• Sonuç bulunamadı

Kentleşme, Modernleşme ve Değişme İlişkisi

Değişmenin ne olduğu konusu sosyal bilimcilerin üzerinde en fazla tartıştıkları bir konudur. Değişme; yapıda meydana gelen yeni bir oluşu ya da hareketi ifade eder.

Değişme bir süreç içinde ortaya çıkar. Değişmede herhangi bir değer ifadesi ya da kanısı yoktur. Değişme iyiye doğru bir yönelişin yanında negatifliği de içinde barındırır. Yapıdaki değişme toplum tarafından kabul edilebileceği gibi ret de edilebilir. Bunun süresi göreli olarak o toplumun değişme karşısındaki tutumu ile ilişkili bir anlayışı ifade eder.

Ancak değişme, yapıyı oluşturan farklı unsurlardaki gelişme ya da ilerlemenin ne olduğu ile ortaya konmalıdır.

Gelişme sosyal yapıda meydana gelen yeni bir durumu ifade eder. “kavram özü itibarı ile normatiftir ve az iyi olduğu düşünülen bir durumdan daha iyi olduğu düşünülen bir duruma doğru değişme demektir. ” (ASLANTÜRK, 1999: 357). Bu genel tanıma rağmen gelişme olumlu ve olumsuz bir olgu olarak değerlendirilirse içinde kabul edilebilirliği ya da kabul edilemezliği barındırır. Ancak her iki durumda da toplum için hayata bakışın bir oluşumudur.

İlerleme ise sosyal değişmenin itici bir yönünü ifade eder. Nesnel olarak eski diye değerlendirilenden (gelenekselden), yeni (modern) olana doğru bir yöneliştir. Yeni (modern) olan kendini benimsetmeyi isterken, bireylerin geleneksel kültürel kimliklerinde bir çatışmayı da besler. Çatışma diyalektik olarak bireyin toplum içindeki tutum ve davranışında kendini gösterir. Yeni ile geleneksel arasında nerede nasıl duracağını kestiremeyen bireyin bu çatışmadan galip ya da mağlup olma gibi bir kaygısı yoktur. Bir taraftan modernleşme ölçütleri olarak değerlendirilebilecek yeni olan her şeyi benimserken diğer taraftan geleneksel yapıdan beslenen değerleri de yaşatmaya çalışması sosyal değişmenin kuramsal olarak açıklayamadığı bir olgu olarak durmaktadır. Ancak son dönemlerde sosyal bilimciler arasında hayata farklı bakıştan kaynaklanan, bir takım yeni açılımlar getirme çabasını da burada belirtmemiz gerekmektedir. Bu yaklaşımların ortaya çıkışında teknolojik gelişmenin bir sonucu olan modernleşme kavramı önemli bir yere sahiptir. Modernleşme, modern ve post modernleşme kavramları sosyal değişmenin anlamını daha net olarak ortaya koyacaktır. Modern, Latince de kullanılan modernus kelimesinden gelmektedir. Etimolojik olarak kelimenin kökü “modo: hemen şimdi şu anda var olan her şey”, türevi olan modern ise aynı zaman diliminde var olan anlamını içerir (KONGAR, 1995: 228). Modernleşme ise geleneksel yapıdan şu anda var olan modern yapıya doğru bir

yönelişi belirtir ve Batı sosyal yapısında meydana gelen değişmenin tarihsel süreç içinde bütün toplumlarda olması gerektiğini söyleyen bir anlayışın kavramıdır.

Modern toplum olarak ifade edilen toplumlar ile diğer toplumlar arsındaki fark nedir de böyle bir anlayış ortaya çıktı? Kavram sanayileşme ile yakından ilgilidir. Modernleşme “. . . günümüzde ileri düzeyde endüstrileşmiş toplum tipine doğru bir değişmedir. ” (KONGAR, 1995: 228). Modern olan, (tarihsel süreçte sanayi toplumunu, günümüzde ise bilgi toplumunu temsil ettiğine göre) modernleşmeye çalışan anlamsız bir mücadelenin tek tarafı olmaya devam etmektedir. Modern hayat sekülerleşirken, geleneğin sembolik direnişi -tam olarak karşılamasa bile- post- modern hayat anlayışında karşımıza çıkar.

