• Sonuç bulunamadı

Kentleşme ile ortaya çıkan yeni sosyal yapıda birey, kendi kimliğini yeniden oluşturma çabası içine girecektir. Modern sanayi kentlerini ve günümüzde sanayileşmeye çalışan kentleri daha iyi analiz edebilmek için kentlere yeni gelen ve toplumsal kimlik oluşmasında ya da oluşamamasında etkili olan bireylerin mekanda yer değiştirmelerine değinmek gerekmektedir ki göç olgusunu ele almayı gerekli kılmaktadır. Zira göç olgusunu açıklarken kullanılan köyün iticiliği ve kentin çekiciliği kavramları birey üzerinde çeşitli baskılar oluşturmaktadır. Ekonomik imkanlarla nüfus arasında denge sağlayan, insanların kabiliyet ve ihtiyaçlarında en etkin biçimde faydalanmayı mümkün kılan, kişilerin psikolojik, kültürel ve sosyal arzularının tatminine imkan veren mekanizmayı göç olarak tanımlayan (ÜNSAL, 1992: 194) ifadelerde göç olgusunun ekonomik, psikolojik ve kültürel boyutlarına dikkat çekilmektedir.

Tarım alanlarında makineleşme, toprakların küçük ve orta ölçekli kapitalist işletme sahipleri tarafından satın alınması, artan nüfusa miras yolu ile düşen toprak miktarının azalması ve sanayileşme ile kentlerde ortaya çıkan işçi ihtiyacı kentlerin dışından kentlere doğru bir göç olgusunun başlamasına neden olmuştur. Göç; nüfusun devamlı yaşama bölgelerini kişisel olarak, aileler veya gruplar halinde terk edip, geçici veya sürekli olarak yaşamak amacıyla bir başka yere gitme hareketidir (DOĞANAY, 1991).

Göç; bireylerin kendi istekleri ile gerçekleştirdikleri serbestçe olan bir hareketlilik olabileceği gibi, bireylerin arzuları dışında çeşitli kuvvetlerin etkisi ile güdümlü olarak da gerçekleşebilir. . . kırdan-kente, kentten-kente, kentten-kıra, kırdan-kıra şeklinde olabilir (AKKAYA, 1979: 22-25).

“Göç beraberinde mekansal bir değişim getirirken, aynı zamanda insanların sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik yaşamlarında da önemli farklılıklara yol açar. ” (RİTTERSBERGER, 2001: 47). Kırdan-kente ve kentten-kente doğru olan göçler göç edilen yerde bir takım problemlerin oluşmasına neden olmuştur. İşgücündeki aşırı artışa

bağlı olarak emeğin değerinin düşmesi, kentin göç edilen yerlerindeki plansız yapılaşma, köy ile kent arasında kalan göçmenlerin kültürel değerlerindeki değişme, konut ve sosyal hizmetlerin imkanlarından faydalanamama gibi problemler ortaya çıkmıştır.

Sanayileşmenin niteliksiz iş gücünü karşılayan göçler, bugün kentlerin zaman içinde eritemeyeceği kadar büyük ve karmaşık bir hal almıştır. Esasen,

“Sanayi öncesi şehirlerinde de her zaman yerleşmek üzere dışarıdan şehre gelenler olurdu. Sayıları az olduğu ve şehrin dışındaki toprağa zaten talep bulunmadığı için bunun üzerinde durulmazdı. Genellikle çabuk asimile olurlar ve sorun haline gelmezlerdi. . . Bugün bizim toplumumuzda; ulaşım, sanayi ve bunlarla aynı zamanda gelişen örgütleşmelerin modern düzene geçiş hızı 19. Yüzyıl batı toplumlarının şehirleşmelerinden çok daha yavaş olmakla beraber, tarımsal üretimde, nüfus artışı ve teknolojik değişme ile topraktan kopma şimdiye dek olmadığından hızlı ve büyük çaptadır. ” (KIRAY, 1998: 20).

Bu kopuş Türkiye’de sanayi bölgelerindeki şehirleşme hızı ve göç arasıdaki ilişkide, aşırı göçün sanayi alanında istihdamının pekte kolay olmadığını gösterir. “Şehirli nüfus oranı %18 gibi bir hızla artarken sanayide çalışan nüfusun artışı %8’i bile bulmamaktır. ” (KIRAY, 1998: 21). Sanayi sektörünün yeni iş alanları sağlamadaki yetersiz kalışı, özellikle gelişmekte olan her ülkede hizmet sektöründe siyasal tutumların da etkisi ile aşırı istihdam problemini doğurmaktadır. Ya da siyasi güç, kendi politik çıkarları uğruna şehirlerin doğal dokularına zararlı kararlar almakta bu da kentleşmenin belirli planlamadan yoksun veya yapılan planların uygulanamazlığı ile sonuçlanmaktadır.

