• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet dönemi toplumun genel seyrine bağlı olarak ailede karakteristik değişme ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu aile Cumhuriyet'in temel felsefesine uygun olarak Batılaşmanın empoze ettiği kültürel dönüşümleri yaşamakta; bu çerçevede modernleşmenin görünür etkisiyle şekillenmektedir. Kuşkusuz hem yapısal hem de kültürel anlamda Türk ailesinin homojen bir etkiye uğradığı söylenemez. Ama sistemin siyasal söylemi (batılılaşma, laiklik) yeni toplumun odak noktası olarak bütün farklılaşmaları anlamada işlevsel oluyorsa; modernleşme de kültürel anlamda Cumhuriyete özgü Türk ailesinin tanımında farklılıkların ortaya konmasında işlevseldir,

belirleyicidir. Bu anlamda modern Türk ailesi terimi, benzer ve karşıtlarını da açıklamaktadır.

Batıdaki kadar yaygın ve sektörel yapılanma olmamasına rağmen Cumhuriyete özgü sınai (endüstriyel) girişimler Türk ailesinin nicel (demografik) yapısı üzerinde etkili olmuştur. Sanayi üretiminin işçilerin fabrika çevrelerine ve kenar mahallelere top- lanmasını (Arond, 1981, : 12) empoze ettiği göz önüne alındığında, benzer bir işlevin Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde de yaşandığına tanık olunmuştur. Bu bakımdan kente, fabrika, çevrelerine geçici ya da kalıcı işçi göçü kırsal kesimdeki geniş ailelerin bölünmesine yol açmıştır. Ancak fabrikaların belirli bölgelerde yo- ğunlaşması kırsal kesimdeki bu etkilenmeyi sınırlamaktadır.

Kent ve kır olmak üzere Türkiye'deki aile yapıları ve oluşum etkenleri ile ortaya çıkan modelleri şöyle sıralamak mümkündür:

1. l. Kentlerde rastlanan karı-koca ve evlenmemiş çocuklardan meydana gelen çekirdek aile.

2. Kentleşme sürecinde istihdam imkânlarının alt yapı yetersizliğinin, dayanışma eksikliğinin ve toplumsal çevreye uyumsuzluğun doğurduğu veya koruma amacına dönük "destekli çekirdek aile. "

3. Aile reisi, karısı, evli oğulları, gelinleri veya bir evli oğul ve diğer bekar çocukların ya da bir evli oğul, gelin ve torunların birlikte oturduğu geleneksel aile.

4. Aile reisinin, kendi ana-babası veya bunlardan biri bekar kardeşlerin veya aile reisinin karısının bu tür yakınlarının veya ana-babalarım barındıran, gelenekçi geniş aileye göre biraz daha küçülmüş olan geçici

aile.

5. Büyük kent merkezlerinde az da olsa sosyo-patolojik gelişmelerin doğurduğu çözülen aile. Bu aile tipi de dul eş ve çocukları içine alan

parçalanmış aile ve tamamlanmamış aile şeklinde görülebilir (Erkal,

1983, s. 72).

6. Beşinci maddenin değişik bir boyutu olarak düşünülebilecek olan bir başka aile biçimi de eşlerden birinin yurtdışında işçi ya da zorunlu

nedenlerle bulunmalarıyla ortaya çıkan ailedir. Eşi Almanya, Avustralya ve Ortadoğu ülkelerinde işçi olan çiftlerle, 1989 yılında Bulgaristan'dan zorunlu göç nedeniyle Türkiye'ye gelenlerin oluşturduğu

"parçalanmış aile" biçimi.

Türkiye'de 1985 nüfus sayımı sonuçlarına göre "ortalama hane halkı büyüklükleri" aile demografisi hakkında bilgi verebilecek niteliktedir.

Tablo: İllere göre ortalama hane halkı büyüklüğü

Toplam İ1 Merkezleri İlçe Merkezleri Bucak ve köyler

5, 22 4, 47 5, 00 5, 99

Kaynak: Devlet istatistik Enstitüsü, Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, 20. 10. 1985, s. 158.