“Modernite iki dönüştürücü süreçte birleştirici kavram olarak yer almaktadır: bunlardan ilki genişleyen kapitalist pazarın itici gücü ile oluşan, sanayi hamleleriyle, nüfus hareketleriyle, kentleşmeyle yaratılan nesnel modernleşme sürecidir. İkincisi ise kültürel vizyonda ifadesini bulan modernizmdir. Bu anlamda modernite, iktisadi sürecin ve kültürel vizyonun deneyimidir. ” (ASLANOĞLU, 1998: 103).

İktisadi olanın meydana geldiği ya da etkin olarak bütün insanlığı etkilediği

mekanların ortaya çıktığı yerler ise kentlerdir. Bu yaklaşımla “Modernleşme sürecinde kent, kırdan göç eden yığınların modernite deneyimini yaşadığı mekanlardır. ” (ASLANOĞLU, 1998: 103). Şeklinde ifade edilebilir. Ancak ifade edelim ki kültürel ve iktisadi oluşum olarak moderniteye itirazlar gecikmemiştir. Bu açıdan modern olana doğru bir yönelmenin karşısında, geleneksel kültür ile modern olanın arasında “arafta” kalmış olan bireyin tepkisidir post-modernizm. Ancak bu tepki var oluşunu modernleşmeye ya da modern olana borçlu olduğundan, her post-modern olarak ifade edilen tepki aslında geleneksel olanı modern olanla kıyaslama ve geleneği sorgulayarak, geleneği modernleştirme çabasından başka bir şey değildir.

Postmodern düşüncenin temelinde var olan, farklı sosyal ve kültürel unsurlar ile zenginleşen bireylerin, kentlerde de bu farklılığı devam ettirme isteğidir. Postmodernite: genel geçerlilik iddiası taşıyan meta anlatıların reddedildiği, çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edildiği, farklılıkların vurgulandığı bir durumu ifade eder (ASLANOĞLU, 1998: 104; TURNER, 1990: 24-25). Sanayileşme ile aynı

süreçlerin ürünü olan modernleşme, kentleşme ve cemaatten cemiyete dönüşüm, bireysel farklılıkları, kültürel değerleri bir kenara bırakarak; insanı bireyselleştirmiş ve onu sanayinin bir parçası olarak düşünmüştür.

Kentin çekiciliği ve köyün iticiliği karşısında tarafsız kalamayarak kentlere doğru harekete geçen kitleler, kentteki iletişim ağlarından yayılarak bireyin şuuraltına yerleşen modern olarak nitelenen şeylere sadece tüketmek için yönelmesi, bireyi kentlere dolayısıyla modern olarak değerlendirilen yapıya yöneltmiştir. Ancak kentlerin ya da modernizmin metaryalist düşünce anlayışında, bireyin içinde hayat bulduğu kültürel unsurları kentlere taşıması ve o değerleri olduğu gibi yaşatması pekte mümkün gözükmemektedir.

Değerler skalasındaki geleneksel yapı değerleri ile modern olarak değerlendirilen kentli değerler arasında kalan bireyin hayata bakışı, ona anlam verişi hızla değişim sürecine girecektir. Birey atomize bir dünya görüşü geliştirecek, birkaç kuşak bu parçalanmadan etkilenecektir. Ancak yine de birey toplumun bir parçası olmaklığını devam ettirecektir. Birey modern olarak değerlendirilenin içinde yaşarken aslında farklı geleneksel değerlerin bir karşılaşması olan kentler, bireyi kentin kültürel değerlerine uyması sürecinde kültürleyemeyecektir. Başka bir deyişle uzun bir tarihselliğin neticesi olarak ortaya çıkan değerleri göz önüne aldığımızda kentli değerlerin bu kadar kısa zamanda ortaya çıkması ve herkse hitap edebilmesi pek te mümkün olmayacaktır.

