• Sonuç bulunamadı

B İ Z A NS S A N A TI Prof. Runciman İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bizans Tarihi Profesörü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "B İ Z A NS S A N A TI Prof. Runciman İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bizans Tarihi Profesörü"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S a n a t Ta rihi:

B İ Z A N S S A N A T I

Prof. Runciman

İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Bizans Tarihi Profesörü

Kayserideki kilisenin tezyinatından

Geçen sene, Nisan ayında, Akademinizde Bizans Sanatının esasları ve menşeleri hakkında bir-kaç söz söylemek şerefine nail olmuştum. Bugün burada toplanan kıymetli dinleyicilerim arasında, geçen seneki konferansımda bulunanlar her halde mevcuttur. Bu kere aynı mevzua temas etmeyecek olduğumdan, önceden affınızı dilerim. Bu sene vere-ceğim dört Konferansda, sizlere, bu sanat ekolü hakkında biraz daha mufassal malûmat vermek ve

aynı zamanda, bu sanatın umumiyetle Gotik ve Ro-manesk sanatlar diye ismi geçen Garbî Avrupa Orta Zamanlar sanatları ile olan yakın münasebet-lerini izahetmek istiyorum. Bu ilk konferansımda, Bizans Sanatının en mükemmel şekline girdiği kadar, yani, II inci Asır sonlarına kadar olan durumdan

bahsedeceğim. İkinci konferansımda, b u sjanatın daha geç ve oldukça zeval bulmuş devirlerine temas

edeceğim. (Maamafih, «zeval» kelimesi münazl-ünfih bir kelime olduğundan, burada bu kelimeyi çekinerek kullanıyorum.) Üçüncü Konferans, Ro-manesk Sanatı üzerinde olacak ve ilk konferansımız-da temas ettiğimiz devri aşağı yukarı kaplayacak-tır. Dördüncü ve son konferansımda da, ikinci kon-feransın ihtiva ettiği devri, yani, Gotik Sanatını an-latacağım.

(2)

(Betlehem) de bir Bizans 2d-isesinin içi

maruz kalmıştır. Bu yeni telâkki ise menşe itibariyle Şarka bağlı olup, kendisiyle beraber, Şarkın birçok yerlerinden, meselâ Mısırdan, Suriyeden, İrandan, ve Türkistandan, Bazans tarihinin muhtelif devirle-rinde, muhtelif nispetlerde tesirler icra eden, yeni yeni üslûplar ve yeni yeni teknik icatlar getirmiştir. Bizans Devrinin, hem sanat ve hem de siyaset bakımından, büyük Kostantin ile başlamış olduğunu söyleyebiliriz. Hristiyanlığın resmen kabul edilmiş olması, sanatta, dinî mefhumun yakın galebesine i-şaret ettiği gibi, bu yeni dinin şerefine, yeni sanat faaliyetlerininde husule gelmesine sebep oldu. Bun-dan mada, yeni payitahtın Bizantiyonda kurulması, bu yeni sanat şevkine, Şark ile sıkı temasta bulunan bir merkez kazandırdı.

Ancak, eski Greko-Roman üslupları yavaş ya-vaş ortadan kalkıyordu. 4 üncü ve 5 inci asırlar bir intikal devri teşkil etmişlerdir. Bu devirde, yeni te-sirler, muhtelif sanat şubeleri arasında, muhtelif nis-betler dairesinde, varlıklarını gösteriyorlardı. Şimdi, bu sanat kollarını, birer birer, kısaca, tedkik edelim. Mimaride, hâlâ eski Roma şekilleri muhafaza ediliyordu. Kiliseler ve saraylar gibi umumî binalar-da, Bazilika veya Rotunda şekilleri kullanılmakta idi. Bazilika, muşta,til şeklinde, her iki uzun tarafında birer sıra sütunu ve bazan da bu sütunların üzerine yerleştirilmiş Galeriyi ihtiva eden bir binadır. O tarihe kadar, bu kabil binalarda, ekseriyetle, mus-rakim hatlar kullanılıyordu. Lâkin artık, o devre a-it bir işaret olmak üzere, münhani hatlar da görül-meğe başladı. Holün nihayetine yuvarlatılmış bir parça, yani Mihrap ilâve edildi. Yanyana sıralanmış sütunlar biribirlerine kemerlerle bağlandı. Sıra sü-tunlarla -Kolonadlarla- dış dıvarlar arasında kalan