Bu verilere göre Türkiye ortalaması beş kişilik aile örneğinde seyretmektedir. Değişen sosyo-ekonomik koşullar Türk ailesindeki gelişmenin doğrultusunu da belirlemektedir. Bu durum "bir yandan ekonomik güç kazanan geniş ailede oğulların aile çatışmalarını önlemek için ayrılmak (. . . . ) ve diğer yandan nüfus arttıkça daralan toprağın aileyi geçindiremeyip iş bulmak amacı ile baba ocağından kopmak isteklerinden doğmaktadır. " (Ertentuğ, 1972, s. 28).

Giderek çekirdek aileye yönelen kopmaların Batı toplumlarında olduğu gibi kendi içinde birtakım zorlamaları da beraberinde getirdiği söylenemez. Gerçekte Türk aile yapısındaki küçülme ve daralmalarda "yaşlı ana-baba, sakatlar ve 18 yaşını geçen kız ve erkek çocuklar aile dışına itilmemekte, koruyucu kanatlar altında tutulmaktadır. " (Erkal, 1983, s. 72). O nedenle Türk aile yapısının cumhuriyet dönemindeki örneklerini kır ve kent boyutlarında ve ortak bir kültür çevresinde karakterize eden işte bu iç dinamiklerdir. "Türk toplumunun temeli ailedir. " şeklindeki anayasal önermenin ancak böyle bir özelliğin öne çıkarılmasıyla anlaşılır olacağı bilinmelidir. Çünkü, nüfusun yenilenmesi, çocukların toplumsallaştırılması, biyolojik tatmin işlevlerinin yerine getirilmesi gibi genel-geçer ortak öğeler dışında ulusal kültürün yaşatılması ve genç kuşaklara aktarılmasında Türk ailesi kendine özgü yetenek ve hassasiyetlere

sahiptir. Aileyi toplumun temeli kabul eden Anayasal ifadenin arka planı işte böyle bir toplumsal gerçekliğe dayanmaktadır. Burada adı geçen Anayasa maddesi şudur:

"Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet ailenin huzur ve refahı ve özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır. " (1982, md. 41).

Görüldüğü üzere T. C. Anayasası, "Türk toplumunun temeli" olarak kabul ettiği aileye karşı aynı zamanda devlete bazı yükümlülükler de getirmektedir. Bunlar ailenin huzuru, anne ve çocukların korunması ile aile planlamasının öğretimi şeklinde birtakım uygulamalardır. Cumhuriyetin geçmişten devraldığı sosyokültürel birikimlerin yanı sıra Anayasanın söz konusu tespitleri çevresinde alınan önlem ve uygulamalar çağdaş Türk aile yapısının belirlenmesinde temel etkenler olarak düşünülmelidir. Cumhuriyet döneminin geçen tüm anayasalarında yer alan bu ifade Türk ailesindeki iki önemli öğeyi ön plana çıkarmaktadır: Kadın ve çocuk.

Aile içi etkileşimin odağında yer alan kadın geleneksel konumuyla rolünü kanıksamış olan erkeğe oranla çocukla birlikte üzerinde daha fazla durulması gereken aile bireyi olarak ele alınmıştır. Kuşkusuz bu ayrıcalıklarda daha çok erkeğin yüzyıllar içinde birtakım haklardan yararlanmada elde ettiği aşama da dikkate alınmıştır. Çünkü sağlıklı ve sağlam aile yapısı aile içinde belirli dengelerin kurulmasıyla gerçekleşebilir. Böyle bir dengenin kurulması ise ancak aileyi meydana getiren bireylerin kendilerine tanınan hak ve yükümlülüklerini yerine getirmelerine bağlıdır.

Eğitim düzeyi hak ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinde önemli bir belirleyicidir. Bunun dışında farklı etkenlerden de söz etmek mümkündür. Ailenin ait olduğu doğal ve toplumsal çevre, kültür, din, dil ve toplum modeli; ailenin gelir ve kültürel düzeyi ailedeki bireylerin rol ve işlevlerinde ayrı ayrı etkilere sahiptir.