Modern olan ve yine onun karşısında farklılığı önemsediğini söyleyen postmodern tutum, sanayileşen ve sanayileşme sürecinde kentleşme çabası içinde olanın, başka bir ifadeyle de batı ve batı dışı olanın karşılaşmasıdır. Fakat yine de şu gerçeği unutmamak gerekir ki; modern olan kendi içinde postmoderni barındırmakta güçlük çekmezken, modernleşme çabası içinde olan ise kendi bünyesindeki farklılıkları barındırmakta esinlendiği ile kıyaslanamayacak kadar başarısızdır.

İKİNCİ BÖLÜM KURAMSAL ÇERÇEVE

METODOLOJİ

2. 1. Araştırmanın Temel Yaklaşımı

Bu araştırmada konu incelenirken iki noktaya dikkat edilmiştir. Birincisi konuyu doğal ve toplumsal çevresiyle ilişkilerinden soyutlamadan çözümlemektir.

Bu ise konuyu’’Yapısal Fonksiyonel’’bir yaklaşım temelinde incelememizi kolaylaştırmıştır. Fonksiyonalist ya da orta boy kurallar hem makro hem de mikro sosyolojik yaklaşımları içerdiği için konumuzla ilgili tercih edilebilecek bir model olmalıdır. Ayrıca her toplumsal olayı bir bütüne atıfta bulunarak incelemek gereği yaygın bir kanı olarak toplum bilim incelemelerinde ön plana çıkmaktadır. Fonksiyonalist yaklaşımda bize bu açıdan uygundur. Çünkü kurumsal çerçeve en genel anlamında bizim araştırma objemize parelel olarak din, aile, ekonomi, politika, eğitim gibi sosyolojik çalışmalarla gelişmiş olup bütün ve parça arsındaki yapısal belirleyiş ilişki içerisinde sistemlerin sürekliliğini göz önünde bulundurur (Bottomore ve diğerleri 1990: 350-355).

Yapısal değişimi göz önünde tutmamızı gerektiren bu araştırma problemimizde rastlantısal olmayan tarih-bağımsız (ahistaric) bütüncül ögelerin bu yapılar arasındaki karşılıklı bağımlılıkların ortaya çıkartılması ve çeşitli kültürde ortak yapıların tesbit edilmesi ilkelerine dayanan bu yaklaşım tarzının bizim içinde ne uygun bir kurumsal çerçeve olacağı kanısına varılmıştır.

Ayrıca fonksiyonların belirleyiciliğinin toplumsal değişim sürecinde en temel faktör olarak göz önünde bulundurulması kentlileşme-göç ilişkisinin kavramsal analizinde ve genç-ebeveyn ilişkileri sonucunda ortaya çıkan kuşaklar çatışmasının değerler dirilmesinde en uygun kurumsal şemayı kazandırmıştır.

Fonksiyonelistlere göre kuşaklar çatışması yaş gurupları ve toplum arasındaki zayıf bütünleşme sonucudur. Kuşaklar çatışmasının derecesi kaçınılmaz olarak da yaş gurupları arasındaki kişilik gelişmesinin aşamalarındaki farklılığa bağlıdır. Buda bizi farklı kuşakların farklı toplumsallaşmalarını ifade etmektedir. Ayrıca fonksiyonalist

yaklaşımı gençlik uyuşmazlığının nedenini esas olarak yetişkin öncesi ve yetişkin kurumları arasındaki dengesizlikte aramaktadır. Burada temel çelişkiler yetişkin ve gençlerin tarzların çatışmasında ve tüm kurumsal bütünleşmeye ulaşmadaki başarısızlıkta yatar. Fonksiyonalistler yetişkin kurumların kendilerinde bir çelişki görmezler (Tezcan 1981:140 d).