Göçler günümüzde kent nüfusunun artmasını sağlayan en önemli unsurdur. Kentin fiziki mekanda aşırı büyümesi belki bazı tedbirler ile kontrol edilebilir ve kentleşme politikaları ile kentler arzulanan mekanlar haline getirilebilir. Kentlerin planlanarak insan için uygun yaşam alanları haline getirilmesi kısa sürede mümkün olabilir. Ancak kentlerde yaşayan insanların ortak bir kent kültürü ya da kentlilik duygusu etrafında birleşmesi bu kadar kolay bir durum mudur? Değerlerin yeniden kent içinde şekillenmesi, farklı kültürel unsurların yeni bir kent kültürü ya da bilinci oluşturması, ya da oluşturamaması aslında bireylerin göç ile ne kadar büyük bir çıkmazın içinde olduklarını göstermektedir. Aslında bir arda yaşan insanların tarihsel

süreç içinde spontane oluşan bazı değerler ve bu değerler üzerinde ortak hareket etmeleri söz konusudur. Fakat kentlileşme veya kentlilik duygusu söz konusu olduğunda iki seçenek karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki; kültür, bireyin yaşadığı mekandan etkilenerek şekillendirdiği, anlamlandırdığı ve önem verdiği değerler bütünüdür. Birey, zaman ve uzamla kendini özdeşleştirecek ve zaman zaman hangisinin birbirini öncelediği muamma olan bir durumda -tektek bireylerin etkileşmesinden çok aynı mekanı paylaşan bütün bireylerin bu etkileşimde rol alması yani kümülatif bir etkileşim- ortaya çıkan bu değerler bütünü içinde yer ve zaman değiştiğinde yeniden kendini uyarlayacaktır. Bu durumda ya kendi değerlerini olduğu gibi sürdürerek kent içinde marjinal halde yaşayacak ya da kentin değerlerine uyma sürecine girerek kentlileşecektir.

Kentlileşme, “kentleşme akımı sonucunda toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde, değer yargılarında, tinsel ve özdeksel yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma süreci” (KELEŞ, 1990: 71) olarak tanımlanır. Kentleşme, kentlileşmeyi de içeren bir kavramdır. “Kentleşme sürecinde insan davranışlarında, değişmeler yaşanmıyorsa bu süreç kentleşme değil bir nüfus yoğunlaşması olarak algılanır. ” (GÖRMEZ, 1997: 21).

Kentlileşme:

a- Siyasal tutum ve davranışlar

b- Dayanışma ve yardımlaşma konusunda benimsenen değerler c- Örgütlenme biçimleri ve tutumları

d- Uyulan, benimsenen, benimsenmeyen gelenek ve görenekler e- Eğitim ve öğretim konusundaki tutum ve davranışlar

f- Bilgilenme biçimleri g- Dini tutum ve davranışlar h- Hak arama yöntemleri

i- Kadın ve erkekle ilgili düşünce tutum ve davranışlar

j- Toplumdaki farklılıkları açıklama biçimleri (GÖRMEZ, 1997: 22) olarak değerlendirilebilir.

Genel olarak kentleşme ve kentli değerleri benimseme ya da bu değerlerin ortaya çıkarak kentte yaşayanlar tarafından benimsenmesi durumu sosyal yapının bütünlüğü için gerekli bir durum arz eder. O halde kentlileşme; kentlerde yaşayan insanların kentlerde var olan hızlı değişime farklı alt kültür unsurlarının karşılıklı bir etkileşme süreci içine girdikleri ve hemen hemen herkesin üzerinde uzlaşabileceği ve uygulayabileceği değerler sistemine, sosyal psikolojik olarak uymakla kendilerini zorunlu saymalarıdır. Kentlilik bilincinin oluşması kentlileşme ile ilgili olduğuna göre kent kültürünün kent insanları tarafından benimsenmesi; kentleşme sürecinde, göç eden bireylerin de kendilerini kentli saymalarını kolaylaştırıcı bir etki yapacaktır.

1. 4. 3. Konut, Toplu konut

Heidegger, insanın ev inşa etme sürecini “var olma pratiği” ile ilişkilendirmekte, yerleşik hayata geçtikçe inşa ettiğimizi belirtmektedir. İnşa etme fiili Heidegger’in kavramsallaştırmasında insan ve nesne ilişkisini bütünsellik içinde değerlendiren bir kurguya sahiptir. (ASLANOĞLU, 1998: 9) Zaman ve uzam arasındaki ilişki sonucunda, insanlığın oluşturduğu değerlerden belki de en ortak olanı; barınma probleminin çözümüdür. İlk insanların yaşadığı düşünülen mağaralardan günümüz post-modern konut anlayışına değin geçen zamanda, insan-doğa ilişkisinde gelinen bugünkü durum yani aydınlanma hareketinin sonucunda oluşan insanın doğaya hakim olma ve doğayı kontrol altına alma isteği, aydınlanmadan günümüze kadar insanın tutum ve davranışlarındaki değişimin bir göstergesidir.

