• Sonuç bulunamadı

Dört mezheple mukayeseli olarak Muhammed Abduh'a göre Kur'an'ın kadınlarla ilgili hükümleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dört mezheple mukayeseli olarak Muhammed Abduh'a göre Kur'an'ın kadınlarla ilgili hükümleri"

Copied!
117
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

DÖRT MEZHEPLE MUKAYESELİ OLARAK

MUHAMMED ABDUH’A GÖRE

KUR’ÂN’IN KADINLARLA İLGİLİ HÜKÜMLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Prof. Dr. AHMET YAMAN

HAZIRLAYAN

Rukiye Ak

(2)

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR v

ÖNSÖZ vi GİRİŞ 1 KONUNUNUN SINIRLARI, AMACI, KAYNAKLARI VE MUHAMMED

ABDUH’UN HAYATI

I- KONUNUN SINIRLARI, AMACI VE KAYNAKLARI: 1

A- KONUNUN SINIRLARI VE AMACI 1

B-KAYNAKLARI 2 II- MUHAMMED ABDUH’UN HAYATI VE ESERLERİ 3

A. DOĞUMU VE YETİŞMESİ 3

B. ÖĞRENİM HAYATI VE HOCALARI: 9

C. MUHAMMED ABDUH’UN ESERLERİ 12 BİRİNCİ BÖLÜM

MUHAMMED ABDUH’UN KUR’ÂN’IN KADINLARA ÖZEL HÜKÜMLERİNE BAKIŞI

I. Hayız 21

II. Örtünme 22

III. Kadınların Erkeklerle Bir Arada Bulunmaları 23

İKİNCİ BÖLÜM

MUHAMMED ABDUH’UN KUR’AN’IN KADINLARLA İLGİLİ MEDENİ HUKUK HÜKÜMLERİNE BAKIŞI

I. ŞAHIS HUKUKU 25

A. HAK VE SORUMLULUKLARDA KADIN- ERKEK EŞİTLİĞİ 25

(3)

II. AİLE HUKUKU 29

A. EVLENME 29

1. Evlenilmesi Ebedi Olarak Haram Olan Kadınlar 29

a. Akrabalıktan Doğan Haramlık 30 b. Musaheretten Doğan Haramlık 32

ba. Hanımların Anneleri 32

bb. Hanımların Önceki Eşlerinden Olan Kızları (Üvey Kızlar) 33

bc. Babaların Eşleri 34 c. Süt Emmeden Doğan Haramlık 35

2. Evlenilmesi Geçici Olarak Haram Olan Kadınlar 37

a. Üç Talâkla Boşanmış Eş/Zevce: 37

b. Evli Olan Kadınlar 37

3. Ehl-i Kitapla Evlilik 38

4. Tahlil Nikâhı 39 B. EVLENME VELÂYETİ 42

C. MEHİR 45 1. Mehrin Hukuki Dayanağı 45

2. Kocanın Mehir Üzerindeki Tasarrufu 45

D. BİRDEN FAZLA KADINLA EVLİLİK 49 1. Teaddüdü Zevcatın Mubah Olması ve Bunun Şartları 49

2. Teaddüdü Zevcatın Hikmeti 51

E. BOŞAMA/TALÂK 54 1. Geçerliliği Açısından Talâk Çeşitleri 56

2. Boşama Yetkisinin Hanıma Verilmesi ( Tefvîdu’t- Talâk) 58

3. Yargı Yoluyla Boşanma 59

(4)

b. Geçimsizlik 66

4. Talâkla İlgili Bazı Özel Durumlar 67

a. Medhûşun Talâkı 67

b. Muallâk Talâk 68

c. Üç Talâk 70

d. Yanılarak veya Unutarak Boşama 73

e. İbra ile Talâk / Muhâlea’ 74

f. Delilikten Dolayı Hacr Altındaki Kişinin Boşaması 77

g. İrtidat Etmenin Nikâha Etkisi 77

5. İddet 78

F. HADÂNE 80

1. Hadâne Hakkı 81

2. Hadâne Süresi 82

3. Annenin Çocuğunu Emzirmesi 83

4. Babanın Çocuğuyla Görüşmesi 84

G. NAFAKA 85

III. MİRAS HUKUKU 90

A. ERKEĞE İKİ KADIN HİSSESİ VERİLMESİ 90

B. KIZLARIN MİRASTAN ENGELLENMESİ 93 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MUHAMMED ABDUH’UN KUR’ÂN’IN KADINLARLA İLGİLİ KAMU HUKUKU HÜKÜMLERİNE BAKIŞI

I. CEZA HUKUKU 94

II. YARGILAMA HUKUKU 98

SONUÇ 101 BİBLİYOGRAFYA 103

(5)

KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser

a.g.m. : adı geçen makale

AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi

b. : bin, ibn

DİA : Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

Fet. tar. : fetva tarihi h. : hicri hz. : hazreti

r.a. : radıyallâhu anh

s. : sayfa

s.a. : sallallahü aleyhi vesellem

SDİ : Sicillâtü Dâri’l-İftâ

sy. : sayı

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

trc. : tercüme eden ts. : tarihsiz tah. : tahkîk v. : vefat vs. : vesaire vb. : ve benzeri

(6)

ÖNSÖZ

Muhammed Abduh, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında İslam’a dayalı bir medeniyet kurabilmenin sorumluluğunu yaşamış ilim adamlarından biridir. Bir taraftan geleneksel kültürün donukluktan kurtulup gelişmesi için çalışırken, bir taraftan da çağdaş problemlere çözüm arayışı içinde olmuştur.

Abduh daha çok tefsirdeki ve toplumsal sorunlarla alakalı konulardaki fikirleriyle tanınmıştır. Bazı ayetlere aklı ön plana çıkararak yaptığı yorumlar büyük tepki almıştır. Islahat fikirleri bir grup nazarında onu zirveye taşırken bir grup tarafından ehli sünnetten sapmış biri olarak görülmesine neden olmuştur.

O yıllarda başlayan sosyal hayatta yaşanan hızlı gelişme, toplumun çekirdeği olan aileyi de etkilemiştir. Zaten yıllar boyunca toplumda yerleşen örf ve adetler bu kurumu da saf haliyle bırakmamıştır.

Abduh, pek çok yerde toplumun ıslahının eğitimle olacağını belirtmiştir. Bilindiği üzere ailede başlayan eğitimin en önemli faktörü anne, yani kadındır. İleride toplumun birer ferdi olacak çocukların aldığı terbiye ve eğitim o toplumun kaderini belirleyecektir.

Modernizme geçiş döneminde İslâm’a yöneltilen tenkitlerin başında onun aile anlayışı ve hukuku gelmiştir. Çalkantılı dönemin bir âlimi olarak Abduh’un bu konudaki görüşleri kanaatimizce büyük önem taşımaktadır. Zira bir taraftan geleneğin baskısı diğer taraftan modernizmin talepleri arasında gelgitlerin yaşandığı bir dönemin ilim dünyasındaki başta gelen simaları, yaklaşımları, bugünü anlamaya yardımcı kaynaklar mesabesindedir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi tefsir ve ıslahatçılık yönü ağır basan Muhammed Abduh’un kadın ve aile ile ilgili görüşleri farklı yerlerde dağınık bir şekildedir. Tezimiz bu görüşleri bir araya getirmeye ve dört mezheple karşılaştırmaya yöneliktir.

Çalışmamızın giriş bölümünde konunun sınırlarını, amacını ve kaynaklarını anlatmaya çalıştık.

Birinci bölümde Abduh’un Kur’an’ın kadınlarla ilgili özel hükümlerine dair yorumlarını ele aldık. Hayız, örtünme gibi konularda Abduh’un görüşlerini dört mezhebin görüşüyle karşılaştırmaya çalıştık.

(7)

İkinci bölümde kadının şahsiyeti, evlenme, iddet, birden fazla evlilik, mehir, nafaka, boşanma, birden fazla talâk, kadının mülkiyeti, miras hakkı gibi konularda Abduh’un yorumlarını araştırdık.

Üçüncü bölümde ise, kamu hukukunu ilgilendiren hususlarda kadının yerini Abduh’un yorumlarıyla ortaya koyduk.

Çalışmamız esnasında karşılaştığımız sorunlardan birisi, Tefsiru’l- Menar’da Abduh’un görüşlerinin dağınık halde bulunmasıdır. Her ne kadar ilk ciltler, Abduh gözden geçirdikten sonra basılmışsa da diğer ciltler için aynı şeyi söyleyememekteyiz. Ayrıca Muhammed Abduh ismi etrafındaki spekülasyonların çeşitliliği, yayınlanmış bazı eserlerinin yeni incelemeler sonunda kendisine ait olmadığının görülmesi bu eserlere daha dikkatli yaklaşmamıza neden olmuştur.

Çalışmam esnasında konu belirlemesinden içerik oluşumuna kadar bana yardımcı olan danışman hocam Sayın Prof. Dr. Ahmet Yaman’a teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca kaynak temininde önemli yardımlarını gördüğüm Sayın Prof. Dr. Saffet Köse ve Sayın Doç. Dr. Abdullah Alperen’e de teşekkürlerimi sunarım.

Rukiye Ak KONYA, 2006

(8)

GİRİŞ

KONUNUNUN SINIRLARI, AMACI, KAYNAKLARI VE MUHAMMED ABDUH’UN HAYATI

I-KONUNUN SINIRLARI, AMACI VE KAYNAKLARI:

Bu başlık altında tez konumuz, kaynaklarımız ve amacımız hakkında kısa bilgi verilecektir.

A- KONUNUN SINIRLARI VE AMACI

İslam dünyasının modernizme geçiş sürecinin ilk dönemlerinde yaşamış olan Muhammed Abduh (1849–1905) Ezher uleması arasında tek başına yenilik hareketlerine kalkışmış, gerek yazılarında ve gerekse derslerinde, hür aklı kullanarak taklitten kurtulmayı, geçmişlerin donuk fikirlerine saplanmamayı tavsiye etmiştir. İslamiyet’in akılcı bir din olduğunu savunmuş, günümüzde zarurete binaen yeni kanunlar konulması, ayetlerin daha farklı yorumlanması gerektiğini söylemiştir.

Kur'an ve sünnetten çıkarılacak yasalarla kamu yasasının gözetilerek öncelikli hale getirilmesi, dört mezhep alimlerinin bir araya gelerek ortak noktada birleşmeleri ve tevhidin sağlanması üzerinde ehemmiyetle durmuştur. Gerektiğinde, sadece bir mezhepten istifade etmekle kalınmayıp, dört mezhebin hükümlerinin ve hatta bunların dışındaki görüşlerin de bir araya getirilmek suretiyle karşılaştırılması ve en iyi senteze bu yolla gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Abduh’a göre bütün kayıtlardan bağımsız olarak düşünülebilmeli, serbestçe araştırma yapılabilmelidir. Bu nedenle onun getirdiği yorumların bir kısmı, bir mezhebin görüşüne uyarken diğer bir kısmı başka bir mezhebin görüşüne muvafık olmuştur.