2. 2. Araştırmanın Amacı

Bu araştırmanın amacı, kentlileşme sürecinde köyden kente göç eden ailelerde geç ebeveyn ilişkilerini ortaya koymaktır. Bilindiği gibi kuşaklar arsındaki çatışma, modern ve karmaşık tüm toplumlarda görülen genel bir sorundur. Ülkemizdeki toplumsal değişmelerde kuşaklar arsı farklılaşma ve çatışmaya neden olmaktadır. Özellikle bu çatışma boyutları kırsal kesimlerden gelerek, kentlerin çevrelerinde biriken(Hacı kaymak Mahallesi gibi)ailelerde daha belirgin bir şekilde kendini hissettire bilmektedir. Çünkü bu insanlar bir yandan kırsal geçmişleri dolayısıyla kendi kültürel değerlerini taşırlarken diğer yandan kent kültürüyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu ilişki sürecinde ortaya çıkan genç-ebeveyn ilişkilerinin niteliklerini belirleye bilmek hedeflediğimiz temel amaçtır.

2. 3. Alt Problem

Köyden-Kente göç eden aileler

a. Kentlileşme sürecinde ailelerde genç-ebeveyn ilişkilerinde çatışmalar ortaya çıkmakta mıdır?

b. Genç-ebeveyn ilişkilerinde köyden kente göç eden ailelerde temel sorunlar nelerdir?

c. Gençlerde ebeveyn çatışması doğal bir süreç midir?

d. Aile yapısıyla genç-ebeveyn çatışmasının niteliği arasında bir ilişki var mıdır?

f. Anne babanın eğitim seviyesi ve gelir durumu gençlerle ilişkilerde çeşitli farklılıklara yol açmakta mıdır?

2. 4. Hipotezler

1) Gençlerin özgür ve bağımsız olmak istemeleri geç-ebeveyn ilişkilerinde çatışmanın nelerini oluşturmaktadır.

2) Kızlar erkeklere oranla ebeveynleriyle daha az çatışma içerisine girerken, her iki cinste anneleriyle çatışma oranı babalarına göre daha düşüktür. 3) Giyim kuşam tercihi ve arkadaş ilişkileri genç-ebeveyn ilişkilerinde

şiddetli anlaşmazlığa yol açarken bu tür durumlar ebeveynlerin kentte kalış süreci durumunca azalma göstermektedir.

4) Karşı cinsle arkadaşlık genç-ebeveyn çatışmasının önemli bir nedenini oluştururken, gençlerin cinsiyeti ve ebeveynlerin kentte kalış sürecinin artması bu ilişkilerin normal karşılanmasına neden olmaktadır.

5) Kardeş sayısı çok olan ailelerde, gençlerle ebeveynleri arasındaki sorunlar daha fazla olmaktadır.

6) Genç ebeveyn ilişkilerinde çatışmanın artmasında gencin ebeveynleriyle yeterli bir iletişim kuramamasının önemli bir yeri vardır.

2. 5. Sayıltılar

Araştırmamızın sayıltıları aşağıdaki biçimde belirlenmiştir.

1) Gençlerin ebeveynleriyle çatışmasının özünü onların otoriteden bağımsız olmak istemeleri oluşturmaktadır.

2) Kuşaklar çatışması toplumsal değişme sürecinde her toplumda görülen bir olgudur.

3) Köyden kente göç eden genç-ebeveyn ilişkilerinin nitelikleri, kentli ailelerin çocuklarıyla olan ilişkilerinden farklılıklar arz etmektedir. 4) Örneklem seçilen Dumlupınar Lisesindeki gençler ve onların ebeveynleri

yerleşen aileleri ve onların lisede okuyan çocuklarını temsil ettiği var sayılmıştır.

2. 6. Araştırmanın Önemi

Bilindiği gibi genç-ebeveyn ilişkileri üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Bu durum toplumsal duygu ve istikrarı boza bilen bütünleşmeyi geciktiren bir niteliğe dönüşe bilir. Ayrıca aile ilişkilerini bozarak düzensiz ailelerin ve ruhsal sağlığı bozuk bunalımlara düze bilen dengesiz bir gençliğin yaratılması kaçınılmaz bir duruma gelebilir, toplumuna ters yabancılaşmış bir gençlik ortaya çıka bilir. Böyle hassas ve önemli konunun ele alınıp incelenmesi boyutlarının ortaya konması sorunun çözümlenmesinde önemli katkılar sağlaya bilir.

