• Sonuç bulunamadı

Sosyolojik bakımından genç-ebeveyn ilişkisi (Konya örneği)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sosyolojik bakımından genç-ebeveyn ilişkisi (Konya örneği)"

Copied!
145
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

SOSYOLOJİK BAKIMDAN GENÇ-EBEVEYN İLİŞKİSİ

(KONYA ÖRNEĞİ)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Mustafa AYDIN

Hazırlayan Mualla KARAGÖZ

(2)
(3)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1. 1. Genç-Ebeveyn İlişkileri ve Kuşak Çatışması ... 9

1. 2. Türkiye’de Aile Yapısı ve Aile Tipleri... 14

a) Köy Ailesi ... 15

b) Kasaba Ailesi... 16

c ) Kent Ailesi ... 16

d) Gecekondu ailesi... 17

e) Tutumlarına Göre Aile Tipleri... 18

1. 3. Türk Toplumunda Aile ... 19

1.3.1. İslamiyet Öncesi Türk Ailesi ... 19

1.3.2. İslamiyet Etkisindeki Türk Ailesi ... 28

1.3.2.1. Osmanlı'da Kadın ve Aile ... 31

1.3.2.2. Osmanlı Ailesini Belirleyen Ana Etkenler... 33

1.3.2.3. Osmanlı Kent Kadını... 36

1.3.2.4. Osmanlı Kent Erkeği... 37

1.3.3. Cumhuriyet Döneminde Aile ... 40

1. 4. Türkiye’de Göç olgusu, Kente uyum, Kentleşme, Kentlileşme:... 44

1.4.1. Kent ve Kentleşme... 48

1.4.2. Göç, Kentleşme ve Kentlileşme... 51

1. 4.3. Konut, Toplu konut... 54

1. 4.4. Kentleşme Sürecine İlişkin Kavramlar ve Açılımlar ... 56

1.4.5 Topluluk ve Toplum ... 56

1.4.6. Geleneksel Yapının Genel Özellikleri ... 62

1.4.7. Kentleşme Sürecinde Toplumsal Yapının Değişimi... 64

1.4.8. Aileye Etkileri... 65

(4)

1.4.10. Sanayileşme ... 67

1.3.11. Kentleşme, Modernleşme ve Değişme İlişkisi... 68

İKİNCİ BÖLÜM KURAMSAL ÇERÇEVE METODOLOJİ 2. 1. Araştırmanın Temel Yaklaşımı ... 72

2. 2. Araştırmanın Amacı ... 73 2. 3. Alt Problem ... 74 2. 4. Hipotezler ... 74 2. 5. Sayıltılar ... 74 2. 6. Araştırmanın Önemi ... 75 2. 7. Sınırlılıklar... 75 2. 8. Tanımlar ... 75 2. 9. Evren ve Örneklem... 76

2.10. Veri toplama teknikleri... 77

2.11. Verilerin Çözümlenmesi... 78

2.12. Çalışma Alanının Tanımı ... 78

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ALANDA ELDE EDİLEN BİLGİLERİN SINANMASI 1. ÖĞRENCİ ANKETİ VE DEĞERLENDİRMESİ... 78

2. ÇAPRAZ TABLOLAR VE DEĞERLENDİRMESİ ... 95

3. ANNE ANKETİ DEĞERLENDİRMESİ... 100

4. BABA ANKETİ DEĞERLENDİRMESİ... 110

SONUÇ... 121

KAYNAKÇA ... 123 EKLER

ÖĞRENCİ ANKETİ FORMU ANNE ANKETİ FORMU BABA ANKETİ FORMU

(5)

TABLOLAR LİSTESİ

1. ÖĞRENCİ ANKETİ İLE İLGİLİ TABLOLAR

Tablo:1 Kaçıncı sınıftasınız? ... 79

Tablo:2 Cinsiyetiniz?... 79

Tablo:3 Yaşınız ... 79

Tablo:4 Ortaokulu nerede okudunuz? ... 80

Tablo:5 Kaç kardeşsiniz?... 80

Tablo:6 Ailenizde anne-baba ve kardeşleriniz dışında büyüklerden sürekli yanınızda oturan birileri var mı?... 81

Tablo:7 Babanızın mesleği nedir? ... 81

Tablo:8 Annenizin mesleği nedir?... 82

Tablo:9 Anne -babanızla genel olarak anlaşma durumunuz nasıldır?... 82

Tablo:10 Herhangi bir konuda birbirlerine danışmak onun fikrini almak istersiniz daha sıklıkla kime başvurursunuz?... 83

Tablo:11 Evleneceğiniz kimseyi kimin seçmesini istersiniz ? ... 83

Tablo:12 Kızlarla arkadaşlık kurmanızı anne-babanız nasıl karşılıyor ? ... 84

Tablo:13 Geleceğinizi düşündüğünüzde nasıl bir duyguya kapılırsınız?... 84

Tablo:14 Anne -Babanızla aşağıdaki konulardan daha çok hangisinde anlaşamazsınız ? ... 85

Tablo:15 Önemli bir konuda anne-babanızın fikrine ne ölçüde başvurursunuz ? ... 85

Tablo:16 Anne ve Babanızın sözünü dinlemediğinizde size karşı tavırları nasıl olur?... 86

Tablo:17 Çevrenizde davranışlarını beğendiğiniz ona benzemek istediğiniz kişi kimdir? ... 86

Tablo:18 Aşağıdaki ilkelerden en çok hangisini benimsiyorsunuz? ( bir tanesini işaretleyiniz ) ... 87

Tablo:19 Giyim kuşamınızı genellikle kim seçer ? ... 88

Tablo:20 Giyim kuşamınızdaki farklılığı yaşlı kuşaklara veya anne babanıza bir tepki olarak görmüyor musunuz? ... 88

Tablo:21 Anne-babanız size verdiği harçlığı nasıl kontrol ederler ?... 89 Tablo:22 Okul durumunuz ve diğer sorunlarınızla anne-babanız ne

(6)

derece ilgilenirler ? ... 89

Tablo:23 Toplumunuzda var olan çeşitli örf, adet ve gelenekler davranışlarınızı ne ölçüde etkiler ?... 90

Tablo:24 Herhangi bir cinsel sorununuzu anne-babanıza açar mısınız ? ... 90

Tablo:25 Yaz tatillerinizde ve boş zamanlarınızda ailenizin sizden beklentisi nedir?... 91

Tablo:26 Kardeşinizle ilişkileriniz nasıldır? ... 91

Tablo:27 Anne ve babanız liseyi bitirince sizin evlenmeniz konusunda ne düşünüyor ? ... 92

Tablo:29 Anne -babanızın sizin hakkınızdaki bu evlenme kararını nasıl karşılıyorsunuz? ... 93

Tablo:30 Anne-babanız okul dışı zamanlarda sizin makyaj yapmanızı nasıl karşılarlar ?... 93

Tablo:31 Erkeklerle arkadaşlık kurmanızı anne-babanız nasıl karşılıyor ? ... 94

Tablo:32 Erkek arkadaş edinme konusunda anne-babanızın fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz?... 94

2. ÇAPRAZ TABLOLAR VE DEĞERLENDİRİLMESİ Cinsiyetiniz? * Anne -Babanızla aşağıdaki konulardan daha çok hangisinde anlaşamazsınız ? Crosstabulation ... 95

Kentte Uzun Süre Oturmakla Ebeveyn Genç Arasındaki Antlaşma ... 96

Kaç kardeşsiniz? Anne-babanızla anlaşma durumunuz ... 98

3. ANNE İLE İLGİLİ TABLOLAR VE DEĞERLENDİRİLMESİ Tablo:1 Yaşınız kaçtır? ... 100

Tablo:2 Doğum yeriniz neresidir?... 100

Tablo:3 Kaç yıldır Konya'da oturuyorsunuz?... 101

Tablo:4 Tahsil durumunuz nedir ... 101

Tablo:5 Aileniz ortalama yılık geliriniz ne kadardır ... 102

Tablo:6 Çocuğunuzla çeşitli konularda anlaşma durumunuz nasıldır... 102

Tablo:7 Ailenizle ilgili herhangi bir konuda çocuğunuzun fikrini alır mısınız? ... 103

(7)

Tablo:8 Çocuğunuzun evleneceği eşi kimin seçmesini istersiniz?... 104

Tablo:9 Çocuğunuzun kız arkadaşı edinmesini nasıl karşılıyorsunuz?... 104

Tablo:10 Çocuğunuzun erkek arkadaş edinmesini nasıl karşılıyorsunuz? ... 105

Tablo:11 Çocuğunuzla anlaşamadığınız en önemli konu aşağıdakilerden hangisidir? ... 105

Tablo:12 Çocuğunuz sizin sözünüzü dinlemediğinde ona karşı tavrınız ne olur? ... 106

Tablo:13 Çocuğunuzun okul ve diğer sorunlarıyla ne ölçüde ilgilenirsiniz?... 107

Tablo:14 Çocuğunuzun cinsel sorununu size açmasını nasıl karşılarsınız?... 107

Tablo:15 Yaz tatillerde ve boş vakitlerinde çocuğunuzdan daha çok ne beklersiniz? ... 108

Tablo:16 Çocuğunuzun arkadaş guruplarıyla ilişkisini nasıl karşılıyorsunuz? ... 109

Tablo:17 Gelenek-göreneklere karşı çocuğunuzun tavrı nasıldır? ... 109

4. BABA ANKETİ FREKANS DEĞERLERİ Tablo:1 Yaşınız kaçtır?... 110

Tablo:2 Mesleğiniz nedir? ... 110

Tablo:3 Doğum yeriniz neresidir?... 111

Tablo:4 Kaç yıldır Konya’da oturuyorsunuz? ... 111

Tablo:5 Tahsil durumunuz nedir?... 112

Tablo:6 Ailenizin ortalama yıllık geliri ne kadardır? ... 113

Tablo:7 Çocuğunuzla çeşitli konularda anlaşma durumunuz nasıldır?... 113

Tablo:8 Ailenizle ilgili herhangi bir konuda çocuğunuzun fikrini hiç alır mısınız? ... 114

