• Sonuç bulunamadı

On sene kadar Doktor Burhan Öncel’in “Beyaz Gömleklinin Romanı” isimli bir eseri çıkmıştı. Bu eser bir roman kadar sürükleyici ve meraklı olmakla beraber, gerçek manasıyla hatıralar kitabıydı. Bir doktorun memleketimizde karşılaştığı güçlükleri, facia denilebilecek olayları anlatıyordu. Birçok yerlerinde güldük, eğlendik, lâkin bu gülüşlerin sebebi tirajikomik denilen sanattı. Hayal kudreti en kuvvetli romancı bile onları icat edemezdi. Halbuki hepsi yakınımızda veya biraz uzağımızda geçmişti.hatta hekimliği de en kutlu ve mühim mesleklerden biri olan hekimliği de değerlendirmediğimizi de ispat ediyordu. Sanıyorum ki o durum, belki biraz hafiflemiş olarak şimdi de devam etmektedir. Burhan Öncel’in o eserinde dikkatini çeken iki noktadan biri,kendisinin daha geniş ölçüde faydalı olabilmesi imkanını bulamamaktan duyduğu ısdırap, diğeri de hekimlerin başlıca yardımcısı olan ebelik ve hemşirelik mesleğinin cazip bir hale konamamış olmamasıydı. Burhan Öncel, o zamandan bu zamana kadar sanıyorum ki biraz tatmin edilmiş durumdadır, zira öğretim alanında da

vazife almıştır. Mahrum kaldığı imkanların çoğuna kavuşmuştur. İleri memleketlerde inceleme yapmak fırsatını bulmuştur. Eserler yazabilmektedir: ebelik ve hemşirelik mesleğinin cazip bir hale konması lüzumu da ilgili makamlar tarafından anlaşılmış, bu yolda bazı teşebbüslere geçilmiştir. Doktor Burhan Öncel’in yeni bir eseri daha çıktı. Bu eserin adı “Ebe ve Hemşirenin doğum Kitabı” dır. Muharrir kitabının önsözünde, doğum hadisesinin ehemmiyetini belirttikten sonra iyi hemşireler, ebeler yetiştirmek gerektiğini yazıyor ve diyor ki:

Nihayet ebe, hemşire ve laborant okullarının açılmasıyla okullarının açılmasıyla gerçekleşen bu önemli memleket davasında görevlendirildiğim zaman beklenmedik bir anda idealine kavuşan bir insan gibi büyük bir heyecan ve gurur duymuştum. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti başardığı sağlık hizmetlerinin en büyüğüne böylece ben de kendimi hizmetinde bulunmakla iftihar duyduğum vekaletimin gayelerine olduğu kadar senelerden beri benimsediğim ve ideallerimde planladığım bu büyük davada küçücük bir hizmetim mukadderdir. Bir hoca olarak yarının ebe ve hemşiresine modern görüşler kazandırmak, onlara bugünün doğum anlayışına uygun bilgiler verebilmek ve nihayet onları doğum sahasında memleket hizmetine hazırlarken, bütün dünyada dev adımlarla ilerleyen doğum hekimliğinin baş döndürücü yürüyüşüne ayak uydurabilecek bir kabiliyet aşılayabilmek amacını gütmüştüm.”

Birçok meslek okullarında olduğu gibi öğrencileri tatmin edecek bütün ders kitaplarının bulunmaması Ebe ve Hemşire okulunun da karşılaştığı zorluklardandı. Burhan Öncel pek mükemmel ve nefis bir şekilde bastırdığı yeni esriyle bu zorluğu ortadan kaldırmış bulunuyor. Doğum tabii bir hadise olmakla beraber hekim, ebe ve hemşirenin yardımı olmadığı halde facia halini alabilir; nitekim yakın zamanlara kadar doğum dolayısıyla ölüm nispeti memleketimizde pek yüksekti. Şimdi bu nispet mühim ölçüde düşmüştür. O kadar ki doğum dolayısıyla ölüm vakaları bilhassa şehirlerde ve doğum klinikleri bulunan kasabalarda pek nadirdir. Doktor Burhan Öncel, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin ders kitabı olarak kabul ettiği son eserle ilimi hüviyetini de ispatlamış bulunuyor.

