• Sonuç bulunamadı

1.3.2. İslamiyet Etkisindeki Türk Ailesi

1.3.2.4. Osmanlı Kent Erkeği

Örgün eğitimden yararlanmada kadına göre daha ileri haklara sahip olan Osmanlı erkeğinin aile içinde geleneksel rol ve işleviyle, daha çok da dini değerlerle şekillenen bir aile reisliğinden söz edilebilir. Sanayileşmeye bağlı olarak gelişen yeni toplum modellerinin aksine Osmanlı toplumunun -Tanzimatla başlayan dışa açık kültürel etkiler hariç tutulmak suretiyle- kapalı bir model oluşturduğu göz önüne alındığında; böyle bir toplumda erkeğin, ailenin dışa açılan tek pencere olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla anne ve çocukların hiç değilse belli bir süre dış dünyayı bu tek pencereden gözlediği ve algıladığı düşüncesi, bu anlamda olmak üzere yanlış değildir. Zaten sosyal hayata kadının katılmadığı ve çeşitli şekillerde istihdamının da söz konusu olmadığı bir ortamda erkeğin (ailenin reisi) dışında, sosyal hayatın "hane"ye girmesi ve bu nedenle etki alanları yaratması mümkün değildir. Bu tek bo- yutlu etki yalnız ve yalnız evin erkeği ile (yetişmiş erkek çocuklar belki) mümkün olabilmektedir.

Sosyal hayatla belirli sınırlara sahip olan Osmanlı ailesinde erkeğin bu çerçevede iki önemli işlevi bulunmaktadır. Birincisi aile dışı etkinlikler, ikincisi aile içindeki geleneksel rol. Her iki yükümlülüğünde istenen dengeyi kurabilen erkeğin mutlu bir aile yaşantısının da en etkili kişisi olduğu açıktır. Çünkü Osmanlı erkeği belirtilen işler doğrultusunda gerçekte üç görevi yerine getirmektedir. Bütün geleneksel ailelerde hane reisi olarak erkeğin üstlendiği bu üç görev "sosyal, ahlaki ve hukukidir. " Bunlardan "sosyal" olanı erkeğin "sahib-i dar" (ev sahibi), ahlaki olanı, "reis-i aile" (aile reisi), hukuki olanı ise "yasal statü" (mesleği) ile ilgilidir. Bu üç ayrı yükümlülüğün gereken denge içinde yürütülmesi ise aile mutluluğunun en temel koşullarından sayılır.

OSMANLI AİLE DEMOGRAFİSİ: OSMANLI AİLESİ ÇEKİRDEK AİLE MİDİR?

Son yıllarda Türk aile yapısına ilişkin araştırmalarda Türk ailesinin öteden beri çekirdek aile modelinde olduğuna ilişkin değerlendirmeler yer almaktadır. İlki DPT'nin özel ihtisas komisyonu raporunda yer alan bu değerlendirmeler özetle, Osmanlı'da "üç kuşağın bir arada bulunduğu aileler ender olarak görülmekteydi " (Türk Aile Yapısı, 24) ana düşüncesi çevresinde Osmanlı ailesinin modern aile demografisine yakın bir yapıda olduğu tezini işlemektedir. Daha sonra 1990'h yılların başında kurulan Aile Araştırma Kurumu 'nün da temel tezlerinden biri olan bu savların bilimsel geçerliliği nedir? Acaba Osmanlı ailesi öne sürüldüğü gibi çekirdek aile özelliklen taşıyor muydu ?

Geleneksel toplumların sanayileşme yönünde evrimine uygun bir model olarak sunulan çekirdek ailenin böyle bir süreçle sınırlı olmayan farklı açıklamaları ortaya çıkmaktadır. Bugüne kadar sanayileşme öncesi bütün toplumlarda geniş aile tipinin egemen olduğu düşünülmekteydi. Tıpkı sosyologların modern dönemden önce Batı Avrupa için düşündükleri gibi. Ama sosyolog Giddens'a göre "araştırmalar bunun yanlış olduğunu gösterdi. Yapılan araştırmalar çekirdek aile tipinin eskiden de yaygın olduğunu göstermektedir. Modern dönemden önce aile günümüze göre daha büyüktü. Fakat bu farklılık çok büyük değildi. Örneğin ingiltere'de 17, 18 ve 19. yy. 'larda ortalama aile büyüklüğü 4, 75'ti. " (Giddens, 140-141). Şu halde, Cumhuriyet öncesi Türk ailesinin mahiyeti ile ilgili kurumsal tezler klasik sosyolojik yaklaşımlar dışında gelişen bu yeni anlayışlara denk düşmektedir. Ancak, her iki aile yapısı arasındaki bu benzerlikten yola çıkılarak modern öncesi ailenin çekirdek aile olduğunu öne sürmek yanlıştır. Giddens' da bu konudaki ihtiyatı elden bırakmayarak sadece aradaki f arkın büyük olmadığını vurgulamaktadır.