Tezimizde Muhammed Abduh’un kadınla ilgili Kur’an ayetlerine getirdiği yorumları ve bu yorumları hangi şart ve durumlarda neye göre yaptığını incelemeye çalıştık. Abduh’un görüşlerini yansıtır düşüncesiyle bazen öğrencisi Reşid Rıza’nın (v.1935) görüşlerine de yer verdik. Daha sonra bu yorumları mezheplerin belli görüşleriyle karşılaştırmaya çalıştık.

Muhammed Abduh’un yorumları incelendiğinde, bu yorumların İslam Hukuku literatürü içerisinde daha önce dile getirilmiş olan fikirlerden biri olduğu görülecektir. Diğer bir ifadeyle Abduh hüküm bildiren ayetler hakkında hiç duyulmamış, yepyeni

(9)

yorumlar yapmış değildir. Bu yorumlar, günümüzde sıkça karşılaştığımız, pek çok hukukçu tarafından da benimsenen fikirlerdir.

Tezimizin amacı bu fikirleri ortaya koymak, geçmişteki ve günümüzdeki düşünce yapısıyla bunları karşılaştırmaktır.

B-KAYNAKLARI

Hanımlarla ilgili görüşlerini ve hangi mezhebe daha yakın durduğunu araştırdığımız Abduh, daha çok toplum ve toplumun ıslahı ile ilgilenmiştir. Araştırmamıza kaynak olacak ifadeleri, özellikle müftülüğü esnasında ortaya çıkmıştır.

Abduh’un öğrencisi Reşid Rıza’nın yazdığı Muhammed Abduh’un görüşlerinin de içinde bulunduğu Tefsiru’l-Menar ana kaynaklarımızdan biridir. Tefsiru’l -Menar on iki cilt olup Reşid Rıza’nın vefatı nedeniyle Yusuf Suresinde son bulmuştur. Reşid Rıza, Abduh’un görüşünü “kâle’l - üstâzü’l - imam” dedikten sonra aktarmış, Abduh vefat ettikten sonra ise, “hatırladığım kadarıyla böyle dedi”, “bunun benzerini söyledi” gibi ifadeler kullanmıştır. Muhammed Abduh’un fikirlerine ulaştığımız diğer iki eser de Ammâra’nın derlediği Abduh’un fetvalarını içeren el-Fetâvâ fi’t- Tecdîd ve’l Islâhı’d- Dînî ve Mısır Fetvâ Dairesinin yayımladığı el- Fetâvâ’l-İslâmiyye’dir.

Tezimizde Abduh’un yorumlarının dışında, başvurduğumuz kaynaklardan biri de “Ahkâmu’l-Kur’ân”lardır. Dört mezheple karşılaştırırken öncelikli olarak başvurduğumuz kaynaklar ise şunlardır:

Hanefîlere ait eserler: Cassâs (v.370/980), Ahkâmu’l-Kur’ân; Serahsî (v.483/1090), el-Mebsût; Kâsânî (v.587/1191), Bedâiu’s-Sanâ’î; İbnü’l Hümâm (v.861/456), Fethu’l-Kadîr;

Şâfiîlere ait eserler: Şâfiî (v. 204/819), Ahkâmu’l-Kur’ân ve el-Üm; Nevevî (v. 676/1277), el- Mecmu’; Şirbînî (v. 977/1570), Muğni’l-Muhtâc;

Mâlikîlere ait eserler: Sahnûn (240/854), el-Müdevvene; İbn Rüşd (v. 595/1198), Bidâyetü’l- Müctehid;

Hanbelîlere ait eserler: İbn Kudâme (v. 620/1223), el-Muğnî; Behutî (v. 1051/1641), Keşşâfu’l-Kınâ’.

Abduh’un hayatı ve eserleri konusunda ise başta Reşid Rıza’nın Târîhu’l- Üstâzi’l- İmâm’ı olmak üzere Ammâra’nın derlediği el- A’mâlü’l-Kâmile li’l- İmam

(10)

Muhammed Abduh adlı eserden ve son zamanlarda yazılmış, onu ve diğer ıslahatçıları anlatan eserlerden faydalandık.

II-MUHAMMED ABDUH’UN HAYATI VE ESERLERİ

Bu başlık altında pek çok öğrenci yetiştiren, eğitim ve tefsir alanındaki fikirleriyle temayüz eden Abduh’un hayatı hakkında bilgi verilecektir.

A. DOĞUMU VE YETİŞMESİ

Muhammed Abduh Hasan Hayrullah, Mehmet Ali Paşa’nın saltanatının son döneminde, 1849 yılında doğmuştur. Bu sırada ailesi göçebe bir hayat sürdüğü için doğum yeri hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bu husustaki bütün bilgi, onun aşağı Mısır’ın büyük yerleşim merkezlerinden uzak bir köyünde doğmuş olmasıdır. Babası, ailesiyle beraber bizzat ekip biçtiği arazilerin bulunduğu1 ‘Mahalletü’n-Nasr’ köyüne döndüğünde Abduh henüz küçük bir çocuktur.2 Babasının aslı Türkmen’dir.3 Abduh bu hususu şöyle dile getirir: “Köy halkı bize Türkmen ailesi derdi. Bunu babama sorduğumda o, soyumuzun, Türkmen ülkesinden gelip aşağı Mısır’da çadır kurup, burada bir zaman için yerleşen bir Türkmen ailesine dayandığını söyledi.”4 Abduh’un ailesi önce Tanta civarına yerleşmiş, sonra Mehmet Ali Paşa yönetiminin son yıllarında gördükleri zulüm sebebiyle buradan göç ederek, yakınlarının bulunduğu Mahalletü’n-Nasr’a gelmiştir. Annesi bölgenin tanınmış ailelerinden olup, soyu Hz. Ömer’in kabilesine ulaşmaktadır.5

Abduh çocukluğunun ilk yıllarını Bahire kazasının Mahalletü’n-Nasr adlı köyünde geçirmiştir. Yöneticiler tarafından bu köyde mecburi ikamete tabi tutulan ailesi, onların zulümlerine boyun eğmemekle tanınan izzetli bir ailedir.6

Abduh öğrenimine ailesinin yanında başlamış7, Tanta’daki Ahmedî Medresesi’

inde Arapça ve tecvid dersleri almıştır.8 Fakat buradaki klasik öğretim metodunu

beğenmeyerek birkaç kez Tanta’dan ayrılmış babasının zoruyla tekrar dönmüştür. Bu

1 Akkâd, el- Üstâzü’l- İmâm Muhamed Abuh, s. 80

2 Abduh, Tevhid Risalesi, Mütercimin Önsözü, s.1; Akkâd, a.g.e., s. 69

3 Goldzıher, İslam Tefsir Ekolleri, s. 350; Reşid Rıza, Târîhu’l-Üstâzi’l- İmâm, 1/16 4 Reşid Rıza, a.g.e., 1/19

5 Reşid Rıza, a.g.e., 1/13

6 Reşid Rıza, a.g.e., 1/1; Abdürrazık Mustafa, Muhammed Abduh, Mısır, Daru’l-Maarif, ts, s.16’dan İşcan,

Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, s.18

7 Akkâd, a.g.e., s. 85

8 Reşid Rıza, a.g.e., 1/20; Sâmarrâî, Hasib, Mezhepsizler ( Afganî- Abduh- Reşid Rıza ) ve Mukallitleri

(11)

gidiş dönüşler arasında 1282/1865’te bir daha Tanta’ya gitmeyeceği düşüncesiyle evlenmiştir.9

Bu yıllarda karşısına, babasının dayısı olan Şâzelî tarikatına mensup Şeyh Derviş Hıdır çıkmış, tasavvufla ilgili risaleler okuyarak10 Abduh’un kalbinde ilim aşkının başlamasına ve huzura kavuşmasına vesile olmuştur.11

Şeyh Derviş sayesinde Tanta’ya geri dönen Abduh, daha sonra Ezher’e gitmiştir.

Muhammed Abduh’un hayatı 1871’de Cemâleddin Efgânî’nin (v. 1897) ikinci kez Mısır’a gelmesiyle değişmiştir. Efgânî’nin Kur’ân’ı yorumlama tekniği, tefsire olan hâkimiyeti, felsefe ve toplumsal İslam ahlâkı konularındaki fikirleri Abduh’u, ilmin sözden ibaret olduğunu sanmakla suçladığı Ezher âlimlerinden uzaklaştırmış ve önüne yeni bir dünyanın kapılarını açmıştır.

Efgânî’nin yürüttüğü gizli siyasî faaliyetlere katılan Abduh, bazı dergi ve gazetelerde makaleler yazmaya başlamıştır. İlk makalesi “Takrîzu’l-Ehram” 1876’da, Lübnanlı iki kardeşin kurduğu el-Ehram adlı gazetede yayımlanmıştır.12 Sırasıyla “el-Kitabe ve’l-Kalem”, “el-Müdebbiru’l-İnsanî ve’l- Müdebbiru’l- Akli’r-Ruhanî” adlı makalelerden sonra çağdaş bilimlerin önemini ve bunların Müslümanlar tarafından kavranmasının gerekliliğini içeren bir makale yazmıştır. Daha sonra Goizot’un “History of Civilisation in Europe” adlı eserinin Arapça tercümesini tanıtmıştır.13

Bu makaleler, Abduh’un, toplumsal ıslah için fikrî bir alt yapısı olduğunu göstermektedir.

1877’de Ezher’de uluslararası bilim sınavına girerek “âlim” unvanını kazanmıştır.

1878’de Dâru’l- Ulûm Medresesi’ne hoca olarak atanmıştır. Gerek burada, gerek Ezher talebelerine okuttuğu kitaplar onun fikrî yönü hakkında bilgi vermektedir. İbn Haldun’un Mukaddimesi, Mâturîdî kelam kitabı olan Şerhu’l- Akaidi’n- Nesefiyye, İbn Miskeveyh’in Tehzîbu’l- Ahlâk’ı, Goizot’un kitabının Arapça tercümesi olan et-Tuhfetü’l-Edebiyye fî Tarihi Temeddüni’l-Memâlikî’l-Avrubiyye okutmuş olduğu

9 Reşid Rıza, a.g.e., 1/20

10 Reşid Rıza, Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm, 1/20; Emin, Ahmed, Zuamâu’l-Islah fi’l-Asrı’l- Hadîs, s. 283 11 Akkâd, a.g.e., s. 88-89

12 Emin, Ahmet, a.g.e., s. 300 13 Reşid Rıza, a.g.e., 2/15-48

(12)

kitaplar arasındadır.14 Kendisi de “Ilmü’l-İctima ve’l-Umran” adında bir ders kitabı hazırlamıştır. Dil ve İdare Fakültelerinde Arapça okutmuştur.