yan Neflerin tavanları, bazan tonozlarla örtülüyordu. Romalılar, kemer ve tonoz sanatını Etrüsklerden, almışlardı. Fakat, bu sanat zevki şarktan gelen te-sirlerle daha kuvvetli bir şekle girmişti. Menşe iti-bariyle, muhtemel olarak, yine Etrüsklere dayanan, Rotunda, dairevî bir bina olup, tavanı, bazan bir kubbe ile örtülür. Bu, şekil itibariyle devrin, münha-ni hatlara karşı olan zevkine uygun geliyordu. Ar-tık, bu her iki şekil, yani hem Bazilika ve hem d e Rotunda şekilleri, yan yana ve ayrı zamanda kul-lanılmıya başlandı. Fakat, daha henüz, bunlar, ay-nı binada tbir arada kullaay-nılmayorlardı. Mesalâ, Büyük Kostantin tarafından, Kudüste inşa ettirilmiş olan -Merkadi İsa. kilisesi, bir Bazilikayı ve onun hemen yanı başında bina edilmiş bulunan bir Ro-tundayı ihtiva etmektedir. Daha sonraları, mimar-lar, Bazilika ve Rotunda şekillerini aynı bina içeri-sinde birleştirmeği arzu ettiler. Başka bir tabirle, düz hatları ihtiva eden bir sekilin üst kısmında vü-cuda getirilen bir kasnak (tambur) üzerine kubbe yerleştirmeyi düşündüler. Bu şekil, mustatil bir te-mel üzerine, bir kubbe oturtmak meselesini ortaya çıkarıyordu. Köşe kemerlerinin (Trompe D ' A n g l e j , ve pandantiflerin, birbiri arkasından icadedilmeleri ile bu müşkül mesele de halledilmiş oldu. Köşe ke-merleri ilk defa olarak, Iranda 3 üncü asır sonlarında

görüldü. Pandantifin menşeini tesbit etmek d a h a güçtür. Bu şekil, muhtemel olarak, vasî mikyasta ilk defa olarak Anadoluda kullanılmıştır. Bu üslup gavet yavaş inkişaf etmiştir. S u r i y e d e k i Sekiz

(3)

kuvvet-li Suriye tesirleri altında kalan italya da, meselâ: Ravenna da ki Galla Placidia Türbesi gibi,- murabba bir zemin üzerinde kubbeli bir daireyi ve bu kub-benin ağırlüğını taşımak için, murabbaın dört tara-fından dışarı doğru uzanan tonozlu kolları ihtiva eden, binalar inşa ediliyordu. Bununla, artık Jüstin-yanus devri mimarisine hazır bulunuyoruz.

Aynı devirde zengin tezinat meydana getirmek hususunda da büyük faaliyet müşahede edilmekdir. Bu maksatla, Şarktan birçok yeni desenler te-min edilmiştir. Yüksek tezyini kıymeti haiz duvar-Mozayikleri, moda haline girmiştir. Ancak, Roma-lılardan alınmış olan döşeme Mozayikleri sanatı da hâlâ muhafaza ediliyodu. Bu yeni motifler karşısın-da duyulan haz dolayısiyle, meykarşısın-dana .getiri'en eser-lerde büyük bir tenevvü ve son derece bir bolluk görülmekteydi.

Heykeltraşiye gelince: Her ne kadar, figürlü heykeltraşi eserleri hâlâ vücude getiriliyorsa da, dinî ihtirazlar yüzünden, insan şeklinin fazla natüralis-tik bir vaziyette temsil edilmesi hoş görülmiyordu. Sadece dinî figürlerin veya, yüksek devlet memur-larının meselâ İmparatorun veya JKonsüllerin hey-kelleri yapılıyordu. Bundan mada, bu kabil heykel-ler, yakından seyredi'mek için meydana getirilmiş değillerdir. Bu sebepten, vücude getirilen eserler az detaylı ve fakat, fazla empresiyonistik eserlerdir. Ayrıca, tezyini oymalar, alçak kabartmalar terakki etmiş, fil dişi gibi kıymetlî maddeler üzerinde işlen-miş küçük mikyasta oyma eserler taammüm etmeğe başlamıştır.