Doğum Kontrolüne Taraftar Olunmuyor

Doktorlar “İnsanların üreme sevki tebiisine kumanda etmek kolay değildir” diyorlar. Yüksek sağlık şurasının almış olduğu karar gereğince memleketimizde doğumun kontrolüne lüzum görülmüş ve bu konuda bir kanun tasarısı hazırlanarak T.B.M.M.’de görüşülmesine başlanmıştır. Ord. Prof. Tevfik Remzi Kazancıgil, doğumun kontrolüne ait şahsi fikirlerini gazetemize açıklamıştır. Profesör bu konuda şunları söylemiştir: “ – Bu konu gelişigüzel ele alınamaz. Ancak tam yetkili bilginlerin “Demokrasi, İstatistik, Ekonomi ve Jeopolitik “ alanlarda yapacakları gerçek araştırmalara dayanılarak ele alınabilir. Aldatıcı istatistiklerin büyüklüğüne aldanmayarak objektif görüşlerden mümkün olduğunca kaçınmamak lazımdır. Demokrasi sosyal biyolojinin aynasıdır. Ekonomik doğum, istihsal ve milli ekonomi seviyesinde sosyolojik hükümlerin rehberi, yol göstericisi olmalıdır. İnsanların üreme sevki tabisine kumanda etmek kolay iş değildir. Herkes bu konuyu kendine göre ayarlar. Doğumun kontrolü 1. Dünya Harbinden sonra bazı memleketlerde resmi teşkilata bağlandı. Bu konu tarihi gelişmesi bakımından iyice aydınlatılmalıdır. Bu konu ile uğraşan Garp bilginlerinin fikirlerinden de istifade edilmelidir. Buna dayanarak kararlar verilmelidir. Netice bakımından sosyal bünyeye uymayan tedbirler buz üstünde yazıya benzer. Halbuki sosyal gerçeklerin iyice incelenmesinden sonra verilecek hükümler kalabalığa mal olur. Biz de bu esasların dışında insanların cinsi hayatına kumanda etmek ne kimsenin haddi, ne de hakkıdır.” Doç. Tahsin Artunkal: “Doğumun kontrolü memleketimiz için büyük faydalıdır. Bilhassa bizim iktisadi şartlarımıza uygundur. Büyük kalabalıklar faydasızdır. Neticesi bir memleket için tehlikeli olabilir. Bu bakımdan bunu önleyici tedbirler almak gereklidir. Doğumun kontrol altına alınması Mediko-sosyal bakımdan da faydalar sağlayacaktır. Ayrıca ilaçla doğum önlendiği takdirde kadının sakat kalması da önlenmiş olacaktır. Memleketimizde şimdiye kadar kürtaj neticesinde sakat kalan kadınların adedi fazladır. Memleketimizde nüfus artışı gelecekte bazı mühim problemler ortaya çıkarabilir. Bilhassa iktisadi bakımından doğumun kontrolü memleketimiz için bir zaruret haline gelmiştir. Dışardan buğday almak mecburiyetindeyiz. Bu durumda ilerde açlık tehlikesiyle karşı karşıya gelebiliriz.” Ord. Prof. Naşit Erez:

“Türkiye nüfusu gün geçtikçe artmaktadır. Bu artışın doğuracağı problemlerin başında şüphesiz, yurdumuzun kaynaklarının bu durumu karşılayıp karşılayamayacağı meselesi

mevcut olacaktır. Bunun için memleketimizde doğum kontrolü zaruridir. Şu halde, artan nüfusumuzun ihtiyacını karşılayacak olan sanayin ve tarımın gelişmesi her şeyden önce tevekkül, uyuşukluk “bir lokma hırka” zihniyetinin bertaraf edilmesiyle kabil olacaktır. Bu ise milli eğitim alanında alacağımız tedbirlerin verimine ve vüsatına bağlıdır. Alacağımız tedbirler verimli sonuçlar verinceye kadar nüfus artışı karşısında ilgisiz kalırsak, sayıları artan yurttaşlarımızın bir kısmını hemen hemen doğumlarının akabinde ölüme terk edecek, bir kısmını da ruhen ve bedenen sakat vatandaşlar olarak yetiştirmek mecburiyetinde kalacağız.”

Halka ve Olaylara Tercüman, 3 Ocak 1962; yıl:1, sayı:87, sayfa:2 Doğumun Kontrolü

Planlanmamış bir aile nüfusunun yarattığı acıklı sahneler binlerce romana mevzu olacak kadar çoktur. 20. yüzyılın başlıca özelliklerinden biri de yapılan bir işin, girişilen her teşebbüsün bir plana bağlanmasının adet olmasıdır. Milletlerin top yekün kalkınmasından bir fabrikanın kuruluşuna kadar her işte esas olan plan, az önemli bir teşebbüs olmayan bir aile kuruluşu ve gelişmesinde de büyük rol oynamaktadır.

Bilhassa ailelerin nüfus artışında plansız bir gidiş; istenmeyen çocukların dünyaya gelmesi, layığıyla yetişemeyen çocukların cemiyete faydalı olamayışı gibi sebeplerle neticede millet hayatına kötü tesirler icra etmektedir. Bu bakımdan halen dünyanın beşte dördünde “aile planlaması” tatbik olunmaktadır. Dünyada faaliyet halinde bulunan iki bin aile planlaması merkezinin 600’ü ABD’de 340’ı İngiltere’dedir. İşin tuhaf tarafı, Moritanya ve Sicilya’da bile bulunan aile planlaması teşkilatı Fransa’da yeni kurulmaktadır.

Aile planlaması fikri önceleri başka bir isimle ortaya atılmıştı. “Brrith control” (doğumu kontrol) ismi, ilk günlerinden gerek milli gerekse dini bakımlardan bir ürküntü yaratmış, hareket çeşitli engellerle karşılaşmıştı. Ailenin gelişmesi nüfusunun artışına bağlı olduğundan, her ailenin mali, fiziki, kültürel durumlarına göre çocuk sahibi olması aile planlamasının temel konusunu teşkil eder. Planlanmamış bir aile nüfusu siyasetinin yarattığı acıklı sahneler, binlerce romana mevzu hazırlayacak kadar çok ve çeşitlidir. Hayata gözlerini açmakta hiçbir suçu ve rolü olmayan kaç milyon çocuk ebeveyni tarafından haksız olarak kötü kabul görmekte, fena muameleye maruz kalmakta, iyi

yetiştirilememektedir? Ailenin mali gücü üstündeki çocuk sayısı, ana – baba arasındaki bitmek bilmeyen çekişmelere sebep olmaktadır. Yeni bir çocuğun gelmesini bir kabus gibi zihinlerden atamayan kim bilir kaç bin eş korku yüzünden adeta ayrı ayrı bekar hayatı yaşamaktadır. Yine bu yüzden on binlerce kadının meslek hayatı ziyan olmaktadır. Bazı kadınlarda, istenmeyen bir çocuğun doğumuyla kocaları tarafından fena karşılanmakta, bazı kereler de boşanmaktadır. Böyle bir ihtimal binlerce kadını sinir hastalıklarına sürüklemektedir.

