• Sonuç bulunamadı

Şehir (medine) kavramı daha genel olarak doğu toplumlarının tarihsel yerleşimini ifade ederken; kent (city, polis) Antik Yunan’dan günümüzde modern olarak değerlendirilen Batı dünyasının ve oradan da sanayileşmeye, modernleşmeye çalışan batı dışı toplumların kullandığı kavramdır. Şehir ile kent aynı anlamlara haiz ise de, belki şehir doğu toplumları için gelenekselliğin sembolü olup∗ içinde statikliği

barındırmaktadır. Kent ise hızlı değişimin olduğu, planlı mekansal örgütlenmeyi içermektedir.

Kentin tanımlanmasında farklı değerlendirmeler söz konusu olmakla birlikte genel kabul görecek tanım yapmak da mümkündür:

“Tarım dışı ve tarımsal üretimin denetlendiği, dağıtımın koordine edildiği, ekonomisi bunu destekleyecek şekilde tarıma dayalı bulunan, teknolojik değişimin beraberinde getirdiği teşkilatlanma, uzmanlaşma ve iş bölümünün en yüksek düzeye ulaştığı, gerekli nüfus büyüklüğü ve yoğunluğuna ulaşmış, toplumsal entegrasyonu yükselmiş bir insan yerleşmesidir. ” (GÖRMEZ, 1995:8).

Sanayileşme temelli olan bu kent anlayışında, kenti oluşturan insanın farklı kültürel değerlerden beslenen yaşam alanı vardır. Ancak bu alan cemaat ya da topluluk yaşam alanlarına göre oldukça dar bir alandır.

Kentler, birbirine bezemeyen yaşam biçimlerine sahip insanların, aynı yerleşim alanında diğer yaşam biçimlerini kabullenerek yaşayabildiği mekanlardır. Sanayi öncesi kent nerede durmaktadır? Esasen kentler sanayileşme ile eş değer bir gelişmişlik çizgisi takip etmez. Sanayi öncesi kent anlayışı; yönetimlerin merkezi konumlarında olan, ekonominin daha ziyade ticaret ile değerlendirildiği mekanlar olarak karşımızda durmaktadır. Bu bağlamda düşündüğümüzde kent tanımlamalarında genellikle nüfus büyüklüğü, idari statü, nüfusun yapısı, iş bölümü ve uzmanlaşma, örgütlenme biçimi, işlev alanlarındaki farklılaşma, işlev alanlarındaki farklılaşma, iş gücünün sektörel dağılımı, heterojenlik, fiziksel doku ve üretimin yapısı (DİNÇER,

∗ Burada, Tanpınar’ın Beş Şehir’i, A. T. Alkan’ın Altıncı Şehir’i, M. Enç’in Uzun

Çarşının Uluları’ndaki analizler gelenekselliğin referans kaynakları olarak belirtilebilecek eserlerden bazılarıdır.

1999: 341-342) şeklinde özetlenen ölçütler kullanılmaktadır. Kentlerin işlevlerinde meydana gelen bu değişmenin temelinde yukarıda değinilen unsurların hangisinin en etkili olduğunu kesin olarak belirtmek zordur. Çünkü bu nedenlerden bir çoğunun ortaya çıkışı bir diğerinin var olması ile mümkün gözükmektedir. Yine de ilk sanayileşme hareketinin tarım kesiminde ve dokuma tezgahlarındaki değişme ile ortaya çıktığını düşünürsek, kentlere aşırı göçün başlaması ile sanayileşme arasında yakın bir ilişki kurabiliriz.

Batı toplumlarında ulus devletlerin ortaya çıkması ile kent merkezlerindeki yönetimlerin önemi azalmış yerini sanayileşme ile ekonomik güce bırakmıştır. Güç artık siyaset anlayışından ekonomik anlayışa doğru bir gelişme göstermiştir. Bu bağlamda İngiltere’de Londra, Liverpool, Manchester, Birmingham, ve Glasgow gibi şehirler sanayileşeme ile ön plana çakan şehirler olarak tarihteki yerini almıştır. Bu şehirlerde hızlı sanayileşme ile ülke içi ve uluslararası pazarların genişlemesi için stratejik bir temel sağlayan kurumsal yapı ve iş ahlakının yaratıldığı yerlerdir (DEANE, 1994: 66). Ancak kentleşme hızı tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar artmamıştır. BM verilerine göre 1950’de sadece iki olan megakent sayısı (New York:12. 3 milyon nüfuslu, Londra:8. 7 milyon nüfuslu ) 1990’da 21’e çıkmıştır (ÖZDEMİR, 1999: 37). Sanayileşme vetiresinde batıda meydana gelen gelişmeler ile kıyaslandığında Doğu toplumlarındaki kentlerde henüz bu değişmenin tam olarak olduğunu görmek mümkün değildir.