Tablo:9 Çocuğunuzun evleneceği eşi kimin seçmesini istersiniz?... 114

Tablo:10 (Çocuğu kız olanlar için)Çocuğunuzun erkek arkadaş edinmesini nasıl karşılıyorsunuz?... 115

(8)

Tablo:11 (Çocuğu erkek olanlar için)Çocuğunuzun kız arkadaş

edinmesini nasıl karşılıyorsunuz? ... 116 Tablo:12 Çocuğunuzla anlaşamadığınız en önemli konu

aşağıdakilerden hangisidir? ... 116 Tablo:13 Çocuğunuzu sizin sözünüzü dinlemediğinde ona karşı

tavrınız ne olur? ... 117 Tablo:14 Çocuğunuzun okul ve diğer sorunlarıyla ne ölçüde

ilgilenirsiniz? ... 117 Tablo:15 Çocuğunuzun cinsel sorunu size açmasını nasıl

karşılarsınız?... 118 Tablo:16 Yaz tatillerinde ve boş vakitlerinde çocuğunuzdan

daha çok ne beklersiniz? ... 119 Tablo:17 Çocuğunuzun arkadaş guruplarıyla ilişkisini nasıl

karşılıyorsunuz?... 119 Tablo:18 Gelenek-göreneklerine karşı çocuğunuzun tavrı nasıldır?... 120

(9)

GİRİŞ

Toplumsal hayatın önemli bir boyutu olarak belirli ortak hedefler ve çıkarlar çerçevesinde ortaya çıkıp gelişen organize toplumsal etkileşim biçimlerine toplumsal kurum denilmektedir. İnsan içinde bulunduğu toplum ya da sosyolojik yaklaşımla “toplumsal yapı” toplumsal ilişkilerle birlikte toplumsal yönü ağır basan kurumlardan meydana gelmektedir.

Küçük gruplardan büyük gruplara yönelik çeşitlilik içinde düzenli ve sağlıklı işleyişleri kadar aralarındaki etkileşimlerinde düzenli ve sağlıklı olması toplumsal yapıyı aynı yönde niteleyebilecek yetenek arz etmektedir. Bir anlamda kurumların aralarındaki denge ve uyum toplumsal yapının büyük ölçüde toplumun denge ve uyum demektir. Bu itibarla toplumsal yapıyı meydana getiren toplumsal kurumların önemi ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal bir kurum olarak aile geleneksel toplumlarda olduğu gibi modern toplumlarda da önemli bir toplumsal kurumdur.

Sosyal bilimlerin tarihi bize göstermektedir ki aile insanoğlunun tarihi ile eşdeğerdir. Toplum temel kurumlarında olan aile toplumun olmazsa olmazıdır. Toplumsal yapılanma veya örgütlenme her ne şekilde olursa olsun aile olgusuna dayanmak zorundadır. İster geleneksel olsun ister modern ister postmodern toplumsal yapı olsun aile olgusuna dayanır.

İnsanoğlunun tarihinin ilk dönemlerinden günümüze değin uzanan serüveninde doğumuyla birlikte içinde bulunduğu grup aile olduğu gibi ölünceye kadarda sürekli bir aile grubunun üyesidir. Toplumun en küçük birimi olan ailenin insanlık tarihi kadar eski olduğu birçok araştırmada belirtildiği gibi işlerliğini günümüzde de devam etmektedir.

O halde aile nedir? sorusunu sorduğumuzda aile sosyal aile sosyal bir grup olarak ele alan bir tanıma göre; aile kuşak ilişkilerine ana, baba ve çocuktan meydana gelen sosyal gruptur (Gökçe, 1990: 47).

(10)

İnsan hareket noktası kabul ederek gruptan kitleye yönelen bir dizi toplumsal oluşumların ilk aşamasında mikro-sosyal çevre aile bulunur. Aile oluşumuna gerekçe olan biyolojik boyutu aşan “Psikososyal” (manevi) bir gerçekliktir. Eğer böyle bir gerçekliğe ulaşmasaydı kendi dışındaki beraberlik örneklerinden farklılaşarak çağlar boyunca insan toplumlarına temel olan etki ve gücünü sürdürmesi mümkün olmazdı.

Antropolojik verilere göre kent hayatının ortalama on bin yıllık bir geçmişi vardır. Ancak “kentleşme” son iki yüzyılın yani modern dönemlerin olgusudur. Çünkü daha önceki dönemlerde kent-toprak çevresinde gerçekleşmiş, küçük gruplar halinde ve gezginci olarak yaşayan insanlar tarım devrimiyle yerleşik hale gelmiş ve ortalama sekiz on bin nüfuslu olarak gerçekleştirmiştir. Modern dönemlerde ise kent sırf toprağa bağlı olmaksızın gelişebilen bir olgu değil sanayi ekseninde, toprağa bağlılıkların çözülmesiyle beslenen bir oluşumdur. Artık bir tarım eksenli “kır” ve sanayi eksenli kent ikilemi vardır ve kır, kent lehine çözülmektedir. Sanayi eksenli kent dayandığı uzmanlık ekseniyle daha çok insanı istihdam edebilmekte, seri üretim kırda tutunma imkânlarını gittikçe azaltmakta ve kırdan kente göçü zorunlu hale getirmektedir. İşte kentlileşme bu düzlemde yaşanmaktadır. Sanayileşmesini tamamlayamamış olan ülkelerde kentlileşme, kırın iticiliğinin ve kentin çekiciliğinin bir aradaki etkisiyle oluşmaktadır.

Kentleşme çerçevesinde yaşanan sorunların başında köyden kente göç eden aileler gelmektedir. Gerçektende kır ve kent değerlerinin tabiri caizse birbirine deydiği kontak bölgesidir. İşte bu noktada kırsal toplumsal değerlerle kentsel değerler arasında uyum süreci yaşanmaktadır. Söz konusu kültürel değişmelerin önemli bir kısmı aile kurumu üzerinde cereyan etmekte, genç-ebeveyn ilişkilerinde problemler doğmaktadır.

İnsan hayatının kuşkusuz önemli ve etkin bir dönemini ifade eden gençliğin bebeklik çocukluk ve yetişkinlikten ayrı otonom bir dönem olarak algılanmasında, dönemi karakterize eden biyolojik özelliklerin yanı sıra, etkinlik, ilgiler, hedefler açısından farklılaşmalarda önemli bir sebeptir. Gençlik her şeyden önce insanoğlunun hayatı, bütünlüğü içinde yer alan bir çağdır. Başlama ve bitişi ile ilgili sınırları olduğu gibi bu çağa özgü ifade ve etkinlik biçimine sahiptir. Bu iki boyutta ortaya çıkan aktivite (etkinlik) enerji, hırs, başarı arzusu farklı ilgi ve değerler gibi özellikleri

(11)

nedeni ile gençlik kesimi uluslar için her zaman önemli bir potansiyel güç olarak kabul edilmiştir.

Gençlik dönemi biyolojik değişimlerle başlar döneme özgü toplumsallaşma kalıp ve biçimleri ile de gelişir. Gençlik, belirgin ve görünür özellikleriyle gençlerden, genç insanlardan oluşan bir toplumsal kategoridir.

Kimdir bu genç insan? Genç buluğa erme ile başlayan fizyolojik ve biyolojik değişmeyi içeren bireyi sosyal olgunluğa hazırlayan bir yaş dönemi (Gökçe, 1984, s. 21) ve bu dönemin tüm özelliklerini gösteren bir kişidir. Genellikle ilk ergenlik belirtileriyle başlayan gençlik çağı büyümenin durmasına kadar sürer ve 12-21 yaşlarını kapsar. Genellikle 12-15 yaş arası ergenlik gelişmesi içine alan ilk gençlik dönemi olarak tanımlanır. 15-21 yaş arası asıl gençlik dönemidir.

Gençlik her yerde her zaman coşkulu, atılgan, çalkantılı bir çağ olarak görülmüştür. Kabına sığmayan bir beden gücünü kaynayan kanın ve uyanan cinsel isteklerin davranışa egemen olan çağdır. Gençlik çağı bunalımlar, öfkeler, çatışmalar ve kaygılar dönemidir. Kendi kendisiyle ve çevresiyle sürtüşme ve savaş dönemidir. Gençlik yalnız olumsuzlukların toplandığı bir çağ değildir. Gençlik tatlı hayallerin, tutkuların ve idealizmin filizlendiği, sıkı arkadaşlıkların, ilk sevgilerin yaşandığı dönemdir. Yeniliğe ve ileriye doğru atılımların yapıldığı, kendini kanıtlama ve kendi kimliğini arayıp bulma çabaların yoğunlaştığı dönemdir.

Dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini 15-25 yaşlarındaki gençler oluşturuyor. Toplam 1, 5 milyar gencin dörtte üçü ise az gelişmiş ülkelerde yaşıyor. Toplumların en dinç insan gücü ve en verimli kaynağı olan gençlerin çok boyutlu ve karmaşık sorunları var bu sorunları iki ana grupta toplayabiliriz. Bunlardan ilki güncel sorunlar, toplumsal değişmeye bağlı olan sorunları, sosyal psikolojik sorunlar çağdaş iletişim araçları ile ilgili gelen tehditlerdir. İkincisi ise geleneksel sorunlarıdır. Bunlar psikofijyolojik, cinsel, ekonomik, eğitim, madde bağımlılığı, ideolojik, işsizlik, istihdam, barınma, beslenme, sağlık ve kültürel aile içi ve kuşaklar arası çatışmadır. Kuşak çatışması yüzyıllardan beri süregelen modern ve karmaşık tüm toplumlarda görülen bir durumdur. Çağlar boyunca ana, baba, öğretmen, tüm yetişkinlerin gençlere karşı ortak tutumu şu olmuştur. Gençlik çağını yüceltip gençlere tepeden bakmak eleştirmektir. Gençlerde

(12)

tarih boyunca yaşlı kuşakları hep tutucu, geri kafalı, uyuşuk, bencil, düşünceleri eski, zevklerini bayat, anlayışsızlıklarını ise katlanılmaz bulmuşlardır.