Bu Kadar Tedbir Varken

Halbuki“doğum kontrol” hakkında bilgiye sahip aileler, aile durumlarını ilmin icaplarına göre ayarlayarak hem aile saadetlerini korumakta; hem de mesut ve topluma faydalı çocuklar yetiştirmektedirler. Ana rahminde vücuda geldikten sonra bir varlığı yok etmek hem dine, hem kanunlara, hem de vicdana aykırıdır.

Buna mukabil, daha meydana gelmeden vücut bulmasını önlemek her bakımdan daha doğru bir davranıştır. Hamileliği engelleyen tedbirlerden bugün en pratik olanı, “contraceptifs” denilen ilaçlardır. Amerika, İngiltere, İsviçre’de bütün eczanelerde satılan bu müstahzarların kullanışı kolaydır. Tesirleri kat’idir, ancak bazı usul hataları yapılmaktadır. Yüzde yüz tesirli ve ağızdan alınan haplar üzerindeki araştırmalar da hayli başarılı sonuçlar vermiştir. Katolik kilisesi birkaç yıl öncesine kadar doğum kontrolü için her türlü alet ve ilacı menetmişti, sadece, kalmak ihtimalleri olmayan belirli günlerde birleşmeyi temin eden Ogino metodu eşlerin tamamen birleşmeden imtina etmeleri gibi metodlara izin vermekteydi. Şimdi ise papa bile yola gelmiş ve son yapılan aile kontrolü kongresine gönderdiği mesajda “doğum kontrolü ilahi kanunlara aykırı değildir.” Demiştir.

Nüfus Siyasetine Aykırı Değil

İlk bakışta doğum kontrolü bir memleketin nüfus siyasetine aykırı gibi gözükebilir.Burada nüfus siyasetinden kastımız, nüfus artışı problemidir. Geniş toprakları, işlenmiş kaynakları bulunan memleketlerin hiç şüphesiz nüfus artışını önlemek değil bilakis teşvik etmesi gerekir. Sosyal devletler, çocuk başına primler vererek fazla nüfuslu ailelere yardım ederek bile yine de doğum kontrolüne müsaade etmektedirler. Amerika ve İngiltere’de bir taraftan çok çocuklu ailelere yardım

yapılmakta öte yandan gelişi güzel çocuk sahibi olmaya mani olunmaktadır. Zira bir millet için lazım olan nüfus kuru kalabalık değildir. Mesut, bilgili küçük bir topluluk, atom ve feza çağında cahil ve sefil insan yığınlarından çok daha kuvvetlidir.

AKBIYIK, Ahmet, Halka ve Olaylara Tercüman, 22 Mart 1962; yıl:1, sayı:161, sayfa:4 Doğumun tahdidi

Fransa’da on dokuzuncu asrın son yarısında garip bir zihniyet türemişti: Bir çocuk, o zamanın parasıyla bir iş sahibi oluncaya kadar mesela yüz bin franga mâl oluyor. Bir çocuk yapıp da onu yetiştirinceye kadar yüz bin frank sarf etmektense bu parayı tasarruf etmeli, iş hayatında kullanıp kazanç sağlamalı, işçi olarak da başka memleketlerden, hazır ve yetişmiş insan getirtmeli,, böylece Fransa yatırımsız insan gücü elde etmeli. Fransız aileleri yalnız bir veya iki, en çok üç çocuk yapıyor, nüfus artmıyor, hatta eksiliyor, eksik de dışarıdan tamamlanıyordu. Pek bezirganca bir usul. Fransa’nın tereddüt etmesinde, birinci sınıf devletken, ikinci veya üçüncü dereceye düşmesinde bu usulün tesiri büyüktür. Bundan başka Fransız milletinin mühim kısmı, asılları İtalyan, Alman, Rus, Cezayirli, İspanyol ve diğer milletlerden meydana gelmiştir. Farnsa’nın ahlakı da bu yüzden epeyce bozulmuştur. Başka milletler çoğalırlarken, bizim doğumu tahdit etmemiz; hele yabancıların gelip memleketimizde yerleşmelerine imkan vermek yarın için büyük tehlikedir. Kaldı ki öteden beri, bilhassa Yunanlılar, İtalyanlar, hatta Almanlar:

- Türkiye’nin toprakları bomboş, bizim ise topraklarımız insanlarımıza yetmiyor; çünkü nüfusumuz artıyor! Diyerek vatanımıza gelmek, yerleşmek istemişler, bu maksatla zorla veya başka yollardan ermek üzere teşebbüste bulunmuşlardır.

