• Sonuç bulunamadı

1960, 1961, 1962 Yıllarında, Tercüman gazatesinde yayınlanan halk kültürüyle ilgili yazıların tasnifi ve incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1960, 1961, 1962 Yıllarında, Tercüman gazatesinde yayınlanan halk kültürüyle ilgili yazıların tasnifi ve incelenmesi"

Copied!
388
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GİRİŞ

İnsanoğlu, tarihten bugüne kadar yaşamak için çeşitli uğraşlar vermiştir. Bu uğraşlar çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Araştırmalar görsel ve yazılı medyada da yerini bulmuştur.

“Halkbilim, bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alanlardaki kültürel ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemlerle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada da bir birleşime vardırmayı amaçlayan bir bilimdir.” (Koçkar, 2005).

“Medya” Türkçe Sözlük’te “iletişim ortamı, iletişim araçlarının tümü” olarak tarif edilmektedir. Tanımdan da anlaşıldığı gibi medya dendiğinde pek çok iletişim aracı bu kavramın içerisinde yer almaktadır. Biz bu çalışmada kaynak kişiyi, araştırmacıyı, malzemeyi dolayısıyla mevcut durumda araştırmanın bütününü etkileyen en önemli etkenlerden olan (Bahşişoğlu, 2005) medya üzerinde duracağız.

Teknolojik gelişmeler neticesinde, bugün genel olarak “Medya” adı verilen toplu haberleşme ve yazılı-sözlü-görüntülü basım ve yayım araçlarında meydana gelen hızlı değişmeler kültürü de etkilemektedir. Bu hızlı değişme içerisinde kültür unsurlarının tespiti, bilimsel yorumlarının yapılması; hem kültür mirasının gelecek kuşaklara aktarılması, hem de milli kültüre ve bilime olacak katkısı bakımından önemlidir (Eroğlu, 1995: 6).

Cumhuriyet dönemine kadar folklor konusundaki çalışmalar, daha çok kişisel ve dağınık görünümdedir. 1927 yılında Ankara’da “Anadolu Halk Bilgisi Derneği” daha sonra da “Türk Halk Bilgisi Derneği” adını alan dernek, Türk Halk Bilimine dönük çalışmaları başlatan ilk örgüttür.

Bu dernek çıkardığı “Halk Bilgisi Haberleri” adlı süreli yayınıyla ülkemizin çeşitli yörelerinden derlenen Halk Bilimi verilerini toplu olarak sunmuştur. “Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber” adlı kılavuz da yayınlamıştır.

1932 yılında kurulan Halkevleri kültürün araştırılması, incelenmesi, yaygınlaştırılması ve halkla kaynaştırılmasında önemli rol oynamıştır.

Halkevlerinin Köycülük Kolları köy ve kasabalara geziler düzenlemiş; bu gezide elde edilen folklor verileri yerel dergilerde yayımlanmıştır. Halka dönük etkinlikleriyle bu kuruluşlar çeşitli illerde çıkardıkları yerel dergiler, yayınladıkları kitaplar vasıtasıyla Halk Bilimi alanındaki gerecimizin büyük bir bölümünü yitip gitmekten kurtarmışlardır. Halk Bilimini ilgilendiren kılavuz ve el kitaplarının, monografilerin büyük bölümü çeşitli halkevlerinin aracılığı ile okuyucuya kazandırılmıştır (Kalaycı, 2005).

(2)

1938 yılına kadar çeşitli dergilerde Halk Bilimi ile ilgili bazı yazılar yer alırken bu tarihte “Halk Bilgisi Derneği’nin yayınladığı “Halk Bilgisi Mecmuası” ile

“Halk Bilgisi Haberleri’nde ağırlık tamamen Halk Bilimsel yazı ve derlemelere verilmiştir. Bunları zamanla Folklor Postası, Türk Folklor Araştırmaları, Türk Etnografya Dergisi, Folklor, Folklora Doğru, Sivas Folkloru, Halkbilimi gibi dergiler izlemiştir. Bunların bir kısmı yayınına son vermiştir. Yayınlanmaya devam edenler arasında Folklor/Edebiyat, Milli Folklor, Halk Bilim, Türk Dünyası, Erciyes gibi dergileri örnek verebiliriz. Halkevleri ve Fakülte dergilerinin Halk Bilimine katkıları olmuştur (A.g.e., 2005).

Ülkemizde, çeşitli tarihlerde Halk Bilimiyle doğrudan ilgili kongre, seminer ve danışma toplantıları düzenlenmiş ve bu çalışmalar devam etmektedir. Bunların kimileri derneklerin girişimiyle, kimileri de devletin desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Çünkü;

“Bir toplumun kültürel değerleri toplumun hayat tarzıyla birebir ilişkilidir.

Kültürel öğeler ile hayat tarzı birbiriyle aynı doğrultuda gelişir. Bu öğeleri tespit etmek, toplumu iyi bir şekilde tanımak ve çözüm üretmek için çok önemlidir.”

yargısından yola çıkılarak yapılan bu çalışmalarda ortaya çıkan halk kültürü ile ilgili tespitler, araştırma ve yazılar yazılı ve görsel basında da yer bulmuştur (A.g.e., 2005).

“1960, 1961,1962 Yıllarına ait Tercüman Gazetesinde Yayınlanan Halk Kültürüne Dair Yazıların Tasnifi ve İncelenmesi” adlı bu araştırmayla, kültür değerlerimize medyanının ne kadar önem verdiğini tespit etmek, bugünkü medyayla o zamanki medyayı (Tercüman gazetesi sayesinde) halk kültürü açısından geçmişle günümüz arasında fark varsa bu farkları okuyucunun gözlemine ve düşüncesine sunmak, kaybolan kültür değerlerimizi ve o zamanki halk yaşayışını yayınlanan yazılar sayesinde gözler önüne sermek, medyanın halk yaşayışıyla ne denli alakalı olduğunu bir nebze de olsa anlamak bakımından önemlidir.

Araştırmanın Konusu

Çalışmamızın konusu “1960, 1961, 1962 Yıllarında, Tercüman Gazetesinde Yayınlanan Halk Kültürüne Dair Yazıların Tasnifi ve İncelenmesi” olmasının nedeni kültürümüzde medyanın önemi ve bu yılların ülkemiz siyasi tarihindeki yeridir. Kültürümüzün bozulmadan nesilden nesile ulaşmasının değeri büyüktür. Bizi, milletler camiası içinde biz yapan taraf kültür dediğimiz manevi tarafımızdır. Irk, din, dil, tarih, vatan gibi unsurlar bir milletin elle tutulur unsurlarıdır. Kültürümüzün temelini oluşturan bu unsurların yozlaşmadan kuşaklara aktarılmasında ve sonsuza kadar devam etmesinde yazılı ve görsel basınımıza önemli işler düşmektedir. Konunun tespitinde bu hususun ne kadar gerçekleştiğini ve ne kadar gerçekleşmediğini görmek isteği önemli olmuştur.

(3)

Bir medya unsurunun kültürümüze verdiği önem, onun kültürümüzle alakalı konulara doğru bir şekilde ne kadar yer verdiği ile ölçülebilir. Buna göre özellikle araştırmamıza kaynaklık eden gazetelerimizin milli unsurlarımızı işleyişi değişiklik arz edebilir.

Araştırmada, Tercüman gazetesi bağlamında, kültürümüzün 1960, 1961,1962’li yılları gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Aradan geçen yaklaşık kırk yılda kültürümüzün geçmişle mukayesesi okurun ilgisini çekecektir. Önemsiz gibi görünen bazı unsurları ortaya çıkarmak ve okurun hizmetine sunmak toplumun ilgisini çekecektir. Buna medyanın aracılık etmesi ise bambaşka bir güzelliktir. Araştırmamızın bir başka hareket noktası da bu husustur.

Araştırmanın Amacı

Bu araştırmada, o zamanlarda sosyal ve siyasi olarak zor dönemlerden geçen ülkemizin, 1960, 1961, 1962 yıllarında, medyanın (Tercüman gazetesi sayesinde) kültürümüze yaklaşım durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Böylece medyanın halk kültürüne yakın geçmişte verdiği önem irdelenerek, bunun kültürümüzdeki yerinin ve değerinin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bunun yanında, okuyucunun, yerini günden güne yeni unsurlara bırakan kültürel değerlerle ilgili geçmişteki yazıları inceleyerek günümüz değerleriyle karşılaştırma ihtimali oluşturulmaya çalışılmıştır.

Yukarıda belirtilen genel amaçların dışında, araştırma yaparken aşağıdaki amaçlar da tezin şekillenmesine neden olmuştur:

1- Kültürümüzün geçmişteki üç yılının gazetede yer alış durumu ve şekli incelenerek bugün de bu türden yazıların gazetelerde yer alıp almadığını okuyucuların tespit etmesine yardımcı olmak. Böylece okuyucunun “medya ve kültürümüz” konusunda bilgi sahibi olmasını sağlamak.

2- Yakın geçmişteki kültürümüzle ilgili yazılar sayesinde kültürümüzün bir değişim içinde olduğunu bir nebze de olsa ortaya koymak ve değişimin tespiti konusunda okura yardımcı olmak.

3- Kültürümüzün medyada işlenişinin yıllara göre (sosyal ve siyasi duruma göre) değişebileceğini istatistiki bilgilerle ortaya koyabilmek.

(4)

Bu amaçlar doğrultusunda ilk önce halk kültürü, folklor ve medya kavramları üzerinde durulmuş daha sonra Tercüman gazetesi bağlamında medyanın halk kültürüne verdiği önemi ortaya koymak için gazetedeki; dil ve anlatım, aşık edebiyatı, Nasrettin Hoca ve anlatmalar, anonim şiirler, dostluk - yardımlaşma ve eğitim, hayatın dönüm noktaları, halk bilgisi, bayramlar-kutlamalar; ayin ve törenler, inanışlar, tiyatro ve halk, halk yaşamı, halk oyunları ve dans, halk müziği, giyim-kuşam ve süslenme, halk sanatları ve zanaatları, halk mimarisi, kültür-medeniyet, vatanseverlik gibi unsurlar üzerinde durulmuştur. Son bölümde ise istatistiki tablo ve bilgilerle araştırmanın sonuçları ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Araştırmada aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaya çalışılmıştır:

 Büyük bir güç olan medyanın kültürümüze verdiği önem (Tercüman gazetesi sayesinde) tespit edilmelidir.