Resim sanatındaki tahavvül daha bati olmuştur. Menşe itibariyle, Hellenisıtik Iskenderiyeye daya-nan «Pompei» ve «Katakom'b» üslupları hâ'â devam etmekte idi. Menşei yine İskenderiye olan Müzeh-hep El yazmalarında da, yine aynı mülâyitn ve za-rif zevk müşahade edfmektedir. Lâkin, Hellenistik Natüralizmin bidayette tecrübe edilip bilahara yer-siz olarak kabul edildiği, dıvar tezinatından, Moza-yikler içerisinde resimler vücude getirmek arzusu yü-zünden, surî arka plânlara ve daha sert ve daha em-presiyonistik şekillere doğru bir cereyan ,mevcut idi. Maamafih, bu cerevana müvazi bir surette yürüyen, cahil halkın istifadesi düşünülerek, terbiye edici hi-kâveler .anlatan resimler de mevdana getiriliyordu. Bu ikinci tarzın kolayca anlaşılabilmesi için. her ne kadar sanatkârlar, bu resimlerin göze arüzel görünme-lerivle alâkadar olmamıslarsa da, oldukça Natüra-listiık bir şekilde islemeğe gayret etmişlerdir.

Jüstinyanus devri, 6 ıncı asırda, kat'i ve fakat hâlâ oldukça tecrübî mahiyette olup, bir üslubun mevcudiyetini gösterir. Mimaride bu devir, kubbeli

(4)

bulundurulma-dan, bunların gayet müessir ve empresiyonistik bir surette vüeude getirilmeleri arzu edilmişti. Hattâ El Yazmaları tezinatından da terbiyevî ve müessir eser. ler vücude getirmek gayesiyle güzel hatların bozul-mağa başladığı müşahede edilmektedir. Mamafih, tez-yini kıymetleri hâlâ çök yüksektir.

Jüstinyanus devrini takip eden asır -yani yedinci asır- siyasî felâketler ve fakrı zaruret devri olduğun-dan, artistik teşebbüsler bir takım kayıtlar altına gir-di. Büyük binalar vücude getirilmegir-di. Bu asırda inşa edilen küçük tipte binalardan zamanımıza ka-dar pek cüz'd bir şey kaldığından, devrin üslubu hakkında kat'i bir tarif yapmamız imkânsızdır. Ancak, bu devrin yine bir intikâl devri olduğu muhakkaktır. Devre hâkim olan huşunet havası te-siriyle bundan evvelki devirlerin taşkın tezyinatı artık meydana getirilmedi. Büyük mikyasta vücuda getirilen heykeltraşi eserler ortadan taimamen kalktı. Malzeme kıtlığı yüzünden küçük mikyasta işlenen heykeltraşi parçalar da çok azaldı. Devrin kasvet-li havası, halkı fazla dindarlığa sevkettiğinden bu hal bütün resim sanatına da tesir etti. Resimli mo-zayikler, halkın estetik zevklerini okşamak üzere meydana getirilecekleri yerde onları korkutmak ve dehşet içerisinde bırakmak maksadiyle yapılmışlar-dır. Hattâ Müzehhep Yazmalarda bile, her ne kadar devrin tesirleri altında daha az kalmışlarsa da, yine ayni kabalık müşahede edilmektedir. Hattâ bun-lardan bir çoğu, biraz çirkince o'malarına rağmen, bir miktar hayatiyet göstermektedirler. Bundan da, bu nevi sanat parçalarının artık bir saray sanatı ol-maktan çıkıp, popüler bir sanat haline girmeğe baş-lamış oduklarını anlanz. Bu sanat fakirliği ikonok-Iastik ceryan dolayısiyle, bütün 8 inci asır müdde-tince devam etti. Mezkûr ceryan, her ne kadar, sırf dinî resimler sanatının aleyhinde ise de, bütün diğer artistik teşebbüslere de sed çeken bir tesir bırakmış-tır.

9 uncu asır ile bir Rönesans devri başlar. İko-noklazm, 8 inci asır sonlarında muvakkat bir zaman için tatil edilmişti. 9 uncu asırda kısa bir müddet tek-rar canlandı isede, devrin imparatorları artık her ne-vi dünyevî sanatları himayeleri altına almış bulunu-yorlardı. Bina inşaatında büyük faaliyet görüldü. Ancak, bu binalardan hiçbiri zamanımıza kadar kal-mış değildir. Klasik sanata ve bunu takiben klasik il-me yeniden bir alâka gösterildi, imparatorluk tekrar zenginleşmeğe başlamıştı. Dolayısiyle, daha zengin tezyinat vücuda getirilmesine maddeten iırrikân bulun-duğu gibi, fildişi, mine, ve saire... işçiliği için kıymet-li maddelerin ve taşların tedariki de kolaylaşmıştı.