Belçika ve Hollanda’da kilometre kareye üç yüz kişi düşer, Yunanistan’da, Bulgaristan’da bile seksen kişidir. Bide ise ancak otuz sekiz. Demek ki normal şartlarda memleketimiz altmış milyon vatandaşı rahat rahat barındırabilir. Hal böyle olunca bizde henüz doğum tahdidi düşünülemez. Nitekim ilk beş senelik planda böyle bir şey yoktur. Bu münasebetle garip laflar edildi. Cumhuriyet senatosu’nda bir zat: “Şehvet fakir halkımızın eğlencesidir, onu bundan da mahrum edemeyiz!”Buyurdu.

Halbuki doğumu tahdit meselesini bahis konusu etmek erkekleri veya kadınları şu veya bu yaştan sonra, yahut şu kadar çocuk sahibi olduktan sonra kısırlaştırmak değildir, tohumun tarlaya düşmesini veya oraya düştükten sonra engellemekten ibarettir. Az çok aydın kimseler bunun usullerini biliyorlar, fakat cahil kimseler bilmiyorlar,tesadüfe bırakıyorlar, sonra telafisi çok ağıra mâl oluyor. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, Türkiye’de her sene on iki bin genç kadın, çocuk düşürmek için başvurdukları zararlı vasıtalar yüzünden ölmektedir. Yazık değil mi? İki veya üç çocuğu rahat rahat ve iyi yetiştirebilecek bir baba sekiz on çocuk sahibi olunca bunalıyor ve hiçbirini dilediği gibi yetiştiremiyor.

Çocuk düşürmek yine yasaktır cezası vardır, ancak ilkaha mani olan ilaçlar serbestçe satılabilecektir. Böylece çocuk sahibi olmak isteyen aileler onu en münasip ve sağlıklarının en mükemmel olduğu bir zamanda yapmak imkanını elde edeceklerdir. Bu tedbir doğumun tahdidi mahiyetinde olmayıp, ancak sağlığı koruyucu mahiyettedir. Dileyen ve becerebilen yirmi çocuk da yapar, Allah onlara yardımcı olsun ve güle güle büyütsünler.

KAFLI, Kadircan, Halka ve Olaylara Tercüman, 2 Aralık 1962; yıl:2, sayı:413, sayfa:2 2.6.2. Çocukluk ve Gençlik

Yanlış Bir İddia

Diyarbakır okuyucularımızdan D.Y.’nin yazdığı uzun mektubu dikkatle okudum, özü şudur:

“10 yaşında bir kızım var ilkokulun 3. sınıfındadır. Geçen sene sınıfta kaldı, bu sene iyi derece ile geçmesini beklerken ilk karnesinde aritmetik ve hayat bilgisi derslerinin notlarının kırık olduğunu hayretle gördük. Ben annesi ve ablası bu kızın üzerine titreriz, temiz giyindirir, iyi yediririz. Aptal değildir, 30-40 mısralık birkaç manzumeyi bir defa gözden geçirdikten sonra kitabı kapıyor ve ezbere okuyor. Aklının ermediği bir şey yok, o halde niçin notları kırıktır? Biz de çocuğumuzun derslerine yardım etmek istiyoruz, fakat onun kitaplarında birçok kelimeler değişmiş, biz eskidiğimiz için o kelimelerin manalarını bilemiyoruz. Çocuk kelimeleri ezberlemiş ama manasını kavrayamamış.