Kent ve kentleşme olgusundaki hızlı değişim, sanayi devriminin kentte yaşayan kentli insanın zihniyetinde oluşan yeni format, bireyin ev anlayışını da köklü olarak değiştirmiştir. Kentlerin sanayi kenti haline gelmesi, aşırı göç, kentlerin çekiciliği vb. nedenlerle kentlerde ve ilk zamanlarda aşırı bir nüfus artışı olmuştur. Aşırı nüfus artışı, teknolojik gelişme, barınma talebinin artması, kentin sınırları içinde ya da kenarındaki arsaların fiyatındaki artış geleneksel ev anlayışındaki kopmanın sebepleridir. Sanayi kentlerinin ilk olarak ortaya çıkmaya başladığı ve ilk şehirleşme problemlerinin yaşandığı İngiltere’de artan nüfusu barındırmak için çözüm aranmaya başlanmıştır. “19. yüzyıl İngiltere’sinde işçi konutları için başlatılan toplu konut

siteleri yapma faaliyeti. . . ” (ARMAĞAN, 1997: 176) olarak ortaya çıkan çözüm bugün gelişmekte olan ülkelerde bir model olmaya devam ederken modern toplum olarak nitelenen günümüz Batı toplumlarında, toplu konutlar statü düşüren unsur olarak karşımıza çıkmaktadır (ARMAĞAN, 1997: 176-177). Bina (konut) olarak evler, bir çok amaca hizmet eden işlevsel nesnelerdir.

“Bu durumlarıyla konutlar çeşitli değerler taşırlar; bunlar: ekonomik değer, değişim(takas) değeri, estetik değer ve kullanım değeridir. Bunlara ek olarak evlerin duygusal ve sembolik değerlerinden de söz etmek gerekir. Bütün bu değerlere bireyler tarafından kolayca dışa vurulur ama insanlar arası iletişimde öğrenilir, geliştirilir, iletilir, güçlendirilir veya değişikliğe uğratılabilir. ”(İMAMOĞLU, vd., 1996: 5).

Kentler hakkında yapılan çalışmalarda varılan nokta ise şu şekilde sıralanabilir.

a. Evler insanlardan bağımsız, onların duygu ve düşüncelerinden, sosyal referans modellerinden ve toplumdaki simgelerden ayrı bir biçimde ele alınmamalıdır.

b. Evler; mekansal, işlevsel, kültürel, sosyal ve psikolojik boyutların tümüne sahiptir.

c. İnsanların evleriyle ilişkileri, düşünce ve görüşleri durağan değildir. Zaman içinde ve hayatın çeşitli basamaklarında değişim gösterebilirler. d. Evle ilgili değerlendirmeler yoğun, duygusal bazı boyutlar taşır; kendi

evini değerlendirmekle, herhangi bir evi değerlendirmek arasında farklar vardır (İMAMOĞLU, vd., 1996: 5-6).

Toplu konutların bireylerin psikolojik beklentilerine (iyi komşuluk ilişkisi, ferah bir mekan beklentisi ve çevre vb. ) cevap vermekten uzak görünmekte ve “bu durumda ortaya çıkan -anomi- toplumlardaki sorumsuz, beklenmedik ve çarpıcı davranışlara kaynak olarak görülmekte ve bazı sosyal bozulmalara katkıda bulunan bir etken olarak düşünülmektedir. ” (İMAMOĞLU, vd., 1996: 6). Farklı mekanlardan şehir merkezlerine gelenler kent kültürü ile temasa geçmezler ve onun isteklerine göre davranmazlarsa, birey aynı mekanı paylaşan öteki ile temasa geçmekte zorlanacaktır.

Bu da kentli kimliğin oluşumunda bireyin yalnızlaşmasına zemin hazırlayarak değerlerin ve yazısız kuralların unutulmasına sebep teşkil edecektir.

1. 4. 4. Kentleşme Sürecine İlişkin Kavramlar ve Açılımlar

İnsanın karşılaşmış olduğu problemleri nasıl değerlendirdiği ya da tavır takındığı önemlidir. Problem karşısında insan aklının alacağı iki mümkün tavır vardır: ya problemlerin yasalara bağımlı olduğunu varsayacak ve böylece problemin yasaların egemenlik ve buyruğuna boyun eğmesi mümkün olacak, ya da yasaların keşfedilemeyeceğini var sayacaktır (SAİD, Çev: İlhan Kutluer, 1998: 13). Araştırmayla ilgili olarak toplumsal yapıyı daha iyi analiz edebilmek için üzerinde farklı yorumlar yapılan bazı kavramların neleri çağrıştırdığının altını çizmek gerekir. Bir kavrama sadece bir tek anlam vermek bizi tek düze bir düşünce kalıbına –paradigmaya- götürebileceğinden ve en azından bu kaygıdan uzaklaşabilmek için, ilgili kavramlarla, bir çerçeve oluşturmak daha faydalı olacaktır. Bu bağlamda ele alınacak kavramlar toplum, topluluk, sosyal süreç, toplumsal yapı, değişme, gelişme, ilerleme, gelenek, modernleşme, post-modernizm kavramlarıdır.

Şüphesiz bu kavramlar daha da çoğaltılabilir. Ancak ifade edelim ki ileriki bölümlerde bu kavramların her biri alt başlıklar altında birçok kavramlarla ilişki içine girecektir