Bizim araştırma konumuzda yukarda zikrettiğimiz kuşak çatışmasıdır. Zamana bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal değişmeler toplumsal kurumları etkilediği gibi aileyi de etkilemektedir. Burada gençlerin ergenliğe girmeleri nedeniyle psikolojik olarak yaşadıkları bu döneme ait sorunları bulunmaktadır. Dolayısıyla zaman ve diğer farklılıkları nedeniyle yaşanan çatışma kuşak çatışması halini almıştır. Köyden kente göç eden ailelerde bu değer çatışmasının daha fazla ve bariz bir şekilde yaşandığını düşünerek örneklem grubumuzu bu ailelerden seçtik. Örneklem grubumuz bir devlet lisesindeki 1. 2. ve 3. sınıflardan oluşmaktadır. Yaş ortalamamız 15, 16, 17 olarak sınırladık. Çünkü asıl ergenlik dönemi bu yaş grubunda yaşanmaktadır. Ülkemizde kuşaklararası ilişkilerin niteliğini ortaya koymaya çalışan çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar genç-ebeveyn ilişkilerini çatışma boyutunda ele almışlardır. Bizde konuyu çatışma boyutunda ele alacağız. Gençler ile ebeveynleri arasında yaşanan kuşak çatışması genellikle bağımsız olma, hoşgörüsüzlük, arkadaş ilişkilerinde serbestlik, karşı cinsle arkadaşlık, giyim-kuşam, harçlık, ekonomik, eğitim, iletişim bozuklukları gibi konularda yaşanmaktadır. Bizde bu konularla araştırmamızı sınırladık. Amacımız gençlerle ebeveynleri arasındaki ilişkilerin niteliğini ortaya koymaktadır. Bu konularda yapılan çalışmalarda olduğu gibi kuşak çatışması konusunda bazı konulara açıklık getirebilmektedir.

Araştırmamızı yaparken önce bu konuda yapılmış çalışmalarla literatür araştırması yaptık. Bu konuda yazılmış olan eser, kitap, dergi, makaleleri araştırdık notlar aldık. Daha sonra konumuzun sınırlarını neyi, ne kadar araştıracağımızı belirleyerek araştırmamızın teorik olarak sınırlarını çizdik. Daha sonra sahada yapacağımız anketleri oluşturduk, uyguladık. Elde edilen bilgileri istatistiki olarak yorumladık. Tablolar oluşturduktan sonra sonuca ulaştık.

“Sosyolojik bakımdan genç-ebeveyn ilişkisi Konya örneği adını taşıyan bir bakıma kuşak çatışmalarını kapsayan araştırmamış dört ana bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölüm, araştırmamızın kavramsal çerçevesini belirlemektedir. Genç-ebeveyn ilişkisi, aile, kentleşme gibi alt bölümlerden oluşmaktadır.

(13)

İkinci bölüm, kuramsal çerçevenin çizilmesi, yöntem, hipotezler, evren, örneklem grubu yer almaktadır.

Üçüncü bölümde, araştırmanın bulguları sergilenmiş asıl konuyu oluşturan ilişkilerin nitelikleri tartışılmıştır.

Dördüncü bölümde ise alan verilerinin yorumu ve değerlendirilmesini kapsamaktadır.

(14)

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Bilindiği gibi gençlik çağı çocuk ile ergenlik arasında yer alan hızlı bir gelişme dönemidir. Gençlik özünde biyolojik bir kavramdır, ancak yoğun bir sosyalleşme dönemidir de. Bunun yanında kendine özgü dengeli dengesiz düşünce ve kavramları da kapsayan az çok bağımsız bir kültüre sahiptir (Gökçe, 1984:4-5).

Bu dönemde genç bir yandan içinden gelen dürtülerini dizginlemeye çabalarken öte yandan çevresi ile çatışmaya girer, iç dünyası dış dünyası arasında dengeler kurmaya çalışır. Bu çağda genç anne-babasının bir uzantısı, onların kopyası olarak yetinmez, kendi görüş, inanç ve davranışlarına egemen olmak, büyüklerin etkisinden kurtulmak ister. Bir bakıma genç toy bir sürücü gibi davranır bir oyana bir buyana yalpalayarak yolunu bulmaya çalışır yoldan çıkmalara bile kulak asmaz. Bu dönemde genç anne babasından ne kadar değişik olursa, kimliğine o denli yaklaştığını sanır (Yörükoğlu, 1991:390).

Bu dönemin diğer özellikleri şöyle özetlenebilir: genç, ergen döneminde, ana babasından farklı değer yargılarına sahip olduğunu fark eder. Aile değer sisteminden farklı ve davranışlarına yön veren, kendine özgü yedi değerler geliştirmeye başlar. Bu dönemde genç daha fazla sosyal gelişimine ve davranışlarına önemli etkisi oklan arkadaş grubunun değer yargılarını benimsemekte, bu ise bazı hallerde ailenin geleneksel değerlerine ters düşmektedir. Böylece gencin arkadaş grupları ile ilişkileri arttıkça ana ve baba ile ayrılıklar baş göstermekte çok defa ana baba gencin arkadaş gruplarının değil yetişkinlerin değer yargılarına göre davranışta bulunmasını istemektedir. Bazı durumlarda da aileler ana-baba otoritesine dayanarak gence, kendi değer yargılarını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. İnsan ilişkilerindeki bu zorlamalar ana babalarla çocuklarla çeşitli konularda çatışmalara sebep olmaktadır.

Yetişkinlerin ve özellikle ana babaların ergenlik döneminde bulunan çocukların giyim, kuşam, tutum ve davranışlarından her fırsatta yakınmakta oldukları ve kendi gençlik yıllarındaki durumları ile çocukların durumlarını ele alarak karşılaştırdıkları görülmektedir. Çok defa saç sakal uzatma, farklı giyim kuşam eve geç gelme, arkadaşları ile fazlaca gezip onlara aşırı ilgi göstertme, karşı cinsten kişilerle arkadaşlık kurma, gereğince ders çalışmama, fazla para harcama ve benzeri

(15)

davranışlar büyüklerce onaylanmamakta, çocuk aile ilişkilerini bozmaktadır (Baymur, 1961:33).

Çağımızda asosyal problemlerin önemli bir kısmı kent ekseninde cereyan etmekte doğrudan oluşum yada kaynağı ona götürülmese bile ilişkilerin niteliğini belirlemede etkili olmaktadır. Kent büyük çapta sanayileşmeye bağlı bulunmaktadır. Esasen kentleşme ve sanayileşme arasında fonksiyonel bir ilişki vardır (Türkdoğan, 1974:106).

Kent kısaca demografik açıdan yoğun ve büyük nüfus ekonomik açıdan daha çok tarım dışı etkinliklerde yoğunlaşmış yerleşim birimi olarak tanımlanır. Ancak kent, kapsadığı nüfustan başka etki alanını içinde yaşayanlarda hizmet sağlar. (Demir Acar, 1992:206). Bununla birlikte kent aynı zamanda bir kültürel / kurumsal olgudur. Yani kentler bir taraftan belli idari sınıflar içerisinde görev yapan yönetim birimlerine sahip iken fiziki açıdan ulaşım kolaylığı ve modern binaları ifade eder, bu arada sosyal faaliyetlere imkan sağlar (İspir, 1991:5).

Kentleşme, sanayileşmeye bağlı olarak gelişen ülkelerde yakın dönemlerde ortaya çıkmış bir sorundur. Çünkü sanayi olgusu yerleşim birimlerini de kır kent gibi ayrıma götürmüş ve kent lehine çözülen bir süreci başlatmıştır. Burada kır geleneksel değerleri kent ise modern değerleri temsil etmektedir. Tabi bu bağlamda kentleşme geleneksel ilişkilerin çözülmesine bağlı olarak beliren ve giderek hızını artıran toplumun yediden biçimlenmesi doğrultusunda gelişirken çeşitli sorunlarında kaynağı olmaktadır (Sencer, 1979:36).

Kentlileşme sürecini ele alışta en yaygın yaklaşım “modernleşmeci” yaklaşımdır. Buna göre kır çözülmekte ve kentin modern kültürüne ayak uydurmak zorundadır. Sorun bu uyumun mümkün olduğunca kısa vadeli ve problemsiz olmasıdır. Gerçekten de Ayata’nın da belirttiği gibi köy ve şehir hayatı bir çok açıdan birbirine zıt olarak düşünülmekte, sosyolojinin klasikleşmiş bir çok eseri de bu zıtlığı sosyolojik meselenin temel niteliği olarak görmektedir. (Ayata, 1994:325) Daha açık bir ifade ile kentleşme kente göç eden kesimlerin bireyselleşmesi özelliği olarak görülmektedir.

Hâlbuki burada bir başka problem vardır ki bu, bir kesimin kendi kültürünü kaybetmesi ve belki daha önemlisi de sanıldığı veya beklenildiği gibi adapte olamayışları, Türkdoğan’ın ele alış biçimi ile bir yoksulluk kültürünü oluşmasıdır. İşin

(16)

gerçeği burada toplumsal sistemin normlarından bir sapma (devyant) özelliği göstermektedir.

Halbuki çağdaşlaşmacı teorilere göre kent kültürü ve uyum sağlayamamış bir devyant davranış tarzıdır (Türkdoğan, 1974:4-5). Bu bakımdan üzerinde durulacak problem kır-kent arasında kurum ve grupların konumudur (Ayata, 1994:326). Mesela kırdan kente gelen aileler, bütünüyle gelmekte ve bazen sanıldığı gibi eski yapılarını kolay kolay yitirememektedirler.

Kırsal kesimlerden gelerek, kentlerin çevrelerine biriken insanlar kentsel dayanışma grup bilincini yitirerek kendi sorunları içine çekilerek, kentle bütünleşmeye direnç göstermektedir. “Bu aileler taşıdıkları çeşitli özellikler sebebiyle, köy aileleriyle kent aileleri arasında bir geçiş aşamasındadır. “(Keleş, 1978:135) bu gecekondu ailelerinin belirli bir zaman süreci sonunda ekonomik ve sosyal yönden kentlileşebilmeleri (Kartal, 1983:50-62) mümkün olabilmektedir.