Muhammed Abduh bir ara hocası Efgânî ile birlikte İngiliz mahfiline bağlı Kevkebu’ş-Şark adındaki bir mason derneğine üye olmuştur. Amaçları sosyal ve politik açıdan emellerine ulaşabilmektir, fakat teşkilatın yabancılarla özellikle de İngilizlerle ilgisi nedeniyle maksatlarına ulaşamayacaklarını anlayınca zaten kısa süren üyeliklerine son vermişlerdir.15

Efgânî, siyasî fikirlerini hayata geçirebilmek için Hıdiv İsmail’in oğlu Tevfik ile tahta geçtiğinde siyasî bir ıslah programını yürürlüğe koyması şartıyla anlaşmıştır. 1879’da bir Babıâli fermanıyla Tevfik, hıdivliğe getirilmiştir. Fakat Tevfik tahta geçince Efgânî ve ekibine sırt dönmüştür. Bunun üzerine 1879’da Efgânî sürgün edilirken, Abduh da öğretim görevliliğinden alınarak Mahalletü’n-Nasr’da mecburi ikamete zorlanmıştır.

Muhammed Abduh bir yıl sonra affedilerek Mısır’ın resmî gazetesi “el-Vakâ’iu’l-Mısriyye”nin yazı işleri müdürlüğüne atanmış; 1881’de de Maarif azalığına getirilmiştir.16 Abduh’un adı geçen resmî gazetede otuz beş makalesi yayımlanmıştır. Bu makaleleri Reşid Rıza, Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm’ın ikinci cildinde toplamıştır.17 Abduh’un resmî gazetedeki bu görevi 1882’ye kadar on sekiz ay devam etmiştir.

Türk ve Çerkezler Mısırlılardan üstün tutuluyor bahanesiyle Mısırlı bir subay olan A’râbî, 1882’de ayaklanma başlatmış; başlangıçta Mısırlı subayların Çerkez subaylarla eşit tutulmasını isteyen bir subay hareketi olan bu ayaklanma daha sonra halk ayaklanması halini almıştır. Abduh da bu ayaklanmada halkın arasında yer almıştır. Mısır’da anayasal hükümet taraftarı olanlar iki gruba ayrılmıştır. İlk grup yönetimde ıslah taraftarı olup şiddete başvurmadan şûrâya dayalı bir yönetime geçişi istemiştir. Bunun için de eğitim yoluyla, önce altyapının hazırlanması gerekir, demişlerdir. Riyaz Paşa, Muhammed Abduh ve Sa’d Zağlul bu gruptandır. Diğer grup ise rejim değişikliğine devrimle ulaşmak isteyen Fransa’da eğitim görmüş genç kuşaktır.18 A’râbî Paşa’yı yönlendiren, ikinci grup olmuştur. Ayaklanma sonunda A’râbî hükümet başkanı olsa da bu ayaklanma, İskenderiye’nin İngilizler tarafından bombalanmasına ve bütün

14 Hourani, Çağdaş Arap Düşüncesi, s.153

15 Karaman, Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 58

16 Goldzıher, a.g.e., s.350; Ziriklî, el-A’lâm, 6/252; Hourani, a.g.e., s.154-155 17 Reşid Rıza, Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm, 2/49

(13)

ülkenin işgal edilmesine neden olmuştur.19 Abduh, isyan bastırılınca üç ay hapsedilmiş, üç yıl süreyle de Beyrut’a sürülmüştür.

Bu isyan nedeniyle Efgânî de Mısır’dan çıkarılmıştır. Abduh Beyrut’tan Efgânî’nin bulunduğu Paris’e gitmiştir. Birlikte “el-Urvetü’l-Vüskâ” adında bir dernek kurmuşlar, sonra da derneğin fikirlerini yaymak için aynı adla bir dergi çıkarmışlardır.20 Derneğin ve gazetenin ana gayesi doğu halklarını bir araya getirip emperyalizme karşı birlikte savaşmak ve Mısır’ı İngiliz işgalinden kurtarmaktır.21

İngilizlerin katı tutumu, derginin Mısır, Hindistan ve Sudan’a girmesini yasaklamaları, onun çok az bir sayı ile yayın hayatına son vermesine neden olmuştur. Sekiz ayda on sekiz sayı yayınlanabilmiştir. Son sayı 17 Ekim 1884 tarihini taşımaktadır.22

Abduh Paris’te İngilizlerle görüşerek Mısır’dan çıkmalarını istemiş fakat netice alamamıştır. 1885’te tekrar Beyrut’a dönmüştür. Bu arada siyasetten uzaklaşmış kendini ilme vermiştir.23 O zaman bir Osmanlı vilayeti olan Beyrut’ta Sultaniye Mektebi’nde

dersler vermiştir. Çeşitli yerlerde tefsir dersleri okutmuştur. Reşid Rıza, Lübnanlı mütefekkir Şekip Arslan’ın Abduh için, onda diğer ulemada görmedikleri bir aydın tavrı gördüklerini, onun aklî ve naklî ilimleri en iyi biçimde birbiriyle birleştirdiğini, daha önce hiç karşılaşmadıkları bir filozof bakış açısının olduğunu söylediğini, bildirmektedir.24

Bu arada Sultan Abdülhamit, okullardaki din derslerini iyileştirmek ve program hazırlamak üzere Şeyhülislâm başkanlığında bir heyet kurmuştur. Fetva Emini Nuri, Maarif Meclisi Başkanı Hüsnü Efendi, Abdünnâfi Efendi ve Hoca İshak Efendi bu heyettedir. Abduh bu münasebetle iki lâyiha hazırlamıştır. Birini Şeyhülislâm’a göndermiştir. Bu lâyihada Müslümanların zayıf tarafının dinin esaslarını bilmemek olduğunu, akide bozukluğunun da ahlâkî bozukluğa yol açtığını, bunun ilacının dinî tedrisatı ıslah etmek, eğitim ve öğretim yoluyla halkın yükselmesini sağlamak olduğunu

19 Hourani, a.g.e., s.154

20 Ziriklî, a.g.e., 6/252; Keskioğlu, “Muhammed Abduh”, s. 121 21 Reşid Rıza, a.g.e., 1/104

22 Reşid Rıza, a.g.e., 1/33

23 Emin, Ahmet, Zuamâu’l-Islah fi’l-Asrı’l- Hadîs, s. 314 24 Reşid Rıza, a.g.e., 1/400-404

(14)

ifade etmiş ve programlar çizmiştir. Programda halk için, memurlar, askerler ve âlim olacaklar için dersler ayrı bölümlerde gösterilmiştir. 25

İkinci lâyihayı ise Beyrut valisine vermiştir. Bu lâyihada da Suriye’nin ıslahını ve yabancı okulların verdikleri zararların önlenmesini istemiştir.26

Abduh’un zihnindeki reform programı şu alanları kapsamaktadır: 1. Eski haline döndürmek suretiyle İslâmiyet’in ıslahı,

2. Arap dilinin yenilenmesi, 3. Eğitim-öğretim reformu,

4. Ezher reformu ve çağdaş ilimlerin öğretim programına alınması, 5. Siyasî reform, halk haklarının tanınması.27

1889’da Mısır’a dönmüş ve sırasıyla Binha, Zekazik ve Âbidin kadılıklarında

bulunmuştur. 1891’de de istinaf mahkemesi müsteşarı olduktan sonra 28düşündüğü

reformları gerçekleştirmek için işe başlamıştır.

Abduh, Ezher, şer’i mahkemeler ve vakıflar gibi kuruluşların yeniden düzenlenmesi için tek yolun İngilizlere yaklaşmak olduğunu düşünmüş ve eğitim ıslahını

konu alan bir raporunu hükümete değil, Lord Cromer’e sunmuştur.29 Bu Abduh’un

Efgânî ile de arasının açılmasına neden olmuştur.

Ezher’in ıslahı hususunda, Ezher İdare Meclisi oluşturulmuş, müderrislerin geçim seviyesi, öğrencilerin ikamet ve bakımları iyileştirilmiş, tedrisata matematik, edebiyat, coğrafya gibi yeni ilimler konmuştur. Ezher’de eğitim için belli bir süre tayin edilmiştir. Abduh 1899’dan itibaren Ezher’de tefsir dersleri vermeye başlamıştır. Reşid Rıza ile bu dersleri kitap haline getirmek için işe başlamışlar fakat Nisa suresinin 25. ayetine kadar gelebilmişlerdir. 1899’da Mısır müftüsü olan Abduh, İskenderiye’de ölünceye kadar bu işe devam ettirmiştir.30Abduh’un verdiği fetva sayısı 1044’tür.31

Müftülüğü esnasında, Güney Afrika’da Transifal adlı yerde yaşayan Müslümanların sorularına olumlu cevap vermesi eleştiri oklarını üzerine çekmiştir.

25 Ammâra, el-A’mâlu’l-Kâmile li’l-İmam Muhammed Abduh, 3/71; Keskioğlu, a.g.m., s. 113 26 Keskioğlu, a.g.m., s. 114

27 Mücahid, Farabi’den Abduh’a Siyasi Düşünce, s. 234 28 Hourani, a.g.e., s. 155

29 Emin, Ahmet, a.g.e., s. 321 30 Ziriklî, a.g.e., 6/252

(15)

Abduh, maslahat gereği şapka gibi İngiliz kıyafeti giyilebileceğini, başına tokmakla vurularak mukavemeti azaldıktan sonra ölmeden kesilen hayvanın etinin yenilebileceğini, bir mezhepten olanın başka bir mezhepten olana namazda uymasının caiz olacağını söylemiştir. Mesele büyümüş, Mısır ve Hindistan basınında yankılar meydana getirmiştir. Ezher âlimleri fıkıh kitaplarından nakiller yaparak Abduh’u teyit etmişlerdir.32

1905’te Abduh’la karşı safta olan Abdurrahman eş-Şiryînî Ezher Şeyhi olarak tayin edilince, Abduh Ezher İdare Meclisi’nden istifa etmiştir. Yorgunluğunu atabilmek ve bir ara yakalandığı hastalığı tedavi ettirebilmek için Avrupa’ya gitmeye karar vermiştir. Önce İskenderiye’ye geçip dostu Muhammed Rasim Bey’in evinde misafir olmuştur. Yola çıkmak üzere iken aniden rahatsızlanan Abduh Avrupa’ya gidememiş, bir hafta sonra da 11 Ağustos 1905’te İskenderiye’de elli altı yaşında hayata gözlerini kapamıştır.33

Islahatçı fikirleri Cemaleddin el- Efgânî’den alan Abduh, İbn Teymiyye yolunda yürüyerek taklitçiliğin bırakılıp içtihadın serbest bırakılmasını savunmuştur. Kur’an’ın bütün ilimlere şamil olduğunu, İslâmiyet’in ilim ve teknik ile bağdaştığını, bütün mezheplerin birleşerek İslâm’ın ilk dönemlerindeki saf haline dönmesiyle meselelerin halledilebileceğini ifade etmiştir.

