Nitekim en çok bilineni;

çocuk bakımını, temizliği, yemekleri, annenin ya da kız çocuğun yapması (kültürel aktarımlar), erkek çocuğun ve babanın ise evin gereksinimlerini (alışveriş ya da tamir gibi) karşılamasıdır. Aile içindeki görev dağılımları farklı sosyal ve kültürel ortamlara göre değişebilmektedir. Ancak her ne kadar erkek çocuk ya da koca evin temizliğini yapsa ya da sofrayı kaldırsa da bunu “yardım” olarak nitelemektedir.

Yani aslında tüm bu işleri yapmakla görevli olan kadındır. Erkek ise sadece ‘yardım’

etmektedir. Buradaki esas soru, aile içindeki görevlerin cinsiyete göre dağılımının neye göre ve nasıl belirlendiğidir. Ya da bu verili durum kim tarafından gerçekleştirilmekte ve gelecek soya nasıl aktarılmaktadır? Engels’in deyimiyle Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi olmuştur (Engels,

28 1987: 62). Tarihsel olarak bu yenilgi beraberinde toplumsal ilişkilerin her bir alanında ve aşamasındaki yenilgileri getirmiştir. Bugün ailede, sokakta, iş yerinde gündelik yaşamın tümündeki kadın algısı ilk ve peşi sıra gelen yenilgilerle ‘gerçek olan’ olarak kazınmıştır. Bu toplumsal bilinç oldukça geri ve ilkeldir. Böylelikle, kadının üretime ve yaşamın yeniden üretilmesine olan katkıları, genellikle biyolojilerinin ya da doğalarının bir işlevi olarak tanımlanır. Nitekim kadınların yaptığı ev işleri, çocuk, yaşlı, koca bakımı, fizyolojik yaratılışlarının eseri olarak sunulur. Çocuk doğurması gerçeğinin, doğanın onlara bir rahim sunduğu gerçeğinin uzantısı olarak görülür. “Biyolojinin sirayet ettiği doğa kavramı, bir tahakküm ve sömürü ilişkisini gizemli bir havaya sokmaktadır” (Mies vd., 2008: 103). Tıpkı kapitalist üretim ilişkilerinde kadın emeğinin ucuz, sendikasız ve güvencesiz istihdam ediliş biçimi ve bunun haklı gösterilişi gibi. Tıpkı kadının ev içinde kapitalist üretimin yeniden üretimi için harcadığı ama karşılığını alamadığı bedava ya da görünmeyen emeği gibi.

Devlet toplumsal rejimlerin en kurumsal alanlarından biridir. Ancak çoğu kimse devleti toplumsal cinsiyetin kurumsallaştığı bir alan olarak görmez (Connell, 2008: 173). Oysa devlet toplumsal cinsiyet konularıyla ilgili birçok ideolojik etkinlikte bulunur ve düzenlemelere gider. Nitekim devlet uygulamalarının meşru dayanağı olan anayasalar, toplumsal cinsiyet rejimine dair birçok düzenlemeyi içerir.

Devletin gerçekleştirmiş olduğu toplumsal cinsiyet uygulamalarına birçok örnek verilebilir. Örneğin Đran, Afganistan gibi Ortadoğu ülkelerinde devlet kadının nasıl giyineceğine kadar birçok alana müdahale eder. Yine Đslami hükümlerle yönetilen ülkelerde devlet erkek egemenliğini kutsamakta ve kadına yönelik ayrımcı

29 uygulamalarda bir sakınca görmemektedir. Bu ülkelerde kadına yönelik şiddet, ayrımcı uygulamalar, insanlık dışı muamelelere sayısız örnek verilebilir. Yine devletin ailenin içişlerine yönelik düzenlemelere gitmesi, eşcinselliğin suç teşkil etmesi, cinsiyete dayalı iş bölümünü düzenleyen mevzuatlar çıkarması, uyguladığı sosyal politikalar aracılığıyla kadını eve hapsetmesi, suç ve ceza teşkil eden durumlarda kadına cinsiyetçi uygulamalar içeren ayrımcı sonuçlar vermesi gibi birçok müdahalelerle devlet toplumsal cinsiyet ilişkilerini yeniden üretmektedir.

Öyle ise devlet ataerkil yapının hem kurulup hem de tartışıldığı bir iktidar ilişkileri ve politik süreçler kümesinin merkezi olarak görülebilir (Connell, 2008: 179).

Connell’in toplumsal rejimlerinden biri de sokaktır. Sokak diğer rejimlerden farklı olarak bir kurumsal organizasyon olarak düşünülmez. Sokak gündelik yaşamın en çok gerçekleştiği alanlardan biridir. Bu yönüyle sokaklar toplumsal cinsiyet uygulamalarının en yoğun açığa çıktığı yerlerdir. Sokakların kime ait olduğu sorusuna verilecek cevap bu durumun en yalın tezahürüdür. Örneğin erkeklere sokaklar 24 saat açıkken kadınlara günün ne kadarı müsaade edilir? Günümüzde bir kadın geceleri (hatta gündüzleri dahi) rahatça, tacize maruz kalmadan, korkmadan sokaklarda gezinebilir mi? Bu soruların cevabı için gözlemlerin yeterli olacağı söylenebilir. Sokaklarda kadınların hangi ortamlarda bulunacağı, nasıl ve ne şekilde oturacağı, konuşacağı gibi pratikler adeta yazılı bir şekilde belirlenmiş gibi organize edilmiştir. Şüphesiz sokak kültürü yoğun bir biçimde cinsiyetle belirlenmiştir.

Sonuç itibariyle ataerki ya da toplumsal cinsiyet toplumsal yaşamın her bir alanını cinsiyet temelli belirler ve kültürel aktarımlarla bir sonraki döneme aktarır.

30 Bir kadının henüz ana rahminde iken yaşayacağı tüm süreç belirlidir. Toplumsal cinsiyet gündelik yaşamımızdaki her bir pratikte belirlenir. Kimi zaman bilinçli kimi zaman ise refleksif bir şekilde cinsiyetçi uygulamalar ya da söylemler her gün yeniden üretilir.

31