Kırsal geçmişi ile şehirlere göç ederek yerleşen insanlar daha çok kendi kültürüyle ilişkide bulunmakta, kent kültüründen de yüzeysel bir seviyede etkilenmektedirler. Ancak kentliler uzun sürede göçmenlerin gelenek, görenek değer yargısı ve tutumlarında değişiklikler meydana getirmekte, kent kültürü, kendisini ancak birkaç nesil sonunda hissettirebilmektedir (Hoşten, 1957:3).

Genellikle kırdan kente göç eden ailelerde çeşitli problemlerle karşılaşmaları kaçınılmaz bir durumdur. Ancak çevreye uyum sorunu ebeveynlerle ilişkiler kişilik gelişimi devam eden genç nüfusta daha farklı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi kuşaklar çatışması, modern karmaşık toplumlarda görülen genel bir sorundur. Yoğun toplumsal değişmeler, genç kuşaklarla yaşlılar arasında bir anlaşmazlığa yol açmaktadır (Tezcan, 1981:184). Hızlı değişimin yaşandığı ve geleneksel değerlerin önemle etkinliğini sürdürdüğü köyden kente geçen ailelerde genç-ebeveyn ilişkilerinin boyutları daha farklı olabilmektedir. Çünkü göç eden ailelerin kültürü yalnızca geleneksel olarak nitelendirilebilecek öğelerden oluşurken (Heper, 1983:45) kentsel ortamlarla ilişkiler ve kentli toplumsal bir ağ içinde yaşamı sürdürme zorunluluğu, bu farkın niteliğini de açığa çıkarmaktadır.

Köyden kente göç eden ailelerde genç-ebeveyn ilişkilerinin niteliğini ortaya koyarken, kavramsal çerçeve bağlamında aile, genç-ebeveyn ilişkisi (kuşak çatışması)

(17)

köyden kente göç, kentlileşme kente uyumun boyutlarını ayrı ayrı ele almak konuyla daha iyi bir açıklık getirecektir.

1. 1. Genç-Ebeveyn İlişkileri ve Kuşak Çatışması

Büyüme ve gelişme sürecinde kişi, ergenlik diye bilinen kritik bir dönemden geçmektedir. Ergenlik yaşı ’kızlar için ortalama 12, erkekler için ortalama 14 yaş olarak’ (Ekşi 1992:112) belirtilmiştir. Genellikle kabul edildiği gibi gençlik döneminde, gençliğin ergenliği ile ilgili fizyolojik değişikliklere gösterdiği ilk psikolojik tepkilerle başlar. Bu açıdan ele alınınca da gençlik dönemi 11-21 yaşları arasındadır. 21-22 yaşlarında gencin artık kendi kişiliğini-kimliğini bulmuş olması beklenir. (Ekşi1992:127) bu geçiş dönemindeki kişi çeşitli karmaşık gelişim problemleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Ergenlik dönemi şüphesiz zor ve oldukça problemli yıllardır, çünkü çocuk fiziksel, zihinsek, kültürel ve sosyal bakımdan yetişkinliğe doğru ilerlemektedir. Bu süreç gerek kızlar gerekse erkekler, yaşam görevlerini iyice benimseme uğraşısı içinde, daha önce öğrenilmiş birçok davranış, inanç, konuşma ve algılayış biçimlerinin sıyrılarak yeni davranış örüntülerini öğrenme durumlarıyla karşı karşıya kalırlar.

Toplumlar hızla sosyo-kültürel değişmelere ayak uydurup, onlara uyum sağlamaya çalışırlarken, değer yargılarında geleneksel kültür öğelerinde farklılıklar ortaya çıkmış, yaşam tarzlarında, rollerde, statülerde birçok değişiklikler zorunlu hale gelmiştir. Bu şartlar altında da ergenin kişisel ve toplumsal uyum problemlerinin de büsbütün karmaşıklaşması kaçınılmazdır. Toplumun karmaşıklığı ergenleri, geçmiş kuşaklarca büyük çapta bilinmeyen büyüme ve olgunlaşma problemleri ile karşı karşıya bırakmıştır. Böylece çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşaması her geçen on yılda biraz daha gelişmekte ve karmaşıklaşmaktadır. Bu ise yeni bir devredeki alışılmış veya bilinmeyen yaşam koşulları ile göğüs göğüse savaşan göçmenlere benzeyen bir genç kuşak oluşturmuştur. Ayrıca geçmişte, bir kültürel sistem içinde büyüyüp tecrübe kazanma açısından, her zaman her hangi bir çocuktan daha fazla şeyler bilen yetişkinler veya yaşlılar vardı, bugün ise yoktur.

Ergenlik döneminin psikolojik ve sosyal gelişmeye ilişkin belli başlı özellikleri grupla özdeşim kurma, yabancılaşma, ana-baba otoritesinden kopma veya bağımsızlık

(18)

elde etme aynı yönde karşıt cinsle sosyal arkadaşlık ve çalışma ilişkileri kurma, benlik kavramı geliştirme, rol karışıklığı, bir mesleğe hazırlanma ve hepsinin üstünde bir değer sistemi ve kimlik geliştirmedir. Buda “ben kimim” sorusuna kişisel bir cevap bulma, bir bakıma kişinin kendine özgü bir birey olarak kendini gerçekleştirmeye başlamasıdır (Oskay, 1981:71).

Bu kritik dönemde, her toplumda farklı seviyelerde olmakla birlikte ana-baba genç çatışmasının da yoğunlaştığı ve kaçınılmaz b, r problem olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Gençlerle ana babalar arasında çatışmalar gerek kavramsal düzeyde gerekse yapılan araştırmalarda değişik yönleri ile ele almıştır. Bu konudaki kavramsal incelemenin en tanınmışlarından biri Ericson’a aittir (Crain 1980:27). Ericson’a göre ergenlik döneminin en önemli özelliği gençlerin bu dönemde kimlik kazanma uğraşısı vermeleridir. Kimlik kazanmak ise oldukça sakıncalı bir süreçtir. Gencin kimlik kazanabilmesi özdeşi kurmasına bağlıdı. Ergenlik dönemi boyunca, kendileri için önemli olan kişilerle özellikle ana-babaları ile özdeşim kurmaya yönelen gençler bir yandan da onlarla çatışmaya başlarlar, çünkü gençler özdeşim kurarak ana babaları gibi alacaklarını zannederler, ana babalarının “tıpkısı olma” endişesi onları ana babaları ile çatışmalarına yol açar. Ericson’un kuramı açısından baktığımızda ergenlik dönemindeki genç ana baba çatışmalarının temel sebebi gençlerin ana babalarından bağımsız birer kimlik geliştirme gayretidir. Bir başka ifade ile genç ile ana baba arasındaki çatışmaların temel işlevi gencin “kendine özgü bir kimlik” geliştirmesine yardımcı olmaktır.

Saymonds’un yaptığı araştırmalara göre ana babalar ya çocuktan kesin boyun eğme bekleyerek, ince ayrıntılar üzerinde durup onu fazlaca denetlemekte yada onu kendi haline bırakarak, gevşek ve tutarsız bir disiplin yöntemi uygulamaktadırlar. Bu çocukların davranışları arasındaki farklılıklara bakıldığında ana babaları başlarında olan çocukların kural olarak daha iyi toplumsallaşarak gruba uyum gösterdikleri bununla beraber ana babaları tarafından daha serbest bırakılan çocuklara kıyasla daha hassas çekingen, içine kapanık bağımlı ve uysal oldukları görülmüştür (Topaloğlu, 1985:35).

Çağımızda çocuklardan çok şey bekleyen sadece ana babalar değildir. Gençlerde birbirinden çok şey beklerler. Arkadaşlarla ilişkilerde en önemli tesiri, kendi içinde bulunduğu ve dıştaki yetişkin toplumu ile ise as sayıda bağlarla ilişkili olduğu küçük bir toplum meydana getirir. Bu alt kültürün fonksiyonu ergene belirli bir statü

(19)

sağlamak “eşit olma” ve kabul edilme ihtiyacını karşılamaktır (Coleman, 1961:43). Gencin arkadaş grubu ile ilişkisi arttıkça ana baba ile arasında da çeşitli ayrılıklar baş göstermektedir. Çok defa ana baba gencin arkadaş gruplarını değil yetişkinlerin değer yargılarına göre davranışta bulunmasını istemektedir. Bazı durumlarda aileler ana babalar otoritesine dayanarak gence, kendi değer yargılarını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bunun sonucu olarak ergen kendini ana babası tarafından sevilmeyen, reddedilen anlaşılmayan biri olarak algılamaya başlamaktadır. İnsan ilişkilerindeki bu zorlamalar, ana babalarla çocukların arasındaki çeşitli konularda çatışmalara neden olmaktadır.

Arkadaş grubu dışında genç-ebeveyn ilişkilerini etkileyen çok çeşitli faktörler söz konusudur ve bunda toplum ve kitle iletişim araçlarının etkisi yadsınmayacak kadar fazladır. Örneğin televizyon reklâmları gence yaşamı sanki hep daha iyi giyecek ve daha çok eşyaya sahip olmaktan ibaretmiş gibi gösteriyor böylece çocukların marka merakı yaratılıyor. Ayrıca ekonomik baskılar, eğitim ve iş alanındaki sorunlar, aile yapısındaki değişiklikler, ailede ilişki yokluğu ve olumsuz ilişkiler, aile içi sorunlar, sosyal ilişkilerdeki kopukluk ve bozukluk, cinsel uyum zorlukları, genç-ebeveyn ilişlerinin niteliğini etkilemektedir (Ekşi, 1990:16).

Ergenlik ve gençlik dönemi sorunları psikolojik, psikososyal, antropolojik ve sosyolojik bakış açılarından ele alınıp incelenir. Esasen gençliğin sorunlarından bir kısmı biyolojik, bir kısmı sosyal, bir diğer kısmı ise ekonomik ve siyasaldır (Gökçe, 1984:7). Bizde burada konuyu genel yaklaşımımız doğrultusunda, sosyolojik bakışın konuyu ele alış tarzına değinmek istiyoruz.