 Kendi kültürümüze yönelmede ve sahip çıkmada medyanın gücünün önemli olduğu bilinmelidir.

 Kültürümüz bir değişim süreci içindedir. Kırk yıl önce var olan; ancak şimdi olmayan kültür unsurlarımızın yanında geçmişteki halinden hayli farklılık gösteren kültür unsurlarının da olduğu bilinmeli ve tespit edilmelidir. Önemli olan değişim değildir; bu değişimin özümüze uygun olmasıdır.

 Kültür, etimiz ve kemiğimiz kadar bizden ayrılmaz bir nesnedir. Onun yaşatılmasında ve korunmasında başta medya olmak üzere bütün Türk insanına görevler düşmektedir.

 Kültürümüzden ödün vermeden muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak medyanın konuyla ilgili duyarlılığıyla yakından ilgilidir.

Araştırma Sahası

Araştırma sahası, adı 10 ekim 1961 yılına kadar “Hadiselere Tercüman”; bu tarihten sonra da “Halka ve Olaylara Tercüman” olan Tercüman gazetesinin 1960,1961,1962 yıllarına ait sayılarıdır.

(5)

Araştırmanın Metodu

“1960, 1961, 1962 Yıllarında Tercüman Gazetesinde Yayınlanan Halk Kültürüne Dair Yazıların tasnifi ve İncelenmesi” adlı bu tez, kaynak araştırmasına dayalı monografik bir araştırmayla ortaya konmuştur.

Araştırmaya, Tercüman gazetesinin Milli Kütüphane’deki kataloglarının taranıp halk kültürüyle alakalı yazıların tespit edilmesiyle başlanmıştır. Elde edilen yazılar incelenip 18 konu başlığı altında tasnif edilmiştir. Daha sonra tasnifi yapılan ve incelenen yazılardan kayda değer olanları, yayınlanış tarihleri göz önüne alınarak yazıya geçirilmiştir. Her yazının yazarı, yayınlandığı gazetenin adı, yılı, sayısı ve sayfa numarası yazıların sonunda verilmiştir. Editör tarafından yazılan yazıların yazarı verilmemiştir.

AraştırmaTeknikleri Kaynak Araştırması

Halk kültürü ve folklorla alakalı kitap, makale v.b. çalışmaların taraması yapılarak bir kısmından yararlanılmıştır.

Tasnif

Tezle ilgili Tercüman gazetesinin kataloglarından elde edilen malzeme, Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek’in 1977 yılında, folklorun konularıyla ilgili yaptığı çalışma örnek alınarak tasnif edilmiştir.

Buna karşın bütün konularla ilgili malzeme bulunamadığı için, Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek’in tasnifinde yer alan, ancak bizim tasnifte yer almayan başlıklar olabildiği gibi bazı konu başlıkları da, elde edilen malzemeye uygun şekilde adlandırılmıştır.

Araştırmada elde edilen yazılar şu şekilde tasnif edilmiştir:

1 - Dil ve Anlatım 2 - Aşık Edebiyatı a) Şairler b) Şiirler

3 - Nasrettin Hoca ve Anlatmalar a) Nasrettin Hoca

(6)

b) Destan c) Fıkralar

d) Halk hikayeleri 4 - Anonim Şiirler

a) Türküler b) Maniler

5 - Dostluk-Yardımlaşma ve Eğitim a) Dostluk ve yardımlaşma b) Eğitim

6 - Hayatın Dönüm Noktaları a) Doğum

b) Çocukluk ve gençlik c) Evlilik ve aile 7 - Halk Bilgisi

a) Halk hekimliği ve sağlığı b) Halk botaniği

c) Halk ekonomisi

d) Halk karakter ve tahlilleri e) Halk Psikolojisi

f) Güncel konular g) Halk sporu

8 - Bayramlar – Kutlamalar; Ayin ve Törenler a) Bayramlar

b) Kutlamalar c) Ayin ve törenler 9 - İnanışlar

a) Tabiatla ilgili inanışlar b) Dini inanışlar

c) Yatırlar, Ziyaret yerleri d) Rüya

e) Fal

f) Büyü ve üfürükçülük

(7)

g) Uğur getiren eşyalar 10 - Halk Yaşamı

a) Şehir ve şehirli b) Köy ve köylü c) Yurt dışındaki halk 11 - Tiyatro ve Halk

12 - Halk Oyunları ve Dans a) Halk oyunları b) Dans

13 - Halk Müziği a) Halk müziği b) Çalgılar 14 - Halk Mutfağı

15 - Giyim, Kuşam, Süslenme a) Giyim, kuşam b) Moda-süslenme 16 - Halk Sanatları ve Zanaatları

a) Resim b) Çinicilik c) Dokuma d) Mezar taşları 17 - Halk Mimarisi

18 - Kültür-Medeniyet ve Vatanseverlik a) Vatanseverlik

b) Soydaşlarımızdan c) Kültür ve medeniyet İnceleme

Tercüman gazetesinin 1960, 1961, 1962 yıllarına ait sayılarınından elde edilen halk kültürüne dair yazıların tasnifinden sonra incelemeye geçilmiştir.

(8)

Bu inceleme, elde edilen yazıların aylara ve yıllara göre dağılım istatistiği şeklindedir.

İstatistiksel incelemeden elde edilen sonuçlar tezin son bölümü olan “Sonuç ve Öneriler” bölümünde detaylı bir şekilde işlenmiştir.

Temel Kavramlar Folklor

Folklor sözü İngilizce “folk” ve “ lore” sözcüklerinden oluşmuştur. Folk “halk”, lore ise

“bilim, bilgi” anlamına gelir. Bu nedenle Türkçe’de Folklor terimi “Halk Bilimi”

sözüyle de karşılanmıştır. Folklor terimini ilk olarak 1846 yılında kullanan İngiliz William j. Thoms’dur (Kalaycı, 2005).

-Folklor bir gelenek bilimidir ve eski, devamlı, yaygın olan halk sanatları ve de halk endüstrisini inceler.Folklor siyasi ve de sosyal bilimlerin köken kitabıdır.

Folklor uygar yaşamda, halk yaşayışını inceler. Folklor hiçbir aydının öğretemediği ve halkın kendi kendine öğrenmiş olduğu efsane, öykü, halk şarkıları, bilmece, söz düzeni vb gibi bir çok bilgileri kapsar (Bilgin, 2006).

İngiltere’de 1878 yılında Folklore Society adıyla bir dernek kurulmuş, folklor sözcüğü de bu bilim dalının adı olarak yayılmıştır. İskandinav, Rus, Portekiz, İspanyol bilginleri de aynı kelimeyi kullanmışlardır.1846 yılından bu yana Anglo-Sakson ülkeleriyle İsveç, Norveç, Finlandiya, Fransa gibi ülkelerde yaygınlık kazanan bu terim yurdumuzda da benimsenerek kullanılmaya başlanmıştır (Kalaycı, 2005).

Her ulusun kendine özgü bir toplum yapısı bulunması nedeniyle Folklorun tanımlanması ve kapsamının belirlenmesinde her ülkenin bilginleri kendi toplumlarının yaşayışına göre değerlendirmeler yapmışlardır. Örneğin Almanya’da Folklor, siyasal bilimlerin giriş yeri, giriş odası ve sosyal politikanın köken, kaynak kitabıdır. Folklor halkın kalıbı, ruhu ve türünün bilimsel anlayışıdır. Sosyoloji, sözcüğün anlamı ve çağdaş kavramı bakımından Folklorun bölümlerinden biridir (Kalaycı, 2005).

Amerika’da Folklor, uygarlık tarihini inceleyen sosyal bilimlerden biri olarak kabul edilmektedir (Kalaycı, 2005).

“Belçika’da Folklorun amacı, halk sınıflarının yaşayışlarına ve uygarlıklarına ait olan her şeyi toplamak, inceleyerek, açıklamaktır. Folklor İnsanlık zihniyetinin geçirdiği çeşitli aşamaları inceler ve bunları her gün karşılaşılan benzer aşamalarla karşılaştırma amacını güder.” (Kalaycı, 2005).

Fransa’da Folklor, halk yaşayışını inceler. Folklor, uygar ülkelerde halka ait düşünsel ve maddesel kültürü inceler. Folklor, uygar uluslardaki halk düşüncesinin incelenmesidir. Folklor doktrinsiz ortak inanmalar, kuramsız çalışmalardır. Folklor, hiçbir aydının öğretemediği, halkın kendi kendine

(9)

öğrendiği efsane, hikaye, gelenek, şarkı, bilmece, söz düzeni, yıldızlara ait inanma ve büyüler gibi bilgilerdir. Folklor, az gelişmiş ulus ve halk sınıflarının inanış, gelenek ve göreneklerinin ansiklopedisidir. Bu da insanlğın başlangıcından zamanımıza kadar az ya da çok bozulmuş biçimde ulaşan kültür kalıntılarıdır (A.g.e., 2005).

İngiltere’de Folklor, gelenekler bilimidir. Folklor, insan kuruluşlarında en yaygın, en devamlı ve eski olan şeyleri, halk sanatlarını, halk endüstrisini inceler. Folklor, yazılı belgeleri değil; atalardan gelen geleneklerin etkisi altında inanılan ve yapılan şeyleri inceler. Folklor, bugün yaşayan, fakat bugünün ve zamanımızın olmayan fikirleri, gelenek ve tarihleri, eski halklardan kalanları toplar, karşılaştırır. Halkın efsane, gelenek ve inanışları ile ilgilenir.

Folklor, halkın düşünsel yapısını oluşturan her şeyi inceler (A.g.e., 2005).

“Her topluluk bir kültür sahibidir. Diğer bir deyişle her kültür ayrı bir topluluğu temsil etmektedir. Türk milleti de dili, töresi, dini, hukuku, düşüncesi ve hadiseler karşısındaki hususi davranışlarıyla asırlardan beri yaşamakta olduğuna göre bir milli Türk kültürü mevcut demektir.” (Kafesoğlu 1995: 16).

“Folklorun anlamı ve tanımı konuları Türk folklorcularınca da işlenmiştir. M. Şakir Ülkütaşır, Sedat Veyis Örnek gibi bilim adamlarını örnek verebiliriz.” (Kalaycı, 2005).

“Sedat Veyis Örnek’e göre Folklor, bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alanlardaki kültürel ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemlerle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada bir bireşime vardırmayı amaçlayan bir bilim dalıdır.” (Kalaycı, 2005).