Lâ-kin, bu klasik canlanmanın, son iki haşin asrın tesit-leri ile birleşmesi neticesi, ilk Bizans devirle irindeki taşkınlık azaldığı gdbi, şimdiye kadar Bizans sanatın-da bir muvazene ve takyisanatın-dat mefhumu baş göster, mistir.

Bu canlanma ilk semerelerini 9 uncu asrın son senelerinde vermiştir. Bu tarihten 1 1 inci asır sonuna kadar devam eden devir, Bizans sanatının altın dev-ridir. Mimaride, umumiyetle «Yunan Haçı» plânı is-mini alan yeni ibir inşaat tarzı meydana çıkmıştır. Bu yeni tarz plân itibariyle, murabba şeklinde bir zemi-nin ortasında, dört kolu birbirine müsavi bir haçı ih-tiva etmektedir. Kubbe, haçın kollarının birbirine ka-vuştuğu noktamın üzerinde yükselir. Dört kolun üze-rinde yüksek tonozlar inşa edilmiştir. Murabbaın dört köşesinin tavanları, mimarın arzusuna göre ve inşaatın tazyikine tahammül edecek bir irtifa gözönünde bu-lundurularak, ya küçük kubbelerle veya mail bir çatı ile örtülmüştür. Her iki yanında birer küçük oda bulunan mihrap, murabbaın içerisine yerleştiri-lebilir. Lâkin, kubbeyi ve tonozlu kolları taşımak için kullanılan payendeler, sütunlar müstesna, zemin döşemesi ekseriyetle boş bırakılırdı. Bu takdirde, mihrap ve iki yanındaki odalar, karşı taraftaki Nar-thex'e mütevazin olarak, binanın kenarına inşa edilir-di. Bu tarz ta/mamiyle mantıki inşa tarzı olup, mun-zam desteklere ihtiyaç göstermediğinden tatminkâr bir tarzdır. Bu üslupta inşa edilen binaların en mühi-mi, 1 inci Basil'in «Yeni Kilise» sidir kî, 875 sene-sinde bina edilmiştir. Bundan sonra inşa edilen kili-selerin hemen hepsi de aynı esas tarzı takip etmiş-lerdir. Mamafih, bu binalardan hiç biri vasi mikyasta inşa edilmiş değillerdir. Basil'in kilisesi, her ne kadar,

«Büyük Yeni Kilise» ismini taşıyorsa da belki de an-cak St iren kilisesi eb'adında olup kendisinden son-ra inşa edilen bütün kiliselerin hepsinin büyüğü idi. Kiliselerin böyle küçük çapta inşa edilmelerinin sırf zevk dolayısiyle mi yoksa kâfi mikdarda lüzumlu maddelerin güçlükle tedarik edilmesinden mi ileri geldiğini bilemiyoruz.

(5)

hiera-ti'k vakarı mütesaviyen birbirlerile imtizaç ettirmeyi öğrenmişlerdi. İstanbulda sanat zevki kat'i olarak klasik idi. Buna mukabil merkezi, Anadoluda, Ka-pa dokyada bulunan rakip bir ekol mevcuttaki, bu ekol oldukça korkunç ve haşin manzaralı eserleri ih-tiva edip, sert hatları ve köşeli vaziyetleri tercih edi-yor; aynı zamanda gayet emin bir tarzda desende de bir nevi kayda tabi oluyordu. Bin tarihlerinde gayet sofu bir imparator olan II inci Basil zamanında, bu A-nadolu ekolü, payitaht san3itı üzerine muvakkat ve lâ-kin çok kuvvetli bir tesir icra etti. El Yazmaları tezyinatında da iki ayrı ekol görülmektedir. Birincis saray ekolüdür ki> bu ekol çerçeveleri içinde mey-dana getirilen el yazmaları devrin mozayik sanatı ile aynı üslupta olup, bazan gayet suri mimari sahne-lerle zenginleşttjrilmiş altın yaldız bir arka plân üze-rine yerleştirilmiş figürlerle işlenmiş bütün sahifelik resimleri ihtiva etmektedirler. İkinci ekol ise, aksine olarak daha ziyade klasik idi. Bu ekole dahil olan eserler, bazan saf Hellenistik sanatını andıran kolay bir üslup ile mahirane bir şekilde işlenmiş bütün sahifelik sahneleri ve bazan da, gayet serbest bir tarzda resmedilmiş naturalistik çerçeve isikeçlerini ihtiva etmektedirler. Bütün el yazması fasıl başlıkları, ve büyük harfler, ekseryetle, artık mozayık işçiliğin-de görülmiyen bir zenginlik ile tezyin edilmiş olduk-ları halde, bordürler umumiyetle sade ve birtakım kayıtlara tabi olarak meydana getirilmişlerdir.