Ancak sadece eğitimdir ki, farklı etkenleri bir noktada aşarak belki de tüm bunlarla birlikte aileyi karakterize edecek güce sahiptir.

1. 4. Türkiye’de Göç olgusu, Kente uyum, Kentleşme, Kentlileşme

Köyden kente göç eden ailelerde ve bu ailelerin çocuklarıyla ilişkilerini tanımlayabilmek için beklide en başta, bu aileleri kırdaki konumundan kopararak kente getiren göç olgusuna kısacada olsa bakmakta yarar vardır.

Teorik açıdan ele alındığında en genel tanımı ile göç “İnsanların kendilerine özgü nedenlerle yaşadıkları bir başka yere doğru mekan değiştirmesidir. ’’ (Onat, 1993;3).

İnsanların bir yerden bir yere göç etmesindeki nedenler çok çeşitlidir. Ancak nedenleri ne olursa olsun göçleri iki genel kategoride ele almak mümkündür. İç göçler ve dış göçler. İç göçler bir ülkenin kendi siyasal sınırları içinde geçiçi yada devamlı göç hareketlidir. Devamlı göç olgusu iç göçler boyutunda ele alındığından ve Türkiye’de iç göçlerin yarattığı sorunlar daha çok gece kondu olgusu üzerinde yoğunlaştığı için dış göçler konumuz dışında kalmaktadır.

Sosyoloji literatüründe toplumsal yapı sınıflandırılmalarında en genel anlamda kır ve kent olguları temel alınmıştır. Bu ayırımın yapılamasında ne başta gelen unsurlardan biri ‘’nüfus’’ olgusudur.

Kentleşme; En derin anlamda kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfus oranının kırsal alanlarda yaşayanlardan fazla olmasıdır (Tatlıdil, 1987:47-48) .

İşbir kentleşmeyi, siyasi fikri ve fonksiyonel açıdan inceler.

Siyasi açıdan belirli idari hudutlar, içerisinde görev yapan yönetimlere sahip birimlerdir. Fiziki açıdan değişik amaçlar için kullanılan çok sayıda ki binalar ile ulaşım sağlayan yolarda oluşur. Fonksiyonel açıdan ise, ekonomik sosyal ve kültürel faaliyetlerin yaşadığı yerleşim yerleridir (İşbir, 1991:2-3).

Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bu günkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısının da örgütlenme, iş bölümü ve uzmanlaşma meydana getiren insan davranışı ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi süreci olarak tanımlanan kentleşme nedenleri ve sonuçları açısından pek çok toplumsal soruna kaynaklık ettiği için, bilinçli ve planlı bir müdahaleyi gerektiren bir değişme sürecidir (Keleş, 1976 :31).

Kent olgusu içerdiği çekici faktörlerden dolayı (işçeşitligi, ürün fazlalığı, eğitim, sağlık olanakları, işin fazlalığı gibi)kırdan bireyleri çekmektedir. Kente gelen köylü, gelirken kendi kültürünü de beraberinde getirir. Bu kültürü kente uydurmaya çalışır, uymayan taraflarını ayıklar. Kentliliğe geçiş sürecinde, köylünün yaşama biçimiyle birlikte ağır ağır değişen inançları değer yargıları davranışları tutkuları belli bir dönemde kırsal özelliklerden arınır. Bu arınmaya kadar geçen zaman kesintisinde var olan kültür ne köy ne de kent kültürüdür (Doğan, 1980: 65).

Günümüzde kırdan kente göçün hızla yaşandığı bir dönemde, Konya’da iç göç alan yerleşim yerlerinden biri durumundadır.