Yirminci asrın edebî ve içtimaî tefsir ekolünün temelini atmıştır. M. Reşid Rıza (v. 1935), M. Mustafa el- Merâğî ( v.1952) onun yolunu izlemiştir.34

Abduh tefsir derslerinde mezheplerin tesiri altında kalmamaya çalışmıştır. Aynı şekilde Kur’ân’ı da mezhepler için bir vasıta haline getirmemiştir. İsrailiyat konusunda çok titiz davranmış, yalan ve hurafe olan şeyleri tefsire karıştırmamaya çalışmış, zayıf ve mevzu haberleri kullanmaktan kaçınmıştır.35

Bunun yanı sıra Abduh’un akla geniş yer vermesi, onu çeşitli tevillere yöneltmiştir. Bunun en önemli nedeni de Kur’ân’ın çağdaş ilim ve felsefenin verileriyle çatışmadığını göstermek kaygısı olmuştur.

32 Keskioğlu, “Muhammed Abduh”, s. 117

33 el- Fetâvâ’l- İslâmiyye, 7/2673; Keskioğlu, a.g.m., s. 120 34 Çetin, Kur’an’ı Kerim’i Anlama Usulü, s. 148

(16)

Müslümanların zihin ve düşünce yapılarında, dinî yaşayışlarında ortaya çıkan statikleşmeyi aşmak için Abduh’un da aralarında bulunduğu birçok âlim içtihat kapısının açık tutulması gerektiğini savunmuştur.36

Düşünceleri daha çok Arap-İslâm dünyasında etkili olan Abduh, liberal görüşlü bir aydın olmaktan ziyade muhafazakâr bir tutuma sahip olmuştur. Mısır başta olmak üzere diğer İslâm ülkelerindeki şartların iyi olmadığının bilincinde olarak, gerçekten bazı reformların yapılmasını istemiştir. Körü körüne Batı düşüncesi taraftarı olmamış, İslâmî eğitim ideali, akla başvurmanın yanında, yabancı unsurların temizlenmesini de kapsamıştır. Onun yabancı unsurlardan kurtulma arzusu İslâm’ın kendi kendine yeterliliğine olan inancına işaret etmektedir.37

B. ÖĞRENİM HAYATI VE HOCALARI:

Muhammed Abduh, yedi yaşında kendi köyünde ilköğrenimine ve Kur’an hıfzına başlamıştır38. İki yıl içerisinde de Kur’ân- Kerim’i ezberlemiştir.

Okuma yazmaya babasının evinde başlayan Abduh daha sonra babası tarafından (1279/1862) Tanta’ya götürülmüştür. Tanta’da Ahmedî Medresesi’nde tecvit dersi almış fakat ilim öğrenmekten hoşlanmayıp bir süre sonra köyüne geri dönmüştür. 1282 / 1865’te evlenmiş, kırk altı gün sonra babası tekrar Tanta’ya gitmeye zorlamıştır.39 Ne var ki Abduh Tanta’dan yine kaçmış, pek çok akrabasının bulunduğu Kuneyse Edrin köyüne sığınmıştır.40 Burada, Şâzelî tarikatına mensup Şeyh Derviş Hıdır ile karşılaşmış, ondan tasavvuf dersleri almış, ilmi sevmeye başlamıştır.41

Abduh bir müddet daha Ahmedî Medresesi’nde tahsiline devam ettikten sonra 1866’da Ezher’e gitmiş, burada çeşitli âlimlerden dersler alarak kendini yetiştirmiştir.42 1871’de Efgânî ile karşılaşmış ve onun en yakın talebesi olmuştur.

Öğrenimine babasının zoruyla başlayan Abduh’un karşısına çıkan özel insanlarla bakış açısı değişmiş, uzun yıllar öğrenim görmüş ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir.

36 Alperen, Sosyolojik Açıdan Türkiye’de İslâm ve Modernleşme, s. 165 37 Alperen, a.g.e., s. 191

38 Mücahid, a.g.e., s. 229

39 Reşid Rıza, Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm, 1/21

40 Reşid Rıza, a.g.e., 1/21; Abduh, Tevhid Risalesi, Mütercimin Mukaddimesi, s. 11-13 41 Emin, Ahmet, a.g.e., s. 283

(17)

Abduh’un hayatı incelendiğinde onun ölünceye kadar eğitim ve öğretimle iç içe olduğu, hayatını adadığı en önemli hususun eğitim olduğu görülür.

Muhammed Abduh, Şeyh Derviş Hıdır, Şeyh Uleyş, er-Rufaî, el-Ceyzavî, et-Tarablusî, Bahravî, Şeyh Hasan Rıdvan, Ezher’de mantık ilmiyle meşhur Şeyh Hasan et-Tavil, Şeyh Muhammed el-Besyûnî43 gibi şahıslardan dersler almıştır. Bunların dışında hayatında en büyük rolü oynayan hocası Cemaleddin el- Efgânî’dir. Bu sebeple Efgânî’nin hayatından kısaca bahsedeceğiz.

Cemaleddin el- Efgânî (1839–1897 ) :

Asıl adı Cemaleddin Safter b. Ali b. Muhammed b. Muhammed el-Hüseynî olan Cemaleddin Efgânî’nin doğduğu yer hakkında iki görüş vardır: Kendisinin, öğrencilerinin ve bazı kaynakların söylediğine göre Afganistan’da Kâbil civarındaki

Esedabat’ta44 doğmuştur. Mısır kaynaklarına göre ise, Hemedan kazalarından

Esedabat’ta Şaban ayında doğmuştur.

Efgânî’nîn İranlı ve Şiî olduğunu ileri sürenler, onun yeğeni olduğunu iddia eden Mirza Lütfullah Han (v.1340/1920) isimli İranlı bir şahsın kitabına, Efgânî’nin İranlı bir dostuna bıraktığı evrakı ihtiva eden “Mecmu’a-i esnad ve medarik-i çap ne şode...” isimli kitaba, onun İran’a verdiği öneme ve bu ülke ile ilgili faaliyetlerine45, Farsça’yı telaffuz şekline, doğduğu iddia edilen yerde bulunan akrabasına, babasının adının Safter olmasına46, başta felsefe ve mantık olmak üzere tahsil ettiği ve okuttuğu ilimlere ve bazı vesikalarda onun İranlı olduğunu bildiren kayıtların bulunmasına dayanmışlardır.47

Efgânî, hakîm bir zat olup aklî ve naklî ilimlerde geniş bilgi sahibidir. Afganca, Farsça, Arapça, Türkçe, Fransızca, İngilizce ve Rusça biliyordu.48 On sekiz yaşına kadar Kabil’de kalmış, ilköğrenimini babası Safter’den yapmıştır. Ülkenin meşhur âlimlerinden dil, tarih, din, felsefe, matematik, tıp ve siyaset alanında ders almış49, sonra Hicaz’a gitmiştir. Daha sonra Kâbil’e dönmüş ve hükümet ricali arasına karışmıştır.

43 Reşid Rıza, a.g.e., 1/25 44 Reşid Rıza, a.g.e., 1/27

45 Sâmarrâî, Mezhepsizler ( Afganî- Abduh- Reşid Rıza ) ve Mukallitleri, s.11 46 Samarrâî, a.g.e., s. 9

47 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 21.

48 Dâvûdoğlu, Ahmet, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, İstanbul, 1989, s. 67 49 Reşid Rıza, a.g.e., 1/28; Karaman , Hayreddin, “Efgânî Cemaleddin”, DİA, 10/457

(18)

Daha sonra Mısır’a gitmiş, orada öğrencilerine dinde ve siyasette ıslahat ruhunu aşılamıştır. 50

Mısır’da 19. asrın ikinci yarısında ortaya çıkan Batı emperyalizmine karşı direniş hareketinin temsilcisi olmuştur. Batılıların Mısır’ı işgal etme ve sömürme arzularına karşı Müslümanların birbiriyle dayanışma halinde, dünyada etkin bir güç ve kendi kendilerine egemen bir ümmet haline gelebilmeleri için ilk başta Kur’an’a boyun eğmeleri gerektiğinin üzerinde durmuştur.51

Efgânî, önce Doğu ülkelerinden Hindistan, Mısır, Hicaz, İran, Irak ve İstanbul’a52 gitmiş, daha sonra da Batı ülkelerinden Londra, Paris, Münih ve Petesburg gibi şehirleri gezip görmüştür.

Efgânî’nîn bu gezileri dış dünyayı tanımada kendisine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Aynı zamanda mukayese imkânı da bulmuştur. Bir tarafta görülen zayıflığı, uyuşukluğu ve gevşekliği; diğer tarafta görülen kuvvetliliği, dinamikliği ve üstünlüğü kendince tahlillere tabi tutmuştur.53

Bu nedenle önce milli şuuru ve vatan sevgisini uyandırmaya çalışmıştır. Daha sonra da bütün İslam ülkeleri arasında sağlam bağların kurulması, çok yönlü dayanışmanın sağlanması ve böylece hür ve bağımsız bir ‘Müslümanlar birliğine’ ulaşılması için çaba göstermiştir.54

Efgânî Müslüman bireyden çok Müslüman ümmetten söz etmiş, ümmetle yöneticiler arasında biri egemen diğeri ise güdülen ve bir tarafa itilen bir ilişki biçiminin değil, karşılıklı diyalog ve istişare esasına dayanan bir ilişki biçiminin bulunması gerektiğinden söz etmiştir.55

1884’te Paris’e giden Efgânî, orada bulunan Muhammed Abduh’la birlikte İslam’ın birliği ve reformu için çalışmaya adanmış gizli bir cemiyet kurmuşlardır. Tunus ve başka yerlerde şubesinin olduğu bilinse de cemiyetin boyutu belirsizdir.56 Cemiyetin himayesi altındaki bu şubelerden ikisi Arapça bir dergi olan el-Urvetü’l-Vüskâ’nın on sekiz sayısını yayımlamışlardır. Dergi kısmen büyük devletlerin İslam dünyasındaki ve

50 Dâvûdoğlu, a.g.e., s. 67

51 Behiy, Çağdaş İslam Düşüncesinin Oluşumu ve Batı, s. 98 52 Reşid Rıza, Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm, 1/30

53 Behiy, a.g.e., s. 72

54 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 27 55 Behiy, a.g.e., s. 75

(19)

bilhassa İngiltere’nin Mısır ve Sudan’daki politikasının analizine, kısmen de Müslümanları uyandırma ve durumlarını iyileştirmeleri çağrısına hasredilmiştir. Dergide yüklü olan düşünce ağı Efgânî’nin olmasına rağmen dil Abduh’a aittir.57