2. 7. Sınırlılıklar

1) Problem Dumlupınar Lisesi ile sınırlandırılmış olup köyden kente göç eden ailelerin dışımda yaşayan aileler araştırmamın dışında bırakılmıştır. 2) Anketler Lise1., 2. ve 3. Sınıfta okuyan çocuklar ve onların anne-

babalarına yapılmıştır.

3) Araştırmada ele alınan değişkenlere ait verilerin toplanması anket soruları ve gözlemle sınırlıdır.

2. 8. Tanımlar

Kentlileşme: Kentlileşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin davranışlarında ve ilişkilerinde manevi ve maddi yaşam biçimlerinde değişiklik yaratma süreci.

Toplumsal Değişme: Bir toplumdaki ilişkilerde kurumlarda ve yapıda belirli bir durumdan farklı bir duruma geçiş.

Çatışma: Bireyler arasında birbirine uymaz farklı amaçları iç içe alan her türlü ilişki.

Kuşaklar Çatışması: Nesiller arası değer farklılıklarından doğan her türlü uyumsuzluk.

Ergenlik Dönemi: Ergenlik kelimesi genellikle 11-12 gurubunda bulunan tüm gençleri betimlemek için kullanılan dönemdir.

Kuşaklar Arası Farklılık: Ergenle anne-babalarının sosyal ve kültürel değişikliklerinden kaynaklanan tecrübe içeriği ile gereksinim problem ve değerlerin farklı olması.

2. 9. Evren ve Örneklem

Araştırmamızın evreni Konya’da köyden kente göç eden kent merkezine kent merkezine yakın yerlere yerleşmiş aileler ve bu ailelerden lisede okuyan ocuklarıdır. Araştırmanın çalışma örneklemi ise Konya’nın Hacıkaymak Mahallesinde ’’Dumlupınar Lisesinde’’ okuyan öğrenciler ve onların anne-babalarıdır.

Araştırma örneklemi oluştururken köyden kente göç eden ailelerin yoğun olduğu Hacıkaymak mahallesinde bulunan Dumlupınar Lisesi tesadüfü örneklem yoluyla bulunmuştur.

Örneklemimizi oluştururken, meslek liseleri ve özel okullar araştırma örneklemimizin dışında bırakılmıştır.

Örneklemimiz içinde bulunan Dumlupınar Lisesi 1., 2. ve 3. sınıflarda okuyan 700 öğrenci bulunmaktadır. Bu öğrencilerin 311’i kız 389’u erkektir. Lise 1 de 7, Lise 2 de 6, Lise 3 de 6 olmak üzere toplam 18 şube bulunmaktadır. Bu okulda toplam 700 öğrenci bulunmaktadır. bu öğrencilerin %40 (ki bu oran 200 öğrenciye tekabül eder)tesadüfi örneklem yoluyla araştırma kapsamına alınmıştır. örneklemimizi içindeki öğrencilerin 120 si kız, 90’ı erkektir. Fakat anket uygulaması sonucunda 9’ı kız, 11’i erkek olmak üzere anket araştırma dışında bırakılmıştır. Bunlardan bazılarının anne ve babaları anket doldurmayı kabul etmemişler bazıları da geçersiz doldurmuşlardır. Araştırmamızda ebeveyn tutumlarını da karşılaştırmayı hedeflediğimiz için tek olan eşlerin anketleri de zorunlu olarak araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır.

Bu durumda araştırma örneklemimiz içinde bulunan Dumlupınar Lisesi’nde okuyan öğrenci ailelerinden 180 anne ve 180 baba üzerinde bir fiil anket uygulanmıştır. 180 ebeveynin 111’inin kız çocuğu, 79’unun erkek çocuğu vardır.

Tam Olarak 111-kız öğrenci 79-erkek öğrenci 180-anne

180-baba olmak üzere toplam 540 anket uygulanmıştır.