Ayrıca toplumsal konuşma dilinde folklor terimi yanlış anlaşılmakta ve de, halk oyunları ile bağdaştırılmaktadır. Halbuki folklor (halay, horon, bar, karşılama, zeybek, kaşıklı oyunlar, ) anlamında değil de , kültürel ve terminolojik boyutuyla bilim dalı, ve de bilimsel halk bilgisi tanımlamasında algılanması gereken, ana ve yardımcı alanları olan (tarih, antropoloji, coğrafya, sosyoloji, ekoloji, demografi(nüfusbilimi) , etnografya, mitoloji) gelenek bilimidir (Bilgin, 2006).

Bir ülkenin, bir yöre halkının, bir etnik grubun yaşamının bütününü kapsayan ve temelinde o halkı oluşturan insanların ortak ve yaygın davranış kalıplarını, yaşama biçimini, belirli olaylar ve durumlar karşısında tavrını, çevresini ve dünyayı algılayışını açıklamada; geleneksel ve törensel yaşamı düzenleyen, zenginleştiren, renklendiren bir beğeniyi, yaratıyı, kurumu, töreyi, kurumlaşmayı göz önüne sermede; bir ucuyla geçmişe, bir ucuyla da zamanımıza uzanan gelenekler, görenekler, adetler zincirini saptamada; bu zincirin köstekleyici veya destekleyici halkalarını tek tek belirlemede; halk kültürünün atardamarlarını yakalayarak bunlardan özgün ve çağdaş yaratmalar çıkarmada folklorun rolü ve önemi birinci derecededir (Kalaycı, 2005).

Folklorun belli başlı kadroları ise; (Barınak, konut-Ekonomi türleri, - hayvancılık, -Tarım rençperlik, -Ölçme tartma hesaplama birimleri –Halk sanatları, -Giyim kuşam, Halk hekimliği baytarlığı, -Halk meteorolojisi, -Halk

(10)

hukuku –Halk inançları, -Dinsel ve büyüsel içerikli inançlar, -Halk edebiyatı, - Halk tiyatrosu, -Halk oyunları, -Halk müziği ve çalgıları, -Çocuk oyunları ve oyuncakları, -Adlar lakaplar) vb. halkla iç içe yaşayan bir çok kültürel öğeden oluşur (Bilgin, 2006).

M. Şakir Ülkütaşır’a göre Folklor, en derli toplu anlamıyla genel olarak sözlü halk edebiyatı, halk musikisi, halk temaşası, halk gelenek ve inançları gibi tamamen fikri ve manevi tezahürleri, kısaca halkın manevi kültürü araştıran bir bilimdir. Düğün, bayram, cenaze, kandil, çocuk vs.’ye ait halk gelenekleri; cin, peri, büyü, afsun, muska, gibi şeylere inanma şeklinde tezahür eden bütün halk inançları ile türküleri, maniler, bilmeceler, oyunlar, masallar, menkıbeler, deyimler ve atasözleri Folklorun konusu içindedir. Bütün bunlar belli kadrolar dahilinde tespit ve tetkik edilir (Kalaycı, 2005).

Bilindiği üzere kültürel açıdan yok olmak üzere olan bütün toplumların yapmakta olduğu bu ve buna benzer çalışmalar genel anlamıyla Halkbilimi kapsamına girmektedir. Birçok kaynakta halkbiliminin tarifi yapılırken; “Bir toplumun, bir ulusun ya da belirli bir bölge halkının, bir kentin, bir ilçenin, bir köyün, maddi ve manevi alandaki geleneksel kültür ürünlerini ve yaşama biçimlerini bilimsel yöntemlerle derleyen, sınıflayan, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada bir bireşime vardırmayı amaçlayan bilim dalıdır.” (Örnek, 1995: 7) denilmektedir.

Medya

Medya kelimesi, Türkçeye 1990 yılından itibaren radyo ve televizyon tekelinin kırılmasıyla birlikte girmiştir. Bu kelime, dilimize İngilizce bir kavram olan

“mass media” teriminden uyarlanmıştır. Geniş anlamda, yazılı basın (gazete, dergi, mecmua v.b), sesli ve görüntülü (radyo ve televizyon vb.) yayın araçlarını ifade etmektedir.Dar anlamda ise, yazılı, sesli ve görüntülü kitle iletişim araçları demektir. Esas olarak, mass media teriminin Türkçesi, kitle iletişim araçlarını ifade etmektedir (Ödevsitesi 2006).

“Haber ve bilgi verme amacı başta olmak üzere, eğitmek, eğlendirmek gibi amaçlar taşıyan, belirli bir okuyucu kitlesine, belirli aralıklarla ya da sürekli olarak ulaşan araçlardır. Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema gibi kitlelere ulaşan ve iletişimi sağlayan araçlara medya araçları denilmektedir.”

(Ödevsitesi, 2006).

Kitle; “Toplumun içerisinde bütün grupları, bireyleri temsil etmektedir. Kitle iletişim araçları her türlü iletişime olanak sağlamak üzere kurulmuş olan sosyal yapıları ve bu yapılar için gerekli araçları ifade eder. Kitle iletişim araçları, kültürel, ekonomik, eğitim, siyasi, eğlence, haber, gündem gibi birçok kamusal görevi yerine getirerek toplumda bir güç unsuru olmuştur.

Bazı batı ülkeleri kitle iletişim araçlarını dördüncü güç olarak kabul etmektedir. En az yasama, yürütme, yargı gibi halkı ilgilendiren ve kamuoyu oluşturabilen bir güç unsuru niteliğindedir. Kitle iletişimi, “Türkçe’de; kitle haberleşmesi” şeklinde ifade edilir. Kitleler ise toplumun bütününü veya bir bölümünü kapsayan ve etkileyen bir güç unsurudur. Kitle iletişim araçları iletişimden ve kitlelerden ayrı tutulamaz. Kitle iletişim araçları 15. yy’da Batı Avrupa’da hareketli metal harflerle baskı yapıldığı tarihe dayanmaktadır. Alman Johann Gutenberg’in 1434-1436 yılları arasında matbaayı bulmasıyla kitle iletişim araçlarının kullanılmasına başlanmıştır.

Ancak kitle iletişimi insanlığın var oluşundan bu yana var olmakta ve

(11)

ilerlemektedir. Bazı tarihçilere göre kitle iletişim araçları 5 aşamadan oluşmuştur. Bunlar; 1. İşaretlerle iletişim 2. Dilin gelişimiyle iletişim 3.

Yazının icadıyla iletişim 4. Baskı makinesinin icadıyla basılı materyallerle iletişim 5. Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle kitle iletişimi. Kitle iletişimi geçmişten bugüne kadar var olmuş ve sürekli gelişerek ilerlemiştir. “İlk kitle iletişim aracı Roma ve Mısır’da kullanılan gazete olmuştur. Gazetenin iletisi okur-yazarlıkla sınırlıdır. Uzun yıllar iktidarını sürdüren gazete iletişim teknolojisindeki gelişme sayesinde yerini radyoya bırakmak zorunda kalmıştır. “II. Dünya Savaşından sonra da televizyon kitle iletişim aracı olarak kabul edilmiştir.” “Kitle iletişim araçları bugün dünyanın hemen her yerinde cereyan eden olayları en kısa sürede kitlelere ileten çağdaş ve etkin bir organizasyondur.” Teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte kitle iletişim araçları bireyleri, grupları, toplumları ve kültürleri etkilemekte ve vazgeçilmez bir konuma gelmektedir. Artık kitle iletişim araçları toplum yaşantısının önemli bir parçası olmuştur. Hayatın her kesiminde yer almaktadır. Kitle iletişim araçları birey veya toplumların; değer, düşünce, kanaat yapılarını etkilemekte büyük bir güce sahiptir. Ancak etkilediği kitleler de medyanın gücünü oluşturmaktadır. Kitle iletişim sürecinde çift yönlü bir etkileşim söz konusudur. Mesajı gönderen ve mesajı alan arasında karşılıklı bir iletişim vardır. Bu iletişimde önem, mesajın birey veya toplum tarafından benimsenmesidir. Bu benimsemede birey ve toplumun psikolojik yapıları, kanaatleri, kültürleri önemli rol oynamaktadır. Kitle iletişim araçları sadece birey ve toplumları değil, toplumların siyasi yapısını, yönetimini, eğitimini, kültürünü de etkisi altına alabilmektedir (A.g.e., 2006).

Yine diğer gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda olduğu gibi, çağdaş Türk medyası da bireylerin bilgi, duygu, düşünce, inanç, tutum ve davranışlarını etkileyebilecek (en azından potansiyel olarak) çok büyük bir güce sahiptir. Yalnızca bireylerin değil, aynı zamanda toplumsal grupların, toplumsal kurumların ve kuruluşların, kısacası toplumun tamamının ve kültürün, medyanın şekillendirici ve belirleyici etkisinden kaçabilmesi çok zor görünmektedir.

Günümüz Türk medyasının bireyler, toplum ve kültür üzerinde yapabileceği bu değiştirici etkiler, olumlu doğrultuda olabileceği gibi olumsuz doğrultuda da gerçekleşebilir. Söz konusu etkinin niteliği ve niceliği zamana, özellikle toplumun ve medyanın içinde bulunduğu koşullara, belki hepsinden önemlisi de medya araçlarının sahiplik ve/veya kontrolünü elinde bulunduran güç odaklarına göre farklılıklar gösterebilir (İnsanbilimleri, 2006).

Günümüzde medya, ister olumlu ister olumsuz yönde olsun, toplumu, tartışmasız bir etkileme gücüne sahiptir.

Medyanın günümüz toplumlarının zihinsel hayatına hükmeden bir konumu vardır. Medyanın, ulusal ve uluslar arası sorunların çözümü, toplumun eğitilmesi ve bilgilendirilmesi, kültürün geliştirilmesi, bireyler arasında sağlıklı iletişimin kurulması, toplumlarda barış, huzur ve daha insani bir düzenin sağlanması gibi işlevler üslenmiş olmasına rağmen, kimilerinin bir çok sorumluluğu ve etik ilkeleri yerine getirmediği, tam tersine bir çok toplumsal soruna kaynaklık ettiği görülmektedir (Foreignpolicy, 2006).