Sosyal yönden ergenin, olgunluk statüsüne ulaşıncaya kadar aşması gereken uzun bir yol vardır. Birçok toplumda güç ve statü, bedensel güçle hatta zihni kapasiteden çok, sosyal statü ve tecrübeye bağlıdır. Ancak sosyal statü ve tecrübe ergenlik döneminde değil orta yaşlılıkta kazanılabilir. Böylece ergen, fiziki ve hatta zihni güç yönünden yetişkinlerle aynı seviyede olmasına rağmen sosyal bakımdan ikinci dereceden bir statüye sahip bulunmaktadır. Bu ise kuşaklar arasında bir çatışma kaynağı oluşturmaktadır. Sosyolojik açıdan ergenlik dönemi gelişim serecinde sosyal gelişimin ilk defa fiziki gelişimden belirgin olarak geri kaldığı bir dönemdir. Tahmin edilebileceği gibi, toplum karmaşıklaştıkça bu geri kalış, daha fazla olacak ve ergenin yetişkinlik dönemine geçişi de o nispette geciktirilmiş olacaktır.

(20)

Sosyolojik açıdan ergenin sosyal statüsünü, mesleki yerleşim, üreme kontrolü, otorite yapısı ve kültürel birikim olmak üzere dört önemli faktör belirlemektir (Oskay, 1981:15).

Meslek Seçimi: Bireyin tercih ettiği meslek, ya zorunlu olarak ya da seçme özgürlüğü kullanılarak yapılır. Karmaşık toplumlar, meslek seçimi ile ilgili karaları ergenlik dönemine kadar erteleyerek uzmanlık eğitimini o dönemde sağlar. İlkel toplumlarda ise iş bölümünün önemsizliğinden dolayı meslek seçimi daha erken bir dönemde yapılarak çocuk eğitilir. Böyle olunca da ergenlik dönemi mesleki yönden sorun olma özelliğini kaybetmiş olmaktaydı.

Üreme Kontrolü: Ergenlik dönemiyle birlikte kişi cinsel olgunluğa erişmiş olur. Üreme kontrolü ve cinsel davranış, bütün toplumlarda olmakla birlikte farklı toplumlarda farklı şekillerde uygulanır. Yani bu fonksiyonların kullanımına izin verilmekle birlikte uygulama dikkatlice kontrol edilmektedir. Görülen odur ki bütün toplumlarda üreme ve cinsel tatminle ilgili üç temel soru ile karşılaşılır:

Bir; Ergenin karşı cinsle olan ilişkisine izin verilecek mi; en azından bu davranışlar geciktirilecek mi?

İki; Cinsel olgunluğa erişen gencin evlenmesine hemen izin verilecek mi? Üç; Evlenme özgürce bir seçim mi olmalı, yoksa büyüklerin kontrolüne mi tabi tutulmalı? Evlenen genç, ayrı bir ev mi açmalı, yoksa anne-babanın yanında ve onların bir uzantısı mı olmalı?

Otorite Yapısı: Toplumlarda gençliğin otoriteden bağımsız hale gelmesi konusu, genelde kabul edilen bir standardın olmaması nedeniyle, aileden aileye değişen kişisel farklı uygulamalar söz konusudur. Her aile bu sorunu kendi yapısına uygun çözümleme yoluna gitmektedir. Birçok durumda ergen yanaşma-kaçınma çatışması içine düşmekte, bir yandan ailesi tarafından desteklenmeyi korunmayı isterken, bir yandan da onun otoritesinden bağımsız olmayı istemektedir. Böylece de ana-baba otoritesi, diğer kurumların otoritesinden daha yoğun bir çatışmaya neden olmaktadır. Burada ana-baba otoritesinin niçin diğer kurumların otoritesinden daha çok çatışma yarattığı önemli bir sorundur. Bu duruma şöyle bir açıklama getirilebilir:

Toplum, otoriteyi üzerine alan alanları seçip kesin sınırlarıyla açıklayabilmektedir. Her kurumun otorite sınırları belirlenmiştir. Oysa ebeveynler

(21)

ergen üzerindeki otoriterinden vazgeçerek ona bağımsızlık vermelerinden memnun olmalarına rağmen çocukların toplumsal statüsü, anne-babalarının statüleriyle belirlendiği için, anne-babanın çocuklar üzerindeki otoritesinin sınırları çok net belirlenmemiş bir biçimde daha uzun süre devam edebilmektedir. Bu yüzden anne-babanın otoritesi çatışmanın daha yoğun bir biçimde sürmesine sebep olmaktadır.

Kültürel Birikim: Ergenin sosyal statüsünün belirlenmesinde kültürel birikimin önemli bir etkisi vardır. Bir kültür ne kadar ilkel/gelişmemiş olursa çocuğa aktarıma da o kadar kısa süre. Oysa medeni toplumların yüksek düzeyde, uzmanlığa yönelik çeşitli eğitim kurumlarına ihtiyacı vardır. Bu toplumlarda uzmanlığa yönelik okul sistemi zorunlu hale getirilir. Ancak var olan bu okul sistemleri genellikle gerçek yaşamdan sıyrılmış, daha çok soyutlamalara dayanan şeyleri öğretme yoluna gider. Bu durum da bireyin günlük yaşamında kendine pek de zorunlu olmayan soyut bilgilerle okulu bitirmesine neden olur. Bireyde ki bu soyut-gerçek yaşam farkı, uyum sorununun temel kaynaklarından birisini oluşturur.

Sosyolojik açıdan anne baba otoritesi ile ergen arasındaki çatışmanın en önemli nedenlerinden birisi de toplumsal değişme hızıdır. Bir toplumda sosyal ve teknolojik değişiklikler ne kadar süratli olursa, aynı gelişme safhasında, iki farklı kuşağın yaşantılarındaki kültürel içerik farkı da o derece büyük olacaktır. Ana-baba geçmiş yaşantılarını kendi çocuğuna aktarma sorumluluğunu yüklendiği zaman, kendi ergenlik yaşantılarının modası geçmiş olduğunu öğrenir. Ana-babanın kültürel açıdan geri kalması, ya da yavaş ilerlemesi, modern toplumda, çocuğun birbiri ile yarışan otoritelerle karşı karşıya bulunduğu dikkate olursa, daha da önemli bir konu haline gelmektedir (Oskay, 1981: ).

Ülkemizde yapılan araştırmalar anne-baba genç ilişkilerini çatışma boyutunda ele alırken, bu ilişkiler kentleşme sürecinde ele alınmıştır.

Köknel (197) araştırmasında anne-babayla çocuklar arasındaki çatışma konularını, çocuk yerine konma, ana-babanın baskıcı ve katı tutumu, anlayışsızlık, hoşgörüsüzlük, kararlara katılmama ve gençlere sorumluluk verilmeme şeklinde sıralanır.

Varış (1968) araştırmasında genç kızların başlıca çatışma konularını şöyle sıralar; Eve geç gelmek, izinsiz gezmek, açık giyinmek, yalan söylemek, kardeşlerle

(22)

geçimsizlik. Genç erkeklerle aileleri arasındaki çatışma konurları ise, saygısızlık söz dinlememe, der çalışmama; içki, kumar gibi kötü alışkanlıklar ve kötü arkadaşlar olarak belirler.

Gökçe (1984) yaptığı araştırmalarda gençlerin %42’sini ana-babanın kendilerine karşı tutumların olumlu olduğu belirtirken, geri kalan orandaki gençlerin ise, ebeveynlerin kırıcı davranmalarından, çocuk yerine konmaktan, özgürlüklerin engellemesinden, düşüncelerine değer verilmemesinden yakınmaktadırlar.

Oskay (1981) ise kız çocuklarının ana-babalarından yakınmalarını şöyle sıralamaktadır. Erkeklerle arkadaşlık, erkek arkadaşlarını eve getirmeme, arkadaşlarının onaylanmayışı, geceleri dışarıya çıkmama, düşüncelerinin önemsenmemesi, dayak ve liseyi bitirince hemen evlendirilmek.

Ekşi (1982), gençlere ana-babaların tutumları ile ilgili düşünceler sormuş, gençlerin önemli bir kısmı annelerini koruyucu ve sevecen değerlendirmişlerdir. Babaların sevecen olarak değerlendirenlerin oranı ise %36 dır. Kız öğrenciler erkeklere oranla annelerini daha titiz ve sinirli olarak nitelendirmişlerdir.

Atalay (1979), köy kesimindeki araştırmasında aile ile gençler arasındaki anlaşmazlık konuları daha çok eş seçimine ve çalışmak için köyden kente gitmek şeklinde tespit etmiştir.

1. 2. Türkiye’de Aile Yapısı ve Aile Tipleri

İnsanoğlu tarihin ilk dönemlerinden günümüze değin uzanan serüvende doğumuyla birlikte içinde bulunduğu ilk grup aile olduğu gibi ölümüne kadar da sürekli bir aile grubunun üyesidir.

Toplumun en küçük birimi olan ailenin, insanlık tarihi kadar eski olduğu yapılan birçok araştırmada dile getirilmiştir. Hatta var oluşun düzenli ve kurallarla çevrilmiş olduğu günümüzde kabul edilmektedir. Tarihsel gelişimi içinde aile işlevleri açısından bazı değişikliklere uğramışsa da işlerliğini günümüzde de devam etmektedir.

Ailenin evrensel bir tanımlamasını yapmak oldukça zordur. Kavram olarak geniş bir yelpazeye sahip olan ailenin aynı zamanda da farklı perspektif ve konularına göre farklı tanımları vardır. Bunları; aile üyeleri aralarındaki ilişkiler ve etkileşim

(23)

yönünden sosyal bir grup, sosyal ve ekonomik bir birlik, sosyal yaşamın temel göstergelerinden biri olarak örgüt, üyelerin bir ihtiyacını karşılaması ve yürütülmesinde sistemleştirilmiş birçok kuralları bulunan sosyal bir kurum ve sosyal yapının ana unsurlarından biri olarak farklı kategorilerde ele alındığını görmekteyiz ( Gökçe, 1990:27; Nirun, 1994:17). Ancak bu farklı kategoriler içindeki tanımlamalar birbirinden ayrı değildir. Yapılan tanımlamalar, içeriğinin ön plana aldığı perspektif açısından farklılaşmıştır.