Küçük çapta sanatlar ise, mozayiklerde olduğu gilbi aynı üstün zevki ve aynı teknik kabiliyeti gös-teriyorlardı. Fildişi, sabuntaşı veya madenler üzerin-de işlenen küçük oyma eserlerüzerin-de üzerin-de, klasik tenasüp ile hieratik vakarın yine aynı şekilde imtizaç etmiş

bu-lunduğuna şahit oluyoruz. Hattâ av sahneleri öyle muvazeneli bir şekilde işlenmişlerdir ki bunlar da bile yine aynı itminan ve sükûnet havası sezilmektedir. Her ne kadar üzerinde ihtimamla çalışılmasına, imkân vermiyen bir m a d d e ise de, devrin mine işçiliği aynı tenasübü ve takyidatı göstermektedir. Aynı vasıfla, rı bambaşka bir madde olan ipekli kumaşlar üzerine işlenen işlerde de bulmak kabildir. Figürlü ipek ku-maşlar, İst anbulda birçok asırlardan beri vücuda ge-tiriliyordu. Lâkin, bu ipekliler Mısır ve İranda yapı-lanlarla mukayese edilecek olurlarsa, çok aşağı kali-tede sanat eserleri oldukları görülür. Mamafih, bu son devir devamınca, İstanbul imalâthaneleri, desen-lerinin mükemmel tenasübü ile ve kullanılan renkle-rin ahengi bakımından temayüz etnv'ş olan o zaman ki dünyanın hayran kaldığı kumaşlar meydana getiriyordu. Hülâsa olarak diyebiliriz ki, 1 0 uncu ve 1 1 -nci asırlar tam ve mükemmel bir sentez vücuda ge-tirmiştir. Bu sentezi teşkil eden muhtelif tesirler ar-tık itamamile olgun bir üslup yaratmıştır. Bu üslup, zaman zaman bazı zevk tenevvüleri ve ihtilâtları göstermştir. Ancak bu gibi haller, bir u s ^ b u n te-kemmül etmesi için elzem olan vasıflardandır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Aı-kitekt: Yerli çimento fiatının 10 lira arttırılması bugünkü inşaat faaliyeti için faydalı bir hareket olmayıp fabrikalar tesisatlarını genişlettikleri takdirde, gelecek

Mitologiye ait bir mozayik - Roma devrine ait bir binada bulunmuştur... III - IV üncü yüzyıl Antakya civarında

Bazan da yerler yaş olduğu zaman burada v a - kit geçirilmek suretiyle rutubetten korunulmuş olur.. Odalar şehirdeki evlerden daha

Yahut da Yuna.n haçı plânına daha ahenkdar bir şekilde uyan klişeler inşa ediliyorlardı ki, misal ola- rak tek kubbeli bir holden ibaret olan «Ka'riye» ca_ miini, ve

1 3üncü asra kadar Garpta daima bir sanat (köprü- başı tabyası) bulundurmuştu. Lâkin, İtalyadan ha- riçte .sanat gayet bati bir şekilde canlanıyordu. Arapların, Suriyeyi

d — Bagaj dairesi: Alesseviye otelin büvük kapısının altında ve doğrudan doğruya bağajlera mahsus asansörlere bağlı

Güzel Sanatlar Akademisi neşüttati' daıı

Bunun ölçüleri bu serbest ticaretin etkileri son derece önemlidir ve yaptığımız hesaplara göre özellikle rekabet ye- tenekleri bakımından Türk sanayiinin (1960 lardan