(12)

BÖLÜM 1: 1960, 1961, 1962 YILLARINDA, TERCÜMAN

GAZETESİNDE YAYINLANAN, HALK KÜLTÜRÜYLE İLGİLİ

YAZILARIN TASNİFİ VE İNCELENMESİ

1.1. Dil ve Anlatım

Radyolarımızda Dil Yanlışları

Bazı spikerlerimizin ağzında Türkçe açık ve aydınlık bir diction (söyleme) ve ahenkli bir intonation (seslendirme) ile dünyanın en güzel dili haline gelir. Fakat radyolarımızda konuşanların çoğu öyle telaffuz, vezin ve şive hataları yapıyorlar ki, okuyucularımızın haklı şikayetlerine yol açılıyor. Bize olduğu gibi öteki gazetelerdeki arkadaşlarımız da bu şikayetleri her zaman alırlar. “Cumhuriyet” gazetesine Kastomonulu bir okuyucusundan gelen şikayet mektubunda şöyle deniyor:

“Diğer bir şikayetimiz, spikerlerin ve bazı ses sanatkarlarının telaffuzuna aittir. (bakıy, sakıy, vakıy…) gibi kelimeleri (Baki, Saki, Vaki, ...) şeklinde telaffuz etmektedirler. Ses kulakları tırmalıyor. Hele telaffuz yanlışlığı ile değişen manalara ne buyurulur?

(rakıyb), (leylei arus) kelimelerinin (rakip), (leylei aruz) şeklindeki telaffuzlarından ne yanlış manalar çıkıyor.”

Okuyucu (aşer) kelimesinin (ahçı) şeklinde telaffuzundan da şikayetçidir. Bu bir meşhur galattır ve çoğumuz ah’çı deriz. Bu galat da sebepsiz değildir. Kelimenin aslındaki “ş”

harfi daha sonra gelen “ç” harfinin tesiri altında tenafürden kurtulmak için yumuşamaktadır. Lisaniyatta bu hadisenin adı “Lation regressive” yani geriye doğru temessüldür. Önüne geçilmez. Fakat okuyucunu öteki misalleri ve daha birçokları dilimiz hesabına fena işaretlerdir.

İstanbul radyosunun bir spiker imtihanında jüri üyesiydim. İmtihana girenlerin hiçbiri

“süzinak”, ”ferehnak”, “ikramiye”, “inkılap”, “vakit” kelimelerini doğru telaffuz edemiyorlardı. Baştaki üç kelimenin “k” harfini Arap harflerindeki “kef” harfinin ince sesiyle telaffuz edemiyorlardı.

Birçok mütehassıs bugünkü Latin alfabesinin çok eksik olduğunu yazdılar. Bu harflerle doğru Türkçe ne yazılır,okunur.Benim “server bedi” imzamdaki “bedi” kelimesini de

(13)

doğru okuyup yazmak mümkün olamıyor. “kedi” vezninde telaffuz ediliyor. Sonundaki ayın harfi mevcut olmadığı için kelimenin manası da ortadan kalkıyor. Bu yüzden dilimize (bedii) kelimesi yerine (estetik) girmiştir. Manası anlaşılmasın diye Bedii Faike

“estetik faik” mi diyelim? Sayısız manasızlıklarımız arasına bunu da katar çıkarız. Değil mi, aziz kardeşim Estetik Faik?

SAFA, Peyami, Hadiselere Tercüman, 6 Ocak 1960; yıl:5, sayı:1645, sayfa:

Nesil mi, Kuşak mı?

Edebiyat fakültesinden bir üniversiteli, “kuşak” kelimesinin nesil yerine kullanılmasının doğru olup olmadığını soruyor.

Her iki büyük bölüme ayrılır. Biri “Langue kommune” denilen, herkesin kullandığı müşterek ve ortak dildir. Öteki her ilmin kendine mahsus “langue speclale” denilen hususi dil veya ihtisas dilidir. Batı memleketlerinde bu dil, çoğu grek ve Latin kelime (terim) lerinden mürekkeptir. Bir çeşit argodur, yalnız mütehassıslara hitap eder. Her ilmin kendine mahsus bir dili olması mana karışıklıklarını önlemeye yaradığı gibi, sırf ilmi planda terim gruplarının (aynı kökten türeyen kelime ailelerinin) teşekkülünü kolaylaştırır. İlim dilini halk diline indirdiğiniz takdirde kelime hazinesi fakirleşir ve dil, düşünce inceliklerini ifadeden aciz kalır. Halbuki birçok hakikatler bu inceliklerdedir.

“Nesil” mücerret bir kavramdır. Terimdir. “tenasül”, “tenasüli”… gibi aynı kökten gelme bir ailesi vardır. Gerekirse aynı kökten yeni kelimeler teşkil edilebilir. Batı dillerinde olduğu gibi.

“ kuşak” mücerret değil, müşahhas bir kelimedir. Kullanış dilinde terim değildir. Köylü ağzında basit bir manası vardır. Biyoloji ve sosyoloji dillerindeki manasının dışındadır.

Köylü dilinden ilim dili yapmaya kalkar da, “kuşak” gibi, potur, şalvar, çarık… gibi kelimeleri mecazi bakımdan manalandırırsak, medeni dillerde iki yüz bini aştığı sanılan kelime sayısını Türkçede birkaç bine indiririz. Bilinir ki Shakespeare eserlerinde, otuz bine yakın ayrı ayrı kelime kullanmıştır; onun zamanında İngiliz köylüsü üç yüz kelimesi ile konuşuyordu. Edebiyatçılarımız, Arapça’sı ve Farsça’sıyla bile ileri dillerden çok çok fakir Türkçemizi halk ve köylü diline indirerek basitleştirmek isteyenlerin tesirine kapılırlarsa, edebiyatın ifade vasıtası olan dili, ancak müşehhas,

(14)

maddi ve basit fikir ve ruh hallerini belirtmekten fazla değeri olmayan yarı vahşi kabile dili haline getirirler.

Bilhassa edebiyat fakültelerindeki aydın gençliğin bu gerici dil akımlarına karşı cephe almaları temenni edilmeye değer.

SAFA, Peyami, Hadiselere Tercüman, 12 Ocak 1960; yıl:5, sayı:1651, sayfa:2 Kelime İnsandan Daha Canlıdır

Kelime sigara tablası değildir. Hoşumuza gitmezse onu kaldırıp yerine başkasını koyamayız.

Kelime canlıdır. Hayvandan ve insandan daha canlı. Kendi kendine ölmezse onu öldüremeyiz. Resmi ve hususi bütün saldırmalar, kitap, mehtap, memur, manzara, gurur, zehir…gibi Arapça ve Farsça kelimeleri öldüremedi. Yerlerine Beti, Ayaydın, İşyar, Görü, Kıvanç, İvidi ve Ağu kelimelerini getiremedi. Misal pek çoktur.

Soyadlarında kalan Ayaydın ve Ayaydınlığı kelimeleri uydurma değil, halis Türkçe ve güzel karşılıklardır. Fakat bin yıllık edebiyatımızda, aydın ve halk dilinde yaşayan bu ve benzerlerini öldürmek mümkün olmadığı için, yerine daha güzellerini bile getiremiyoruz. Çünkü her kelimenin kendine has bir hayatı, kaderi, tarihi, her kullanılışında canlanan hatıraları ve tedaileri vardır. Her kelime kuvvetini bu yaşarmışlıktan alıyor.

Ölmeye niyeti olmayan canlı kelimeleri öldürmek mümkün olmadığı gibi, yaşamış, devrini tamamlamış ve kendiliğinden ölmüş eski (ar-kaik) kelimeleri diriltmek ve yenileştirmek de mümkün olmuyor.

Manzara’nın yerini alamayan “görü” kelimesi bunlardandır. (Oğuz destanında varmış) Güzel kelime fakat ölü.

Dil âlimleri Ersene Darmesteter’in “Kelimelerin hayatı” adındaki kitabının düşündürdüğü meseleler üzerinde çok araştırmalar yapmışlardır. Bazı kelimeler de ölmezler dilden kovulurlar, başka memleket ve dillerde yaşarlar, yüzyıllar sonra dönüp gelirler. Mesela: Fransızların İngilizceden aldıkları “flirt” (flört) ve “budjet” (bütçe)

(15)

kelimeleri aslınca Fransızcadır. Bazı dil züppelerinin Fransızcadan aynen alıp kullandıkları “kiyosk”(kiosgue) kelimesi de Türkçedir ve bildiğimiz “köşk”tür.

Kelimeler insandan daha canlıdır ve insan eli ile canlarına kıyılamaz. Fakat onların hayatını biyolojik hayatın aynı kabul etmek de yanlıştır. Kelime herhangi bir canlı gibi doğup, büyüyüp, ölmez. Hayatının ortalama müddeti bilinmediği gibi şartları da tamamı ile bilinmez. Etimoloji, fonetik ve morfoloji bakımından hayale sığmayan değişmelere uğrar.

Ölüme mahkum kelimelerin yerine yenileri bulunabilir veya teşkil edilebilir. Bu “teşkil”

ameliyesini “uydurma” dan ayırmak ister. Bu da başlı başına ince ve karmaşık bir meseledir.

SAFA, Peyami, Hadiselere Tercüman, 27 Mart 1960; yıl:5, sayı:1726, sayfa:2 Bugünkü Türkçe Hangi Türkçedir?

Çağrı Dergisi’nin son sayısında Bay Mehmet Önder, XIII.yüzyılın yarısından sonra Arapça ve Acemceye karşı Türkçe lehine bir hareket başladığını yazdıktan sonra diyor ki:

“Türkçe davamızın yedi yüz yıllık bir geçmişi vardır. Bize öyle geliyor ki,bu davayı zümreler yaratıyor,biri Osmanlıcanın,öteki aşırı özleştirmenin akımına kapılarak Türkçeyi kılıktan kılığa sokuyor.Ortada bir dil var:Konuşulan Türkçe…Anadolu Türkçesi.İşte Karamanoğlu Mehmet Bey’in istediği ferman dili. Yunus’un, Kaygusuz’un dili …

Hiçbir dil yalnız konuşulandan ibaret değildir. Her memlekette edebi dil, yazı dilinden;

yazı dili konuşma dilinden, konuşma dili ilim dilinden ve ortak dil bölge dillerinden ayrıdır.

Anadolu Türkçesi diye bir ayrı dil yoktur. Anadolu’muzun çeşitli bölgelerinde birbirinden farklı lehçeler vardır. Ortak dili vücuda getiren de bunlar değildir. Konya kelimesini “Gonya” şeklinde yazan olmadığı gibi, “geliyor musun?” yerine “geliyon mu”şeklide ortak dile girmemiştir.