Aileyi sosyal bir grup olarak ele alan bir tanıma göre; aile kuşak ilişkilerine göre ana, baba ve çocuktan meydana gelen bir sosyal gruptur (Gökçe, 1990:47).

Türkiye’de Aile Yapısı: Türkiye’de farklı aile tiplerini tanımlayabilmek ve açıklayabilmek için genelde iki kriterin kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki hane halkı kompozisyonu ve otorite örüntüsüne göre aile biçimlerinin belirlenmesidir. İkincisi ise köy, kasaba, kent ve gecekondu yerleşim birimlerinin farklılaşması ile ortaya çıkan yerleşim yeri esasına göre yapılan aile biçimleri sınıflandırmasıdır.

Köy, kasaba, kent ve gecekondu yerleşim biçimlerinin ailenin özellikleri üzerinde farklılaştırıcı etkisi olmasına karşılık, temelde hane halkı ve otorite örüntüsüne göre ortaya çıkan aile biçimlerinin bu yerleşim yerlerinde de görebilme imkânı mevcuttur.

Araştırma konumuzla ilgili olduğu için yerleşim birimlerine göre aile tipleri üzerinde duracağız.

Yerleşim yeri ölçütüne göre, Türkiye’de birbirinden farklı yapıya ve farklı fonksiyonlara sahip dört aile tipi tespit edebiliyoruz. Bunlar kent, gecekondu, kasaba ve köy aileleridir.

a) Köy ailesi

Köy ailesi esas olarak tarım ve hayvancılık yapan ve bunu değişen ölçülerde de olsa, kendi tüketimi için, yapan bir ailedir ( Ozankaya, :).

Kısaca köy ailesinin özellikleri şu şekilde özetlenebilir.

Köy ailesinin emniyeti bütün köy topluluğu tarafından sağlanır. Köy toplumlarında ferdin ırzı, namusu, köylünün ırzı ve namusu demektir (Balman, :) Köy

(24)

ailelerinde erkekler için akrabalık ilişkisi kadınlar içinde komşuluk ilişkisi önemlidir. Komşuluk köy topluluğun hayatının bir istikrar unsurudur (Ertentuğ 1972:18). Köy ailesi yüksek ölçüde bir çalışma cemaatidir (Göçbilmez, ). Köy çocuklarının kiminle evleneceğinin kararlaştırılmasında ana-babanın büyük etkisi vardır (Ozankaya, :). Yine evlenme yaşı oldukça küçüktür ve evlenmelerin büyük çoğunluğu köy içinden gerçekleşmektedir. Köy aileleri genellikle geniş aileleri oluştururlar çünkü evlenmelerin çoğunluğu erkeğin babasının evinde otururlar. Yine ailede baba yegâne karar verme yetkisine sahip kişidir (Ozankaya, Özer, :297)

Doğurganlık oranı kentlere oranla yüksektir. Boşanma oranları da olukça azdır. Erkek çocuğa kız çocuğundan fazla değer verilir (Balamen, :185).

b)Kasaba Ailesi

Kasaba ailesini Ozankaya şu şekilde tanımlar; “esas olarak küçük esnaf ve zanaatkâr küçük tüccar, toprağını kendisini işlemeyen çiftçi, küçük memur ve bir ölçüde de işçi ailelerinden oluşur (Ozankaya, :281).

Kasaba aileleri hem köy hem de kent yerleşmelerinden etkilenir. Bu nedenler kasabalar köy ile kent arasında aracı durumda bir merkez özelliği taşır. Kasabalarda geleneksellik kısmen çözülmeye başlamıştır. “Birçok” türüyle birlikte kendi tüketimleri için sınırlı ölçüde tarımsal üretim yaptıkları gözlenmiştir.

Geniş aile birlikte çekirdek aile daha yaygındır. Evlenmelerde güvey gelin adaylarının ailelerin ekonomik düzeyde benzer durumda olmasına çok önem gösterilir. Eş seçiminde ana babaların etkisi çoktur. Kadın her zaman erkeğe kesinlikle bağımlıdır, onun sözünden çıkmaz. Evlenmelerde hem dini hem resmi iki nikâhta yapılır (Ozankaya, :313-1314).

c ) Kent Ailesi

Kentleri kasaba ve köylerden ayıran bir takım temel özellikler vardır. Bir kere kentte “ iş gücü biçiminin tarıma değil, tarım dışı çok değişik etkinliklere sanayi hizmet (ticaret, ulaştırma, kamu görevleri… v. b ) etkinliklere dayalı olmasıdır. Kent ailesi ise tarımdan tümden kopmuş işçi, bürokrat ya da küçük büyük serbest meslek sahiplerinin

(25)

oluşturduğu bir aile birimidir” (Ozankaya, :291). Freger, kent ailesi ile köy ailesi arasındaki farkı şöyle belirtir. “köy toplumunda ailenin ikamet ettiği mekân ile çalıştığı mekân aynı yerlerdir. Kent ailesinde ise oturulan yer ile çalışılan mekân birbirinden ayrılmıştır. Bu gelişimin sonucu olarak aileyi geçindiren iş münasebeti de değişmiş, şehir ailesi saf bir tüketim cemaati haline gelmiştir (Freyer, 1967 :241).

Kıray kent ailesinin özelliklerini şöyle belirtir:

Kent ailesi uygarlaşmış, farklılaşmış, örgütlenmiş kurumlarla çevrili etkin bir teknolojinin oluşturduğu sosyal çevrede yaşamaktadır. Kent aileleri homojen bir kitle değildir. Köyden kente göç etmiş olanlar, esnaflar, uzmanlaşmış gruplar kentte büyük çeşitlemeler oluşturmaktadır. Çalışma düzenleri değişiktir. Oturulan yer ile çalışılan iş alanları ve sanayi bölgeleri arasında ulaşım araçlarla sağlanabilen oldukça büyük bir mesafe uzaklığı vardır. Kent ailesinde yemek pişirme, ev işleri, çocuk bakımı gibi ailenin temel fonksiyonları aile dışına çıkmış ve ticarileşmiştir. Hem halk oranı küçük olduğu için çekirdek aile biçimindedir (Kıray, 1982:69-70).

Kent toplumunda akrabalık ilişkileri kuvvetli değildir. Kent toplumlarında eğitim ve öğretim çok değişik kurumsal kuruluşlar ve karmaşık toplumsal çevre tarafından yapılmaktadır. Kentteki evlenmelerde ana-babanın, akrabaların etkisi iyice azalmıştır. Böylece mirasın bölünmesi gibi kaygılar ortadan kalkmıştır (Ozankaya, :. 305-306).

d) Gecekondu ailesi

Geleneksel köy ailesinin özelliklerini kente taşımakta aynı zamanda kentli davranış biçimlerini de kazanmaya çalışmaktadır.

Gecekondu bölgelerinde aile bizimde, aile içindeki ekonomik işlevlerini değişimine uygun olarak yeni bir biçimde kazanmaktadır. Bu bazen gecikme gerçekleşse bile, sonuçta ekonomik işlevlerindeki farklılaşma aile içi ilişkileri de etkileyecektir.

Kırsal alanlarda bile ailenin çekirdek yapıya sahip olduğu düşünülürse gecekondu bölgelerinde egemen olan aile yapısının da anne-baba ve küçük çocuklardan oluştuğunu görmek hiç şaşırtıcı değildir. (Gökçe, 1976:72). Her ne kadar kadın ve çocuklar geleneksel geniş aileye oranla, daha çok özgürlüğe sahipseler de, babanın aile

(26)

içindeki denetimi gecekondu ailesinde de son derece güçlüdür. Örneğin çocukların iş ve eş seçme özgürlükleri kırsal aileye oranla daha yaygındır (Kongar, 1972:6). Buna karşılık hemen hemen bütün önemli ailesel konularda karar baba tarafından verilir.

Gecekondu ailelerinde, anne babaların kırda yetişmiş olması nedeniyle iki farklı kuşağın bir arada bulunması söz konusudur. (Özen, Sevinç, Seminer a. g. d. s. 17). bu da gecekondu ailesinde yaşanan kuşak çatışmasının diğer ailelere göre daha çok neden olmaktadır. Köyden kente göç eden ailelerin kente uyum sağlamak için yaşadığı çatışma, gencin genç olduğu için yaşadığı çatışma gecekondu ailelerindeki kuşaklar arası çatışmayı çoğaltmıştır.

Tutumlarına Göre Aile Tipleri

I. Demokratik Aileler: Demokratik ebeveyn, ılımlı, kabul edici, otonomiyi cesaretlendiren, psikolojik kontrol konusunda fazla iddialı olmayan ebeveynlerdir. Bunların çocuk yetiştirme teknikleri çocuk gelişimi ve eğitimi uzmanların tavsiyelerine çok yaklaşır. Böylece ebeveynlerin çocuğu büyük olasılıkla aktif, sosyal yönden olumlu, bağımsız olur. Aynı zamanda arkadaş canlısı, yaratıcı, çevresi ve kendisiyle iyi geçinen insanlar olur. Demokrat ailelerde aile bireyleri arasında yüksek düzeyde iletişim baskın bir ılımlılık ve arkadaşlık ruhu vardır.

II. Otoriter Aileler : Bazı ana babalar çocuklarını oldukları gibi kabul etmezler.

Onları istedikleri gibi yetiştirme arzusu ile aşırı otoriter disiplin uygularlar. Otoriter aile çocukların kendilerine ait bir düşüncesi olduğunu kabul etmezler. Çocuğun kendi başına iş yapmasına izin vermezler. Sürekli kendi istediklerini yaptırmak isterler. Çocuk bunun sonucu olarak bağımlı bir kişilik

III. Tutarsız Aileler: Evde disiplin yok değildir ama ne zaman nerede uygulanacağı belli olmaz. Aile kimi zaman kızdığı bir davranışı, kimi zaman görmemezlikten gelir. Bu da çocuğun davranışlarında çelişki yaratır. IV. Kayıtsız Aileler: Bu tür aileler çocuklarıyla ilgilenmezler. Onlarla

ilişkileri çok

(27)

1. 3. Türk Toplumunda Aile

Türk ailesinin Osmanlı ve önceki Türk toplumlarından Cumhuriyet dönemine intikal eden boyutları tarihi gelişim içindeki kalıcı ve süregelen karakterleridir. Bu çerçevede sözü edilen "geleneksel Türk ailesi"dir. Bu aile Cumhuriyetle birlikte taşrada ve daha çok kırsal alanda geniş aile, kent merkezlerinde ise çekirdek aile örneklerinde sürmektedir.