Efgânî, Paris’te üç yıldan fazla kaldıktan sonra 1887’de Tahran’a gitmiştir. Aynı yıl Rusya’ya geçmiş, 1889’da Rusya’dan Paris’e geçerken Almanya’nın başkenti Münih’te İran Şah’ı Nasirüddin ile karşılaşmıştır. Şahın ısrarı üzerine Paris’e gitmekten vazgeçip onunla birlikte İran’a gitmiş, 1891’de ülkenin sınırları dışındaki Basra’ya sürgün edilmiş, 1892’de Basra’yı terk edip Londra’ya geçmiştir. Burada da sekiz ay kaldıktan sonra Sultan Abdülhamid’in daveti üzerine 1892’de İstanbul’a gelmiştir. Efgânî’nin İstanbul’a bu ikinci gelişi, onun son yolculuğu olmuş ve ölünceye dek burada kalmıştır.58

Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı, İslam dünyasının birlik ve bütünlüğünü kaybettiği, bilim ve teknolojide gerilediği, iktisaden zayıf düştüğü, emperyalist devletlerin İslam memleketlerinin büyük bir kısmını sömürge haline getirdikleri, siyasi ve kültürel hâkimiyetleri altına aldıkları bir dönemde yaşamıştır Efgânî. Değişik hocalardan ve birçok ilim ve irfan merkezinde ders alarak zamanın şartlarına göre iyi bir öğrenim gören Efgânî, ilim ve düşünce birikimini kendisinde hapsetmeyip bunu Müslümanların yararı doğrultusunda harcamaya çalışmıştır.59

C. MUHAMMED ABDUH’UN ESERLERİ

Muhammed Abduh’un, kısa ömrü, görevleri, meşguliyetleri, seyahatleri ve sürgün hayatı düşünüldüğünde kitap ve makale olarak verdiği eserler bakımından verimli ve velud bir yazar olarak kabul edilmesi gerekir. Makaleleri yazıldığı tarihlerde, çeşitli gazete ve dergilerde neşredilmiştir. Kitapları ise kısmen hayatında ve geri kalanı da vefatından sonra defalarca basılmıştır. Onun bütün eserlerini, hayat hikâyesi ile birlikte neşretmeye ilk defa Reşid Rıza, hemen üstadının ölümünden sonra teşebbüs etmiştir. Menar Dergisi’nde Muhtasaru Sîrati’l-Üstâzi’l-İmâm isimli kısa hal tercümesini yazarken, hazırlamakta olduğu ‘Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm’ isimli esere koymak üzere kimde Abduh ile ilgili bir yazı, hatıra, kitap, makale varsa kendisine getirmesini ilan etmiştir.60 Yalnız hazırlanan bu esere Abduh’a ait olmayan kitap ve makaleler de karışmış, bu nedenle Mısırlı araştırmacı Muhammed Ammâra ikinci toplama, inceleme

57 Reşid Rıza, a.g.e., 1/33; Hourani, a.g.e., s. 130 58 Karaman, a.g.m., 10/458-459

59 Güneş, Aklî Tefsir Hareketi- Mutezile ve Menar Ekolü-, s. 210-211 60 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 74-75

(20)

ve neşretme teşebbüsüne girişmiş, Abduh’un bütün eserlerini, belli bir düzen içinde, el-A’mâlu’l-Kâmile li’l-İmâm Muhammed Abduh adı altında üç cilt halinde neşretmiştir.61

Teliften çok tedrise önem veren Abduh’un eserlerini şöyle sıralamamız mümkündür:

a. Risâletü’l-Vâridât fi Sirri’t- Tecelliyât:

1872 yılında yazılan eser ilk defa 1874’te Kahire’de basılmıştır. Reşid Rıza Târîhu’l-Üstâzi’l-İmâm adlı eserinde Münşeât bölümünde bu eseri Abduh’a nispet etmiştir. Mukaddimeden sonra on iki kazıyye ve birkaç satırlık sonuçtan oluşmaktadır. Kelam ve tasavvufla ilgili bir eserdir. Mebde’ ve meâd açısından İslam filozoflarının görüşlerini özetlemektedir. Muhammed Ammâra bu eserin Abduh’a ait olmadığını

söylemektedir.62 Reşid Rıza eseri her ne kadar Abduh adına yayınlamışsa da eserin

girişindeki ilk dipnotta şöyle demeyi de ihmal etmemiştir: “Şunu iyice biliyorum ki, Allah rahmet eylesin, Abduh, bu risalede tedvin ettiği görüşlerin çoğunu, sonradan terk etmiş, bunların yanlış olduğunu anlamıştır.”63

b. Haşiye alâ Şerhi’d-Devvânî li’l-Adudiyye:

Adudiddîn el- İcî’nin (v.295/908) Akâidu’l- Adudiyye diye bilinen kitabını Celaleddîn ed- Devvânî (v.908/1502) şerh etmiş, Abduh da bu şerhe bir haşiye yazmıştır. Devvânî görüşlerinde işrak felsefesinin etkisinde kalmış bir zat olarak bilinir. En önemli özelliği felsefe, kelam ve tasavvufu mezcetmesidir. İlâhiyat konularında aklî delile önem veren, İslâm mezhepleri arasındaki farklılıkları hoşgörü ile karşılayan biri olarak tanınır. Bu şerh Devvânî’nin sayılan özelliklerinin hemen hepsini yansıtır.64

Haşiye, 1875’in sonlarında veya 1876’nın başlarında yayınlanmış, daha sonra 1905 yılında bir kere daha basılmıştır.65

Ammâra’ya göre bu eser Abduh’a değil Efgânî’ye aittir. Efgânî, mutasavvıf-filozof kelamcılardan olan Devvânî’nin yazdıklarına, İbn Sînâ (v.428/1037), Gazâlî (v.505/1111), Fahreddin Râzî (v.606/1209) ve İbn Haldun’dan (v.808/1405) edindiği

61 Ammâra, el-A’mâlu’l-Kâmile li’l-İmam Muhammed Abduh, Beyrut, 1979-1980 62 Ammâra, el-A’mâl, 1/206

63 İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 80-81 64 Anay, “Devvânî”, DİA, 9/257-262

65 Ammâra, a.g.e., 1/209; Osman Emin, Râidu’l-Fikri’l-Mısrî el-İmam Muhammed Abduh, Mısır,

(21)

kültürle haşiye yapmıştır. Burada Abduh’un rolü, Efgânî’nin fikirlerini, görüşlerini tertip ve nakletmekten ibarettir.66

Bu kitap Abduh’a ait olsun olmasın, Abduh, Risâletü’l- Vâridât’tan sonra felsefî, kelâmî ve tasavvufî kültürü geniş bir şekilde bu kitapla özümsemiştir.

c. el- Urvetu’l-Vüskâ:

Ammâra’ya göre dergi makalelerinden oluşan bu eserin de Efgânî’ye nispet edilmesi lazımdır. Ammâra bu görüşüne, Şekip Arslan’ın Abduh’tan nakil suretiyle Reşid Rıza’ya söylediği şu sözü delil olarak getirmektedir: ‘Tüm fikirler Seyyid’in idi. Bu dergide bana ait bir fikir bile yoktur. İbareler ise bana aittir, bu konuda da Efgânî’nin bir rolü yoktur.’67

d. Şerhu Nehci’l-Belağa:

Hz. Ali’nin hitabelerini, konuşmalarını, sözlerini ihtiva eden ve Şerif Radi (v. 1016/1607) tarafından toplanan Nehcu’l-Belağa isimli esere yaptığı şerhtir. Hamit İnayet’e (v. 1982) göre şerhin önemi, Müslüman birliğini zedelemeyecek bir bakış

açısıyla kaleme alınmış olmasıdır.68 Bu şerh Beyrut, Suriye ve Mısır’da defalarca

basılmıştır.69

e. er-Red ala’d-Dehriyyîn:

Efgânî’nin Farsça yazmış olduğu bu eseri Abduh bir mukaddime ile Arapça’ya çevirmiştir. Birinci baskısı 1886 yılında Beyrut’ta yapılmıştır. Daha sonra Kahire’de defalarca basılmıştır.70

f. Şerhu Makâmâtı Bedîizzaman el-Hemedânî:

Bedîüzzaman el-Hemedânî diye bilinen Ebu’l-Fazl Bedîüzzaman Ahmet b. El-Hüseyn b. Yahya el- Hemedânî’nin (v. 398/1008) Arap nesrinin şaheserlerinden olan Makâmât adlı eserinin Arapça açıklamasıdır. Hemedânî makâme türünün ilk örneklerini veren şair ve yazardır.71 Bu eser Abduh’un şerhiyle birlikte İlk olarak 1889 yılında Beyrut’ta basılmıştır.72

66 Ammâra, el-A’mâl, 1/209-219 67 Ammâra, a.g.e., 1/229-240

68 İnayet, Hamit, Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri, İstanbul, 1991, s.163’ten İşcan, a.g.e., s. 85 69 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 76

70 İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 85 71 Âşık, “Bedîüzzaman el-Hemedânî”, DİA, 5/328

(22)

g. Şerhu’l-Besâiri’n-Nasîriyye :

Ömer b. Sehlan es-Sâvi’nin mantık ilmine dair kitabının tahkik nevinden bir şerhidir. Abduh bu şerhi Ezher öğrencilerine okutmuştur. İlk baskısı 1898’de Bulak’ta yapılmıştır.73

h. Risaletü’t-Tevhîd:

Abduh’un belki de en önemli eseridir. Beyrut’ta Sultanîye Mektebi’nde okuttuğu dersleri genişleterek bu kitabı oluşturmuştur.74 İslam inancı ve düşüncesi konusundaki görüşlerini, bu ilim dalına ait meseleleri ele alış ve açıklayış tarzını yansıtan bu önemli eserini Abduh, Ezher’de ders kitabı olarak da okutmuştur. Kitapta giriş mahiyetinde kelam ve mezhepler tarihi bilgileri verildikten sonra klasik kelam konularına yeni bir yaklaşımla açıklamalar getirilmiştir. Peygamberlik konusunda psikolojik ve sosyolojik deliller kullanılmış, Allah’ın sıfatları, fiilleri anlatıldıktan sonra husun kubuh meselesine geçilmiş, kelam kitaplarında olmayan bazı önemli konulara girilmiş, Müslümanların ve gayr-i müslimlerin merak ettikleri, tartıştıkları inanç konularında faydalı, inandırıcı bilgiler verilmiştir.75 İlk baskısı Bulak’ta yapılmış, daha sonra Reşid Rıza’nın ta’liki ile 1908 yılında Menar Matbaası’nda basılmıştır.76 Hüseyin Mazhar tarafından Türkçe’ye çevrilmiş, Sebîlü’r-Reşâd dergisinin 16. cildinden itibaren

tefrika yoluyla neşredilmiştir.77 Son olarak günümüz Türkçesine Sabri Hizmetli

çevirmiştir.