Nitekim D. İ. E’nin verdiği sonuçlarda Konya kentinin 1950 büyüme oranı 114, 1960’da 212, 1970’de ise bu sayı 355’e çıkmıştır (Konger, 1993: 345). Bu durumda Konya’nın kent olarak hızlı bir büyüme sürecine girdiğini göstermektedir. Göçün ve kente uyumun genel sorunları olarak görülen bu durum Konya kentine göçen bireylerin karşılaşabileceği temel sorunlar olarak görmekteyiz. Köyden kente göçen ailelerin yaşadığı çatışmalar kente uyum problemleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bireyler köy değerlerini yaşayamamakta aynı zamanda kentin değerlerini benimseyememekte uyum süreci yaşarken çatışmalar yaşamaktadır.

Çoğunlukla alt kültür özelliği gösteren kırdan kente göçeden bireyler ilk yerleşmede akraba ve hemşerilerin oturduğu kesimleri seçmektedirler. Göçmenin böyle bir tercih yapmasıyla ‘’kır’’ koşullarından kent çevresine geçişte ‘’tampon’’ görevi üslenecek bir guruplaşma yada kavuşmaktadırlar. Böylelikle kırsal nüfusun, kent çevresinde, kökenindeki topluluğun küçük bir benzerini yaratmakta ve kent ilişkilerini de bu mekanizma arcılığıyla geliştirmektedir (Sencer, 1979, 6: 306).

Kente göç edenler, her şeyden önce kentteki ilişkilere yabancıdırlar. Göç eden bireyin kente uyum sağlaması, kentteki ilişkilere alışmasına ve bu ilişkilerde başarılı olmasına bağlıdır.

Göç edenlerin kentle bütünleşmesi Sosyal politikaların geliştirilmesinde, bürokratik kurumlarla ilişkiler kurmasına (okul, belediye) istihdam alanlarından ne derece yararlandıklarına ve iş sahibi olmaları gibi unsurlara bağlıdır.

Kırsal dayanışma formlarını kültürlerini de beraberinde getiren bu insanlar kente uyum sürecinde bir sosyal değişme sürecinde kalacaklardır. Değişme sırasında

yeni ilişkiler, değerler, işlevlerde ortaya çıkacak yada değişimi yavaşlatacak veya uyumu sağlayacak tampon mekanizmalar geliştire bilecektir. Mübeccel Kıray’ın Karadeniz Ereğli’sinde yaptığı çalışmada kurumsal olarak geliştirdiği tampon kurumlar toplumsal gerçeğin bir parçası olarak sergilenmektedir. Ayrıca Ereğli’de beliren değerlerin yeniden kurulan ilişkilerin ailenin ve kişinin güvenliği sağlama işlevine yöneldiği ortaya koymaktadır (Kıray, 1984: 111-113).

Kente uyum, kent ilişkilerin egemenlik kazanması ve kalıpların özümsenmesi biçiminde belirlenmektedir. Yapısal-fonksiyonolist açıdan kente göç edenler bir süre sonra beraberinde getirdikleri değerleri ve kültürü, kentsel yaşamın gerekli kıldığı kentsel değerlerin alışkanlıkların yerine bırakacaktır.

Yine İbrahim Yasa’nın 1966 da yaptığı ‘’Ankara’da gece kondu aileleri’’ adlı araştırmasında ailelerin büyük bir bölümünün kendi evlerinde oturduğu, gelirinin genellikle aile reisi tarafından sağlandığı nadiren eşlerin çalıştığı görülmektedir. Aynı zamanda erkek çocukların kızlara oranla daha serbestlik tanındığı da belirtilmektedir. Gece kondu aileler ülkenin çeşitli bölgelerinden gelmelerine rağmen bölgesel ayrılık, yenebilecek bir takım deneyim ve ortaklaşa değerleri kent yaşamına uyum çabası içinde kazanmışlardır. Konya kentine göç eden bireylerin oluşturduğu ailelerde bu tarz özellikler gösterebileceği düşünülmektedir. Ayrıca gerek kız gerekse erkek çocukların okumalarına öncelik tanınması, kente uyumu hızlandırıcı bir faktör olacaktır.