Öğretmenler çocukların bir şeyler öğrenmeleri için velilerden yardım bekliyorlar. Halbuki biz hem yeni terimleri bilmiyoruz, hem de vakit bulamıyoruz. Eskiden böyle şeyler yoktu, biz kendi kendimize yetiştik. Okulda iken kırık notum yoktu, on yerine dokuz aldığım zaman ağlardım, şimdikiler boş veriyorlar. Okullarda altmış,yetmiş öğrenciden ancak sekiz,on kişinin kırıksız not aldığını gazeteler yazıyorlar; eskiden kırık alanlar yüzde ondan fazla olmazdı. Bunda öyle sanıyorum ki öğretmenlerin sorumluluk payı büyüktür. Nitekim hanımı çocuğumun öğretmenine gönderdiğim zaman ders yapılmadığını, çocukların itişip kakışmalarını görmüş! Çocuğuma soruyorum:

- Bugün derslerde ne yaptınız?

- Hiiç! Öğretmen “kitaptan şuraya kadar okuyun” dedi. Kendisi de bir kitap okudu. Bazı veliler öğretmenlere gidip rica ediyorlar, çocuklarının sınıf geçmelerini sağlıyorlar; ben bunu doğru bulmuyorum. Acaba çocuğumu artık okula göndermeyeyim mi?” Çocuğu ve öğretmeni yakından incelemediğim için hüküm veremem. Lakin öğretmenin bu kadar dalga geçmesine de imkan yok, çünkü onun üstünde bir başöğretmen ve müfettiş var. Çocuğun sözlerine de yüzde yüz inanılamaz. Sınıfta altmış yetmiş çocuk olunca öğretmenin başarılı olması pek zordur. Durum böyle olunca öğretmen elbet velilerin yardımına muhtaç olur. Kaldı ki bazı çocukların ezberleme kabiliyetleri yüksektir de anlama kabiliyetleri zayıftır. Bu gibi durumlarda çocuğu bir mütehassıs doktora veya terbiye mütehassısına götürmek icap eder. Çocuk derslere ilgi duymuyorsa anlama kabiliyetinden, mahrumsa yahut çalışmıyorsa öğretmen ne yapabilir ki? Bu gibileri hususi öğretmenle çalıştırmak bazen pek iyi neticeler verir. Okuldan almak doğru değildir, bazı çocukların zekaları on veya on üç yaşından sonra gelişebilir. Çocuğun beslenme tarzını, sağlık durumunu da mütehassıs bir doktor dikkatle incelemelidir. Hoşça kalınız!

KAFLI, Kadircan, Hadiselere Tercüman, 9 Mayıs 1960; yıl:5, sayı:1768, sayfa:3 Genç Kızlar Dikkat: Kendinizi Savunun

Evet küçük hanımlar sizlere söylüyoruz, kendinizi savunun! Bağırıp çağırmadan, kavga etmeden sizi istismar etmelerinin önüne geçmesini becermek, Bir olgunluk

numunesidir. Belki daha rüştünüzü bile ispat etmediniz fakat sizin başkalarının saydığı gibi, başkalarının da sizi saymalarını temin etmeniz hakkınızdır.

Seviyenizi Savunun

Dışardan bir kilo armut aldınız ve eve gelince kesekağıdının dibinde iki tane çürük armudun sıkıştırıldığını gördünüz, utangaç olmanızdan istifadeye kalkıştıkları muhakkak. Genç kızların esnafla kavga etmeyeceğini ve herkesin dikkatini üzerine çekmeyi istemeyeceğini esnaf iyi bilir. Fakat iyi bir ev kadını tezgahta görüp beğendiği malın yerine bir sürü çürük çarık şeyi almayı istemez. Kesekağıdının tezgahın arka tarafta doldurulmasına müsaade etmeyin. Size boyası atmaz diye satılan bir bluzun daha ilk yıkayışınızda boyası birbirine girerse işi oluruna bırakmayın. Gidip meseleyi satıcınızla ciddi olarak konuşun. Seviyenizi muhafaza ederek esnafla yapacağınız tartışma, sosyal bir vazifedir.