ı. Takrir fî Islahı Mehakimi’ş-Şer’iyye:

Abduh’un reform faaliyetlerini gerçekleştirdiği üç şeyden biri olan Şer’î Mahkemelerin ıslahından bahseder. Menar matbaasında 1900 yılında basılmıştır.78

i. er-Red alâ Hanotoux

Fransız tarihçisi, siyaset adamı ve 1900 yılında Dışişleri Bakanı olan Gabriel Hanotoux, Fransızların sömürgelerindeki halkı kendilerine bağlayıp direnişlerini kırabilmeleri için alınması gereken tedbirler arasında dini tedbirler de bulunduğundan, bunun için de öncelikle İslam’ın özelliklerini bilmek gerektiğinden hareketle Paris’te le Journal gazetesinde İslam inanç ve ahlâkını tanıtan birkaç makale yazmıştı.

73 İşcan, a.g.e., s. 85 74 Keskioğlu, a.g.m., s. 121

75 Abduh, Risaletü’t-Tevhîd, tah. Mahmud Ebû Reyye, Dâru’l-Meârif, Mısır, 1315 76 İşcan, a.g.e., s. 85

77 Keskioğlu, a.g.m., s. 121 78 İşcan, a.g.e., s. 85

(23)

Müslümanların durumu ile gerçek İslam’ı birbirine karıştırarak hücumlarda bulunmuştu. Allah’ın zatı ve kader ve kaza konularında İslamiyet’le Hıristiyanlığı karşılaştırmış,

kader inancının Müslümanları durgunlaştırdığını savunmuştu.79 Bu üç makale

Fransızcadan tercüme edilerek el-Müeyyed gazetesinde neşredilmiştir. Ayrıca el-Ehram gazetesi, Hanotoux ile bir röportaj yapmış ve bunu da aynı yıl gazetede yayınlamıştır. Abduh bunlara altı makale ile cevap vermiştir.80 Bu altı makale aynı yıl el-Müeyyed’de yayımlanmış, ilk üçü ayrı kitap halinde de basılmıştır.81 İlk defa Mehmet Talat Harp tarafından bu makaleler bir eser haline getirilerek L’Europe et-Islam adı ile Fransızcaya çevrilmiş ve 1905’te Kahire’de basılmıştır. Makaleler, Muhammed Emin el- Hancî tarafından el-İslam ve’r-Red alâ Müntekıdîhi adıyla bir araya getirilmiş ve 1905 yılında Kahire’de basılmıştır.82 Abduh’un Hanotoux’a reddiyesi Mehmet Akif Ersoy tarafından Türkçeye tercüme edilmiş ve ‘Hanotoux’un Hücumlarına Karşı Şeyh Muhammed

Abduh’un İslam’ı Müdafaası adıyla basılmıştır.83 Mehmet Akif risalenin başına

Hanotox’un yazısını da Türkçeye çevirerek ilave etmiştir. Risale İsmail Hakkı Şengüler’in yayımladığı Mehmet Akif Ersoy Külliyatı’na alınmıştır. 84

k. el-İslâm ve’n- Nasrâniyye maa’l-İlm ve’l-Medeniyye:

Abduh’un, bir Hıristiyan Arap olan Farah Antoun’un el-Camia adlı dergideki

yazılarına yazdığı reddiye makalelerinden85 oluşmaktadır. Önce 1901’de Menar

dergisinde yayınlanmış daha sonra kitap olarak basımı yapılmıştır. Birinci bölümde Hıristiyanlığın ilme karşı oluşu ve engizisyonlar; ikinci bölümde İslam’ın esasları, akla verilen önem, Müslümanların ilme hizmetleri, kütüphaneler vs. üçüncü bölümde Müslümanların bugünkü durumları ve sebepleri; dördüncü bölümde de Müslümanlar arasındaki atalet ve kurtuluş çareleri anlatılmaktadır. Bu kitaptaki yazıların bir kısmı M. Akif tarafından tercüme edilerek Sırât-ı Müstekîm’de yayımlanmıştır.86

79 Emin, Ahmet, Zuamâu’l-Islah fi’l-Asrı’l- Hadîs, s. 332 80 Abduh, er-Red alâ Hanotoux, el A’mâl, 3/201-240 81 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 76-77 82 İşcan, a.g.e., s. 85-86

83 Abduh, Şeyh Muhammed Abduh’un İslâm’ı Müdafaası, trc. Ersoy, Mehmet Akif, İstanbul, 1914 84 Okay – Düzdağ, “Mehmet Akif Ersoy”, DİA, 28/ 438

85 Emin, Ahmet, a.g.e., s. 332

(24)

l. Tefsiru Sureti’l-Asr:

Abduh’un Tunus’ta verdiği bir konferanstır. Önce Menar dergisinde yayınlanmış, ilki 1903’te olmak üzere muhtelif defalar basılmıştır.87

m. Tefsiru Sureti’l-Fatiha:

Tunus’ta verdiği konferanslardan oluşmaktadır. 1905’te Kahire’de basılmıştır.88Sırât-ı Müstekîm’in III. Cildinde tefrika edilmiştir.89 Abdülkadir Şener ve Mustafa Fayda tercüme etmişlerdir. Bu tercime AÜİFD’de yayımlanmıştır.90

n. Tefsiru Cüz’i Amme:

Abduh’un Avrupa seyahati esnasında yazmaya başlayıp Tunus’ta tamamladığı bu eser, üyesi bulunduğu Cemiyet-i Hayriyye-i İslamiyye’nin açtığı okullarda okutulmak üzere 1903 yılında basılmıştır. Eser sade bir dille kaleme alınmış olup Abduh’un tefsirdeki metot ve anlayışını açık bir şekilde yansıtmaktadır.91 Bu eserde Fil Suresinin tefsirinde yer alan ifade ve düşünce, tartışmalara, hatta Abduh’un karalanmasına neden olmuştur. Abduh’un bu eserini Ahmet İyibildiren Türkçeye çevirmiştir.

o. Tahrîru’l-Mer’e:

Bu kitap Abduh’un talebe ve dostlarından Kasım Emin’e (v. 1908) aittir ve 1899 yılında Mısırda basıldığı zaman hayli gürültü koparmıştır. Kasım Emin bir yıl sonra el-Mer’etu’l- Cedîde isimli yine kadın konusu ile ilgili ikinci bir kitap daha çıkarmıştır. Batılı kadınların özelliklerine ve hürriyet mücadelelerine uzun uzadıya yer veren, İslam kadınları için bu mücadeleyi örnek gösteren ve gelenekle bağdaşmayan bazı haklar talep eden bu ikinci kitabın tamamı modernist Kasım Emin’in kaleminden çıkmıştır.92 Bu eser, kadınların eğitimi, ailedeki görevleri ve boşanma olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Kasım Emin’in bu kitabı Muhammed Abduh’la birlikte yazdığı, bazı siyasi sebeplerle Abduh’un kitaba imza koymadığı ileri sürülmektedir.93 Muhammed Ammâra’ya göre de Kasım Emin’e nispet edilerek yayınlanan Tahrîru’l-Mer’e adlı kitabın bölümlerinden olan “Şer’î Hicap”, “Zevac”, “Taaddüdü Zevcat”,

87 İşcan, Muhammed Abduh’un Dinî ve Siyasî Görüşleri, s. 86 88 İşcan, a.g.e., s.86

89 Keskioğlu, a.g.m., s. 122

90 Abduh, “Fatiha Tefsiri” , trc. Şener – Fayda, AÜİFD, sy. 12 (1968), s. 1-33 91 İşcan, a.g.e., s. 86

92 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 78 93 Neklâvî, “Kasım Emin”, DİA, 24/541-542

(25)

“Talâk”, Abduh’a aittir.94 Ferit Vecdi, Kasım Emin’in ikinci kitabına el Mer’etu’l-Müslime adında bir reddiye yazmıştır. Mehmet Akif de bu reddiyeyi Müslüman Kadın adıyla tercüme etmiştir.95

p. el-Fetâvâ:

Abduh altı yıllık Mısır Müftülüğü görevinde birçok fetva vermiş ve bunları Müftülük Dairesi’nin fetva siciline kaydetmiştir. Ammâra bu sicilleri incelemiş Abduh’un fetvalarını bulmuş ve önemli gördüğü 184 fetvayı neşretmiştir. Bu fetvâları çeşitli başlıklar altında toplamıştır. Başlıklardan biri de ‘fi’l-Üsrah ve Müşkilâtih’tir.96 Ammâra’nın tespitine göre Abduh’un verdiği fetvaların sayısı 944 tür. Bunlar yazma sicilin iki cildinde yer almıştır.97 Dâru’l- İftâi’l- Mısriyye’nin neşrettiği el- Fetâvâ’l- İslâmiyye’ye göre ise Abduh’un verdiği fetva sayısı 1044’tür.98

r. Tefsîru’l-Kur’an:

Reşid Rıza Tefsîru’l- Menar’a yazdığı girişte, üstadı Abduh’la karşılaştıktan sonra ona ilk teklifinin tefsir yazmasını istemek oluğunu, fakat onun Kur’an’ın bütünüyle bir tefsirine gerek olmayıp, ancak bazı ayetlerin tefsirine büyük ihtiyaç olduğunu, belki de Kur’an’ın tamamını tefsire ömrünün yetmeyeceğini söylediğini, bildirmektedir.

Reşid Rıza bu teklifi h.1315’in Şaban ayında yapmış, sonra Ramazan’ın 13’ünde Abduh’u tekrar ziyaret etmiş, İslam’a saldırılarla dolu bir kitaptan bir ibare okumuştur. Şunları söyleyen Abduh, hemen reddiye yazmaya başlamıştır: “Bu Avrupalılar İslam’ın hakikatini bilmediklerinden, Müslümanların kötü hallerine bakarak İslam’a saldırılarda bulunuyorlar. Kur’an temizdir, İslam temizdir. Müslümanlar İslam’dan uzaklaşıp, önemsiz işlerle meşgul oldukları için İslam’ı kirlettiler.” Abduh bu münasebetle Bakara suresinin 29. ayetini tefsire başlamıştır.