1.3.1. İslamiyet Öncesi Türk Ailesi

İslamiyet öncesi Türk ailesi Ziya Gökalp'e göre (1976, s. 280) beş aşama göstermiştir: Boy, sop, soy, pederi aile, izdivacı aile.

Boy: Gerçekte siyasal birliği ifade eden bir terimdir. Boy'un başındaki reis 'boy

beyi'dir. Görevi dayanışmayı korumak, hak ve adaleti düzenlemek, gerektiğinde silahlı mücadelelerle boyun çıkarlarını korumak ve kollamaktır. Boy beyleri, cesareti, mali gücü ve doğruluğu ile tanınmış oymakların ve aile reislerinin arasından seçilir. Seçici heyet eski Türk devletlerinde var olan meclislerin (danışma kurulu) küçük çapta bir ilk tipi olarak görülür.

Batı Oğuzlarda her öz (aşiret) dört boydan meydana gelmiştir. Ayrıca Oğuzlarda bir kişinin künyesi boyun ismi ve kişisel adından oluşuyordu. Örneğin "Salur Kazan" adı. Bu adda Salur boy, Kazan ise kişisel addır. "Büğdüz Emen, " "Kayan Selçuk" gibi unvanlarda da birinci kelimeler boy ismi, ikinciler şahıs ismidir. Boy isminin şahıs isminden sonra geldiğine dair örnekler de vardır. Yunus Emre, Tabduk Emre isimlerinde olduğu gibi.

Boyu bir arada tutan ve adeta "boy"un varlık nedeni olan birtakım etkenlerden söz edilebilir. Bunları şöylece sıralamak mümkündür (Gökalp, Aynı, s. 281-282):

• Siyasi etken: Kan dayanışmasıdır. 'İl'in oluşumundan sonra ortadan kaldırılmıştır.

• Ahlaki etken: Aynı boydan (boydaş) olanların birbirine yardımcı olmaları. • Dini etken: Boydaşların kutsal kabul ettikleri birer damgaları vardır.

Totemist inançlardan intikal etmiştir. Her damga aynı zamanda bir totemdir. Boydaşlar arasında birbirinin çevresinde bulunacak, doğum,

(28)

evlenme ve erdirme törenlerinde bulunmak bu etkenin yönlendirmesinin bir gereğidir.

• Ekonomik etken: Boyun, çayır, orman, yayla ve kışlakları, ortak maldır. Bu durum kullanım ve paylaşım ortaklığını da beraberinde getirmiştir. Mülkiyetin komünün bütününe ait olması şeklindeki bu olgu ATÜT'ün (Asya Tipi Üretim Tarzı) tipik bir örneğidir.

Boylar birliğine Budun denilir. Budunun başında beğ (kaan, han) bulunur. Budun siyasal açıdan bir "İP'e bağlı olabilirdi. Budunlar çoğunlukla soy ve dil birliğine mensup boylardan oluştuğu için budun kelimesi kavim anlamında da kullanılmıştır.

Görüldüğü gibi boy, anne, baba ve çocuklardan başka yetişmiş torunların ve ailelerin dahil kan akrabalığına dayalı bir göçebe ailesidir. Boylara çeşitli törenlerle kan akrabalığına kabul edilen yoksul yabancılar da katılabilmiştir. Bunların zamanla kabarması ve dallanıp budaklanması, bazı kolların ayrılmasıyla sonuçlanır. Ancak bu ayrılma kan akrabalığı bilincinin ve ortak ata kültünün ortadan kalkmasını gerektirmez.

Çin kaynaklarına göre Hunlar'da babalar ve çocuklar aynı çadırda birlikte yatarlar. Babalar ölünce oğullar babalarının öz annelerinden sonra evlendiği bütün kadınlarla evlenirlerdi. Eğer kardeş ölürse öteki kardeşler yengeleriyle evlenirlerdi. Bütün göçebe topluluklarında görülen bu geleneğin amacı, dulların ölen kocalarının servetini alıp ailenin mal ortaklığından ayrılmasına ve böylece diğer bir boyun zenginleşmesine engel olmaktır. Ayrıca, bir oğulun üvey annesiyle, kardeşin yengesiyle evlenebilmesinde "çocukların zürriyetsiz kalarak sönmesi" endişesi de rol oynamaktadır.

Boyun toplumsal yapısı aristoktrat ya da demokrat oluşuna göre değişir.

Demokrat bir boyda yalnız boyun kan açısından ortaklığı olan bireyleri bulunur. Bunlar hukuken birbirlerine eşittirler. Başlarından bütün aşiretdaşlardan meydana gelen bir meclis bulunur.

Aristokrat boylarda boyun asil olan bireylerden başka (oymak) adlı raiyyelerden, "kun" adlı köle ve cariyelerden meydana gelen bağlı zümreler de bulunur. Oğuzlar'a göre boy isimleri Oğuz Han'ın 24 torununun adlarından ibaretti. Bir boyun fertleri, boyun adını, eski dedesinin adı sayardı (Gökalp, s. 281).

(29)

Sop: Sop eski Türkçe'de semiyye (adaş, hem-nam) anlamındadır. Yakut

Türkleri'nde "sip, " Kara Kırgızlar'da "sibit, " Batı Oğuzları'nda ise "sop" şeklinde kullanılmıştır. Sop nesepçe birbirinin akrabası olan bireylerden meydana gelen bir topluluktur.

Ziya Gökalp'e göre sop'un en esaslı toplumsal zümresi "sip"tir. Sipin yapısına dair bilgimizi azdır. Ancak sip "nesepçe" birbirinin akrabası olanlardan başka birtakım yabancıları da kapsamaktadır. Ekonomik zorunluluklara göre genişliği değişir. Bi-reyleri arasında dayanışma (tesanüd) oldukça güçlüdür.

Arazi bireyler arasında bölünmüşse de, bölünme daima yeni bölünmelere ve ödünlere bağlıdır. Orman ve mer'alar sipin ortak malları arasında yer alır. Hatta özel evler bile yalnızca sahiplerinin yararlanmasına mahsus değildir. Her rast gelen istediği eve girerek gece ve gündüzün her saatinde orada kalabilir.

Bunlar tabii aile niteliğindedirler. Dini, ahlâki, hukuki müeyyidelendirmeye (de facto) tabi tutulmadığı için toplumsal aile kategorisine girmemiş kurumsal bir değer ifade etmemiştir.

Karı-koca ve çocuklardan meydana gelen bu oluşuma özel bir ad bile verilmemiştir.

Sipler hukuken ifade edilmedikleri için oluşumları yalnızca fiili zümreler olarak nitelenir. Bu nedenle bireyler arasındaki ilişkiler gayet zayıf bir ahlaki mahiyet arz eder. Dolayısıyla yapının ortaya çıkardığı düzen mekaniktir. Bunun için kuvvetli zayıfı ezer. Böyle bir yapıda düzenden çok düzensizlik öne çıkar. Hatta anne-baba ve çocuklar arasında da tanımlanmış ilişkiler yoktur.

Sip'te Çocuklar: Çocuklar küçükken evin reisi, karısı ve çocuklarına mutlak derecede bir velayetle tahakküm ederdi. Ancak çocuklar kendilerine yetecek yaşa gelir gelmez bağımsız olmak isterler. Onların bağımsız olmaları evbark sahibi olmalarıyla eş anlamlıdır. Bu aşamada babalarının malından bir kısmını zorla alabildikleri de görülür. Anne-babanın yaşlılığı gelince de bu kez tahakküm sırası çocuklara gelmiş olur. Çocuklarının yaşlı anne-babalarına tahakkümü ise ağır ve acı bir surette devam eder.

Sip'te Evlilik: Dışarıdan evlenme (egzogami) şeklindedir. Yakut Türkleri mensup olduğu Sip içinden evlenemez. (Gökalp, s. 288).

(30)

Sop'u içinde bu metinden anlaşıldığı üzere ferdi akrabalık yerine maşeri (toplumsal) akrabalık mevcuttu. Yani her birey kendinden önceki kuşağa mensup erkeklerle kadınlara ayrı unvanlar verir, kendinden sonra gelen kuşağa mensup erkeklere ve kızlara da ayrı verirdi. Örneğin ben kendimden önceki kuşağa mensup bütün erkeklere "içi" bütün kadınlara "aba-abla" derim. Dedemi, babamı, amcamı, büyük amcazademi, büyük kardeşimi hep bu tabirle ifade ederim. İçi, şark Türklerine mahsustur. Batı Oğuzları bu statülere "ağa" kelimesini kullanırlar.

Benden küçük olan erkek ve kızların da ayrı tabirleri vardı. Benden küçük olan erkeğe "ini, " benden küçük olan kıza "sifgil" adlarını veririm. Görülüyor ki, sop'un içinde birbirimizin akrabaları değil, hepimizin sopun akrabaları durumundayız. Bu nedenle de bireysel akrabalık terimleri yerine toplumsal ve ortak akrabalık terimleri kullanılırdı. Bu çeşitten akrabalık terimlerine "semiyyevi akrabalık tabirleri" denir.

Gökalp Anne Sociologigue'e atıf yaparak (s. 284) sopun özellikle Yakutlar'da "toplumsal aile" modeli olduğunu vurgular. Buna göre sop, anaerkil ve ataerkil semiyyelerden meydana gelmiştir.

Soy (Büyük Aileler): Soy hem sosyal hem de siyasal bir birimdir. Aile yapıları baba reisliğine, akrabalık ilişkileri kan birliğine dayalıdır. Kan baba soyuna dayalı olarak işler, dolayısıyla akrabalık da erkek tarafına dayanır.