Birçok yerde geçerli olan sınıflandırıcı ve belirleyici akrabalık sistemleri ve temel kolektif bağlar karşısında gerçekten mevcut ferdi akrabalık ilişkilerine benzer bir farklılaşma ve ferdileşme oluşacak, komşuluk akrabaları, aile için güçlü ilişkiler, geleneksel dayanışmalar zayıflayacaktır (Mershing, 1987: 263). Sonuçta kentte uyum gerçekleşerek, göç edenlerin kültürel yapısıyla kentin kültürel yapısı bütünleşmeye doğru gidecektir. Bu durumun tam tersi unsurların varlığı ise, göç edenlerin kent yapısı içinde alt kültür olarak kalmasını doğuracaktır.

Günümüz Türkiye’sinde hızlı bir kentleşme ve bunun yanında da hızlı bir değişim süreci yaşanmaktadır. Bu bağlamda kentleşme geleneksel ilişkilerin çözülmesine bağlı olarak ve giderek hızını artıran toplumun yeniden biçimlenmesi doğrultusunda gelişen çeşitli sorunlarında kaynağı olmaktadır ve ülkemizde diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi endüstrileşmeye bağlı olan kentleşmeden farklı

bir boyutu vardır ve bu boyut kentleşmemizin temel dinamiği endüstrileşmeye değil kırsal alanda olan yapısal değişmelere ve diğer etmenlere bağlanmaktadır (Sever, 1979:42), Fakat üzerinde önemle durulması gereken ülkemizdeki kentleşmenin salt bir nüfus hareketi olmadığıdır. Bu durum bir ucu kırda, diğeri kentte olan bir çözülme, yoğunlaşma ve akım olayı olarak değerlendirilmelidir. (Kartal, 1983:39) Kentlileşme, kentleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan sosyal bir olgudur. Bu anlamda ele alındığında kentlileşme bir bağımlı değişkendir. Buna karşılık toplumsal ekonomik ve siyasal yapı içerisinde, insan tutum ve davranışlarında çeşitli değişkenlere yol açılmaktadır. Bu haliyle ise kentlileşme bağımsız değişkendir.

Kentleşme süreci içinde yer alan ‘’nüfusta, kentte yaşam’’ süreci içerisinde gözlenen çeşitli değişmeleri ifade eden kentlileşme olgusu, kişisel duygulardan arınmış, ikincil ilişkilere ve kontrata dayalı bir hayat biçimi içerir. uçsal durumlarda kişiler birbirini tanımaz ve ilişkiler geçicidir. Haper, (1983:30) ve Keleş, (1980:71) ise kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde değer yargılarında manevi ve maddi yapım biçimlerinde değişiklik yaratma süreci, Şenyapılı (1978:31-34) ve Kartal (1983:50-62) ise kentlileşmeyi ekonomik ve sosyal bakımdan kentlileşme olanak niteler.

İnsan sosyal varlık olarak hemcinsleriyle iletişime geçerek varlığını devam ettirebilmiştir. Bu iletişimin doğurduğu tarihsel gelişme içinde insan; toplayıcılık, avcılık ve yerleşik hayat aşamalarından geçmiş ve her aşamada yeni kültürel değerler üreterek günümüze kadar gelmiştir. İlk yerleşim bölgelerinde kurulan barınaklar ile bugünkü yerleşim yerleri arasındaki fark bunun kanıtıdır. Fakat her olgu gibi kentlerdeki gibi gelişme olgusunu da tek başına düşünmek bizi monist bakış açısına götüreceğinden meselenin özüne ulaşmamız zorlaşabilir. Ancak yine de kavramların herkes tarafından kabul edilen asgari anlamını verebilmek gerekmektedir. Kent olgusu sanayileşme ile daha çok ön plana çıkmış bir olgudur. “Kent hayatı modernliğin dominant özelliği kabul edilecekse, modernlik ile kent arasında bir ilişkinin farklı doğasına dikkat etmek gerekir ve bu durumda “geleneksel şehir” ile “modern kenti” iki ayrı fenomen olarak düşünmek gerekir. ” (BULAÇ, 2001: 19-31). O halde konumuzla ilgili olarak özellikle yapılması gereken, kentin ne anlama geldiğinin tanımlanabilmesidir.