Bir müddet sonra Reşid Rıza, diğer tefsir kitaplarında olanları bırakıp, onların ihmal ettikleri bazı konuları içine alan, çağın ihtiyaçlarıyla sınırlı bir tefsir yazmasını tekrar önermiştir. Abduh bu öneriye şöyle cevap vermiştir: “Kitaplar kör kalplere fayda vermez. Ömer el-Haşşab’ın dükkânı her ilimden pek çok kitapla dolu ama o bunlardan hiçbirini bilmiyor. Kitaplar ancak kendisine ihtiyaç olduğunu bilen, neşri için çabalayan

94 Ammâra, el-A’mâl, 1/245

95 Okay - Düzdağ, “Mehmet Akif Ersoy”, DİA, 28/ 438 96 Abduh, el-Fetâvâ fî’t-Tecdîd ve’l-Islâhı’d- Dînî, Tunus, 1989 97 Karaman, a.g.e., s. 79

(26)

uyanık kalplere fayda verir. Bu âlimlerin eline içinde bilmedikleri şeyler olan bir kitap geçse, kitapta murat edilen şeyi anlayamazlar. Bir şey anlasalar da kabul etmezler, kabul etseler doğru manalarını açıklamayı düşündüğümüz ayet ve hadislerdeki nasslarda olduğu gibi kendi ilim ve meşreplerine uyacak şekilde tahrif ederler...”99

Reşid Rıza ile Abduh arasındaki bu konuşmalar sonunda Abduh tefsir dersi vermeye razı olur. 1317/1899’un Muharrem/Mayıs ayında Ezher’de başlayan tefsir dersleri 1323/1905’in Muharrem/Nisan ayında Nisa Suresinin 125. ayetiyle sona erer. Abduh aynı yılın Cemâziye’l-Evvel ayında vefat eder. Böylece altı yılda beş cüz okumuştur.

Abduh derslerde müfessirlerin değinmediği ya da kısaca değindikleri açıklamaları genişletmiş; lafızlar, i’rab ve belâğat konularındaki açıklamaları kısaltmıştır. En kısa tefsirlerden olan Celâleyn tefsirine dayanmıştır. Önce ibareyi okumuş, tasdik veya tenkit etmiş sonra da konuyla ilgili diğer ayetleri söylemiştir.

Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr’ın nasıl yazıldığını, eserin birinci cildinde şu ifadelerle aktarıyor: “ Ben ders esnasında söylediklerinin önemli olanlarını yazıyordum ve yazdıklarımı da temize çekmek için biriktiriyordum. Boş zamanlarında onunla müzakere ettiğimde hepsini doğruluyordu... Basılması için hazırladıklarımı önce Üstad İmam’a gösteriyordum. Bazen küçük bir ekleme yapıyordu veya birkaç kelime çıkarıyordu. Basılmadan önce görmediklerini de tenkit ettiğini hatırlamıyorum; hatta yazılanlardan memnun oluyordu. Ki hepsi ondan naklediliyor veya ona dayandırılıyor değildi, fakat tefsirin inşası bu derslerden yapılan iktibaslara dayanıyordu. Bunun için ayetin veya cümlenin manasını bir düzene göre verdikten sonra kendisinden naklettiğim sözleri ona dayandırdım. Ondan yaptığım nakil bitip kendi sözlerime başladığımda ‘ekûlü’ dedim... Basılmasından önce veya az da olsa basılmasından sonra gördüğü için derslerde yazmamış olsam bile ondan anladığım şeyleri ona dayandırmakta sıkıntı çekmiyordum. Çünkü anladığım ya da ona dayandırdığım şeyin doğruluğunu ikrar edebiliyordu. Vefat ettikten sonra ise sadece yazdığım ya da ezberlediğim şeyleri ona dayandırdım ve daha çok şöyle demeye başladım: Bu manada bir şey söyledi, bunun benzerini söyledi, özet olarak böyle söyledi vb. Ben inanıyorum ki sağ olsaydı hepsini ikrar ederdi.”100

99 Abduh - Reşid Rıza, Tefsîru’l- Menâr, 1/17-18 100Abduh - Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr, 1/18-20

(27)

Tefsîru’l- Menâr, derslerin başlamasından bir yıl sonra 1900’de Menar

dergisinde yayımlanmaya başlamıştır.101 Reşid Rıza’nın vefatıyla 1935’te Yusuf

Suresi’nin 52. ayetinde son bulmuştur.

(28)

BİRİNCİ BÖLÜM

MUHAMMED ABDUH’UN KUR’ÂN’IN KADINLARA ÖZEL HÜKÜMLERİNE BAKIŞI

Bu bölümde Yüce Yaratıcı’nın hanımlara has kıldığı hayız/regl gibi özel bir duruma ve toplum içerisinde yine hanımlar için farklı bir uygulaması bulunan örtünme, erkeklerle bir arada bulunma gibi hususlara yer vereceğiz. Bilindiği üzere hayız/regl dışında kalan hususlar erkekler için de söz konusu olan uygulamalardır, fakat hanımlar için, erkekler için de söz konusu olan bu uygulamaların farklı boyutları vardır.

I. Hayız

Hayız/regl, fıkıh terimi olarak ergenlik çağına giren sağlıklı kadının rahminden düzenli aralıklarla akan kanı ifade eder. Kadınlarda ergenlikten menopoza kadar görülen bu fizyolojik olaya hayız hali denilir.102

İslâmiyet’ten önce Yahudiler ve onlardan etkilenen Araplar arasında regl dönemindeki kadına yaklaşmama âdeti vardı. Erkekler, bu durumdaki kadınla aynı sofraya oturmazlar kendisine ve giysilerine dokunmazlardı.103 İslâmiyet geldikten sonra Kanun Koyucu bu durumu şu ayetle açıklığa kavuşturmuştur: َﻮُه ْﻞُﻗ ِﺾﻴِﺤَﻤْﻟا ِﻦَﻋ َﻚَﻧﻮﻟَﺄْﺴَﻳَو ﱡﺐِﺤُﻳ َﻪﱠﻠﻟا ﱠنِإ ُﻪﱠﻠﻟا ُﻢُآَﺮَﻣَأ ُﺚْﻴَﺣ ْﻦِﻣ ﱠﻦُهﻮُﺗْﺄَﻓ َنْﺮﱠﻬَﻄَﺗ اَذِﺈَﻓ َنْﺮُﻬْﻄَﻳ ﻰﱠﺘَﺣ ﱠﻦُهﻮُﺑَﺮْﻘَﺗ ﻻَو ِﺾﻴِﺤَﻤْﻟا ﻲِﻓ َءﺎَﺴﱢﻨﻟا اﻮُﻟِﺰَﺘْﻋﺎَﻓ ًىذَأ

ﱠﺘﻟا

َﻦﻳِﺮﱢﻬَﻄَﺘُﻤْﻟا ﱡﺐِﺤُﻳَو َﻦﻴِﺑاﱠﻮ “Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: o, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever,” 104

Yüce Yaratıcı hanımlara eziyet vereceğinden bu durumdayken erkeklerin onlarla ilişkiye girmesini yasaklamıştır. Regl halindeki bir hanıma yaklaşmak, hem o hanım hem de doğacak çocuklar açısından pek çok sağlık problemine yol açmaktadır. Bundan ötürü bir yasaklamaya gidilmiştir. Regl dönemindeki hanım, ne manevî açıdan ne de -temizliğine dikkat ettiği müddetçe- maddî açıdan pistir.105

Ayrıca Muhammed Abduh, oruç bahsinde, insanların dinin zahirini düşündüklerini hatta hayız halinde olan hanımların bunun için oruç tuttuklarını belirtmiş ve bunun onlara ne dünya adına ne de ahiret adına bir şey kazandırmayacağını

102 Yavuz, “Hayız”, DİA, 17/51-53

103 Taberî, Câmiu’l- Beyân an Te’vîli’l- Kur’ân, 2/380-381; Tefsîru’l-Menâr, 2/289 104 Bakara 2/222

(29)

vurgulamıştır.106 Bu sözleriyle Abduh, hayız halinde oruç tutmanın caiz olmadığını bildirmektedir.

Cumhura göre regl dönemindeki bir hanım namaz kılmaz, oruç tutmaz, Kâbe’yi tavaf edemez, mescitlere giremez, Kur’ân okuyamaz, Kur’ân’a el süremez.107 Zahirîler son iki maddede cumhura katılmazlar. Mâlikî ve Zahirîler, hayız günlerinde Kur’ân’dan men edilen kadın O’nu unutabilir endişesiyle, bu durumdaki hanımların Kur’ân okumalarına cevaz vermişlerdir. Mâlikîler sadece Kur’ân öğrenen ve öğretenlerin Kur’ân’a dokunmalarını istihsan yoluyla caiz görmüşlerdir.108 Şâfiîlerin Hanefîlerden farkı mescitlere girme hususundadır. Şâfiîlere göre hayızlı kadın mescitlere kirlenmemesi için giremez. İdrarını tutamayan kişi ve istihaze sahibi kadın da aynı hükümdedir. Mescitler kirlenmeyecek şekilde girmeleri ise mekruhtur.109

Abduh mescitlere girme ve Kur’an okuma hususunda farklı bir görüş belirtmediğine göre muhtemelen Hanefîlerle aynı çizgidedir.

II. Örtünme

Abduh, hanımların yüzlerine peçe örtmelerinin gerekli olmadığını, ellerinin ve yüzlerinin açık olabileceğini ifade etmiştir.110 Öğrencisi Kasım Emin de Kur’ân’da hanımların ellerini ve yüzlerini örtmelerini gerektiren bir ibare bulunmadığını, toplumdaki uygulamanın bir adet ve gelenek olduğunu söylemiştir.111 Ona göre kızlar örtünme adına sosyal alandan çekilip alınmaktadır. Çocukluktan çıkıp şahsiyet sahibi birer insan olacaklarken evlere kapatılmaktadırlar. Evde gerekli eğitim ve öğretim yapılsa bile onlar bunu hayatta tecrübe etmedikten sonra, kitaplardan öğrendikleri hayal kabilinden bir şey olur. Ki bu öğrendikleri de sosyal hayatta ameliyeye dönüşmediği için

yok olmaya mahkûmdur.112

Cumhura göre de hanımlarda örtünmesi gereken yerler ellerin ve yüzün dışında kalan bedendir.113

106 Tefsîru’l-Menâr, 2/120

107 Şâfiî, el-Üm, 1/76; Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, 1/412; Serahsî, el- Mebsût, 3/169-170; Kâsânî,

Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâî, 1/39; İbn Kudâme, el-Muğnî, 1/314-315

108 İbn Hazm, el-Muhallâ,. 1/77; Beyhakî, es-Sünenü’l- Kübrâ, 1/309; Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, 1/37-44 ;

İbn Rüşd, Bidâyetü’l- Müctehid, 1/50; İbn Kudâme, a.g.e., 1/307

109 Şirbînî, Muğni’l- Muhtâc, 1/279 110 Ammâra, a.g.e., 2/107

111 Emin, Kasım, Tahrîru’l-Mer’e, s. 72 112 Emin, Kasım, a.g.e., s. 92

(30)

Abduh’un örtünme hakkındaki görüşü cumhurdan faklı değildir. Abduh ve öğrencilerinin üzerinde durduğu mesele, o zaman Mısır’da geçerli olan hanımların peçe kullanmaları ve genelde evden dışarıya çıkmamalarıdır. Abduh yukarıdaki ifadeleriyle peçe örtmeyenlerin günah işlediği şüphesine açıklık getirmektedir.