Kısaca soy, bir büyük babanın çevresinde birey ve aileler topluluğudur. Soy birliği büyük babanın ölümünden sonra da devam eder. Bu kez soyun başına soyun en yaşlısı geçer.

Eski Türkler'de soyun bireyleri soyu ilgilendiren işleri görüşmek üzere zaman zaman toplantılar yaparlar. Toplantılarda herkesin konuşma hakkı vardır. Her soyun bir soy adı olur. Kendine göre örf ve âdetleri, soy içindeki yaşamı düzenleyen ve uyulması zorunlu hukuksal nitelikte kurallar bulunur.

Her soy bir reis otoritesine dayanır. Bu otorite genellikle en yaşlılardan seçilir. Soy batı Türklerinde yedinci göbeğe kadar çıkar. Soyun dışında kalanlar yabancı sayılır. Bunlara "yad, yabancı veya yedi yad" denilir. "Kızımı yedi yabancıya veririm,

" "yedi yabancıdan kız alırım" cümleleri eskiden evliliğin yedi göbeğin dışında

(31)

Doğu Türkleri'nde ise soy dokuz göbeğe kadar çıkar (Gökalp, s. 292). Boy ve sop devirleri geçtikten sonra soy isimleri aile ismi olmağa başladı. Örneğin, Cepkenoğulları, Çapanoğulları, Kozanoğulları gibi.

Pederi Aile: Eski Türklerde Almanlarda bulunan eşitlikçi ve iki taraflı aileye "soy, " Almanca "zippe" adı verilir. Gökalp'e göre soy büyük bir daire olduğu için kendi içinde orta ailelere ayrılır. Bunlara "pederi" aile denilir. Bu aile soyun parçalara ayrılmış yeni bir şeklidir.

Gökalp pederi aile ile ataerkil aileyi birbirine karıştırmamak gerektiğini vurgular (Gökalp, : 293). Çünkü, ataerkil ailede akrabalar asafelerden yani erkek soyundan gelen akrabalardan ibarettir. Ataerkil ailede ailenin malı mülkü aile reisine aittir. Pederi aile tamamıyla eşitlikçe bir ailedir. Akrabalık yalnızca baba yönünden değil anne yönünden de gelmekte dolayısıyla tek taraflı değil çift taraflıdır. Amca ile dayı, hala ile teyze birbirlerine eşittirler. Kadınlar da büyük haklara sahip olduğundan kocalarına eşittirler. Çocuklar da ataerkil ailede olduğu gibi baba otoritesine tabi değildi. Gökalp'e göre bu nitelikleriyle pederi aile özgürlükçü ve eşitlikçe ailedir. Bu aile Cermen (Alman) ailesi aracılığıyla Avrupa'nın bugünkü aile modelinin de kaynağı olmuştur.

İzdivaci Aile: Evlenme sonucu oluşan aile. Türkler izdivaca "evlenmek, " "ev-bark" sahibi olmak derler. Bark, Orhun anıtlarında "mabed" anlamına gelir. Ev de kutsal bir mabed kabul edildiğinden "bark" adını alır. Bu anlamda evlilik eski Türkler'de kişilerin kutsal bir güvenceye kavuşmasıdır.

Eski Türkler'de ergenlik yaşına giren bir genç göstereceği bir yiğitlik ve kahramanlık eyleminden sonra toplum tarafından kendisine milli bir isim verilirdi. Bu konuda başarılı olan genç yani toplum tarafından isimlendirilmeye hak kazanmış olan genç aynı zamanda ailenin ortak mal ve mülkünden pay alma, miras alma hakkına da sahip olurdu. O nedenle eski Türkler'de "miras intikali için, baba ve annenin ölmesi gerekmezdi." (Gökalp, : 296). Miras için gencin gösterdiği yiğitlik yeterli olmaktaydı. Evlenecek yaşa gelen genç gösterdiği kahramanlıktan sonra il meclisinden milli bir ad alırdı. Bu suretle "ildeş" yani 'vatandaş' hukukuna sahip olurdu. Bu onun ailesinin "velâyet-i Musa'sından çıkarak milletinin "vesâyet-i âmmesi altına girmesi anlamına gelirdi.

(32)

Gençler evlenirken ne kendisini ne de karısını kendi babasının ocağına getirirdi. İç güveylik olmadığı gibi iç gelinlik de yoktu. Erkek baba ocağından payına düşeni alır, kız da "yumuş" adlı çeyizi ile gelirdi. Bu çeyiz aile arasında verilen hediyelerden, armağanlardan oluşurdu. Bu şekilde gelin ile damat birleşerek ortak bir ev sahibi olurdu. Yeni izdivaç için yeni bir çadır yapılırken temiz ve beyaz olduğu için "Ak Ev" unvanıyla nitelenirdi.

İzdivaci aileye girmek için pederi ailede doğmuş olmak yeterli bir neden değildir. Devlet tarafından yasaların ortaya konması gerekirdi. Cengiz Han'ın ortaya koyduğu yasaların böyle bir işlevi vardı. Buna göre bir kadın "küfüvü=dengi" olmayan bir erkekle evlenemezdi. Fakat bir kızı küfüvü olan bir erkek istediği zaman babası ve annesi ona vermemekte ısrar edemezdi.

(33)

İSLAM ÖNCESİ TÜRK AİLESİ

Türkler üzerine araştırmalarda eski Türkler'in yaşama biçimlerinin anlaşılmasında öne çıkarılan bazı sözcük ve simgeler vardır: Kılıç, savaş, kadın, at gibi.

Hatta zamanla bu sözcük ve simgelerin "at, avrat, pusat" şeklinde "gücü ve ihtidan " elde tutmanın temel ölçütlerini ifade eden özdeyişe dönüştüğü de olmuştur. Bu itibarla, batılı araştırmacılar diğerlerinden farklı olarak ve yalnızca "at" simgesi çevresinde, adeta topraktan soyutlayarak tanımlama girişiminin belirgin bir eksikliği taşıdığı söylenebilir. Sözgelimi Claude Cahen 'e ait olan şu sözlerin görünürdeki övgü temasının, gerçekte içten içe bir olumsuzluğu, olumsuz bakışı yansıttığı düşünülebilir. Cahen, Türkler için, "İskitler'den devraldıkları taktik hareketleri ve at sırtından ok atabilme yetenekleri ile yüzyıllar boyu karşı konulmaz bir güç oluşturmuşlardır. " demektedir. Benzeri "oryantalistler (şarkiyatçılar) " gibi görünürde Türkleri at sırtında ve savaşçı, ama arka planda topraktan uzak olduğunun vurgulanması olan bu "övgü", gerçekte kültür üretmenin toprağa bağlı oluşla açıklandığı Batılı anlayış ve açıklama biçimleri içinde at sırtındaki Türkler'in böyle bir üretim etkinliğinden uzak olduklarının dolaylı bir ifadesidir.

Oysa eski Türkler'de doğal ve toplumsal koşulların gereği olarak ortaya çıkan savaşçı özelliklerin toprağın ihmaline yol açtığını söylemek mümkün değildir. Onlar için "toprak ve halk devleti meydana getiren iki önemli unsurdur". Burada halk de-yiminin dönemi içindeki anlamıyla düşünüldüğünde ve Türk toplumlarının gelişim süreci içinde "boya" tekabül ettiği göz ö-nüne alındığında gerçekte toprakla bütünleşmede öne çıkarılan unsurların "aile" olduğu görülmektedir.

"Eski Türkler'de Aile" deyimi islamiyet'ten önceki dönemi işaret etmektedir. Bu dönemde Türk ailesi, "boy, sop, soy, pederi aile, İzdivaci aile" olmak üzere beş aşamada örneklenebilir. Burada görüldüğü üzere tüm aşamaların ilki "boy "dur. "Phratrie" sözcüğünün karşılığı olan "boy" dörde ulaştığında "aşiret" meydana gelirdi. Bu ise "devlet demektir. " Böyle bir devlette (aşirette) "bir kişinin künyesi boyun ismi ile kişisel adından meydana gelirdi. " Bu ilginçtir. Çünkü gerek İslamiyet 'ten önce, gerekse İslamiyet'ten sonra Boy'un kendi içindeki evrimi sonucu ortaya çıkan aile örnekleri geniş aileye ve aile büyüklerine atfen yapılan adlandırmalar bir gelenek

Şekil

Tablo : 1890'lı yıllarda İstanbul'da kız okulları
Tablo  1  de  gençlerin  ebeveynleriyle  aralarında  anlaşamadığı  konularda  cinsiyetleri  bakımından  farklılıklar  olduğu  gözlenmektedir

Referanslar

Benzer Belgeler

Ferit Edgü'nün yaptığını yapar, "Gece Leyla'yı ayın on dördü" cümlesini "Gece Leyla ayısı döndü" diye okurlar.... E LİMDEN bugüne

Muhtar Paşa ve beraberindekilerin İtalya’ya gideceklerinin iki taraf sefaretlerine de duyurulmasından sonra, İtalya Kralı Umberto’nun padişaha

Bıldırcınlarda yeme katılan karpuz püresi ilavesi kontrol grubu ile kıyaslandığında ortalama canlı ağırlık değerleri için 1.hafta yaklaşık % 11,8 oranında

iken son testte, okul/seminer, sağlık personelinden bilgi almada önemli artış olmuştur. Bu kişilerin üniversite öğrencileri olmalarına karşın grubun CS/ÜS ile

Bu çalışmada, konservatif tedavi yöntemleri ya da cerrahi tedaviyle iyileşmeyen bel/bacak ağrısı şikaye- ti olan hastalara uyguladığımız transforaminal ante- rior

Ikonos uydu görüntüleri kullanılarak yapılan, Adaptive, Fuzzy C Means, Isodata, K Means yönlendirilmemiş sınıflandırmaları sonucunda elde edilen görüntüler, daha net ve

This study, as suggested before, aims only to focus on the criminogenic needs, expectations of probationers from the probation service as well as on the areas probationers would

Main elements of HC period (before primary care reforms) Main elements of FP period (after primary care reforms) Outcomes or variables linked to primary care reforms Measures