Lisaniyat denilen sistematik dil ilimlerine göre, bir ortak dilin teşekkülü bölge dilleri arasında yüzyıllar süren bir savaşın neticesidir. Bunlardan yalnız birinin ötekilere üstün

(16)

gelmesi ortak dili vücuda getirir. Fransızcada İl-de France(Paris), İtalyancada Floransa, Türkçede İstanbul, İspanyolcada Kasdil bölge dilleri, siyasi, iktisadi, dini, kültürel birçok sebeplerle ortak dil haline gelmişlerdir. Eski Yunancada da Atik lehçesinin ortak dil haline gelmesi bu gelişmeye tabi oldu. Misaller çoktur.

Türkçe, belki XIII. yüzyıldan sonra, bir tasfiye hareketi içindedir. Bunun az çok şuurlu ve sistemli şekli çok yenidir. Umumiyetle Selanik’te “Genç Kalemler”den başladığına inanılır. Gerçekten de bugünkü yazarlarımızın ve aydınlarımızın Türkçelerini kullandıkları Farsça sine (göğüs), yar (sevgili), dağ (kızgın demir izi, yara) gibi yabancı kelimeler aydın dilinden çıktığı halde halk şiirlerinde yaşamaya devam ediyor. Bu da Anadoludaki çeşitli bölge dillerinin ortak dil haline gelmediğini, umumiyetle yazılan ve konuşulan Türkçe olmadığını gösteren ayrı bir işarettir. Bugünkü aydın dili hak dilinden daha sade Türkçedir. Yunus’un dili yer yer koyu Frasça, Arapça ve Türkçe kelimelerden mürekkeptir. Halis Türkçe değildir. Divanında “cemal”, “server”, “girdap”, “zehi”,

“batın”, “ma’şuk”, “azad”, “baha”, “viran” gibi Arapça ve Farsça kelimeleri çok bol kullanan Yunus’un eşsiz değerini dilinin katıksızlığında aramak doğru olmaz.

“Türkçemiz” değil mi? Bir dokun, bin ah dinle…

SAFA, Peyami, Hadiselere Tercüman, 26 Nisan 1960; yıl:5, sayı:1754, sayfa:2 Dil Kurultayı

Her üç yılda bir olduğu gibi, bu seferki Türk Dil Kurultayı da hayli gürültülü geçti. Her sefer, dikkat ederim, yurdun dört yanından gelen üyeler ilk gün çok hızlı, çok atak, çok savaşçı olurlar. İlk iki günkü oturumlarda her şey ince elenir,sık dokunur, her madde didik edilir, pireler deve yapılır. Ama ondan sonra herkes yavaş yavaş bu atakları kanıksar, sözcüler yavaşlar, tartışmalar, oturuma katılmalar tavsar. Bu sefer de develer pire oluverir.

Nitekim kurultayın ilk günü kaoca bir oturumu işgal eden konu ne oldu bilir misiniz?

Sayın Orgeneral Cemal Gürsel’e falan kelimeyi yazalım mı, yazmayalım mı? Buna karşılık kurumun ana meselelerinden biri olan tüzük tartışmasına son günü vakit kalmadı, konuşulamadan geçiştirildi. Yine bu kurultaylarda büsbütün ortaya çıkan kusurlarımızdan biri de şu oluyor: Konuşmak merakı.

(17)

Genel yaşayışımızda da öyle değil mi? Hatipler bayraklı bir kürsü görmeye, bir mikrofon yakalamaya, karşılarında iki üç yüz dinleyici görmeye görsünler. Tut adamı yerinde tutabilirsen. İlle ağır ağır o merdiveni tırmanacak, iki elini dayayıp salonu bir süzecek türlü hitabet ekollerinden birinin edası ile bir söylev gösterisine kalkacaktır.

Sırf kendini göstermek için konuşmak. Dinleyici bulmuş olmanın fırsatından faydalanmak, mikrofondan akseden sesine aşık olduğu için konuşmak, milletvekilliği stajı yapmak için bu fırsatı kaçırmamak, bazen de gerçekten bir söyleyeceği olduğu için konuşmak gibi çeşitli saikelerle konuşulur, konuşulur, konuşulur, konuşulur.

Hatta bazı hatiplerin, başkanın yeterlik önergesi verildiği, bir lehte bir aleyhte sözcüden başka kimseye söz vermeyeceği ihtarı üzerine sırf konuşma hevesi kursağında kalmasın diye savunacağı tezin bu sefer aleyhinde konuşmak üzere söz istediği bile görüldü.

Konuşan da bari inzicamlı konuşsa. O da yok. Ya coşup taşmalar, ya kulağını tersinden göstermeler, ya da lüzumsuz alınmalarla şahsiyata kaçmalar kurultaya ve üyelere ne dakikalara, ne saatlere, hatta ne günlere mal oldu, bir hesaplansa şaşılır. Konuşma heveslilerinin dışında kurultayda, taktik uzmanları, kulis faaliyeti amatörleri, seçim propagandası meraklıları da faaliyetleri için güzel bir ortam yakalamış oldular.

Son gün irili ufaklı, sarılı beyazlı seçim listeleri ortayı sardı. Sanki memleketin geleceği bu kurulun seçimlerine bağlı imiş gibi bir büyük önemseme ile bir seçim savaşıdır başladı. Birtakım kimseler seçildi, başkaları seçilemedi.

Kurultay da böylece sona erdi.

Şimdi içine lütfedip beni de yeniden seçtikleri bu yeni yönetim kurulu sade adı olup bir toplantıya bile katılmayan mostralık ünlü üyeleri il, geçen kuruldan bu kurula geçmiş eski elemanları ile ve yepyeni kişileri ile bir öncekinden ne derece farklı icraat yapacak göreceğiz.

Ama genel olarak şunu söylemeliyiz ki; tahmin dışı masrafları, iyi kötü yayınları, hiç okunmayan dergisi, başarılı sayılabilecek sözlüğü gibi hizmetleri dışında kurulun bugüne kadar temiz Türkçeyi yurt çapında yayma gücü, ne yazık ki çok sınırlı kalmıştır.

Yeni yönetim kurulunun genç unsurlarından her şeyden önce bu alanda daha canlı çalışmalar beklemekteyiz. Öz Türkçeyi kitlelere yaymak için en uygun yollar arasında

(18)

milli eğitim alanının, okulların, ordunun yanı sıra, gazeteler,radyolar, ve din adamlarının tutumu akla gelmektedir.

Yeni seçilen kurulun özellikle bu alanlarda yoğun ve tesirli bir program yapıp hemen işe girişmesi çok hayırlı olacak ve yurt çapında böyle bir canlılık dil kurumunun prestijini de birden artırabilecektir.

TANER, Haldun, Hadiselere Tercüman, 18 Temmuz 1960; yıl:5, sayı:1835, sayfa:2 Türk Dili Temel Kitabı

Batı ilim “aleminde Türk Kültürü, bilhassa Türk dili ve tarihi ile ilgili çalışmalar, geçen yüzyılın sonlarına doğru hızlanmağa başlar. Yine bu yüzyılda gerçek bir ilim haline gelmiş olan Lenguistik (Lisaniyat – Dilbilim) ve filolojiden faydalanmak, bu çalışmalara ciddiyet kazandırmıştır. Türklükle ilgili araştırmaların artması ve hele 1893’te Danimarkalı âlim W.Thomsen tarafından 8. yüzyıla ait Orhun Yazıtlarının çözülmesi, bu sahada büyük gelişmelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böylece, Şarkiyat (oryantalistik)içerisinde Türk kültürünü ele alan, müstakil ve yeni bir ilim kolu meydana gelmiştir. Avrupalıların Türkoloji dedikleri bu yeni ilme, Türkiyat denmiştir;

bugün Türklük Bilgisi adı verilebilir.

Son yıllarda Amerikalılar da, Türkoloji’ye ilgi duymaya başlattılar. Bir zamanlar bu ilmin merkezi Almanya idi. Şimdi birçok ülkeler, kendi ülkelerini bu çalışmaların merkezi haline getirmek için sessizce mücadele ediyorlar. Birçok imkanlara ve Türk asıllı bilginlere sahip bulunan Sovyetler Birliği ağır basmaya çalışmaktadır. Bu yılın ağustos ayında, Moskova’da toplanan ve Şarkiyatçılar Kongresi ve daha önceki kongreler bu hususu açıkça göstermektedir. Doğrudan doğruya bizi ilgilendirdiği için ne yapıp yapıp Türkoloji merkezini yurdumuza getirmek zorundayız. Biri ilmi öbürü kültürü temsil ettiğinden dolayı Avrupa ülkelerinde fen-edebiyat fakültelerine üniversite camiası içinde çok önem verilir. Edebiyat fakültelerinde ise, o memleketim dil, edebiyat ve tarihini, yani milli kültürünü ele alan kollar en esaslı yeri tutarlar. Halbuki Aziz Atatürk, milli kültürün incelenmesi, araştırılması ve geliştirilmesi için, Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesini kurmuştu. Artık, şimdiden sonra milli kültürle uğraşan bölümler, layık oldukları ilgiyi görmeli, geniş imkanlara kavuşmalıdırlar.

(19)

Batı bilgi dünyasında, filoloji sahalarında varılan son neticeleri bir ana kitap halinde toplamak âdet haline gelmiştir. Türk filolojisi ve kültür tarihi için de böyle bir esas kitaba ihtiyaç vardır. Bu şekilde bir kitabın hazırlanması 1951’de İstanbul’da toplanan Şarkiyatçılar Kongresinde Prof. Zeki Velidi Togan tarafından teklif edildi. Bu maksatla İstanbul’da kurulan “Milletler Arası Şarkiyatçılar Birliği” 1952’de Paris’te yaptığı toplantıda, Unesco’yu kendisiyle ilgilendirdi ve onun vasıtasıyla başka teşekküllerden mali yardım sağladı. Fransız bilgini Jean Deny, Alman Prof. H.Scheel ve Danimarkalı Prof. K.Gronbeck ile Zeki Velidi Togan’dan meydana gelen yazı kurulu, 1953’ten itibaren devamlı çalışmalar yaparak, yazılar temin ederek nihayet geçen yıl Türk filolojisi ve medeniyet tarihi ana kitabının ilk cildini yayımlamağa muvaffak oldu.