Sanayi öncesi de var olan ve sanayileşme sonrasında hız kazanan insanın içinde yaşamış olduğu mekanı yeniden şekillendirme isteği, başka bir değişle kentlerin kentleşme süreci, bu sürece etki eden yeni faktörleri gündeme getirir. Ancak kentleşme bir süreç içinde değerlendirildiğinde sanayileşme bu sürecin en hızlı olduğu zaman kesitini oluşturur. Yine tarihi vetire içinde kent toplumları imparatorluklar devrinde otoriteden kısmen daha bağımsız hareket ederlerken, ulus devletlerin ortaya çıkıp güçlendiği ve sanayileşme ile ekonominin sistematik üretim haline geldiği dönemde merkezi siyaset anlayışının hakim olması, bu yapıyı ortadan kaldırarak merkezileştirmiştir.

Sosyal ve ekonomik hareketliliğin arttığı kent, süreç olarak kentin yeni bir biçim kazanması olarak kentleşme: demografik, ekonomik, sosyal ve kültürel bir yapısal dönüşümü içermektedir. Bu anlamda demografik açıdan kentleşme özellikle

köyden kente göçle başlayan nüfus yoğunluğunun fazlalığı olarak ifade edilebilir (BAYHAN, 1997: 180). Sanayileşme sonrası kentleşme anlayışının temelinde nüfus artışı ve iş imkanlarının artması vardır. Bu durum hiç şüphe yok ki göçte köyün itici faktörlerinin yanı sıra kentlerin çekici özelliğe sahip olduğunu işaret eder (VERGİN, 1986: 30). Köyden kente doğru olan bu göç hareketi kentleşmenin hızı ile sanayileşmenin hızı arasındaki ilişkiyi gösterir. Zira sanayileşmenin kentleşme anlayışı, kente göç edenler kente uyum sağlamak için kentli değerler ile yakın ilişkiye geçtiğini ileri sürer. Bu açıdan kentleşme; kır nüfusunun kentsel alana göçü ile tarım dışı faaliyetlere yönelmesi olmayıp, kente ait değer sistemiyle kurumların ve örgütlenme biçimlerinin de giderek sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapıya nüfuz etme sürecini teşkil etmektedir (VERGİN, 1986: 33). Sjoberg sanayi kenti mekanında alt tabaka ve istenmeyen unsurların kent merkezi ile konut alanlarında geçiş bölgesinde konumlandığını belirterek, sanayi kentinde çöküntü bölgelerinin oluştuğunu vurgulamaktadır. (ASLANOĞLU, 1998: 42). Sanayileşme ile ortaya çıkan modern kent toplumu, ilk dönemlerinden itibaren kente iş için gelenlere henüz bu ağır insan hareketliliğini eritecek mekanlar ve meslekler üretemediği için birey kültürel, ekonomik ve psikolojik çöküntü ile karşılaşmıştır.

Anlaşılacağı gibi şehirleşme yapısal bir dönüşümü içerir. Ancak bu yapısal dönüşümün hangi gerekçelerle ortaya çıktığı ve özelliklerin ne olduğu da bir yönüyle klasik şehirleşme bir yönüyle de çağdaş şehirleşme nedenlerini ve özelliklerini gündeme getiri. Şöyle ki; tarım tekniklerinin gelişmesi, çalışma imkanları, ulaşım tekniklerinin gelişmesi, coğrafi sebepler, hukuki ve siyasi sebepler ve göç etme temayülü (İSBİR, 1991: 27-28) klasik şehirleşme neden ve özelliklerini ifade ederken; ekonomik iş birliği toplulukları, işçileşme ve kitle ulaşım araçlarının artışı çağdaş şehirleşmenin neden ve özelliklerini ifade eder ki şehirleşme sürecinde en önemli sebeplerden biri göç olgusudur. Sürekli artan insan sayısı mekan olarak dar bir alana sıkışan ve uzun tarihselliği içeren geleneksel şehri büyümeye zorlamıştır. Şehirler, giderek hem nüfus hem de şehir dışı yerleşme alanlarından buralara göç sebebi ile büyümektedir. Büyüyen şehirlerin, fiziki, sosyal ve ekonomik açılardan planlanması gerekir. Özellikle bu noktada planlama iki noktada ortaya çıkabilir:

1- Şehirlerle ilgili problemler ortaya çıktıkça bunları çözümleyici planlar yapmak,

2- İleride doğması muhtemel problemleri önceden önlemek için planlama yapılır (İSBİR, 1991: 40).