III. Kadınların Erkeklerle Bir Arada Bulunmaları

Muhammed Abduh’un cevabını aradığı sorulardan biri de kadınların erkeklerle bir arada bulunup bulunamayacağıdır. Acaba kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmaları yasaklanmış mıdır? Yoksa mubahlar alanı içerisinde midir?

Abduh bu noktada, günah işleyebilecek şekilde baş başa kalmamak şartıyla (halvet bulunmaksızın) kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmalarının ve çalışmalarının caiz olacağı görüşündedir.114

Kasım Emin de, kızların erkekler gibi eğitim ve öğretime tabi tutulup hayata birlikte atılmaları gerektiğini savunmaktadır. Çünkü ona göre eğitim almış bir insan, sürekli evde otursa ve eğitim almamış insanlar arasında yaşasa zamanla o da eğitim almamış gibi olur.115

Cumhura göre asıl olan kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmamalarıdır.116 Onlar bu hükme, kadınların yalnız başlarına yolculuk yapamayacaklarını bildiren

hadisi,117 kadınların cihadının hac olduğunu bildiren hadisi,118 kadınlara cuma

namazının ve cemaatle namaz kılmanın farz olmayışını delil göstermişlerdir.

Bazı durumlarda ise kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmaları caiz görülmüştür. Yolda kalmış bir kadına yardım etmek gibi zarurî bir durumda olan ya da alış veriş, mahkemede şahitlik, misafirlere hizmet, misafirlerle birlikte yemek yeme, aynı taşıtta seyahat etme, dinî bilgileri öğrenme gibi ihtiyaca binaen olan birliktelikler caiz görülmüştür.119

Amca, dayı, hala, teyze çocuklarının bir arada oturmaları, aynı sofradan yemek yemeleri kılık kıyafetleri İslâmî kurallara uyduğu, zihinlerinde şehvani bir bakış

114 Ammâra, a.g.e., 2/107 115 Emin, Kasım, a.g.e., s. 90 116 Şevkânî, Neylü’l- Evtâr, 4/290

117 Müslim, “Hac”, 74; Tirmizî, “Radâ”, 15; Nevevî, Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîhi Müslim, 9/109 118 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî alâ Sahîhi’l-Buharî, 4/73

(31)

olmadığı, konuşma ve hareketleri tahrikkar olmadığı ve halvet hali gerçekleşmediği takdirde caiz görülmüştür.120

Abduh bu konuda da cumhurla mutabıktır. Hepsi halvet halinin gerçekleşmemesini şart koşmuştur.

(32)

İKİNCİ BÖLÜM

MUHAMMED ABDUH’UN KUR’AN’IN KADINLARLA İLGİLİ MEDENİ HUKUK HÜKÜMLERİNE BAKIŞI

Bu bölümde Şahıs Hukuku içerisinde kadınlarla erkeklerin şahsiyet yönünden farklarının olup olmadığı; Aile Hukuku içerisinde evlenme, mehir, birden fazla evlilik, talâk gibi hususlar; Miras Hukuku içerisinde de yine hanımlara özel uygulamalar yer alacaktır.

I. ŞAHIS HUKUKU

Şahıs, haklardan faydalanabilen ve hak sahibi olabilen varlıktır ki bu her şeyden önce insandır. Bir kimsenin şahsiyeti, sağ doğmak şartıyla anne karnına düştüğü andan itibaren başlar,121 ölmesiyle sona erer.

A. HAK VE SORUMLULUKLARDA KADIN- ERKEK EŞİTLİĞİ

Yüce Allah, Kitabı’nda bütün insanlara hitap etmektedir. Teklif kadın erkek ayrımı yapılmaksızın bütün insanlar için geçerlidir. İslâm, inanç, eylem, âdâb ve

muamelattaki yükümlülüklerde kadını erkekler gibi görmüştür.122Ayrıca Yüce

Yaratıcının ve O’nun Kutlu Elçisinin sözleri insanlar arasındaki üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu bildirmektedir.

İnsanlığın yaratılışını bildiren şu ayeti kerime de insanların birbirlerine üstünlüklerinin olmadığına işaret etmektedir: َﻖَﻠَﺧَو ٍةَﺪِﺣاَو ٍﺲْﻔﱠﻧ ﻦﱢﻣ ﻢُﻜَﻘَﻠَﺧ يِﺬﱠﻟا ُﻢُﻜﱠﺑَر ْاﻮُﻘﱠﺗا ُسﺎﱠﻨﻟا ﺎَﻬﱡﻳَأ ﺎَﻳ ءﺎَﺴِﻧَو ًاﺮﻴِﺜَآ ًﻻﺎَﺟِر ﺎَﻤُﻬْﻨِﻣ ﱠﺚَﺑَو ﺎَﻬَﺟْوَزﺎَﻬْﻨِﻣ “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının.” 123 Abduh, ayetteki ﺎَﻬَﺟْوَزﺎَﻬْﻨِﻣ َﻖَﻠَﺧَ ifadesinin Hz. Âdem ve Hz. Havva olarak anlaşılmaması gerektiğini, rical ve nisa kelimeleriyle birlikte insan cinsinin çokluğuna delalet ettiğini bildirmektedir.124 Bütün insanlar aynı kaynaktan gelmekte ve hepsine Yüce Yaratıcı’dan sakınması öğütlenmektedir.

Hak ve sorumluluklarda kadınla erkeğin eşitliğine delâlet eden bir diğer ayet de şudur : ٍﺾْﻌَﺑ ﻦﱢﻣ ﻢُﻜُﻀْﻌَﺑ ﻰَﺜﻧُأ ْوَأ ٍﺮَآَذ ﻦﱢﻣ ﻢُﻜﻨﱢﻣ ٍﻞِﻣﺎَﻋ َﻞَﻤَﻋ ُﻊﻴِﺿُأ َﻻ “Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa

121 Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, 1/229-232 122 İbn Âşûr, İslâm İnsan ve Toplum Felsefesi, s. 127 123 Nisa 4/1

(33)

çıkarmayacağım.”125 Bu ayete göre kadın ve erkek Allah katında ceza ve mükâfat yönünden eşittir. Amel hususundaki eşitliğin erkeğin kadına kuvveti ve riyaseti nedeniyle gururlanmasını önleyen sebeplerden biri olduğunu vurgulayan Abduh, erkeğin kendisinin Allah’a kadından daha yakın olduğunu zannedebileceğini, kadının da aynı şekilde riyasetinden dolayı erkeğin Allah katındaki derecesinin kendi derecesinden daha yüksek olduğunu vehmedebileceğini söylüyor. Allah Teâlâ ٍﺾْﻌَﺑ ﻦﱢﻣ ﻢُﻜُﻀْﻌَﺑ 126 sözüyle de erkeğin kadından, kadının erkekten meydana geldiğini, beşeriyet yönünden aralarında bir fark olmadığını belirtiyor. Zira fazilet ancak ameller bakımındandır. Erkek için nasıl ilim, ahlâk gibi şeyler gerekli ise, aynı şeyler kadın için de gereklidir.127

Reşid Rıza, ﺔَﺟَرَد ﱠﻦِﻬْﻴَﻠَﻋ ِلﺎَﺟﱢﺮﻠِﻟَو ِفوُﺮْﻌَﻤْﻟﺎِﺑ ﱠﻦِﻬْﻴَﻠَﻋ يِﺬﱠﻟا ُﻞْﺜِﻣ ﱠﻦُﻬَﻟَو ”Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak

erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.”128 ayeti üzerine yorum

yaparken, bir husus dışında kadınlarla erkeklerin eşit olduğunu, nasıl duygu, düşünce, akıl, şuur, kişilik gibi hususlarda birbirinin benzeri iseler, hak ve görevlerde de aynı şekilde olduğunu, mutluluk için eşlerden her birinin diğerinin haklarına saygı göstermesi gerektiğini vurgular. Abduh ise bu ayet çerçevesinde, İslam’ın, kadınlara daha önce hiçbir din ve hiçbir hukuk tarafından verilmemiş haklar verdiğini, hatta bu konuma İslamiyet’ten önce ve sonra hiçbir milletin ulaşamadığını belirtir. Bu çerçevede kültür ve medeniyette ilerlemiş Avrupa ülkelerine atıfta bulunarak, kadınların terbiye ve eğitimlerine özen gösteren Avrupa milletlerinin bile henüz İslam’ın kadınlara verdiği bu konuma ulaşamadığını dile getirir. Hala bazı kanunların kadınlara kendi haklarında eşlerinden izinsiz tasarruf hakkı vermediğini, bunun yanında bir takım haklar vermiş olsalar bile İslam’ın bu hakları on üç buçuk asır önce vermiş olduğunu ifade eder.

Avrupa’da da bir, bir buçuk asır öncesine kadar, kadınların köle mesabesinde olduğunu, belki Araplardaki cahiliye döneminde olduğundan daha da kötü bir durumda olduklarını belirttikten sonra, bunun sebebinin Hıristiyanlığın öğretileri olmadığını, zira bu öğretilerin zaman içerisinde değişikliğe uğramış olduğunu söyler.129

Abduh’a göre kadın, riyaset ve nafaka temini hariç hak ve sorumluklar açından erkeklerden daha aşağı bir durumda değildir.

125 Âli İmran 3/195 126 Âli İmran 3/195 127Tefsîru’l-Menâr, 4/248 128 Bakara 2/228 129 Tefsîru’l-Menâr, 2/303

Referanslar

Benzer Belgeler

İç mekanlarda su bazlı “SC” formülasyonlarla, parfümlü kerosene “gaz yağı” formülasyonları kullanışlıdır ve daha az zararlı inektisitler tercih edilmelidir

Ehliyeti olmayan ya da eksik olan kimseleri evlendiren velînin baba ya da dede olması: Delilik ya da bunama gibi sebeplerle akit gerçekleştirebilme ehliyetini

Bu çiçeğin adı, Deli Ebe Beğendi Çiçeği olsun bundan böyle?. O vakit gidip bir bir kopartayım evin önüne açtığım

Francesco Albano, yapıtlarının hoşa giden ya da kaygılı yaşamlarımıza güven vermesi istenen değil, almaları gereken biçimleri aldıklarını belirtiyor.

-Bunu ata verebilirsin.Atlar şekeri çok severler,demiş( ) Dilay eliyle ata şekeri vermiş( )At kuyruğunu sallayarak küp şekerleri bir güzel yemiş.Çok mutlu olan at,sevgisini ses

Karanlıkta akşam yemeği 19:00 22:00

İşbu Taahhütname kapsamında TURKCELL SUPERONLINE tarafından gönderilecek aktivasyon mesajını takip eden ilk aydan başlamak üzere, Ek-1 Tablo A’da belirtilen tüm vergiler

Bir birleriyle konuşan akıllı cihazlar, önümüzdeki dönemde giderek yaygın hale gelecek.Cari fazla veren sektörümüz dijital beyaz eşya üretimiyle bunu daha da artıracak