Latice “Philolologiae Turcicse Fundamanta” (Türk dili temel kitabı) adını taşıyan ve Wiasbaden’de basılan büyük boy 836 sayfalık kitap çeşitli bahisleri içine almaktadır.

TİMURTAŞ, Faruk K., Hadiselere Tercüman, 15 Kasım 1960; yıl:5, sayı:1953, sayfa:2 Türk Dili Ve Anayasa

1932 yılında liseden yeni mezun olmuştum. Fransaya öğrenime gitmek üzere girdiğim Devlet imtihanlarının sonucunu beklediğim günlerdeydi. Dolmabahçe Sarayında, ilk Türk Dil Kurultayının Atatürkün huzurunda toplanacağını gazetelerden öğrenince, birkaç arkadaş müracaat ettik ve bizim de dinleyiciler arasında yer almamıza müsaade ettiler.

Unutulmaz bir gün oldu bizim için! Büyük Atatürk, biraz ilerimizde, kendisi için hazırlanan locada oturuyordu. Kulaklarımız, kürsüye çıkan hatiplerde gözlerimiz ise Gazi Mustafa Kemal’deydi. Konuşan ilim adamlarını, şairleri, politikacıları, nasıl da dikkatle dinliyordu! Bir ara Hüseyin Cahit Yalçın da kürsüye çıktı. O devirde siyasetten çekilmiş, gazetecilik de yapmıyordu. İttihatçıların son fertlerinden biri olması hasebiyle bir nevi muhalif sayılıyordu. Ne söyleyecek diye herkes meraktaydı. Ben, Hüseyin Cahid’in, gençliğinde bir türk grameri yazdığını, bu konuda boş olmadığını biliyordum.

Nitekim, o gün, dilde tekamül nazariyesine dayanarak, dilimizi zorlayarak geliştirmeye çalışmamızın tehlikelerini belirtti ve batılı ilim adamlarının fikirlerini de belirtti.

Devletin bu gelişmeyi kontrol etmesi, hatta şuurlu bir şekilde hız vermesi de faydalı olabilirdi.

(20)

Demagok’lar

Ogün birçok hatip Hüseyin Cahit’in fikirlerini çürütmek için kürsüye çıktı ve bazen aşırı mütecaviz bir üslupla, üstada hücum etti. Bunu yapanlar daha ziyade politikacılardı. Sonradan öğrendik ki Atatürk,bu dil demagoglarının saçmalarını dinlememiş bile, Dil kurumu üyelerine de emretmiş Hüseyin Cahit’in söylediklerini iyi incelesinler diye..

Fakat o devrin ünlü dilcileri bunun aksini yaptılar ve Güneş-Dil nazariyelerine varıncaya kadar neler neler icat etmediler! Büyük adam her şeyde olduğu gibi bu davada da iftiracılara “dur” demesini bildi. Ama onun vefatından sonra yeni dil demagogları türedi ve iş çığırından çıktı. O kadar ki bir aralık, memlekette bir dil anarşisi baş gösterdi. Birbirimizi anlamaz olmuştuk. Bu ifratın elbet bir reaksiyonu olacaktı. Nitekim 1950’de Demokrat Parti iktidara geldikten kısa bir süre sonra, Prof.

Fuat Köprülü’nün teşvikiyle, bilhassa Anayasadaki bazı terimler değiştirildi ve tekrar eskileri getirildi. Dünya çapında bir şöhreti olan Köprülü’nün oldukça muhafazakar bir dil ve edebiyat bilgini olduğu unutulmamalıydı. Halk dilinde yer eden ve fonetik bakımdan da kullanışlı olan “Genel Kurmay Başkanlığı” yerine tekrar “Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği” tabirini getirmek lüzumsuz ve gericilikti.Velhasıl aşırı dilcilerden sonra, bir de aşırı muhafazakarlar çıktı.Bu hal yeni bir anarşiye meydan verdi.

Son yıllarda edebiyatçılarımızda öz Türkçe kelimeler kullanmak için adeta bir yarış başladı. Nurullah Ataç’ın bir aralık anlaşılmaz hale gelen, aşırı aykırı uydurma terimlerle dolu yazılarını örnek alan gençler, bugün hala bocalamaktadırlar. Kelime yapmak ve kullanmak, bu kelimenin tutması ve günlük konuşmada yer etmesi, halk tarafından sevilmesi benimsenmesi için yetmez. Dilbilgisinin bir ilim olduğunu kabul etmek ve onun kanunları,kaideleri içinde dilimizi geliştirmek zorundayız. Akademiler ve kurumlar birer kelime imalathanesi değil,halkın içinden doğan kelimelere ilmi bir yön veren, düzenleyici unsurlardır.

Bundan böyle bizde de böyle olmasını temenni edelim. Zira şurasını da unutmamalıdır ki, halk zaten kendisine empoze edilen kelimelerden beğenmediklerini kullanmamaktadır. Israr etmenin manası yok. Beğenilecek, ahenkli, çekime elverişli kelimeler ortaya atmak gerekir.

(21)

Temsilciler meclisinde kurulan anayasa bu hususta şimdiden bir karar aldığını, yeni anayasanın yazılışında duru bir Türkçe kullanılacağını, konuşma dilinde yer etmiş eski terimlerin muhafaza edileceğini öğrendiğimiz zaman,memnun olduk. Zira anayasada kullanılacak terimler, devletin bütün teşkilatına, dolayısıyla da halka yayılacak, örnek teşkil edecektir. Milletlerin sosyal ve siyasi hayatlarında olduğu gibi, diğer alanlarda da ifratla tefrit, med ve cezirler halinde, birbirini takip eder. Günün birinde bu reaksiyonlar devri sona erer. Bunlar geçirilmesi zorunlu olan istihalelerdir.

PERİN, Cevdet, Hadiselere Tercüman, 26 Ocak 1961; yıl:6, sayı:2021, sayfa:2 Dil Bayramı ve Dil’in Yarattığı Vahdet

Bugün Türkiye’de 28 milyonluk bir kitle Türkçe konuşmaktadır. Bundan 684 yıl önce Karamanoğlu Mehmet Bey isimli büyük bir Türk Başbuğu ortaya Türk dilini resmi dil olarak ilan etmeseydi, çok muhtemeldir ki bugünkü konuştuğumuz ve yazdığımız dil Türkçe değil, fakat Arapça olacaktı ve belki de biz, kendimizi acem zannedecektik.

Bundan 40-50 sene önceleri tarihçi ve feylesof geçinen bazı zevat işi o derece azıtmışlardı ki; “Türk nedir? Türkiye nedir? Bunlar Avrupalıların uydurduğu kelimelerden başka bir şey değildir. Tarihte Türk yok, Osmanlı var.” Diyecek kadar milli şuuru ezmeye kalkmışlardı. Oysaki milattan önce dördüncü asırdaki Çin kaynaklarında bile “Türk” milletinden ve bu milletin medeniyet ve cesaretinden bahsedilir. Bu sebeple mevcut ve gelecek durumlar hakkında doğru hükme varabilmek için, geçmişi iyi tanımak şarttır. Tarihini bilmeyen devlet adamının sonu gözyaşlarıyla sulanır. Tarihini bilmeyen millet, yabancıya hayranlık duyar, kendine güveni kalmaz ve yabancının manevi boyunduruğu altına girer. Bu yol memleketin fiilen müstemleke haline inkılap edişinin başlangıcıdır. Büyük iş başaran insanlar, kendilerine güvenen insanlardır. Milletler de insanlara benzer.

Milleti meydana getiren unsurların başında dil gelir. Dil birliği milli birliği sağlar.

Konuşulan dil, o milletin hüviyetini tespit eder. Bugün Libya halkının çoğunluğu Türk olduğu halde, zamanla Türkçeyi bırakarak Arapça konuşmaya alıştıkları için, kendilerini Arap zanneder. Bundan yedi asır kadar önce Güney Anadolu’da, Akdeniz Bölgesinde yaşayan ve Türkçe konuşan Hıristiyan Varsak Türk’leri vardı.Din ayrılığına rağmen,aynı dili konuştukları için, Varsaklar kolaylıkla Müslüman Türk’ler arasında kaynaşmış gitmişlerdir. Bugün 28 milyonluk Türkiye’de, pek az da olsa bir kısım halkı,

(22)

Türklük ruhunu taşıdıkları halde, hala Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Tatarca gibi çeşitli lisanları kullanmakta devam edişleri üzerinde önemle durulacak bir olaydır. Her Türk aydınının bu meseleye bir hal çaresi araştırması gerekir. Politik hareketlerin alabildiğince gelişme gösterdiği bu sırada, memleketin en önemli bir davası olan dil birliği problemine sırt çevrilmiş olması, üzülecek bir durumdur. Aylardan beri milli birliğin kuvvetlenmesinden söz edilir. En açık bir hakikattir ki, milli birliği ancak dil birliği sağlayabilir. Bu bakımdan 684 yıl önce Anadolu’da dil birliğini sağlamak için ileriye atılan Karamanoğlu Mehmet Bey’i anmada çok fayda vardır.

Selçuklular Oğuz Türklerinin bir kolu olduğu halde resmi dil olarak Türkçeyi değil, fakat Farsçayı kullanırlardı. İlim dili olarak da Arapça revaçta idi. Çünkü, Moğol akınından kaçan bütün İranlılar, Selçuklulara sığınmışlardı. Mülteci İranlıların ekserisi tahsil görmüş oldukları için, kolayca devlet teşkilatına nüfuz edebilmişlerdi. XIII. asrın başlarında, Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun başındaki hükümdar, Türk; fakat etrafını saran vezirlerin büyük çoğunluğu İranlı idi. Acemler, sistemli bir şekilde Türklük şuurunu ortadan kaldırmak ve Fars kültürünü Anadolu’da hakim kılmak için çalışıyorlardı. Böyle bir durumda ortaya çıkan ve Türk milletinin tarih sahnesinden silinmek üzere olduğunu fark eden Karamanoğlu Mehmet Bey, elli bin kişilik bir ordunun başında Selçuklu devletinin başkenti Konya’yı işgal etmiş ve 13 Mayıs 1277 tarihinde şu meşhur fermanı çıkarmıştır: “Bugünden sonra, divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” Her gün konuşup yazdığımız Türkçeyi, uzağı gören bilgin ve kahraman Türk Başbuğu Karamanoğlu Mehmet Bey’in 684 yıl önce çıkardığı bu fermana borçluyuz.