Osmanlı ailesinin çekirdek aile modelinde olduğu yolundaki iddiaların bir kısmı tereke defterleri üzerinde yapılan araştırma sonuçlarına (Bu iddialar için bak: Tabakoğlu, s. 93; Demirel/Gürbüz/Tuş, s. 113) ve spekülatif analizlere dayan- maktadır. Ancak bu araştırmalar gerekli örnekleme düzeyinde olmayan sınırlı bulgularla yapılan çalışmalardır. Savaşların, can ve mal kayıplarıyla ortalama insan ömrünün kısalığına ilişkin değerlendirmeler de spekülatif yaklaşımlardır. Bu konudaki tartışmayı sağlıklı sonuçlara götürecek çalışmanın öncelikleri şunlar olmalıdır: Nüfus defterleri ve tereke defterleri üzerinde yapılacak örnekleme düzeyi yüksek ve yaygın

araştırmalar ve Osmanlı nüfus karakterine ilişkin terminolojiyi açık ve anlaşılabilir bir tanımlama girişimi. Bu ikincisi yapılması gerekenlerin belki de en önemlisidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk genel ciddi nüfus sayımı 1831 yılında gerçekleşti. Ancak bu sayımda kadınlar değil yalnızca erkekler sayıldı. "Osmanlı klasik teşkilatında fethedilen ülkelerde yapılan tahrirler de, tımar sahipleri, yamaktan ve halktan sadece hane reisleri kaydediliyordu. " (Ortaylı, 1995, s. 40).

Başlangıçtaki bu terminolojik karmaşa ilerleyen dönemde de devam etmiştir. Hane ve avarız hanesi deyimlerinin hem döneminde hem de araştırmacılar için pek açık olmayan tanımı Osmanlı ailesinin demografik analizini güçleştirmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus sorunlun üzerinde çalışanlar için hane deyimi üzerinde anlaşma sağlanamayan bir terimdir. Bazen ev anlamında bazen de avarız hâne anlamında kullanılmaktadır. Avarız hanesi "birer vergi matrahı teşkil eden birimdir. " (Göyünç, 1979, s. 331). Bu birim, "tek ailenin oturduğu bir menzil (ev) anlamına gelmeyip, emlaki bulunan, arazi tasarruf eden kişilerden belirli bir nispete göre tanzim e-dilmiş, bekar ve evli, belli bir erkekler grubunu ifade eden, sayısı beldeden beldeye değişen, hakiki bir hane olmayıp itibari bir hane yani grubu ifade etmektedir. Bir avarız hanesi içinde beldeye göre bazen 3, bazen 5, bazen de 15 hakiki hane bulunabil- diği gibi daha fazlası da bulunabiliyordu. " (Özdemir, 1986, s. 100). Ayrıca avarız hanelerinin tespitinde halkın kentli, köylü, göçebe, yerli oluşum ile mali ve ekonomik durumları birer ölçüt olarak alınmaktadır. Elbette bu ayrıntı, araştırmalar için genel- geçer olmayan ve son derece karmaşık bir çıkış noktasıdır. Bu durum mahalle ve semt bazında haneden anlaşılanı da farklılaştırmaktadır. "Bazı mahallelerde en düşük rakamla 9 menzil (ev) bir gerçek hane kabul edilirken, bazılarında en yüksek rakamla 61, 5 menzil (ev) bir gerçek hane kabul edilmektedir. " (Özdemir, s. 106).

Hane ve avarız hanesinin bir araştırmacı için ortaya koyduğu bu güçlüklerin en çarpıcı yanı ise hangisinin rakamsal ölçütünün esas alınacağı noktasıdır"? Gerçek hane sayılan avarız hane sayılarından biri ile çarpıldığında, sadece o tarihlere ait sonuç bulunur. Ortalaması alındığında ise en yüksek rakamı gösteren tarihlerin nüfusu tahmin edilmemiş olur. Dolayısıyla her iki yöntem de araştırmacıyı yanıltmış olur. Bu ne- denle, "tamamen vergi toplama amacıyla hazırlanmış olan avarız hane sayılarının, geniş zaman dilimini kapsayan nüfus tahminlerinde kesin bir ölçü kabul ederek sonuca

gitmeye çalışmak yanıltıcı ve çok sakıncalı görülmektedir. " (Özdemir, 110). Elbette ki bu sakınca hane demografisi için de geçerlidir.

Çekirdek aile tartışmalarının önemli bir boyutu da Osmanlı toplumsal yapısının niteliğinin (mahiyetinin) göz ardı edilmesidir. Bilindiği gibi Osmanlı genel olarak tarım ülkesidir. Toprağa dayalı bir yaşam biçimi toplumsal yapının temel karakteristiğini oluşturur. O nedenle de toprağa dayalı bir yaşam biçiminin çekirdek aile gibi bir lüksü olamaz; olmamıştır. Bu olgu Osmanlı için de geçerlidir. Bu konudaki tezlerden bir kıs- mı göçler, toprak kayıpları, arazi kanunnamesi gibi yasal düzenlemeler çerçevesinde imparatorluğun son yüz yılı için yapılmaktadır. Ancak, söz konusu olaylar yakın planda tahlil edildiğinde bu gelişmelerin geniş ailenin çözülmesinde yaygın bir etki sahibi olmadığı görülmektedir.

Çekirdek ailenin ideal aile oluşuna ilişkin bir kabul de, tartışmanın bir başka boyutunu teşkil etmektedir. Böyle bir anlayışla tartışmaya taraf olanlar Türklerin Osmanlı geleneğinde ideal bir toplumsal uygulamanın mirasçıları gibi bir onuru dolaylı olarak benimseme ve telaffuz etme eğilimindedirler. Doğrusu çekirdek ailenin toplumsal yapının mevcut gerekliliklerine uygun bir birim olmakla birlikte; derin ve çoğulcu bir kültüre karşı ortaya koyduğu sınırlılıkların aşılmamış olması böyle bir ta- raftarlığı tartışmalı hale getirmektedir. Şurası açıktır ki, "mevcut kaynaklar Osmanlı ailesini geniş aile olduğunu teyit etmeye (doğrulmaya) yeterli değildir. " (Demirel vd, 1992, s. 100). Ama yine mevcut kaynaklar ve veriler Osmanlı ailesinin çekirdek aile olduğunu da doğrulayacak yeterlilikte değildir.