Patavatsızlığa Karşı Savunun

“Babanız ne iş yapıyor? Ne kadar kazanıyor? Teyzeniz neden bebekle beraber çıktı?” dedikoducular bu dünyada eksik değildir. Kimsenin ağzını torba gibi büzemezsiniz. Böyleleri laf almak için bilhassa genç kızları tercih eder. Çünkü bunların size ne? , diyemeyeceklerini sanırlar. Siz de “bilmiyorum” demek cesaretini gösterin. Bunu nazikane fakat kararlı bir eda ile söyleyin. “Bilmiyorum” demek “böyle sorulardan hoşlanmıyorum, demektir

Mektuplarınızı Savunun

Bir annenin kızının mektuplarını açıp okuduğunu öğrenince şaşmamak mümkün değil. Arkadaşından gelen bir mektubu açmak, içinde büyük bir sır olsa da, olmasa da, içinden çıkanı okumak ve altındaki imzayı görmek her genç kızın hakkıdır. Bunu nezaketle annenize izah edin ve sizi mektuplarınızı başka arkadaşlarınıza göndertmeye zorlamamasın hatırlatın.

Gençliğinizi Savunun

Nihayet kendinizi kendinize, işi oluruna bırakma huyunuza, tembelliğinize ve aldırmazlığınıza karşı da savunun. Üzerinizdeki gençlik taravetini muhafaza edin.

Bunun için sadece aynaya bakmak ve kendi kendinize ve temizliğinize azami dikkat gösterin. Güzellik öğütlerini harfiyen yerine getirin.

OZANKAN,Cenap, Hadiselere Tercüman, 5 Temmuz 1960; yıl:5, sayı:11822, sayfa:4 Kimsesiz Çocuklar

Emniyet müdürü Necdet Uğur, resmi görevi dışında bir memleket sağalması için gayretli bir işe girişti: “Kimsesiz çocuklar”… Bir devlet memurunun belirli görevi dışında yurt ve insanlık yönlerinden bu davranışını daima takdirle anacağız.

“Kimsesiz çocuklar” iki kötü işin sonucudur. Biri gayrı meşru münasebetlerin öbürü de aile terbiyesinin eksik verilişinin… Birincisi vicdanla ilgilidir. İkincisi ailelerin değil çocuk terbiyesini, medeni davranışların bile ne olduğunu bilmemesinden doğmaktadır. Bu da bir eğitim ve kültür işidir. Gayrı meşru münasebetlerden doğan çocuklar biraz serpildikten sonra başıboşluk içinde sokaklara düşmektedirler.Bir kısmına Darülaceze sahip olmakta ve topluma zararsız hatta faydalı birer insan yetiştirmekle beraber yazık ki bu çocukların sayısı memleket ölçüsünde değildir. Ve ne yazık ki: iyi bir fert olarak meydana çıksalar bile hiçbir suçları olmaksızın yedikleri damganın ağırlığını ömür boyunca saklamak zorunda kalırlar. Dünyaya gelmek sanki bir günahtır. Ve suçunu sanki kendileri işlemişlerdir. Çok büyük tolerans ve hayır sahipleri bu çocukların koruyucu meleğidir. Fakat bu talih kaç kişiye yâr olur? Kötü bir terbiye verişin ve ilgisizliğin çocuklar üzerindeki sonucu da, henüz gelişmemiş körpe dimağların evlerinden kaçarak tehlikeli maceralara atılmalarını doğurmaktadır. Bu çocuklar hain bir üvey ana veya üvey babanın zulmünden kurtulmak için arkasında ne olduğunu bilmeden, düşünmeden veya düşünürse bile mahsur görmeden berbat bir hayata