PERİN, Cevdet, Hadiselere Tercüman, 4 Haziran 1961; yıl:6, sayı:2150, sayfa:2 Türk Dil Bilgisi

Herhangi dilden birkaç kelime birkaç kelime öğrenenlerin o dili bildiklerini iddia ettiklerini görüyoruz. Türk doğmuş ve Türkiye’de yüksek tahsilini tamamlamış olanlar arasında bile Türkçeyi hakkıyla bilenler pek çok değildir. Onlar arasında:

- Kitapla beraber kalemde aldım.

Diye yazarken kalem ismi ile de edatını bitişik yazanlara az rastlanmaz. Meşhur muharrirler bilirim ki “sanki aslan gibi döğüşüyordu” şeklinde yazmışlardır. Halbuki

(23)

burada sanki fazladır; bunu mutlaka kullanmak isteyen “gibi” yi atmağa ve “döğüşürken sanki arslandı” demesi icap eder. Hele gazetelerde ve dergilerde böyle Türkçe hatalarıyla sık sık karşılaşırız. Devrik cümle diye bir garip icat vardır ya, mesela: “Bu sabah vapuru kaçırdım.” Demez de “Kaçırdım bu sabah vapuru.” der. Bir mârifet diye yutturulmak istenen bu yazış tarzı dilbilgisindeki cehaletten doğmuştur.

Geçenlerde bir yüksek tahsil öğrencisi sordu:

- Dilbilgisine lüzum var mı? Ne faydası var bu dersin?

- Ben de ona sordum:

İktisat ilmine lüzum var mı? Ne faydası var bunun?

Cevap verdi:

- Paranın alışverişini, istihsalin ve istihlakin kanunlarını öğretir.

- Dilbilgisi de dilin kurallarını, iyi ve doğru yazmayı ve konuşmayı öğretir.

Dilbilgisi bütün filmlerin ve fenlerin öğretme vasıtasını en iyi ve doğru hazırlar.

Eskiden “sarf ve nahiv” derlerdi, merhum Hüseyin Cahid’in bu konuda hazırladığı kitap en iyisiydi. Sonra Ahmet Cevat’ın eserleri çıktı. Otuz sene önce bazı sivri akıllıların telkinleriyle okullardan dilbilgisi dersleri kaldırıldı.Türkçemiz bir acaip çorba oldu.O büyük hatayı öğrendik de okullara yeniden “dilbilgisi” dersleri koyduk.

Fakat “Türk Dilbilgisini” üniversite çapında ve ilmi bir şekilde derlenmiş göremedik.

Bu boşluğu nihayet İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Profesörlerinden Muharrem Ergin doldurdu. Büyük boyda yaklaşık dört yüzs ayfaya yaklaşan “Türk Dil Bilgisi” isimli eserini sundu. Bu eser son günlerde ikinci defa bastırıldı.

Dil bilgini Muharrem Ergin bu münasebetle yeryüzündeki dilleri, onların birbirlerine yakınlıklarını, dil ailelerini,dil gruplarını da tanıtmaktadır.Dil, “ses” ten başlar, yazıda harfler seslerin işaretleridir. Sonra heceler, kelimeler ve cümleler.

Türkçe dünya dilleri arasında en ileri dillerden biridir. Türkçedeki ahengi, Türkçedeki kuruluş ve kullanılış inceliklerini birçok büyük ve yaygın dillerde bile bulmak mümkün değildi. Nasıl böyle olmasın ki? Ancak milletlerin dilleri medeniyetleriyle oranlı olarak gelişir. Tür medeniyeti ise en eski birkaç medeniyetin başında gelir, on bin seneliktir.

(24)

Bunu yetmiş sene önce bir Amerikalı ilim heyeti Türkistan’da Aşkabad civarında bulduğu eserlerle ispat etmiştir.

İstanbul’da Cağaloğlu’nda Minnetoğlu Kitabevi tarafından satılmakta olan bu büyük ve pek değerli olan eser, dilbilgisi konusunda yazılan ve yazılacak olan bütün eserlerin anasıdır. Türk dili böyle incelenip yapısı ve kuralları,genişliğine ve derinliğine açıklandıkça değeri daha da anlaşılacaktır.Böyle eserler Türkçenin namusunu kurtarmaktadır. Bu sebeple ne kadar takdir edilse azdır. Yazan da bastıran da Türk milletine büyük hizmet etmiş bulunuyorlar. Hoşça kalınız!

KAFLI, Kadircan, Halka ve Olaylara Tercüman, 21 Aralık 1961; yıl:1, sayı:71, sayfa:2 Dil Belası

Ben tarikat ehli değilim; inançlarımda ve hareketlerimde şu veya bu tarikatın, şu veya bu şeyhin tesiri yoktur. Sadece Kur’an hükümlerine ve sünnete değer veririm. Bu itibarla ne Bektaşi’yim, ne de Mevlevi’yim. Hacı Bektaşı Veliye de, Celaleddin Rumi’ye de eserlerinden dolayı değer verir, saygı gösteririm.

Bektaşilerde bir söz vardır: elini, dilini, belini sıkı tut. İnsanın elini sıkı tutması tecavüz etmemesi demektir, dilini sıkı tutması kötü söz ve küfür etmemesi demektir, belini sıkı tutması da şehvete kapılmamasıdır. Gerçekten insana birçok belalar, elini, dilini, belini sıkı tutmaması yüzünden gelir.

Bugün bunlardan dil üzerinde duracağım.

Dil insanın hem iyi ve faydalı, hem de kötü ve zararlı uzuvlarındandır. Anadolulu meşhur ilk zamanlar halk filozofu Ezop’un bunu belirten hikayesi meşhurdur.

Atalarımız dil üzerinde çok durmuşlardır. Bu konudaki atasölerimizin ve tabirlerimizin başlıcaları şunlardır:

“ Dil bilmez, dediğini tutmaz”

“Dil, epsem olsa baş esendir.”

“Dil kılıçtan çabuk öldürür “

“Dil kılıçtan keskindir”

“Dil susmayınca baş esen olmaz.”

“Dil yarası onulmaz.”

(25)

“Dilden gelen elden gelmez.”

“Dilden gelen elden gelse, her yoksul bir bay olur.”

“Dili belasıdır bülbülün kafes.”

“Bülbülün çektiği dili belasıdır.”

“Dilin cirmi küçük, cürmü büyük.”

“Dilin kemiği yok, bildiğini söyler.”

“Dilini yut, danayı güt.”

“Dilini tutan, başını kurtarır.”

“Dilsiz olmak çok söylemekten yeğdir.”

“Diliyle yakalandı.”

“Dillere destan oldu.”

Bunları bana geçenlerde herhangi bir yerde, herhangi bir dil hikayesi yaparsa belki yalnız kendisine, belki yalnız yakınlarına, belki de beş on kişiye zarar verir. Fakat hele demokrasilerde millet işleriyle ilgili vazife almış olanların zararları bazen bütün millete olur.

Halbuki insan konuşmadan önce dilini ağzında dokuz defa dolaştırmalı imiş.! Bunu lüzumu düşünmeğe vakit kazandırmak içindir. Yani insan bir şey söylemeden önce havayı koklamalı, bulunduğu yeri gözden geçirmeli, etrafındakileri görmeli, söyleyeceği sözlerin yakın ve uzak çevrelerde nasıl karşılanacağını, ne gibi tesirler yapacağını iyice hesaplamalı. Konuşmak ne zor şeymiş meğer!...

Ama güzel ve hesaplı konuşmaya alıştıkça bu iş kolaylaşır; nitekim bazı kimseler çok konuştukları, çabuk konuşmaya mecbur oldukları halde pot kırmazlar, demek ki, dil ile dimağ arasındaki bağlantı mükemmeldir, düşünme hızlıdır. O gibiler hatta münasebetsiz laf söyleyemezler, öyle laf akıllarına gelmez, dillerine de uymaz.

Ne dedik? Millet işleriyle ilgili vazife almış olanlar dillerini kullanırken bilhassa dikkat etmek zorundadırlar. Bir yanlış söz bazen bir zümreyi öfkelendirir, hatta bazen ihtilale, dolayısıyla bir milli felakete sebep olur; iki devlet arasında savaşı tahrik eder. Hele şu rakı, şarap gibi zıkkımlar, şeytanın şu doğru yoldan saptırma vasıtaları, nasıl da dili şaşırtır! Hoşça kalınız!

KAFLI, Kadircan Halka ve Olaylara Tercüman, 6 Şubat 1962; yıl:1, sayı:119, sayfa:3

(26)

Kelime Fonu Anlaşması Yaptı

Türkçenin devlet dili oluşunun 685. yıldönümü münasebetiyle Karaman ‘da yapılacak törenler hakkında basına bilgi veren yetkililerden biri folklor ekiplerinin sportif, pozitif ve ritmik hareketler yapacağını, bunların filme, banda ve televizyona alınacaklarını açıklamıştır.

Dilimizin gün geçtikçe nasıl geliştiği hususunda bazı açıklamalarda bulunan yetkililer Türkiye’nin kalkınması için ekonomik alanda dolar hibe eden batı bloğu dostlarımızın kültürel alanda da gelişmemiz için her yeni buluşa ait kelimeleri hibe edeceklerini belirtmiş ve şunu eklemiştir: “Geçenlerde yurdumuza gelen para fonu temsilcileriyle bir de kelime fonu anlaşması imzalamış bulunuyoruz. Dostlarımız dünya piyasasın çıkan her yeni kelimeyi serbestçe ve karşılıksız olarak çekip devletleştirebileceğimizi ifade etmişlerdir.”

Karşılığında hiçbir kelime vermeden boşuna yeni kelimeler çekmek suretiyle dilimizin hibe kelimelerle kısa zamanda çok zenginleştiğini belirten yetkililer Türkçemizin yavaş yavaş yabancı kelimeleri nasıl hakimiyeti altına aldığını çeşitli örneklerle izah etmiş ve bu bedelsiz ithalat hakkında delil vermek üzere gazetelerimizde çıkan bazı yazılardan pasajlar aktarmışlardır.

“Amerikan kozmonotu Glen’nin roket kapsülü içinde yaptığı feza yolculuğundan sonra ikinci astronotu Carpenter de çok güçlü bir füzeyle fırlatıldı. Biri otomatik biri de yerden kontrollü uçuşlar yapabilen kozmonotlar devamlı olarak kadranın klometre ve mil sinyallerinde göz gezdirip volanı tutmak suretiyle tur atmaktansa yerden kontrollü yarı otomatik yarı mekanik turları tercih etmektedirler. Yanlarında termometre, barometre, hidrometre, higrometre, dansimetre ve bir de metre bulunduran pilotlar radyo vasıtasıyla sinyal göndermek suretiyle otomatik ve yarı otomatik uçuşlar hakkında bilgi vermektedirler. Şayet pilot, kontrolünü kaybeder ve sinyal gönderemezse o zaman da radarlar vasıtasıyla helikopterler yetiştirilir. Kapsülün kozmonotu yüzlerce klometrelik hızla yere çarpmamak için kontr-paraşüt sisteminden faydalanır.

Halka ve Olaylara Tercüman, 27 Mayıs 1962; yıl:1, sayı:224, sayfa:3

(27)

Türkçemiz

Hayır, bu yazıda, artık bütünüyle içler acısı, ifade züğürdü, ruh ve anlam fukarası haline gelen bahtsız Türkçemizden söz etmek istemiyorum.

İçimde bir yara gibidir. Türkçemiz edipsiz, şairsiz ve sahipsiz kalmıştır.Üç beş bin kişi arasında işmar ve rumuzlar yardımıyla tedavül eden bir esperento halindedir.Bu yarayı deşmek istemiyorum.

Türkçemiz sırf özel mektuplarda değil, çoluk çocuk, dost ve ahbap sohbetlerinde değil,resmi yazışmalarda ünlü yazarların kaleminde ve radyo sözcülerinin ağzında bile düzensiz,kuralsız ve yanlış…Korkunç şekilde yanlış yazılıp söylenir olmuştur.Hatipler,yazarlar,aydınlar(ah yalan aydınlar)Türkçe hatasını fark etmez durumdadır. “Fesi kaldır şapka vur.”kabilinden basit, seviyesiz, ilimsiz bir “dil devrimi”

yapılmak istenmiştir. Bu devrimin meyveleri Mecusi külahından ve panama şapkasından daha acayip olmuştur. Hayır, ben buna da dokunmak istemiyorum.

Okullarımızda Türkçe öğretimi cılızdır. Bu yüzden ilkokul öğrencisinden üniversite bitirmiş olanına kadar herkes, Türkçenin canına okumuştur. Bu derdin en şifalı dermanı, iyi yetişmiş zevk sahibi öğretmenler ile çocukların hoşuna gidecek kitaplar, metinlerdir.

Ortaokul çocuğunun, elden bırakmazcasına sevip okuyacağı metinler neler olabilir?

Bunlar şüphesiz ki onun milli heyecanını, çocukluk ve ilk gençlik gururunu ayakta tutan yazılar olabilir. Öyle yazılar ki,küçüklere ve gençlere, Türk tarihini Türk mukaddesatını, milleti, halkı, vatanı ve köylüyü sevdirsin. Sonunda kolay kolay vazgeçemeyeceği mefkureler aşılasın. Ahlaktan, faziletten caydırmasın. Ondaki macera ve gayret hırsını, en güzel amaçlara yöneltsin.

İşte bu saydığım değerleri içinde taşıyan bir okul kitabı geldi elime. H.Fethi Gözler ve Dr. Hikmet Tanyu’nun yazdıkları bu kitap “Türkçemiz” adını taşımaktadır.

“Türkçemiz” ortaokul I, II, III. sınıflarda okutulmak üzere, M. Eğitim Bakanlığı’nca bu yıl kabul edilmiştir. Eski metinleri dönüp dönüp yine okutmaktan bıkan ve çocuklarına iyi seçilmiş milli yazılarla dolu bir Türkçe dersi vermek isteyen öğretmenlerimize bu kitabı güven ve ısrarla salık veririm. Bu kitaba alınmış olan güzel metinler, buarya yazılmakla bitmez. Ben Arif Nihat Asya’nın “Bayrak”adlı şiirinden birkaç parçayı sunmakla yetiniyorum:

(28)

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü Işık ışık, dalga dalga bayrağım

Senin destanını okudum senin destanını yazacağım.

***

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızlığında ısındık

Dağlardan çöllere düştüğü gün Gölgene sığındık.

***

Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı Barışın güvercini, savaşın kartalı Yüksek yerlerde açan çiçeğim;

Senin altında doğdum, Senin dibinde öleceğim…

Fethi Gözler ile Hikmet Tanyu’yu böyle bir kitap hazırladıkları ve Milli Eğitim Bakanlığı uzmanlarını böyle bir kitabı kabul ettikleri için tebrik etmek isterim.

Öğretimde milletçilik ve yurtçuluk ön sıraya alındıkça, çözülmez görünen kördüğümlerin ilahi bir kılıçla parçalandığını göreceğiz.

Halka ve Olaylara Tercüman,5 Eylül 1962; yıl:1, sayı:325, sayfa:2 Dil Bayramı

Bu kadar sıkıntılı günler arasına bir “bayram” karışması güzel oldu doğrusu. Fakat duyduk ki bu bayramda yine gösteri yürüyüşleri yapılmış. “öz Türkçe” yerine

“Osmanlıca” kullanan “gerici” lere atılıp tutulmuş. Oysa bayram dediğin uslu, akıllı, şekerli, kaymaklı olmalı değil midir? Pusulayı o kadar şaşırdık ki artık bayram davulları bile cenk havası vurmaya başladı. Hesapça Türkçenin bayramı, “Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konyayı aldıktan sonra yayınladığı ferman ile başlamıştır.

“Bugünden sonra divanda, dergahta, barigahta, mecliste, meydanda, Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”

(29)

Bu fermanın yayım tarihi 15 Mayıs 1277’dir. Şu halde dil bayramı, 26 Ekim değil 15 Mayısta ve 30 değil 685. bayram olarak kutlanmalıdır. Bu kutlama sırasında Mehmet Bey’in büyk sezgisi üzerinde iyi düşünmemiz gerek:

Karamanoğlu, bu ferman ile Türkçe konuşan halkın buyrukçusu olmuştur. Çünkü aydınlar ana dile gereken saygıyı göstermedikleri için, yüzde yüz Türk olan Selçuklu devletinde, bütün bilimlerle sanatçılar, saray ve divan yazışmaları hep yabancı dilden konuşmuştur. Saray inceliği bilmeyen, öz be öz halkın adamı olan Mehmet Bey’in buyruğu Selçuk aydınlarının züppeliğine bir tepkidir. Hareket noktası halk dili ve halkça anlaşılan bir Türkçedir. Bu yolda Osmanlı Beyleri onu yakından izlemiştir. Bu yolda enfes bir halk edebiyatı, Tekke şiiri ve Divan Edebiyatı meydana gelmiştir.

(Divan Edebiyatını burada anışımız bazı zümreleri yadırgatabilir, fakat yadırgatmasın.

Çünkü o edebiyatın özellikle şiir kısmı, bol sayıda yabancı sözcük ve tamlamayı kapsamakta olsa bile, yapı bakımından Türkçedir. Divan şairlerinin kurdukları Türkçe mısralar hala doyulmamış lezzettedir.)

Bugün de dil hareketinin baş kaygısı halkça anlaşılmak ve sevilmek olmalıdır. Bunun yolu yüzde yüz kelime sovculuğuna gitmek, bütün yabancı sözcükleri Türkçeden atmak değildir. Deyimlere, atasözlerine, masallara, Karacaoğlan ve Köroğlu şiirlerine karışmış binlerce yabancı söz var ki; bunları yok saymak, dili yoksullaştırmak olur.

Dil kurumunun “devrimcilik” le “bilimci” liği nasıl aynı koltukta nasıl uyuşturduğuna öteden beri şaşmışımdır. Ben, bu kurumun hizmetlerini azımsayan veya karamsayan takımdan değilim. Kalemim, her zaman, eli gücü yettiğince, temiz,az katıklı bir Türkçeye yatkın görünür. Her sözün Türkçesini aramak,bulursam ve seversem, öpe öpe kullanmak, huyumdur. Doğruyu ve güzeli teslim etmek benim mizacımdır. Bu yüzden kurumun otuz yıllık çabalarını sevinçle karşılarım. Ama yinede kurumun bir “akademi”

gibi davranması zamanı geldiğini söylüyorum. Kadrosunu gittikçe kuvvetlendiren bu kurum, artık bir taraf olmaktan çıkmalı, şu veya bu Türkçenin değil doğrudan doğruya

“güzel Türkçe” nin temsilcisi olmalıdır. Türkçeyi, bütün tarihi ve coğrafi bütünlüğü, zenginliği içinde düşünmeli, onun bir zerresini feda etmeyi değil,bütünüyle korumayı, düzeltmeyi, doğru ve zevkli hale getirmeyi amaç edinmelidir.

Taşkın ve aşırı dil çıkışlarına, söz icatlarına, Türkçeyi alt üst eden devrik çabalara ödül vermek, milli bir kurum için değildir. Böyle davranışları,daha küçük “öncü” dernekler

Referanslar

Benzer Belgeler

14.. sek olan grupların toplantılarında, derneklerde kara hekat ve türkülü uzun hikayeler- de asıl hikayenin arasında "konuyu değiştirmek ve dikkati başka yöne

tı') Havır. Yerellik illaki yerel halk kültürü değildir. Ya da Yaşar Kemal Çukurova insanını halk kültürüyle yansıttığı için.. mi Avrupa'da okumakta ve

Ayrıca, kayın ağacının kaygı ağacı olarak algılanmasının sebebini de eskiden bir kabilenin başına gelen sıkıntıları kayın ağacından bulmuştur veya

Sakarya Üniversitesi, ‹flletme Fakültesi, Uluslararas› Ticaret Necmettin Erbakan Üniversitesi, Uygulamal› Bilimler Fakültesi, Uluslararas› Ticaret Ufuk Üniversitesi,

[r]

Halk anlatılarını da bir erginlenme macerası olarak okuduğumuzda anlatı kahramanının sınavları aşarak ergin- lenmesi ve dönüşüme uğraması bir “sim-

“Sazın ve Sözün Sultanları: Yaşayan Halk Şairleri-I” adlı kitapta yer alan âşıkların kimisi rüya görerek âşık olmuş, kimisi de rüya görüp bâde içmeyi

The purpose of our research is to find out the content of nitrates in different kinds of food products (vegetables, milk products and dietetic products) by enzymatic method -